Darbe Mağduru: Balyoz Sanıkları Bize İşkence Yaptı, 12 Eylül’den Yargılansınlar
Görüşleri nedeniyle 12 Eylül askeri darbesinin ardından TSK’den atılan emekli Albay Burhan Karal, 1983’yılında gözaltına alındıktan sonra, Ankara Dil Okulu’nda kendisine 90 gün boyunca işkence yapıldığını söyledi.
Bu askerler arasında Balyoz Davası sanıkları Emekli Korgeneral Metin Yavuz Yalçın ve eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan’ın da olduğunu kaydeden Karal, ”Metin Yavuz Yalçın ve Eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan başta olmak üzere diğer Balyoz sanıkları önce 12 Eylül davasından yargılanmalılar.” dedi.
Görüşleri nedeniyle Harp Okulları’ndan 1978 yılında mezun olan yaklaşık 300 üzerinde subay 12 Eylül 1980 darbesinin ardından Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nden atıldı. 'Sakıncalı Subaylar' olarak adlandırılan subaylardan biri de 1983’te üçlü kararname ile ilişiği kesilen Avukat Burhan Karal’dı. Karal, darbenin ardından o dönemde Elazığ Hapishanesi’nin müdürüyken; silahına el konulur, görevlendirildiği Ankara’ya geldiğinde karga tulumba gözaltına alınır. Emrindeki askerlere, “İntihar etti”, ailesine ise “Birlikten ayrıldı.” denilerek 90 gün boyunca Ankara Dil Okulu’nda işkence görür. Karal, maruz kaldığı işkencenin ardından Metris Cezaevi’nde hapsedilir, bir dönem Elazığ Hapishanesi’nden kaçmamaları diye önlem aldığı mahkûmlarla aynı koğuşu bir buçuk yıl paylaşır. Karal, demir parmaklıklardan kurtulduktan sonra İngiltere’ye iltica eder, hukuk eğitimini tamamlar, 2000’de Türkiye’ye döner. Karal, şimdi avukat olarak hayatını devam ettiriyor. 12 Eylül'ün yargılanacağı bu günleri yılardır bekleyen Burhan Karal, yaşadıklarını Cihan Haber Ajansı'na anlattı.
“ÖNCE AİLEMİ SONRA TOPLUMU HOR GÖRECEK BİR EĞİTİM VERDİLER”
Burhan Karal, askerliği tercih etmesinin sebebini; dönemin koşullarına ve yoksul bir ailenin çocuğu olduğu için garanti meslek olarak görmesine bağlıyor. Kuleli Askeri Lisesi’ne 1972’de girdiğinde henüz 13 yaşında olan Karal, imam bir baba ile ev hanımı annenin oğludur. Memleketi Rize Of’tan ayrılırken azimlidir, gayret sahibi ve kararlıdır da. Ancak okula başladığında tahayyül edemeyeceği uygulamalarla daha o günlerde karşılaşmıştır: “Askeri liseye girdiğimizde 13 yaşındaydık. Kaldı ki babam, diplomasız dediğimiz imamlardan biriydi. Çok mutaassıp insanlardı. Askeri okula girdiğimde öyle oldu ki, süreç içerisinde kendi ailemizi bile tanımamaya başladık. Hâlbuki benim babamın kötü bir tarafı yoktu, iyi insanlardı. O süreç, bizi ailemizden kopardığı gibi sokaktaki vatandaşlardan da kopardı. Bunlar sürü, işe yaramaz düşüncesi bizlere hâkimdi.” Karal, 'soğuk savaş'ın yaşandığı yıllarda Türkiye’deki sivil hayatta yaşanan kutuplaşmanın TSK’ya da yansıdığını ifade ediyor. Memlekette cereyan eden sert rüzgârların an be an etkisinin ordu içinde karşılık bulduğunu dile getiren Karal, kendisini sol görüşü benimsemesini ise samimi olduğu bir arkadaşının solcu olmasına bağlıyor. İlk başlarda bilinçli bir 'solcu' olmadığını kaydeden Karal, sol cenahta tutulan safta yer almasının 'Sakıncalı Subay' yaftalanmasına sebep olduğunu anlatıyor. Karal, üzerinde bu yafta ile Harp Okulu’ndan 1978’de mezun olur. Topçu Okulu’nda 1 yıl eğitim aldıktan sonra Çorlu’da Takım Komutanı olarak göreve başlar. 12 Eylül 1980 darbesinden haberi yoktur. Kendisine, muhtarlıklara ihtarname dağıtılması emredildiğinde darbenin yapıldığını anlar. Daha sonra Elazığ Hapishanesi’nde müdür olarak görevlendirilir.
