İran nükleer krizi: Türkiye oyunu bozdu - AÇIK GÖRÜŞ

Ahmedinejad Tahran’da Erdoğan ve Lula’nın kollarını havaya kaldırdığı sırada Batı’da tam bir şok yaşanıyordu. Türkiye ve Brezilya kelimenin tam anlamıyla pişmiş aşa su katmış oldu. ABD tam İran’a vurmaya hazırlanırken bu iki ülke adeta havadaki yumruğu tutmuş oldu.

 

Ahmedinejad Tahran’da Erdoğan ve Lula’nın kollarını havaya kaldırdığı sırada Batı’da tam bir şok yaşanıyordu . Türkiye ve Brezilya kelimenin tam anlamıyla pişmiş aşa su katmış oldu . ABD tam İran’a vurmaya hazırlanırken bu iki ülke adeta havadaki yumruğu tutmuş oldu .
Sedat Laçiner / Doç . Dr . USAK Başkanı / slaciner@gmail . com


nerji hayatın ve kalkınmanın kaynağıdır . İnsanlık tarihi bir anlamda üst enerji kullanımına ilk geçenin üstünlüğü eline almasının hikâyesi gibidir . Örneğin ateşin bulunması bulan kabilelere büyük üstünlük sağlamıştır . Sanayileşme ve modern hayat ise önemli ölçüde katı yakıtlardan buhar elde edilmesi ve gemi , tren gibi araçların hareket ettirilmesi ile başlamıştır . Donanmaların kömürden petrole geçişi ile birlikte insanlık tarihinde yeni bir sayfa açılmış , petrol kullanımı kalkınmanın motoru haline gelmiştir . Fosil yakıtlardan nükleer teknolojiye geçiş ise ABD ve SSCB’yi ‘süper güç’ haline getiren birkaç unsurdan biridir . Bu sayede 2 . Dünya Savaşı’nı bitiren ABD , yine bu sayede yeni dönemde liderliğini kurmuştur . Eğer SSCB nükleer olamasaydı büyük bir ihtimalle ABD tek süper güç olarak kalırdı . Fakat SSCB de aynı teknolojiye ulaştı ve yerkürede bir ilk gerçekleşti , insanlık dehşet dengesi ile karşılaştı . O günden bugüne kadar Brezilya’dan Japonya’ya pek çok ülke enerji açığını gidermek ve teknolojik nedenlerle nükleer enerjiye yöneldi . Ancak sadece İngiltere , Fransa , Çin , İsrail , Hindistan , Pakistan ve Kuzey Kore tıpkı ABD ve Rusya gibi nükleer silah sahibi oldu . Bunlardan ilk üçü uluslararası antlaşmalar çerçevesinde bu silahları meşrulaştırırken , İsrail , Hindistan , Pakistan ve Kuzey Kore NPT’yi imzalamadan bu güce ulaştılar .

Nükleerde küresel lider

Aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi olan ABD , Rusya , İngiltere , Fransa ve Çin sayının daha da fazla artmasına karşılar ve uzun süre dünyanın geri kalanının nükleer güç olmasını engellemenin yollarını aradılar . Soğuk Savaş şartları bu tür bir işbirliğini zorlaştırıyordu , ancak yeni dönemde nükleer silahları sadece belli devletlerin elinde tutmak bu 5 devlete , özellikle de ABD’ye büyük avantajlar sağlayacaktı . Nitekim son dönemde ABD’de yapılan güç projeksiyonlarında Amerika’nın her türlü konvansiyonel saldırı ile baş edebileceği , Amerikalıların korkması gereken tek tehdidin nükleer alandan geldiği belirtilmektedir . Bu bağlamda ABD’nin küresel liderliğinin ve genel olarak Batı üstünlüğünün de nükleer silahlara dayandığı bir diğer stratejik tespittir . Bu bağlamda ABD ve diğer nükleer güçler hâlihazırda nükleer olan NPT dışı 4 ülkenin durumunu istisna sayıp dünyanın geri kalanının nükleer silahlara sahip olmamasını en önemli öncelikli nükleer politika sayıyor . NPT’yi yani nükleer silahların yayılmasını engelleme anlaşmasını İran da dâhil hemen hemen tüm ülkeler imzaladı ve onayladı . Anlaşmayı imzalamayanlar sadece Hindistan , Pakistan ve İsrail . Kuzey Kore daha önce imzalamış olmasına rağmen imzasını geri çekmiş durumda . Böylece neredeyse tüm dünya mevcut ülkeler dışında nükleer silaha sahip olmayacağına ve silahları yaymayacağına söz vermiş , kendisini bir anlaşma ile bağlamış oldu .

