Mehmet Altan: “Kürt sorunu insanı merkeze almadan çözülemez”
Gazeteci yazar Mehmet Altan, Türkiye’yi uzun yıllardır meşgul eden Kürt sorununun insan merkezli düşünülmeden çözülemeyeceğini söyledi. Gazeteci yazar Mehmet Altan’ın son kitabı “Muş’ta Meryem Olmak” Etkileşim Yayınları arasında çıktı. Altan kitabında, Kürt sorununun insanı merkeze alan politikalar üretmeden çözülemeyeceğine vurgu yapıyor. Kitabında Kürt Sorunu’nun ne olduğu, problemin nerede ba
Gazeteci yazar Mehmet Altan, Türkiye’yi uzun yıllardır meşgul eden Kürt sorununun insan merkezli düşünülmeden çözülemeyeceğini söyledi. Gazeteci yazar Mehmet Altan’ın son kitabı “Muş’ta Meryem Olmak” Etkileşim Yayınları arasında çıktı. Altan kitabında, Kürt sorununun insanı merkeze alan politikalar üretmeden çözülemeyeceğine vurgu yapıyor. Kitabında Kürt Sorunu’nun ne olduğu, problemin nerede başladığı ve nasıl çözüleceğinin kendisi için çok net ve açık olduğunu ifade eden Altan “Kürt Sorununa çözüm amaçlı yaklaşırken, insanın en kutsal varlık olduğu düşüncesini hayatın merkezîne oturtan bir anlayışı benimsemekle çözüme yönelik ilk adım atılmış olur. Böyle düşündüğümüz zaman da insanın en kutsal varlık olduğu düşüncesini hayatın merkezîne oturtan bir hukuk anlayışının gerekli olduğunu anlarsınız. Bunların birbirini olumlu yönde tetiklemesi gerekir.” dedi. Bunun gerçekleşmesi için siyasetin insanı hayatın merkezîne alması gerektiğine vurgu yapan Altan, şunları söyledi: “Ama Türkiye’de siyaset, mutlak iktidarı ele geçirmeye çalışırken insanların mutlu olmasını sağlamak için somut çözüm yollarının aranmasını gereksiz görmüştür çoğu zaman. Bugüne kadar siyaset yapanlar Kürtlerin reel hayatla ilgili sorunlarını çözmek yerine Kürt kimliği arkasından siyaset yapmayı tercih etmişlerdir. Mesela Mardin Kızıltepe’deki Zergan deresinin açık bir kanalizasyona dönüşmüş olması, siyasî iktidar kavgasının hiçbir noktasında kendine yer bulamaz. Çünkü bizde insan siyaset kurumu açısından değerli özne olarak görülmez, böyle olunca yönetilenin de hiçbir değeri olmaz.” İşsizliğe ve diğer sosyal sorunlara çözüm aramadan sadece yönetim biçimini gündeme getirmenin sorunu hiçbir şekilde çözmeyeceğini ifade eden Altan “İstanbul’un Şişli ilçesi ile Bitlis’in Yedisu ilçesi arasında 274 misli gelir farkı var. İstanbul’da bile birbirine çok yakın bölgelerin yaşam standartları arasındaki farkın ne kadar büyük olduğu bir gerçek. Türkiye’de yaşam standartlarının altındaki birçok yer temel ihtiyaçların peşinde koşuyor. Bunları görmeden hayalî tehlikeler karşısında bütün bir toplumun enerjisini tüketmek ve sadece yönetim biçimi ile ilgilenmek bizi sürekli geride bırakmıştır.” şeklinde konuştu. Türkiye’de evrensel standartlarda, yeryüzü standartlarında bir hukuk anlayışı üretilemediğini ifade eden Altan, Türkiye’de hukuk üretilememesinin iki önemli nedeni olduğunu kaydederek şunları söyledi: “İlk olarak dinin felsefî derinliğini kavrayabilecek bir yapıdan gelmiyoruz. Çünkü dinin anlaşılmasına, öğretilmesine ve çağın sorunlarına nasıl çözümler üretebileceğine ilişkin yorumlar yapılmasına izin verilmemiş. Aynı durum bugün tüm Müslüman dünyası için de geçerli. Oradaki yönetimler de İslam’ın ne vaad ettiği ile ilgili düşünsel açılımlara aynen Türkiye’de olduğu gibi izin vermemişler. Bu insanları bir tembelliğe yönlendirmiş. Tembellik üretim yapacak gücü yok etmiş. Modern dünyaya sunabileceği bir değerler manzumesi ve bir teknoloji geliştirememiş Müslümanlar. Bir de bu başarısızlığın nedenini önce dışarıda aramak gibi yanlış bir huy edinmişler. Düşmanlara suç yüklemeden, soğukkanlılıkla neden bir milyar altıyüz milyon Müslüman nüfusa sahip elliyedi İslam ülkesinin ancak Almanya kadar üretiyor olmasının nedenleri araştırılmamış. Bu kadar dar bir bakış açısına gerilemek hukuku da çok gerilere atmış. Türkiye’de de benzer şekilde hukukun üretilmesine imkân sağlayacak özgür bir ortam olmamış. Birinci Cumhuriyet buna izin vermemiş. Hukuk üretilememesinin ikinci nedeni ise Türkiye’de insanın ahlâksızlığını fiilen engelleyebilecek bir toplumsal üretim zincirinin olmamasıyla bağlantılıdır. Yani mesleği olmayan ve üretmeyen, bir şekilde yanaşma olarak hayatını devam ettiren insanların ahlâk üretmelerinin de mümkün olmadığını söylemek istiyorum. Bu tip bir insan profili, aynı zamanda dinin ne olduğunu kavrayamaz ve onu hayata dahil edemez. Buradaki asıl mesele, insanlığın ürettiği evrensel hukuka denk olacak bir üretim ve eğitim zincirine bizim hâlâ varamamış olmamızdır.”