Başbakan'ın başdanışmanı: BDP Kandil'in papağanı

Başbakan'ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan: "BDP'liler Kandil'in papağanlığını yapıyor".

Başbakan'ın siyasi başdanışmanı AKP'li Akdoğan BDP'lileri Kandil'deki silahlı adamlara papağanlık yapmakla suçladı. "Uludere, PKK ve BDP için çıkış kapısı olmayacak" diyen Akdoğan'a göre KCK operasyonlarının toplumsal algısı da çok iyi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi başdanışmanı ve AK Parti Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan, düne damgasını vuran KCK operasyonlarından İlker Başbuğ'un tutuklanmasına kadar gündemdeki kritik konularda VATAN'dan Deniz Güçer'in sorularını yanıtladı. İşte Vatan Gazetesi'nde yer alan röportaj;

Tam yeni bir demokratik açılım paketinden söz ederken, Uludere olayı yaşandı. Zamanlama enteresan değil mi?

Her zaman söylüyorum; bu bir paket değil süreç işidir. Demokratikleşme bir süreci ifade etmektedir ve bir sonu yoktur. İnsanlar olduğu sürece talepler olacak. Habur nasıl kritik bir nokta olduysa, yani devam eden süreci akamete uğratacak şekilde kullanılmaya çalışıldıysa, Uludere'yi de bu şekilde kritik bir nokta olarak görenler var. Özellikle terör örgütü ve siyasi uzantıları, bunu istismar ederek devam eden güvenlik politikalarını boşa çıkarmak, terörle mücadeleyi akamete uğratmak gibi bir arayışın içine giriyorlar. Şunu görmek lazım; ortada gerçekten hepimizi üzüntüye boğan, acı ve çok talihsiz bir olay var. Bu olayın aydınlatılması ve dersler çıkarılması gerekiyor. Ancak devam eden terörle mücadele süreci, bu olay sebebiyle akamete uğratılmamalı. Bu olay bir motivasyon kaybı üretmek veya hükümetin azmini kırmak için istismar edilmeye çalışılmaktadır. Güvenlik politikaları daha büyük bir hassasiyetle devam etmek durumundadır.
"GÜVENLİK POLİTİKALARI ASIL YÖNTEM DEĞİL"

Terör örgütü bu meseleyi sürekli gündemde tutmaya çalışacak gibi görünüyor...

Terör örgütü son dönemde yine yanlış bir stratejiye yöneldi. Hükümetin iyi niyetli, pozitif adımlar atmasına rağmen tekrar terör tırmandırıldı. Örgüt, terör üzerinden amaçlarına ulaşabileceği yanılgısına kapıldı. Birileri terörü koz olarak kullandığı sürece, devletin güvenlik politikalarını öne çıkarması kaçınılmazdır. Silah dayatması varsa, siz de tedbir almak durumundasınız. Bu keyfi bir durum değil. Vatandaşınız haraca bağlanıyor, dağa kaldırılıyorsa, "Güvenlik politikalara başvuralım mı, başvurmayalım mı" gibi bir tercihiniz, lüksünüz yoktur. Biz hiçbir zaman güvenlik politikalarını bizi sonuca ulaştıracak tek yöntem olarak görmedik. Zaten bu anlayışa sahip olmadığımız için çok yönlü çalışmalar başlatıldı. Devletin anlayışı da değişti, güvenlik konsepti de...
TERÖRLE MÜCADELEDE HUKUK DIŞINA ÇIKILMIYOR

Neler değişti en belirgin olarak?

1990'lı yıllardaki mücadele stratejisi bugün yok. Daha farklı bir mücadele stratejisi takip ediliyor. Ne faili meçhuller, ne yargısız infazlar var. Hukuk dışına çıkmadan, demokratikleşmeye sekte vurmadan, insani perspektifi kaybetmeden bir mücadele stratejisi hayata geçiriliyor. Son dönemde güvenlik güçlerinin yaptığı operasyonlarda bunu gördük. Mümkün olduğu kadar canlı teslim almaya çalışılıyor, yakalananlara şefkatle muamele ediliyor. Bunlar terör örgütünü çok zor durumda bıraktı. Geçmişte devlet vurdukça, PKK büyüdüğünü düşünüyordu. Örgüt bunu kendi stratejisine ters de görmüyordu. Bugün devlet terörle mücadele ediyor ama PKK büyümüyor. Çünkü yöntemler doğru. PKK bundan rahatsız ve psikolojik bir çöküntü yaşamaya başladı. Kuzey Irak'ta ve Türkiye kırsalında nokta operasyonlar yapıldı ama halk desteğini alamadılar. KCK operasyonlarının toplumsal algısının çok iyi olduğunu görüyoruz. "Ben de KCK'lıyım" kampanyası yapıldı, kimse katılmadı. Sonra parti kapatma polemikleri çıkardılar, oradan da destek bulamadılar. Neticede tüm çıkış yolları kapanmıştı.
"ULUDERE'DE İSTİSMAR YOLU KAPATILACAK"

Ama Uludere yaşandı...