"83‘TE MIZRAK TSK İÇİNDEKİ SAKINCALI SUBAYLARA DÖNER"
Cunta, darbenin ardından sivil hayattaki tehlike olarak addettiği grupları temizledikten sonra 1983 yılında TSK içinde cadı avına çıkar. Bunun için de hedef yıllar öncesinden belirlenmişti: “1978’de mezun olan Sakıncalı Subaylar.” Görüşleri nedeniyle TSK’da görev yapan yaklaşık 300 subay gözaltına alınır. Gözaltına alınanların büyük çoğunluğu Ankara Dil Okulu’nda toplanıyordu. Burhan Karal, Elazığ Hapishanesi’ndeki 1 yıllık görev süresini doldurduktan sonra cuntanın başlattığı bu cadı avından haberdar değildi. Karal, doğuda görev yaptığından dolayı Sakıncalı Subay’ların tutuklandığından haberi yoktu. Operasyon için düğmeye başladığında, bölük komutanı Karal’ın silahını alır, Ankara’ya görevlendirildiğini söyler ve kısa bir süreliğine orada bulunacağı emrini verir. Ankara’ya vardığında Yüzbaşı Karal’ı Dil Okulu’na teslim ederler. Apar topar gözaltına alına Karal, ne olduğunu anlamaz, hücreye atılır. Tutuklamanın ise herhangi bir kaydı tutulmaz. Bu tutuklamanın hukuka uygun bir tutuklama olmadığını belirten Karal, “Bir insanın tutuklanmasında, şüphe vardır, olay üzerinde polis sizi yakalar savcıya bildirir. Oysa ben 45 gün işkence gördüm bunların hiç birinin kaydı yok Hiçbir savcının haberi yok.”diyor.
“BİZE İŞKENCE YAPANLAR KOMUTANLARIMIZDI”
Karal, Ankara Dil Okulu’nda kendilerine işkence yapanların polis olmadığını da ifade ediyor. İşkence yapanların kendilerini çok yakından tanıyan komutanları olduğunu dile getiren Karal, yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Onlar büyük bir ihtimalle bizim takım komutanlarımızdı. Ve şu anda Balyoz’dan tutuklu olanlar. Bunlar. Bize öyle bir işkence yaptılar ki, genç subayların onuruna dokunacak, af edersiniz cinsel organları ile bilmem neleri ile oynayacak kadar aşağılık derecede işkence ettiler. Ve şimdi bu adamlar tutuklu ve Silivri’de kral gibi yaşıyorlar. Bir de mağdurlara oynuyorlar. Ben asıl buna isyan ediyorum. Onların bize yaptıklarını onların da yaşamasını istiyorum. Bize ne yaptılarsa onların da aynısını yaşamasını istiyorum. Kenan Evren tek başına bu işi yapmadı ki, bu ordu içerisinde bir sistemdi bir gruptu. Çetin Doğan da kritik yerlerde görevliydi. Çetin Doğan aslında Balyoz’dan değil 12 Eylül’den de görevden yargılanması gerekirdi. Metin Yavuz Yalçın vardı. O da 12 Eylül’den yargılanmalı. Çünkü bize işkence yapanlardan biri de bizim takım komutanlarımızdan biriydi. Buna emin değiliz ama ses tonlarından bizleri tanıma biçimlerinden onların olduğu kanaatine varıyoruz. Tabi gözlerimiz bağlı bir şey göremiyoruz. Ama seslerinden tanıyordum onları. Bize bu işkenceleri yapanlar, hiç olmazsa bir gün işkence görsünler. Sadece bir gün bu işkencenin benzerlerini görmelerini istiyorum. O zaman mağduriyet ne imiş anlasınlar. Şimdi hukuk diyorlar, o zaman hukuk demiyorlardı. Onlar subaydı ama affedersiniz, biz it miydik. Ben de subaydım. Ben birliğin başındaki komutandım. Savaşacak insan bendim. Onlar değildi ki ben de subayım. Ama affedersiniz onlar şimdi Silivri de kral gibi yaşıyorlar. Ne dayak var ne işkence. Biz Dil Okulu’nu bir yana bırak sadece Metris Cezaevi’nde yatarken bir fanila bir donumuz vardı. Yatağımızı uyumayalım diye ıslatırlardı. Kaloriferleri de kapatırlardı. Biz de yattık. Bizim onlar gibi şansımız da olmadı. Bizim ağlama şansımız da yoktu. Derdimizden sesimizi duyuramadık kimseye. Bizi insan yerine koymadılar. 