Buradaki sorun ise barışçıl amaçlarla kullanılan nükleer teknoloji ile nükleer silahlar arasındaki teknolojik açığın fazla olmaması . Yani enerji üretmek için bu güce ulaşan devletlerin bir anda silahlanmasının mümkün oluşu . ABD’yi endişelendiren de bu . Bu nedenle yapılmak istenen barışçıl nükleer teknolojinin de sıkı sıkıya denetlenmesi ve tüm dünyanın küçük bir grubun tekeli altına alınması . Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu bu bağlamda önemli bir denetleme mekanizması rolü oynuyor , fakat bu yeterli bulunmuyor . Asıl istenen nükleer enerjide önemli bir eşik olan belli miktarda uranyum zenginleştirilmesinin tek bir elde toplanması . Başka bir deyişle herkesin kendi kafasına göre uranyum zenginleştirmesi yerine adeta bir bankanın oluşturulup , oradan ihtiyaç duyanın bir miktar zenginleştirilmiş uranyumu alarak kullanması . İlk bakışta zararsız gibi görünse de böyle bir mekanizma dünyanın tamamına yakınını birkaç ülkeye bağımlı hale getiriyor ve devletler arasında birinci sınıf ve ikinci sınıf devletler ayrımına yol açıyor . Örneğin “neden Türkiye’nin böyle bir hakkı yoktur da , Fransa’nın uranyum zenginleştirme hakkı vardır?” diye sorulduğunda durumun garipliği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır .

Önleyici diplomasi

ABD bu yaklaşımı bazı devletlerin yeterince sorumlu olmamalarıyla izah ediyor , ancak uluslararası ilişkilerde kimin sorumlu olduğuna nasıl ABD karar verebilir ki? Üstelik nükleer silahları bir diğer ülkeye karşı kullanmak gibi bir çılgınlığı sadece ABD’nin yaptığı hatırlardayken , bu konuda en sorumlu ülkenin ABD olduğunu söyleyebilmek de çok zordur . Kısacası yapılmak istenen İran’ı cezalandırmaktan çok dünyada kimsenin kıramayacağı bir nükleer tekel kurmak gibi duruyor . İkinci önemli sorun ise ABD’nin nükleer mevzu üzerinden pre-emptive ( önleyici ) diplomasi anlayışını uluslararası hukuk haline getirmek isteyişinde yatmaktadır . Şu anda İran’ın bırakınız askeri , barışçıl nükleer teknolojiye dahi henüz sahip olmadığı açık . Buna rağmen ABD ve ortakları İran’ın nükleer silah üretme olasılığına karşı yaptırımlar uygulanmasını istiyor . Bunun için tek kanıtı ise İran’ın güvenilmez bir ülke olduğu algısı . Bu durum henüz savaş dahi ilan etmemiş bir ülkeyi savaş suçlarından dolayı yargılayıp mahkûm etmeye benziyor ki , bunun da insanlık tarihi boyunca eşi benzeri bulunmuyor . Eğer ABD , İran’ı sadece niyet okuyarak cezalandırmayı başarabilirse uluslararası sistemde önü alınması çok güç bir gelenek başlayacak , Türkiye de dâhil pek çok ülke niyet okuma yoluyla cezalandırılmaya çalışılabilecektir . Üstelik bunu yapma yetkisi de yine sadece BMGK’nin 5 daimi üyesinin tekelinde olacaktır . Özetle , İran ile ABD arasındaki gerilimin pek azı aslında nükleer bir sorundur . Asıl sorun küresel liderlik savaşı ve yeryüzünde ikinci , hatta üçüncü sınıf sayılan devletlerin o düzeyde tutulması çabasıdır .

İran güvenmemekte haklı

İran Nükleer Krizi’ne geldiğimizde ise Tahran’ın etrafına çok da güven vermediği ortada . Üstelik nükleer programında bazı noktaları saklayarak yola devam ettiği de biliniyor . Ancak bunu da anlamak zor değil . İsrail’in daha önce Irak’ın nükleer tesislerini bombaladığı , ABD’nin Irak’ı ‘nükleer silahı var’ propagandası ile işgal ettiği hatırlarda tutulursa İran’ın bu konuda tam bir saydamlık sergilemek istememesi anlaşılabilir bir durum . Dahası nükleer konusunda Batı’nın karnesinin İran’dan daha kötü olduğu da biliniyor : İran’a ilk nükleer teknoloji transferini Şah döneminde ABD yapmıştı ; İsrail’e yasadışı olarak ilk nükleer teknolojiyi aktaran ülke ise bugün İran’a silahlı müdahaleyi dahi savunan Fransa oldu . Aynı şekilde pek çok Batılı ülke ( Kanada ve İngiltere gibi ) ABD’nin desteği ile nükleer olabildi . Kısacası böylesine bir çifte standart ve yakın tehdit karşısında İran’ın Batı’ya güvenmemesi ve nükleer olabilmek için her türlü zaman kazanma taktiğini kullanması anlaşılabilir bir durumdur . Burada İran’ın en önemli hatası ise en kritik dönemde İsrail’i tehdit etmesi ve “siyonist devlet”i haritadan sileceğini söylemiş olmasıdır . Türkiye İran’ın nükleer bir güç olmasını , hele hele nükleer silahlara sahip olmasını tercih edecek bir ülke değildir . Hatta Türk dış politikası karar alıcılarını yakından tanıyanlar Türkiye’nin yeni Ortadoğu politikasına direnen iki ülkenin İsrail ve İran olduğunu da bilirler . Nükleer silahları olan bir İran , Türkiye’nin Ortadoğu’ya yeniden şekil verme hayallerini bozabilecek bir güce de ulaşmış olabilir . Ancak Türkiye tüm bu ihtimallere rağmen bölgesinde silahlı bir gerilim istememektedir . İran’dan gaz alıyor olması ve 10 milyar doları bulan iş hacmi Türkiye’yi İran konusunda daha hassas yapmaktadır . Aynı şekilde İran üzerinden kendisinin de en temel egemenlik haklarının örtülü bir şekilde elinden alınmasına da karşıdır . Bu bağlamda Türkiye’nin arabuluculuk çabasını sadece ön planda görünme çabası olarak görmemek gerekir . Türkiye barışa mahkûm bir ülke olarak İran’ın da , Batı’nın da aşırılıklarını törpülemeye gayret etmektedir . Bunun için uzun süre çaba gösteren Türkiye’ye her iki cenahtan da direnç gösterilmesi dikkatlerden kaçmamıştır . Batı yakın bir zamana kadar Türkiye’nin çabalarını önemsemezken , İran da Türkiye’nin önerilerini nazik bir şekilde reddedip bu konuda arabulucuya ihtiyacı olmadığını belirtmiştir .

