Niyâzî-i Mısrî’nin Limni’deki Mezarını ve Tekkesini Kurtarma Umudu Doğdu
Türk tasavvuf tarihinin en renkli ve en önde gelen mutasavvıflarından biri Niyâzî-i Mısrî’nin, Yunanistan’ın Limni adasında bulunan ve bugün üzerinden cadde ve kaldırım geçen mezarının kurtarılarak, tekkesinin aslına döndürülmesi için umut ışığı belirdi.
Malatya Belediyesi, Malatya Valiliği ve Limni Belediyesi tarafından ortaklaşa düzenlenen Niyâzî-i Mısrî anma etkinlikleri çerçevesinde Limni Adası’nda düzenlenen panele katılarak bir konuşma yapan Yunanistan’ın Kuzey Ege Bölgesi Valisi Savvas Vareltsiz, Malatya’nın yetiştirdiği en önemli mutasavvıflardan olan Mısrî’nin kabrinin ortaya çıkarılması ve çevresinin aslına uygun bir şekilde yeniden imarı için resmi prosedürlerin başladığını ve gelecek yıl aynı tarihlerde anma törenlerinin yapılmasına kadar bu prosedürün tamamlanmasını umut ettiklerini söyledi.
Türkiye’den akademisyen ve işadamlarının da aralarında bulunduğu 160 civarında Malatyalı ve Mısrî’nin Türkiye genelindeki takipçisinin katıldığı Niyâzî-i Mısrî hazretlerini anma etkinlikleri çerçevesinde Mısrî’nin medfun bulunduğu Limni adasında düzenlenen panelde konuşan Vali Vareltsiz, ortak acılara çare bulmanın iki halkın elinde olduğunu söyleyerek başladığı konuşmasında, “Türk ve Yunan halkları arasında geliştirilen kültürel, ekonomik, siyasi ve özellikle manevi ilişkilerin, bu ülkelerin üst düzey yöneticilerine iki ülke arasında dostluğun geliştirilmesi konusunda gerekli mesajı verecektir.” dedi.
Küreselleşen bir dünyada halkların çıkarlarının artık ortak hale geldiğinden bahseden Vareltsiz, Niyâzî-i Mısrî gibi çok önemli bir bilgenin Limni’de medfun olmasına çok büyük önem atfettiklerinin altını çizdi. Dönemindeki siyasi liderlerin anlamakta güçlük çektiği fikirlerinden dolayı Mısrî’nin Limni’de sürgündeyken hayatını kaybettiğini hatırlatan Vareltsiz, “Mısrî, Limnileleri sevdi, Limnililer de Mısrî”yi.” şeklinde konuştu.
“Mısrî gibi büyük bir bilgenin değerini bugüne kadar fark etmemiş olmamızdan dolayı tüm Limni halkı adına siz Türklerden samimiyetle özür diliyorum. Lütfen özrümü kabul ediniz” diyen Vareltsiz, gelecek benzer anma etkinlikleri yapılıncaya kadar Mısrî’nin medfun bulunduğu mekanın aslına döndürülmesi ve mezarının ortaya çıkarılması için ellerinden geleni yapacakları sözünü verdi. Vareltsiz, ekonomik ve siyasi buhran içerisinde olduğu için Yunanistan’da karar alma süreçlerinin uzadığından şikayet ederek, Mısrî’nin mezarının ortaya çıkarılarak çevresinin aslına uygun hale getirilmesi kararını verecek olan Yunanistan Anıtlar Konseyi’ne başvuruyu yaptıklarını kaydetti.
Malatya Valisi Doç. Dr. Ulvi Saran da panelin açılışında yaptığı konuşmada Niyâzî-i Mısrî gibi farklı kültürel ve dini havzalarda yetişmiş ilim adamlarının insancıl yaklaşımlarının paylaşılmasında ne sınırların, ne siyasetin, ne de coğrafyanın bir engel teşkil etmediğinin altını çizdi. Fikirlerin siyasi, askeri, ekonomik güç ve galibiyetlerden çok daha önemli ve etkili olduğunu vurgulayan Vali Saran, Niyâzî-i Mısrî’nin ne sadece Malatya’nın, ne Türkiye’nin, ne de Ege’nin değil, bütün insanlığın bir ortak değeri olduğuna vurgu yaptı. Yüzlerce yıl önce yaşamış bir manevi büyüğün bugün ayak izlerinin olduğu yerde anılıyor olmasının anlamına dikkat çeken Vali Saran, Mısrî’nin fikrî ve manevî hatırasının yanısıra fiziki ve mimari hatırasının da restore ve imar edilerek iki ülke halkı için bir ortak değere dönüştürülmesi için gayret sarf ettiklerinin altını çizdi.
