'niyazi-i Mısri, Toplumsal Barışın Mimarı Olabilir'
Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Süleyman Uludağ, tasavvufun Yunus Emre’den Ahmet Yesevi’ye, Mevlana’dan Niyazi-i Mısri’ye önemli mutasavvıflar yetiştirdiğini söyledi.
Uludağ, böylece tasavvufun insanları birbirine yaklaştıran, kaynaştıran, toplumlar arasında barış anlayışını hakim kılan bir anlayışı yerleştirdiğini belirtti.
Malatya Belediyesi tarafından Anemon Otel’de düzenlenen 3. Uluslararası Niyazi-i Mısri Sempozyumu bilim ve fikir adamlarının farklı başlıklarla sunduğu konuşmalarla devam etti. 'Niyazi-i Mısri ve tasavvuf anlayışı' konulu konferans ile katılımcıların karşılarına çıkan Prof. Dr. Süleyman Uludağ, 17. yüzyılın önemli mutasavvıflarından Niyazi-i Mısri’nin tasavvufun içinde nasıl yoğrulduğunu anlattı.
Mısri’nin geniş bir kitleyi etkileyen tasavvuf akımının en önemli temsilcilerinden olduğunu söyleyen Prof. Dr. Uludağ, İslam tasavvufunun Hz. Peygamber(SAV)'in hayatı ile başladığını ve Niyazi-i Mısri'nin yaşadığı 17. asra kadar geldiğini ifade etti.
Tasavvufun ilim hareketi olma özelliği yanı sıra bir hayat tarzı olduğunu vurgulayan Uludağ, şöyle devam etti: “Bu özelliği itibariyle toplumun çeşitli katmanlarına hitap eder. İslam aleminde bu süreç içerisinden günümüze gelinceye kadar birinci sınıf bilim adamı, fikir adamı, alimler, sanatkarlar, şairler, bestekarlar, yetiştirmiş olan hareket tarzıdır. Başlangıcından beri Niyazi-i Mısri, İmam Gazali, Sadreddin Konevi, Ahmet Yesevi ve Yunus Emre gibi büyük insanlar yetiştirmiştir. Müslüman toplumlarda bu hayat tarzının izleri görünür. İnsanları birbirine yaklaştıran, kaynaştıran, toplumlar arasında barış anlayışını hakim kılan bir anlayışı yerleştirmiştir. Tasavvufun evrensel bir boyutu da vardır. İslam'la, ayet hadisle başlar, Peygamberimiz'in hayatıyla devam eder, bütün aleme yayılır. Bütün insanlık tarafından benimsenir. Bunun için sadece Yunus Emre ve Mevlana'ya bakmamız yeterlidir diye düşünüyorum. Bu yıl BM tarafından Mevlana yılı olarak ilan edilmiştir. Yunus Emre için de aynı şey yapılmıştır. Bu tasavvuflar demek ki sadece Müslümanları değil bütün insanlığı kucaklayan bir anlayıştır. Günümüze baktığımız zaman bu hareket tarzına ne kadar ihtiyacımız olduğu ortaya çıkmaktadır." Sempozyumda iki ayrı panelde akademisyen ve yazarlar tarafından tebliğler sunuldu. Prof. Dr. Süleyman Uludağ’ın oturum başkanlığı yaptığı oturumda Cemalnur Sargut 'Malatya’nın garip bülbülü', Fatih Çıtlak 'Günümüz insanının tasavvufi şahsiyet ve metinleri anlayabilmesi için yeni kriterler', Sadık Yalsızuçanlar ise 'Niyazi-i Mısri’de vahdet algısı' konularını işlediler.Akik Salonu’nda gerçekleştirilen panelde konuşan yazar Cemalnur Sargut, “Tüm varlıkların var oluşu sonradan ve sonlu olduğuna göre gerçek vücud sahibinin Allah olduğu ortaya çıkmaktadır.” dedi.