90 gün işkence yaptılar bize. Bir buçuk yıl Metris’te Cezaevi’nde yattım ben. Her gün dayak yedim.”
“12 EYLÜL’LE HESAPLAŞILACAKSA KENAN EVRENLE SINIRLI KALINMAMALI”
Burhan Karal, görüşleri nedeniyle bir buçuk yıl Metris Cezaevi’nde tutuklu kalıp TSK’dan atıldıktan sonra, işsiz kalır. İşportacılıktan taksi şoförlüğüne kadar her türlü işi yapar. Askerken okuduğu İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne devam eder. Hapse girerken dondurduğu 3. sınıftan öğrenciliğini devam eder, sonra mezun olur. Okulu bitirdikten sonra bir fırsat çıkar. İngiltere’ye sığınır. Orada yüksek lisansını tamamlar. Hukuk dalında ihtisas yapar. İngiltere'de tanıştığı bir Türk kızıyla evlenir. 2 çocuğu olur. 2000 yılında tekrar çok sevdiği ülkesine geri döner. Kendisine bir de hukuk bürosu açar. O şu an gayet mutlu bir hayat yaşıyor. Ancak, politik geçmişi askeri darbeler yüzünden çalkantılar içinde geçen bir ülkede, kendisine yapılan haksızlıkları bir türlü kabul etmiyor. Adaletin ise ancak, ödeşme ile tesis edileceğine inanıyor: “12 Eylül’ü yargılayacaksanız bu sadece Kenan Evren’in yargılaması ile sınırlı kalmamalıdır bence. Çünkü 12 Eylül Darbesi her ne kadar emir komuta zinciri içinde olsa bir kere yalnız değillerdi ki. Türkiye’de silahlı kuvvetlerin desteği alınmadan bir darbe yapılmaz. Demek ki arkada bir destek olmalı. Ayrıca bir değil binlerce suç işlendi. Bunların, suç olduğun herkes biliyordu. Suç olduğunu bile bile o suçun işlenmesi suçtur. Dolayısıyla 12 Eylül’ü yargılayacaksak eğer Diyarbakır Cezaevinde İşkence yapanları ve Dil Okulu’nda işkence yapan subayları da cezalandıracaksınız. Bu günkü ekibi de yargılamalısınız. Bunların hepsi o dönem bunların içinde etkili ve yetkili isimlerdi. 12 Eylül Yargılaması yapılacaksa böyle olmalı. O zaman zaten şunu göreceksiniz, bu gün Ergenekon’dan ‘Bizler haksız bir şekilde, hukuksuz bir şekilde yargılanıyoruz.’ diyorlar ya onlar onlardan yargılansın bakalım. O zaman tutukluluk süresine itiraz edecekler mi? O zaman karşılarına bizler çıkacağız, ‘Sizler, hangi hakla böyle konuşuyorsunuz?’ diyeceğiz. Karşılarına dikileceğiz. Sizler yine kanunla tutuklandınız. Siz, bizi kanunsuz tutukladınız. Yıllar sonra İstanbul’da emrimde bir askerle karşılaştım. Beni görünce şaşırdı. ‘Komutanım, sizin intihar ettiğinizi söylediler bize.’ dediler. Ben güya ölmüşüm. Onlar ne mutlu bak gidiyorlar aileleri ile görüşüyorlar. Ne büyük bir şans. Eğer bu antidemokratiklikse. Keşke bize de aynı anti demokratiklikle yaklaşsalardı. Keşke bize de bu kadar aynı antidemokratiklikle yaklaşsalardı. Biz yatağımızda dayak yemekten yatamadık ki.”