Uludere olayını bir çıkış kapısı gibi gördüler. "Tekrar halk desteğini alıp, çıkış yolu üretebilir miyiz?" dediler. Bu yüzden "Uludere PKK, BDP açısından cansuyu olmuştur" yorumlarını gördük. Ama Uludere konusunda tüm istismar kapıları kapatılacak. Van'da da depremden sonra istismar etmeye çalıştılar. Ama devlet ve millet olarak Van'daki kardeşlerimizi öyle kucakladık ki, istismar kanalları kapandı. Uludere sonrasında da aynı politika takip ediliyor. Buradaki beklentilerin boşa çıkacağı kanaatindeyim. Bir çıkış kapısı olarak gördüler ama öyle bir çıkış kapısı bulamayacaklar.
BDP'LİLERE PLAYBACK SUÇLAMASI

Tüm bunlar olurken Leyla Zana'nın çok tartışılan sözleri geldi?

Kandil'de elinde silah olan adam konuşuyor, Ankara'daki siyasetçi playback yapıyor. Yani onlar orada konuşuyor, bunlar burada papağanlık yapıyor. Karayılan, "Göbekten bağlı değiliz" dedi, arkasından Zana'dan "özerklik yetmez" gibi açıklamalar geldi. Büyük sıkıntılar yaşayan ve tecrübe kazanan isimlerin daha sorumlu ve makul çizgide durması gerekir. Bu tür çıkışlarla bakışlarında ne kadar çarpıklık ve samimiyetsizlik olduğunu, başka dertleri olduğunu ortaya koyuyorlar. Türkiye'nin bütünlüğü içinde demokratik hakların geliştirilmesiyle sorunun çözüleceğine inanmak yerine, daha farklı hedeflere sahip olduklarını gösteriyorlar. Demokratik özerklik diye sahiplendikleri projeyi bile bir basamak ve aşama olarak gördüklerini, aslında başka şeyler yapmak istediklerini gösteriyor. Çok yazık, giderek daha marjinal ve afaki bir noktaya savruluyorlar. Tahrik ve ajitasyon içeren söylemler hem kendilerini marjinalleştiriyor, hem de hükümetin işini zorlaştırıyor.
PKK KÜRTLERE DAYATMA YAPIYOR

Toprak mı istiyorlar işin özeti?..

Kürtlere tahakküm edebilecekleri, otoriter faşist ideolojilerini Kürtlere dayatacakları bir bölge için uğraşıyorlar. Böyle bir şey elbette mümkün değil. Bizim çözümden anladığımızla, onların anladığı aynı şey değil. Biz çözüm dediğimizde, demokratik bir ülkede vatandaşların sahip olması gereken hak ve özgürlüklerin geliştirilmesini, adilane bir yaşam ortaya konmasını ifade ediyoruz. Onlar ise PKK'nın siyasi amaç ve hedeflerini çözüm olarak dayatıyorlar. Arada ciddi bir uçurum var. Bu uçurum sadece devletle onların siyasi beklentileri arasında da değil. Kürtlerin gerçek meseleleriyle PKK'nın ortaya koyduğu siyasi amaç ve hedefler arasında da ciddi bir uçurum var. Bu yüzden hükümetin attığı her adımı boşa çıkarmaya çalışıyorlar.

Çözüm süreçlerini sabote eden girişimleri, Kürtlere büyük haksızlıktır.
'Kürtçe" diyor ama Türkçe konuşuyor

Karayılan "Kürtçe konuşun diyor ama tüm açıklamalar Türkçe" gibi ilginç bir tespitiniz oldu.

Karayılan, 'Mahkemelerde Kürtçe konuşun, savunma yapın. Her alanda Kürtçe konuşacaksınız' dedi. Her hafta pehlivan tefrikası gibi uzun basın açıklaması yapıyorlar. Ama bunu Kürtçe değil Türkçe yapıyorsun sonra millete de Kürtçe konuş dayatmasında bulunuyorsun. Siz örgüt içinde Türkçe konuşacaksınız bütün işlemlerinizi Türkçe yapacaksınız, sonra insanlara 'Niye Kürtçe konuşmuyorsunuz' diye tehdit edecek, hakaret edeceksiniz. Bu bir sahtekarlıktır.
İLKER BAŞBUĞ'UN TUTUKLANMASI

Görev alanında desek daha çok problem çıkmaz mı?

