Edebiyatımız 12 Eylül ile hesaplaşamadı

Son kitabı Şarkını Söylediğin Zaman'la okuru 12 Eylül günlerine götüren İnci Aral, edebiyatımızın 12 Eylül ile hesaplaşmaya daha yeni başladığını söylüyor.

Edebiyatımız 12 Eylül ile hesaplaşamadı
Türk edebiyatının önemli yazarlarından İnci Aral, son romanı Şarkını Söylediğin Zaman'da, günümüzde ve 12 Eylül öncesinin yoğun politik ortamında yaşanan aşkları anlatıyor. Kırmızı Kedi Yayınları'ndan çıkan, ilk baskısı 50 bin yapılan kitapla Aral, 12 Eylül'de bir kuşağın nasıl heba edildiğini ve darbenin sonraki kuşaklara etkisini keskin gözlemleriyle okura sunuyor. Aral, Türk edebiyatının 12 Eylül'le hesaplaşmadığı kanısında. Aral, kitabının okurla buluşmasının heyecanını yaşarken, SABAH'ın sorularını yanıtladı.

- Neden 12 Eylül günlerine dönme ihtiyacı duydunuz?
- Bu çalışma elimde çok uzun zamandır var. 1984-1985 yıllarda, hapse giren, işkence gören, tutuklanan genç insanlarla görüşmüş, birtakım araştırmalar yapmıştım. Fakat o yıllarda Türkiye başka bir düzleme kaydı. İnsanlar bu tür konularla ilgilenmek istemiyordu. Sonra elimdeki bu çalışmadan, bir yönetmenin isteği üzerine senaryo yazdım, ama yine bu tür konulara olan ilgisizlik nedeniyle senaryo filme çekilemedi. Dolayısıyla 12 Eylül günlerini anlatan bu çalışma hep elimde kaldı. Ama ben birgün 12 Eylül ile ilgili bir çalışma yapacağımı biliyordum. Şimdi vakti geldi diye düşünüyorum. Çünkü artık Türkiye, 12 Eylül ile hesaplaşmak istiyor. 80'li ve 90'lı yıllara göre insanlar darbelerle daha ilgililer ve 12 Eylül'ü bilmeyen kuşak, o dönemde neler yaşandını öğrenmek istiyor.

- Sizce edebiyatımız 12 Eylül ile hesaplaştı mı?
- Maalesef hesaplaşmadı. Bu hesaplaşma yapılmadığı sürece edebiyatımızın bir kanadı kırık kalacaktır. O yıllara dair binlerce, milyonlarca insan hikâyesi var. Bu hikâyeleri anlatmamız gerekiyor. Aslında yazar olarak 12 Eylül ile hesaplaşma adına yol açmak istedim.

- Edebiyatçılar da darbeden etkilendi. Neden hesaplaşma yaşanmadı?
- Dediğiniz doğru, edebiyatçılar da darbe mağdurudur. Ama eserlerinde o günleri yansıtmama kararının birtakım nedenleri var. Mesela işkence gören edebeyatçılar, bırakın yazmayı yaşadıklarını anlatamıyordu bile. Onlar da o çektikleri acıyı unutmak istiyordu. Bir diğer neden de insanların acıklı metinler okumak yerine, daha eğlenceli kitaplar okumak istemesi. Yayın dünyası da bundan etkilendi. Büyük yayın grupları oluştu. Onlar da yazarlardan, herkesin okuyabileceği, toplumu üzmeyecek konular yazmalarını istiyordu.

Örgütler aşka karışıyordu
- Devrim mücadelesi ve aşk yan yana yürüyebilir mi? Kitap bu soruya cevap arıyor aslında.
- Aslında aşka yer vardı. 'Ama ne kadar yaşanabildi'. Ben de bunu anlatmak istedim. Sol kesim içerisinde hemen yarın devrim olacak inancı vardı. Önce devrim sonra aşk duygusu hakimdi. Ama hayatın içerisinde aşk yaşanıyordu. Ayrıca o dönemdeki örgütler de insanların ilişkilerine karışıyordu. İnsanlara, kiminle birlikte olacağı dayatılıyordu. Bütün bunlara rağmen insanlar birbirlerine aşık oluyordu ve aşklar da daha samimi yaşanıyordu.

- Peki bugün o büyük aşkların yaşanmasına engel olan nedir?
- Bugün, aşklar da çabuk tüketiliyor. Çünkü iletişim çok fazla. Bu da karşınızdakini çabuk keşfetmenize neden oluyor. Aşk bir keşif yolculuğudur. Karşınızdaki insanı keşfetme tutkusudur. Aşka inanç da farklılaştı. Galiba biz aşkı biraz kaybettik.

1980 sonrası kuşağı köksüz
- '12 Eylül ile bir kuşak heba edildi' diyorsunuz, o kuşağın çocukları 12 Eylül'den sizce nasıl etkilendi?
- Her evde, tel örgülerin arkasından görülen mutlaka birisi vardı. Ya anne, ya baba, dayı, abi... Bu çocuklar cezaevinden gelen mektuplarla büyüdü. Bunu da anlatmaya çalıştım kitapta. Bence 12 Eylül'ün heba ettiği kuşağın çocukları da köksüz birer insan gibi büyüdüler. Dolayısıyla bu çocukların travmaları var. Politik görüşleri yok, aidiyetsizler, sadece hayattan zevk alma üzerine bir yaşamları oldu. Bugünün rekabetçi dünyası içinde tutunacak dalları yok, umutsuzlar.

BACI KÜLTÜRÜ SONRADAN ABARTILDI

- 12 Eylül'den önce bir bacı kültüründen bahsedilir. Bu bir mit mi peki?
- Bacı kültürü vardı, ama sonradan abartıldığı kadar değildi. Ben hatırlıyorum 70'lerde çok güzel giyinen devrimci kızlar vardı. Gençler arasında kimlik edinme ihtiyacı sonradan kıyafetlere yansıdı. Mesela hatırlıyorum solcular parka, sağcılar pardesü giyerlerdi. Bunun sonucu olarak da bir Bacı kültürü gelişti.