DARBELERİN ARDINDAN EL KONULAN SİLAHINA YILLAR SONRA KAVUŞTU
Karal, üçlü kararname ile ordudan atılan TSK mensuplarına haklarının iade edilmesi ile ilgili AK Parti hükümetinin yaptığı düzenlemenin ardından haklarına kavuşur. Emekli edilir. Şu anda emekli bir Albay. Daha birkaç gün önce yıllar evvel Elazığ’dan Ankara’ya gönderilirken elinden zorla alınan silahına kavuşmanın sevincini yaşıyor: “Emekli kıdemli albay oldum. Ben ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. İşin maddi yönünü bir tarafa bırakalım. Ben zaten bunların birçoğunu aşmıştım. Parasal yönü beni ilgilendirmiyor ama yıllarca bizi acıtan başka bir husus daha vardı. TSK’dan atılanlara yıllarca ya hırsız ya da i…e gözüyle bakarlardı. Bunun ezikliğini anlatamam size. Hep bunu gizlemeye çalıştık. Şimdi ilk defa Tayyip Erdoğan bu kanunla devlet adına bizlerden özür dilemiş oldu. Allah ondan razı olsun. Gerçekten büyük adam. Ben AKP’li değilim. Ben sol kanattan geldiğimi için sosyal demokratım. Ama Türkiye Cumhuriyeti 80 yıldır bu kadar yürekli bir adam görüyor. Bizim itibarımızı geri verdiler, gururlandık. Geçen gün bana 30 yıl önceki silahımı geri verdiler. Silahımı severek uyudum. Hep o silahımı düşündüm. Tertemiz bakılmış halde bana tekrar geri verdiler.”
Görüşleri nedeniyle Harp Okulları’ndan 1978 yılında mezun olan yaklaşık 300 üzerinde subay 12 Eylül 1980 darbesinin ardından Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nden atıldı. 'Sakıncalı Subaylar' olarak adlandırılan subaylardan biri de 1983’te üçlü kararname ile ilişiği kesilen Avukat Burhan Karal’dı. Karal, darbenin ardından o dönemde Elazığ Hapishanesi’nin müdürüyken; silahına el konulur, görevlendirildiği Ankara’ya geldiğinde karga tulumba gözaltına alınır. Emrindeki askerlere, “İntihar etti”, ailesine ise “Birlikten ayrıldı.” denilerek 90 gün boyunca Ankara Dil Okulu’nda işkence görür. Karal, maruz kaldığı işkencenin ardından Metris Cezaevi’nde hapsedilir, bir dönem Elazığ Hapishanesi’nden kaçmamaları diye önlem aldığı mahkûmlarla aynı koğuşu bir buçuk yıl paylaşır. Karal, demir parmaklıklardan kurtulduktan sonra İngiltere’ye iltica eder, hukuk eğitimini tamamlar, 2000’de Türkiye’ye döner. Karal, şimdi avukat olarak hayatını devam ettiriyor. 12 Eylül'ün yargılanacağı bu günleri yılardır bekleyen Burhan Karal, yaşadıklarını Cihan Haber Ajansı'na anlattı.