Tehdidi boşa çıkaran anlaşma

Buna rağmen Türkiye ısrar etmiş ve formüller geliştirmiştir . Türkiye’nin iki taraf arasındaki en önemli avantajı ise iki tarafın da güvenebileceği bir ülke olması , bununla da kalmayıp güven üreten bir aktör olmasıdır . 2009 itibariyle görüşmelerin gelip tıkandığı nokta İran’ın kendi başına uranyum zenginleştirmesi konusuydu . Belli miktarda uranyumu zenginleştirmesi halinde İran’ın kolayca silah üretecek noktaya ulaşacağını iddia eden Batı’ya karşı İran diğer ülkeler için hak olanın kendisine çok görülmesinin egemenlik ihlali olacağını iddia ediyordu . Evvelinde Rusya’da zenginleştirme formülleri konuşulmuş , Türkiye de takas için kendisini önermişti . Ancak İran bunlara dahi yanaşmıyordu . İşte bu şartlar altında ABD 2009 sonu itibariyle kesin bir karar verdi ve 6 ay içinde sorunun önemli bir safhaya ulaşacağını Başkan Obama çeşitli konuşmalarında dünyaya ilan etti . Bundan kasıt İran’a karşı güçlü ve kapsamlı yeni yaptırımlardı . Obama yönetimi bu yolda çok ciddi yatırımlar yaptı , Çin’i ve Rusya’yı da ikna etmek için hemen her şeyi yaptı . Nitekim Rusya ilk etapta ikna edilmiş gibi görünüyordu . İşte tam da bu sırada , yani ABD İran’a güçlü bir darbe vurmak üzereyken İran daha hızlı davrandı ve Türkiye-Brezilya inisiyatifini değerlendirerek Türkiye’de zenginleştirilmiş uranyum takasını kabul ettiğini açıkladı . Ahmedinejad Tahran’da Erdoğan ve Lula’nın kollarını havaya kaldırdığı sırada Batı’da tam bir şok yaşanıyordu . Türkiye ve Brezilya kelimenin tam anlamıyla pişmiş aşa su katmış oldu . ABD tam İran’a vurmaya hazırlanırken bu iki ülke adeta havadaki yumruğu tutmuş oldu , planları bozmuş oldu . Bundan sonra ABD , İran’ı tahrik etmenin ve sinirlendirip geri adım attırmanın yollarını aradı . Ancak Türkiye’nin uyarıları sonucunda İran oyuna gelmedi ve sahip olduğu düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyumun takası anlaşmasına ilişkin mektubu UAEK’ya kısa sürede bildirdi .

Elbette varılan anlaşma İran konusunda uluslararası toplumun beklentilerini tam anlamıyla karşılamıyor . Fakat başlangıç olarak ciddi bir zemin oluşturabilir . Zaten ABD’den bu kadar sert tepki görmesinin temel nedeni de bu . Gösterilen tepki maksadın üzüm yemek değil , bağcıyı dövmek olduğunu açıkça gözler önüne seriyor . Bu konuda Türkiye’nin doğru bildiğini söylemesi ve çatışmayı önlemeye çalışması elbette takdir edilmesi gereken bir tavırdır . Ancak şunu da unutmamak gerekir , eğer kavga yakınsa ve durdurma şansınız da yoksa , taraflar sadece gerekçe arıyorsa , başkasının kavgasında arada kalmak da Türkiye’ye çok büyük zararlar verebilir . Bu anlamda Türkiye’nin arabuluculuk işini taraf olma noktasına götürmemesinde büyük fayda vardır .

Star Gazete