Başlatılan süreç kapsamında Mısrî’nin mezarının ortaya çıkarılarak haziredeki taşların yerine konulması, Semâhânenin, Dergah-ı Şerifin, Namâzgâhın ve bugün kafe olarak işletilen Hazret-i Mısrî Camii ile minaresinin aslına uygun şekilde ihya edilmesi öngörülüyor.Açılış konuşmalarından sonra geçilen panele konuşmacı olarak katılan Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, Cemalnur Sargut, Prof. Dr. Mustafa Kara ve Dr. Reşat Önal Mısrî’nin hayatı, fikirleri ve öğretilerinin değişik vechelerini irdeleyen konuşmalar yaptılar.
TIPKI GÜNÜMÜZDEKİ BENZERLERİ GİBİ, YAŞADIĞI DEVRİN SÜRGÜNÜ BİR ALLAH DOSTU
17. asırda yaşayan Niyâzî-i Mısrî, tasavvufun Halveti kolunun en renkli ve en önemli simalarından biridir. Coşkun ve cezbeli bir sûfî olan Mısrî, 1618’de Malatya’da doğmuş, Diyarbakır, Mardin, Kerbelâ, Mısır, İstanbul, Elmalı, Uşak, Kütahya ve Bursa’da yaşamış ve nihayet sürgüne gönderildiği Limni adasında 1694 senesinde vefat etmiştir. Mısır’da öğrenim gördüğü için kendisi “Mısrî” diye tanınmıştır. İbn Arabî, Mevlânâ ve Yunus Emre düşüncesinin 17. asırdaki takipçilerinden olan Mısrî, adeta bu üç büyük zatın düşüncelerinin harmanlandığı bir terkip niteliğindedir. Çok sayıda eseri ve şiirleri bulunan Mısrî’nin bu şiirlerinden yaklaşık 250 tanesi ilahi olarak bestelenmiştir. Mısrî bazı ledünni düşünceleri açığa çıkardığı ve devrin bazı siyasilerini eleştirdiği için bir defa Rodos adası ve iki defa da Limni adasına olmak üzere üç defa sürgüne gönderilmiş ve hayatının 16 yılını kalebend olarak zindanlarda veya gözaltında geçirmiştir. Devrin siyasilerinin lüzumsuz ve vehmî korkuları, Mısrî hakkında iftiralara sebep olmuş ve bu büyük veli hiç hak etmediği cezaları çekmek zorunda kalmıştır.
Düşünce ve öğretilerinin çevresinde etkili olmasından rahatsız olan devrin siyasi figürleri “Mısrî huruca kalkışacak” endişesiyle sun’î bir yaygara koparıp, ihtiyar halinde onu ayağına bukağı vurdurarak, adi bir suçlu gibi Limni adasına sürdürmüşlerdir. Mısrî uzun sürgün hayatının hitamında 76 yaşında ayağında bukağı olduğu halde vefat etmiş ve 17 kilogramlık bukağısıyla defnedilmiştir. Limni’nin 1912 yılında Türklerin elinden çıkmasından sonra Türkiye’de tedricen unutulan ve yakın zamana kadar hatırlanmayan Mısrî’nin medfun bulunduğu yerin üzerinden bugün cadde ve kaldırım geçmektedir.
Türkiye’den akademisyen ve işadamlarının da aralarında bulunduğu 160 civarında Malatyalı ve Mısrî’nin Türkiye genelindeki takipçisinin katıldığı Niyâzî-i Mısrî hazretlerini anma etkinlikleri çerçevesinde Mısrî’nin medfun bulunduğu Limni adasında düzenlenen panelde konuşan Vali Vareltsiz, ortak acılara çare bulmanın iki halkın elinde olduğunu söyleyerek başladığı konuşmasında, “Türk ve Yunan halkları arasında geliştirilen kültürel, ekonomik, siyasi ve özellikle manevi ilişkilerin, bu ülkelerin üst düzey yöneticilerine iki ülke arasında dostluğun geliştirilmesi konusunda gerekli mesajı verecektir.” dedi.
Küreselleşen bir dünyada halkların çıkarlarının artık ortak hale geldiğinden bahseden Vareltsiz, Niyâzî-i Mısrî gibi çok önemli bir bilgenin Limni’de medfun olmasına çok büyük önem atfettiklerinin altını çizdi. Dönemindeki siyasi liderlerin anlamakta güçlük çektiği fikirlerinden dolayı Mısrî’nin Limni’de sürgündeyken hayatını kaybettiğini hatırlatan Vareltsiz, “Mısrî, Limnileleri sevdi, Limnililer de Mısrî”yi.” şeklinde konuştu.