“ÖNCE AİLEMİ SONRA TOPLUMU HOR GÖRECEK BİR EĞİTİM VERDİLER”
Burhan Karal, askerliği tercih etmesinin sebebini; dönemin koşullarına ve yoksul bir ailenin çocuğu olduğu için garanti meslek olarak görmesine bağlıyor. Kuleli Askeri Lisesi’ne 1972’de girdiğinde henüz 13 yaşında olan Karal, imam bir baba ile ev hanımı annenin oğludur. Memleketi Rize Of’tan ayrılırken azimlidir, gayret sahibi ve kararlıdır da. Ancak okula başladığında tahayyül edemeyeceği uygulamalarla daha o günlerde karşılaşmıştır: “Askeri liseye girdiğimizde 13 yaşındaydık. Kaldı ki babam, diplomasız dediğimiz imamlardan biriydi. Çok mutaassıp insanlardı. Askeri okula girdiğimde öyle oldu ki, süreç içerisinde kendi ailemizi bile tanımamaya başladık. Hâlbuki benim babamın kötü bir tarafı yoktu, iyi insanlardı. O süreç, bizi ailemizden kopardığı gibi sokaktaki vatandaşlardan da kopardı. Bunlar sürü, işe yaramaz düşüncesi bizlere hâkimdi.” Karal, 'soğuk savaş'ın yaşandığı yıllarda Türkiye’deki sivil hayatta yaşanan kutuplaşmanın TSK’ya da yansıdığını ifade ediyor. Memlekette cereyan eden sert rüzgârların an be an etkisinin ordu içinde karşılık bulduğunu dile getiren Karal, kendisini sol görüşü benimsemesini ise samimi olduğu bir arkadaşının solcu olmasına bağlıyor. İlk başlarda bilinçli bir 'solcu' olmadığını kaydeden Karal, sol cenahta tutulan safta yer almasının 'Sakıncalı Subay' yaftalanmasına sebep olduğunu anlatıyor. Karal, üzerinde bu yafta ile Harp Okulu’ndan 1978’de mezun olur. Topçu Okulu’nda 1 yıl eğitim aldıktan sonra Çorlu’da Takım Komutanı olarak göreve başlar. 12 Eylül 1980 darbesinden haberi yoktur. Kendisine, muhtarlıklara ihtarname dağıtılması emredildiğinde darbenin yapıldığını anlar. Daha sonra Elazığ Hapishanesi’nde müdür olarak görevlendirilir.
"83‘TE MIZRAK TSK İÇİNDEKİ SAKINCALI SUBAYLARA DÖNER"
Cunta, darbenin ardından sivil hayattaki tehlike olarak addettiği grupları temizledikten sonra 1983 yılında TSK içinde cadı avına çıkar. Bunun için de hedef yıllar öncesinden belirlenmişti: “1978’de mezun olan Sakıncalı Subaylar.” Görüşleri nedeniyle TSK’da görev yapan yaklaşık 300 subay gözaltına alınır. Gözaltına alınanların büyük çoğunluğu Ankara Dil Okulu’nda toplanıyordu. Burhan Karal, Elazığ Hapishanesi’ndeki 1 yıllık görev süresini doldurduktan sonra cuntanın başlattığı bu cadı avından haberdar değildi. Karal, doğuda görev yaptığından dolayı Sakıncalı Subay’ların tutuklandığından haberi yoktu. Operasyon için düğmeye başladığında, bölük komutanı Karal’ın silahını alır, Ankara’ya görevlendirildiğini söyler ve kısa bir süreliğine orada bulunacağı emrini verir. Ankara’ya vardığında Yüzbaşı Karal’ı Dil Okulu’na teslim ederler. Apar topar gözaltına alına Karal, ne olduğunu anlamaz, hücreye atılır. Tutuklamanın ise herhangi bir kaydı tutulmaz. Bu tutuklamanın hukuka uygun bir tutuklama olmadığını belirten Karal, “Bir insanın tutuklanmasında, şüphe vardır, olay üzerinde polis sizi yakalar savcıya bildirir. Oysa ben 45 gün işkence gördüm bunların hiç birinin kaydı yok Hiçbir savcının haberi yok.”diyor.