Genelkurmay eski Başkanı Org. İlker Başbuğ'un tutuklanmasının ardından Başbakan, tutuksuz yargılanması arzusunu ifade etti. Doğru olan da bu değil mi?

Hukuki ve siyasi duruş başkadır, insani hassasiyetle ortaya konulan kimi duygusal değerlendirmeler başka. Bu değerlendirmeleri yargıyı etkilemeye yönelik beyanlar gibi algılamamak gerekir. İnsanlar yüz yüze bakıyorlar, bir dönem birlikte çalışıyorlar. Bu doğal olarak kişisel bir ilişki ortaya koyuyor. Sayın Başbakan'ın sözleri insani bir duyarlılıkla söylenmiştir. Ne yargıyı etkileme, müdahale etme kastı var, ne de devam eden yargı konularıyla ilgili farklı bir tavır anlamına geliyor. Sayın Başbakanımız grup konuşmasında ortada ciddi suçlamalar olduğunu, bunların sonuna kadar aydınlatılması gerektiğini söyledi. İnternet andıcı, irtica ile mücadele eylem planı gibi... Bu iddialar demokratik yöntemle iktidara gelmiş hükümeti, AK Parti'yi hedefliyor. Biz bu iddiaların mağduru durumundayız. Bunların sonuna kadar aydınlatılması talebi öncelikle bizden geliyor. Duruşumuz çok net; kim karıştı, kim karışmadı işin o kısmında değiliz. Kim karıştıysa ortaya çıkarılmalı. Sayın Başbakanımız 12 Eylül müdahalesine karışanların yargılanmasıyla ilgili de bir duruş ortaya koydu. Darbecilerin, cuntacıların yargılanması geçmişi belki kurtarmaz ama geleceği kurtarmak açısından önemlidir. Terör milletin evlatlarını katlediyor, cuntacılar milletin iradesini ortadan kaldırıyor. İkisi de birbirinden kötüdür. Yanlış yapan, yanına kar kalmayacağını görmelidir. Sayın Başbakanımızın insani duyarlılıkla söylediği sözle bu davaları küçümseyen, sulandırmaya çalışan veya bir şekilde bu dosyaların kapatılmasını isteyenlerin durduğu yer aynı yer değildir.

Sayın Başbuğ gibi Başbakan ile çok yakından çalışmış, TSK'yı yönetmiş bir Genelkurmay Başkanı'nın terör örgütü kurmakla suçlanması biraz tuhaf değil mi?

Hukuk sistemine inanıyorsak, hangi makamda olursa olsun herkesin yargı önünde hesap vermesi gerektiğine de, iddia edilen konuların aydınlığa kavuşturulmasına da rıza göstermek durumundayız. Yürüyen davada birçok eylemle ilgili iddialar var. Bu kapsama giren iddialar olduğu ve o da bu kapsamda yargılandığı için, ister istemez bu iddiaların parçası olarak gündeme geliyor. Meseleyi TSK'nın kurumsal yapısına getirip, bu tür yakıştırmalarda bulunmak doğru değil. Dava TSK'yı yargılamıyor, iddialar orduya yöneltilmiyor. BDP'lilerin ve başkalarının yaptığı gibi TSK'yı terör örgütüymüş gibi lanse etmeye çalışmak, Uludere'de devlet terörü yapılmış gibi çok acımasız eleştiriler ortaya koymak, son derece yanlıştır. Kurumları yıpratmamalıyız. Yanlış yapan insanlar yargılanmalı, suçları kesinleşirse cezalandırılmalıdır. Yapılan yorumlarla TSK'ya terör örgütü muamelesi yapmak, işi bu noktaya getirmek yanlıştır. Cuntacılar, darbeciler veya andıççılar öncelikle içinde bulundukları kuruma zarar vermişlerdir. Kurumsal güvenilirliği zedelemeden yanlış yapanlar ayıklanırsa, bundan öncelikle kurumlar kazançlı çıkar.
ÖZEL YETKİLİ MAHKEME VURGUSU

Sizce İlker Başbuğ'un yargılanacağı yer Yüce Divan mı?

Bu hukukçuların değerlendireceği bir konu. İddia edilen konuların, görev alanına girdiğini düşünmek daha büyük bir problem ortaya çıkarmaz mı?