Araştırmacı-yazar Fatih Çıtlak da en son yapılan araştırmalarda dünyanın ekonomik çöküntüden ve maddi yıkımdan kurtulması için bile insanın yetiştirilmesi gerçeğinin konuşulduğunu aktararak, “Artık sadece maddi kazancı hedefleyen düşünceler bile insanın eğitimine yatırım yapmadan, bu kaostan kurtulamayacaklarını söylemekteler.” diye konuştu.
Çıtlak, tasavvufun sadece bizim insanımız için değil bütün insanlık için bir buluşma noktası tesis edeceğini ifade etti.
Yazar Sadık Yalsızuçanlar da ‘Malatya’nın gönül çocuğu’ diye andığı Niyazi-i Mısri’nin vahdet algısını anlattı. Yalsızuçanlar, şunları söyledi: “Niyazi-i Mısri’nin ifadesiyle ‘itibarın kaynağı’ olan ‘ezel’den inen, feleğin çemberinden geçen, dört unsurdan yükselen ve insan olarak bedenlenen her varlık; buraya, Allah’ı bilmek, Hakk’ı bulmak için gelmiştir. Arif, Hakk’ı bilen kişidir. Hakk’ı bilmek, bulmak ve nefsinde idrak etmek, belirli bir manevi eğitimle, bir mürşid-i kâmilin terbiyesiyle mümkündür. Bu eğitimi tamamlayan kişi, nefsinde, alemde ve cümlede Hakk’ı bilir, duyar, görür. Hakk’ı tevhid etmek, vahdeti bulmak, Hakk’ı mutlak birlik yani ehadiyet düzeyinde algılamaktır. Geleneksel İslam irfanının ve edebiyatının seçkin isimlerinden Niyazi-i Mısri, böylesi bir deneyimi yaşamış bir vahdet insanıdır. Çokluğu birliğe indirmiş, ikilikten kurtulmuş, iki gözün bir gördüğünü bizatihi tecrübe ederek yaşamış bir ariftir. Divan-ı İlahiyat’ı böylesi bir vahdet neşvesiyle ve algısıyla söylenmiş nefeslerle, nutuklarla doludur.” Yalsızuçanlar, ayrıca UNESCO tarafından Niyazi-i Mısri Yılı ilan edilmesi için girişimlerde bulunulması önerisinde de bulundu .
Malatya Belediyesi tarafından Anemon Otel’de düzenlenen 3. Uluslararası Niyazi-i Mısri Sempozyumu bilim ve fikir adamlarının farklı başlıklarla sunduğu konuşmalarla devam etti. 'Niyazi-i Mısri ve tasavvuf anlayışı' konulu konferans ile katılımcıların karşılarına çıkan Prof. Dr. Süleyman Uludağ, 17. yüzyılın önemli mutasavvıflarından Niyazi-i Mısri’nin tasavvufun içinde nasıl yoğrulduğunu anlattı.
Mısri’nin geniş bir kitleyi etkileyen tasavvuf akımının en önemli temsilcilerinden olduğunu söyleyen Prof. Dr. Uludağ, İslam tasavvufunun Hz. Peygamber(SAV)'in hayatı ile başladığını ve Niyazi-i Mısri'nin yaşadığı 17. asra kadar geldiğini ifade etti.