“BİZE İŞKENCE YAPANLAR KOMUTANLARIMIZDI”
Karal, Ankara Dil Okulu’nda kendilerine işkence yapanların polis olmadığını da ifade ediyor. İşkence yapanların kendilerini çok yakından tanıyan komutanları olduğunu dile getiren Karal, yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Onlar büyük bir ihtimalle bizim takım komutanlarımızdı. Ve şu anda Balyoz’dan tutuklu olanlar. Bunlar. Bize öyle bir işkence yaptılar ki, genç subayların onuruna dokunacak, af edersiniz cinsel organları ile bilmem neleri ile oynayacak kadar aşağılık derecede işkence ettiler. Ve şimdi bu adamlar tutuklu ve Silivri’de kral gibi yaşıyorlar. Bir de mağdurlara oynuyorlar. Ben asıl buna isyan ediyorum. Onların bize yaptıklarını onların da yaşamasını istiyorum. Bize ne yaptılarsa onların da aynısını yaşamasını istiyorum. Kenan Evren tek başına bu işi yapmadı ki, bu ordu içerisinde bir sistemdi bir gruptu. Çetin Doğan da kritik yerlerde görevliydi. Çetin Doğan aslında Balyoz’dan değil 12 Eylül’den de görevden yargılanması gerekirdi. Metin Yavuz Yalçın vardı. O da 12 Eylül’den yargılanmalı. Çünkü bize işkence yapanlardan biri de bizim takım komutanlarımızdan biriydi. Buna emin değiliz ama ses tonlarından bizleri tanıma biçimlerinden onların olduğu kanaatine varıyoruz. Tabi gözlerimiz bağlı bir şey göremiyoruz. Ama seslerinden tanıyordum onları. Bize bu işkenceleri yapanlar, hiç olmazsa bir gün işkence görsünler. Sadece bir gün bu işkencenin benzerlerini görmelerini istiyorum. O zaman mağduriyet ne imiş anlasınlar. Şimdi hukuk diyorlar, o zaman hukuk demiyorlardı. Onlar subaydı ama affedersiniz, biz it miydik. Ben de subaydım. Ben birliğin başındaki komutandım. Savaşacak insan bendim. Onlar değildi ki ben de subayım. Ama affedersiniz onlar şimdi Silivri de kral gibi yaşıyorlar. Ne dayak var ne işkence. Biz Dil Okulu’nu bir yana bırak sadece Metris Cezaevi’nde yatarken bir fanila bir donumuz vardı. Yatağımızı uyumayalım diye ıslatırlardı. Kaloriferleri de kapatırlardı. Biz de yattık. Bizim onlar gibi şansımız da olmadı. Bizim ağlama şansımız da yoktu. Derdimizden sesimizi duyuramadık kimseye. Bizi insan yerine koymadılar. 90 gün işkence yaptılar bize. Bir buçuk yıl Metris’te Cezaevi’nde yattım ben. Her gün dayak yedim.”