“Mısrî gibi büyük bir bilgenin değerini bugüne kadar fark etmemiş olmamızdan dolayı tüm Limni halkı adına siz Türklerden samimiyetle özür diliyorum. Lütfen özrümü kabul ediniz” diyen Vareltsiz, gelecek benzer anma etkinlikleri yapılıncaya kadar Mısrî’nin medfun bulunduğu mekanın aslına döndürülmesi ve mezarının ortaya çıkarılması için ellerinden geleni yapacakları sözünü verdi. Vareltsiz, ekonomik ve siyasi buhran içerisinde olduğu için Yunanistan’da karar alma süreçlerinin uzadığından şikayet ederek, Mısrî’nin mezarının ortaya çıkarılarak çevresinin aslına uygun hale getirilmesi kararını verecek olan Yunanistan Anıtlar Konseyi’ne başvuruyu yaptıklarını kaydetti.
Malatya Valisi Doç. Dr. Ulvi Saran da panelin açılışında yaptığı konuşmada Niyâzî-i Mısrî gibi farklı kültürel ve dini havzalarda yetişmiş ilim adamlarının insancıl yaklaşımlarının paylaşılmasında ne sınırların, ne siyasetin, ne de coğrafyanın bir engel teşkil etmediğinin altını çizdi. Fikirlerin siyasi, askeri, ekonomik güç ve galibiyetlerden çok daha önemli ve etkili olduğunu vurgulayan Vali Saran, Niyâzî-i Mısrî’nin ne sadece Malatya’nın, ne Türkiye’nin, ne de Ege’nin değil, bütün insanlığın bir ortak değeri olduğuna vurgu yaptı. Yüzlerce yıl önce yaşamış bir manevi büyüğün bugün ayak izlerinin olduğu yerde anılıyor olmasının anlamına dikkat çeken Vali Saran, Mısrî’nin fikrî ve manevî hatırasının yanısıra fiziki ve mimari hatırasının da restore ve imar edilerek iki ülke halkı için bir ortak değere dönüştürülmesi için gayret sarf ettiklerinin altını çizdi.
Başlatılan süreç kapsamında Mısrî’nin mezarının ortaya çıkarılarak haziredeki taşların yerine konulması, Semâhânenin, Dergah-ı Şerifin, Namâzgâhın ve bugün kafe olarak işletilen Hazret-i Mısrî Camii ile minaresinin aslına uygun şekilde ihya edilmesi öngörülüyor.Açılış konuşmalarından sonra geçilen panele konuşmacı olarak katılan Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, Cemalnur Sargut, Prof. Dr. Mustafa Kara ve Dr. Reşat Önal Mısrî’nin hayatı, fikirleri ve öğretilerinin değişik vechelerini irdeleyen konuşmalar yaptılar.
TIPKI GÜNÜMÜZDEKİ BENZERLERİ GİBİ, YAŞADIĞI DEVRİN SÜRGÜNÜ BİR ALLAH DOSTU
17. asırda yaşayan Niyâzî-i Mısrî, tasavvufun Halveti kolunun en renkli ve en önemli simalarından biridir. Coşkun ve cezbeli bir sûfî olan Mısrî, 1618’de Malatya’da doğmuş, Diyarbakır, Mardin, Kerbelâ, Mısır, İstanbul, Elmalı, Uşak, Kütahya ve Bursa’da yaşamış ve nihayet sürgüne gönderildiği Limni adasında 1694 senesinde vefat etmiştir. Mısır’da öğrenim gördüğü için kendisi “Mısrî” diye tanınmıştır. İbn Arabî, Mevlânâ ve Yunus Emre düşüncesinin 17. asırdaki takipçilerinden olan Mısrî, adeta bu üç büyük zatın düşüncelerinin harmanlandığı bir terkip niteliğindedir. Çok sayıda eseri ve şiirleri bulunan Mısrî’nin bu şiirlerinden yaklaşık 250 tanesi ilahi olarak bestelenmiştir. Mısrî bazı ledünni düşünceleri açığa çıkardığı ve devrin bazı siyasilerini eleştirdiği için bir defa Rodos adası ve iki defa da Limni adasına olmak üzere üç defa sürgüne gönderilmiş ve hayatının 16 yılını kalebend olarak zindanlarda veya gözaltında geçirmiştir. Devrin siyasilerinin lüzumsuz ve vehmî korkuları, Mısrî hakkında iftiralara sebep olmuş ve bu büyük veli hiç hak etmediği cezaları çekmek zorunda kalmıştır.
Düşünce ve öğretilerinin çevresinde etkili olmasından rahatsız olan devrin siyasi figürleri “Mısrî huruca kalkışacak” endişesiyle sun’î bir yaygara koparıp, ihtiyar halinde onu ayağına bukağı vurdurarak, adi bir suçlu gibi Limni adasına sürdürmüşlerdir. Mısrî uzun sürgün hayatının hitamında 76 yaşında ayağında bukağı olduğu halde vefat etmiş ve 17 kilogramlık bukağısıyla defnedilmiştir. Limni’nin 1912 yılında Türklerin elinden çıkmasından sonra Türkiye’de tedricen unutulan ve yakın zamana kadar hatırlanmayan Mısrî’nin medfun bulunduğu yerin üzerinden bugün cadde ve kaldırım geçmektedir.