Tasavvufun ilim hareketi olma özelliği yanı sıra bir hayat tarzı olduğunu vurgulayan Uludağ, şöyle devam etti: “Bu özelliği itibariyle toplumun çeşitli katmanlarına hitap eder. İslam aleminde bu süreç içerisinden günümüze gelinceye kadar birinci sınıf bilim adamı, fikir adamı, alimler, sanatkarlar, şairler, bestekarlar, yetiştirmiş olan hareket tarzıdır. Başlangıcından beri Niyazi-i Mısri, İmam Gazali, Sadreddin Konevi, Ahmet Yesevi ve Yunus Emre gibi büyük insanlar yetiştirmiştir. Müslüman toplumlarda bu hayat tarzının izleri görünür. İnsanları birbirine yaklaştıran, kaynaştıran, toplumlar arasında barış anlayışını hakim kılan bir anlayışı yerleştirmiştir. Tasavvufun evrensel bir boyutu da vardır. İslam'la, ayet hadisle başlar, Peygamberimiz'in hayatıyla devam eder, bütün aleme yayılır. Bütün insanlık tarafından benimsenir. Bunun için sadece Yunus Emre ve Mevlana'ya bakmamız yeterlidir diye düşünüyorum. Bu yıl BM tarafından Mevlana yılı olarak ilan edilmiştir. Yunus Emre için de aynı şey yapılmıştır. Bu tasavvuflar demek ki sadece Müslümanları değil bütün insanlığı kucaklayan bir anlayıştır. Günümüze baktığımız zaman bu hareket tarzına ne kadar ihtiyacımız olduğu ortaya çıkmaktadır." Sempozyumda iki ayrı panelde akademisyen ve yazarlar tarafından tebliğler sunuldu. Prof. Dr. Süleyman Uludağ’ın oturum başkanlığı yaptığı oturumda Cemalnur Sargut 'Malatya’nın garip bülbülü', Fatih Çıtlak 'Günümüz insanının tasavvufi şahsiyet ve metinleri anlayabilmesi için yeni kriterler', Sadık Yalsızuçanlar ise 'Niyazi-i Mısri’de vahdet algısı' konularını işlediler.Akik Salonu’nda gerçekleştirilen panelde konuşan yazar Cemalnur Sargut, “Tüm varlıkların var oluşu sonradan ve sonlu olduğuna göre gerçek vücud sahibinin Allah olduğu ortaya çıkmaktadır.” dedi.
Araştırmacı-yazar Fatih Çıtlak da en son yapılan araştırmalarda dünyanın ekonomik çöküntüden ve maddi yıkımdan kurtulması için bile insanın yetiştirilmesi gerçeğinin konuşulduğunu aktararak, “Artık sadece maddi kazancı hedefleyen düşünceler bile insanın eğitimine yatırım yapmadan, bu kaostan kurtulamayacaklarını söylemekteler.” diye konuştu.
Çıtlak, tasavvufun sadece bizim insanımız için değil bütün insanlık için bir buluşma noktası tesis edeceğini ifade etti.
Yazar Sadık Yalsızuçanlar da ‘Malatya’nın gönül çocuğu’ diye andığı Niyazi-i Mısri’nin vahdet algısını anlattı. Yalsızuçanlar, şunları söyledi: “Niyazi-i Mısri’nin ifadesiyle ‘itibarın kaynağı’ olan ‘ezel’den inen, feleğin çemberinden geçen, dört unsurdan yükselen ve insan olarak bedenlenen her varlık; buraya, Allah’ı bilmek, Hakk’ı bulmak için gelmiştir. Arif, Hakk’ı bilen kişidir. Hakk’ı bilmek, bulmak ve nefsinde idrak etmek, belirli bir manevi eğitimle, bir mürşid-i kâmilin terbiyesiyle mümkündür. Bu eğitimi tamamlayan kişi, nefsinde, alemde ve cümlede Hakk’ı bilir, duyar, görür. Hakk’ı tevhid etmek, vahdeti bulmak, Hakk’ı mutlak birlik yani ehadiyet düzeyinde algılamaktır. Geleneksel İslam irfanının ve edebiyatının seçkin isimlerinden Niyazi-i Mısri, böylesi bir deneyimi yaşamış bir vahdet insanıdır. Çokluğu birliğe indirmiş, ikilikten kurtulmuş, iki gözün bir gördüğünü bizatihi tecrübe ederek yaşamış bir ariftir. Divan-ı İlahiyat’ı böylesi bir vahdet neşvesiyle ve algısıyla söylenmiş nefeslerle, nutuklarla doludur.” Yalsızuçanlar, ayrıca UNESCO tarafından Niyazi-i Mısri Yılı ilan edilmesi için girişimlerde bulunulması önerisinde de bulundu .