“12 EYLÜL’LE HESAPLAŞILACAKSA KENAN EVRENLE SINIRLI KALINMAMALI”
Burhan Karal, görüşleri nedeniyle bir buçuk yıl Metris Cezaevi’nde tutuklu kalıp TSK’dan atıldıktan sonra, işsiz kalır. İşportacılıktan taksi şoförlüğüne kadar her türlü işi yapar. Askerken okuduğu İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne devam eder. Hapse girerken dondurduğu 3. sınıftan öğrenciliğini devam eder, sonra mezun olur. Okulu bitirdikten sonra bir fırsat çıkar. İngiltere’ye sığınır. Orada yüksek lisansını tamamlar. Hukuk dalında ihtisas yapar. İngiltere'de tanıştığı bir Türk kızıyla evlenir. 2 çocuğu olur. 2000 yılında tekrar çok sevdiği ülkesine geri döner. Kendisine bir de hukuk bürosu açar. O şu an gayet mutlu bir hayat yaşıyor. Ancak, politik geçmişi askeri darbeler yüzünden çalkantılar içinde geçen bir ülkede, kendisine yapılan haksızlıkları bir türlü kabul etmiyor. Adaletin ise ancak, ödeşme ile tesis edileceğine inanıyor: “12 Eylül’ü yargılayacaksanız bu sadece Kenan Evren’in yargılaması ile sınırlı kalmamalıdır bence. Çünkü 12 Eylül Darbesi her ne kadar emir komuta zinciri içinde olsa bir kere yalnız değillerdi ki. Türkiye’de silahlı kuvvetlerin desteği alınmadan bir darbe yapılmaz. Demek ki arkada bir destek olmalı. Ayrıca bir değil binlerce suç işlendi. Bunların, suç olduğun herkes biliyordu. Suç olduğunu bile bile o suçun işlenmesi suçtur. Dolayısıyla 12 Eylül’ü yargılayacaksak eğer Diyarbakır Cezaevinde İşkence yapanları ve Dil Okulu’nda işkence yapan subayları da cezalandıracaksınız. Bu günkü ekibi de yargılamalısınız. Bunların hepsi o dönem bunların içinde etkili ve yetkili isimlerdi. 12 Eylül Yargılaması yapılacaksa böyle olmalı. O zaman zaten şunu göreceksiniz, bu gün Ergenekon’dan ‘Bizler haksız bir şekilde, hukuksuz bir şekilde yargılanıyoruz.’ diyorlar ya onlar onlardan yargılansın bakalım. O zaman tutukluluk süresine itiraz edecekler mi? O zaman karşılarına bizler çıkacağız, ‘Sizler, hangi hakla böyle konuşuyorsunuz?’ diyeceğiz. Karşılarına dikileceğiz. Sizler yine kanunla tutuklandınız. Siz, bizi kanunsuz tutukladınız. Yıllar sonra İstanbul’da emrimde bir askerle karşılaştım. Beni görünce şaşırdı. ‘Komutanım, sizin intihar ettiğinizi söylediler bize.’ dediler. Ben güya ölmüşüm. Onlar ne mutlu bak gidiyorlar aileleri ile görüşüyorlar. Ne büyük bir şans. Eğer bu antidemokratiklikse. Keşke bize de aynı anti demokratiklikle yaklaşsalardı. Keşke bize de bu kadar aynı antidemokratiklikle yaklaşsalardı. Biz yatağımızda dayak yemekten yatamadık ki.”
DARBELERİN ARDINDAN EL KONULAN SİLAHINA YILLAR SONRA KAVUŞTU
Karal, üçlü kararname ile ordudan atılan TSK mensuplarına haklarının iade edilmesi ile ilgili AK Parti hükümetinin yaptığı düzenlemenin ardından haklarına kavuşur. Emekli edilir. Şu anda emekli bir Albay. Daha birkaç gün önce yıllar evvel Elazığ’dan Ankara’ya gönderilirken elinden zorla alınan silahına kavuşmanın sevincini yaşıyor: “Emekli kıdemli albay oldum. Ben ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. İşin maddi yönünü bir tarafa bırakalım. Ben zaten bunların birçoğunu aşmıştım. Parasal yönü beni ilgilendirmiyor ama yıllarca bizi acıtan başka bir husus daha vardı. TSK’dan atılanlara yıllarca ya hırsız ya da i…e gözüyle bakarlardı. Bunun ezikliğini anlatamam size. Hep bunu gizlemeye çalıştık. Şimdi ilk defa Tayyip Erdoğan bu kanunla devlet adına bizlerden özür dilemiş oldu. Allah ondan razı olsun. Gerçekten büyük adam. Ben AKP’li değilim. Ben sol kanattan geldiğimi için sosyal demokratım. Ama Türkiye Cumhuriyeti 80 yıldır bu kadar yürekli bir adam görüyor. Bizim itibarımızı geri verdiler, gururlandık. Geçen gün bana 30 yıl önceki silahımı geri verdiler. Silahımı severek uyudum. Hep o silahımı düşündüm. Tertemiz bakılmış halde bana tekrar geri verdiler.”