Britanya'dan sonra sıra Türkiye'de
Bir süre önce, meşhur St Anthony's College ve Sabancı Üniversitesi'nin Türkiye'nin dış politikası üzerine Oxford'da...
Bir süre önce, meşhur St Anthony’s College ve Sabancı Üniversitesi’nin Türkiye’nin dış politikası üzerine Oxford’da düzenlediği büyük bir konferansa davet edildim. Şimdi buradayız ve dünyadaki en eski binalardan birinde, muazzam bir bahar yeşilliğinin ortasında Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun faaliyetlerinin ve onların arkasındaki fikirlerin artılarını ve eksilerini tartışıyoruz.
Yeni bir hüküket seçmek üzere perşembe günü sandık başına gidecek bir ülkenin heyecanına tanıklık etmek için de doğru bir zaman. Birkaç gün önce buraya vardığımızda, üç büyük partinin liderleri (İşçi Partisi’nden Gordon Brown, Muhafazakârlar’dan David Cameron ve Liberal Demokratlar’dan Nick Clegg) arasındaki son televizyon tartışmasının bir kısmını seyretme şansımız oldu. Bir Hollandalı olarak başbakanlık için yarışan adayların televizyondan yayınlanan bir tartışmada ekonomiyi ve diğer kilit meseleleri ele almasına şaşırmadım. Hollanda’da seçim günü (9 Haziran) yaklaşıyor ve her zamanki gibi bu tür ekran kapışmaları yaşanacak; siyasetçiler ne istediklerini izah etmek ve seçmenlere en iyi çözümleri kimin en ikna edici şekilde sunduğu konusunda bir hükme varma imkânı vermek zorunda kalacak. Fakat Britanyalı seçmenler için bu tümüyle yeni bir tecrübeydi. Daha önce siyasi liderlerinin ulusal çapta yayımlanan bir programda birbirlerine meydan okumalarını seyretmeleri mümkün olmamıştı. Bunun nedenlerinden biri Britanya’nın eski geleneklerin hakimiyeti altında, eski alışkanlıkların çok yavaş kırıldığı bir ülke olması; yanı sıra geçmişte siyasetçilerin böylesi açık ve göz önünde bir tartışmadan kazanacaklarının kaybedeceklerine kıyasla daha az olacağı hesabıyla gönülsüz davranması.
Britanya’da medyanın bu yıl yapılan televizyon tartışmalarını nasıl hararetle takip edip yorumladığını görmek eğlenceliydi. Her programın hemen ardından çeşitli şirketler, seyircilerin gözünde galibin kim olduğunu tespit etmek için anketler düzenledi. Siyasetçiler için hakikatle yüzleşme anı budur.
İyi iş çıkarıp çıkarıp çıkarmadığınızı tartışmanın kendisinden çok bu anketlerin sonuçları belirler. Ertesi sabah bütün gazeteler elde edilen sonuçları yayınlayacak ve tartışmaları bizzat izlemeyen birçok seçmen bu bulgular üzerinden bir fikre sahip olacaktır. İşte o son tartışmanın sonucu Cameron ile Clegg arasında beraberlikti. Daha önceki tüm anketlerde olduğu gibi, esas kaybeden şu anki başbakan Gordon Brown’dı. Fakat anketlerin ötesinde, tartışmanın hemen sonrasında bütün kanallarda birçok uzman, liderlerin farklı alanlardaki performansını değerlendirdi. Elbette ortaya koydukları argümanlara baktılar. Fakat diğer iki lidere karşı davranışlarını da masaya yatırdılar. Yüz ifadeleri, duruşları ve saldırılara karşılık verme yetenekleri. Bu bana, önemli bir maçın ardından döne döne maçın kaderini belirleyen golü ve tartışmalı pozisyonları gösteren spor programlarını hatırlattı.
Şu an bütün bu yeni ve olağanüstü gösterinin esas sonucu, üç liderin en bilinmeyeni olmuş gibi görünüyor; Liberal Demokrat lider Nick Clegg üç tartışmadaki performansıyla birçok Britanyalı seçmeni etkiledi. Partisinin seçimden sonra ne yapmayı istediğini sarih bir dille anlatmak konusunda Brown’dan çok daha iyiydi ve kendisini dışarıdan gelen konumuna oturtarak, hem Brown’ı hem Cameron’ı ülkenin şu an içinde bulunduğu ağır sorunların sorumlusu olan partilere mensup müesses nizam siyasetçileri gibi göstermeyi başardı. Anketlerin çoğunda Liberal Demokratlar iktidardaki İşçi Partisi’nin önünde, ikinci sırada çıkıyor.
Benim için Clegg’in televizyonda bu kadar iyi performans göstermesi hiç sürpriz olmadı. Clegg’le yıllar boyu Avrupa Parlamentosu’nda birlikte çalıştık; en yetenekli genç siyasetçilerden biriydi. Günün birinde ülkesine döndüğünde zirveye çıkmayı deneyeceği daha o zamandan belliydi. Britanyalı mizahını ve tarzını Hollandalı annesinden gelen ayakları yere basan bir tavırla birleştirmiş, zeki ve net biri.
Gelecek yılki seçimlerde Türk seçmenler de siyasi liderlerini değerlendirmek konusunda aynı fırsatlara sahip olsa çok güzel olmaz mı? Meseleleri nasıl ele aldıklarını, eleştirilere nasıl karşılık verdiklerini, beklenmedik durumlarda nasıl davrandıklarını görseler mesela. Ayarı önceden yapılmış birebir röportajlar yerine doğrudan karşılaşmalar olsa... Britanyalılar geleneklerini aşıp nihayet televizyon demokrasisi çağına girebildiyse, Türkler aynısını niye yapamasın? Yoksa Deniz Baykal, Başbakan Tayyip Erdoğan karşısında sönük kalacağından çok mu korkuyor? Ya da AKP lideri asabi mizacının kendisini sürüklemesinden mi endişe ediyor?
Radikal