Kurultay konuşmasını köşe yazarları yorumladı

Kemal Kılıçdaroğlu'nun Kurultay'daki konuşmasını köşe yazarları yorumladı.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun başkan seçildiği CHP 33. Olağan Kurultayı’nda yaptığı konuşma köşe yazarlarından farklı tepkiler aldı.

İşte o değerlendirmelerden bazıları…

MUSTAFA KARAALİOĞLU / STAR
Kılıçdaroğlu’nun CHP’si: Değişmek de zor, değiştirmek de...

CHP’nin güçlü bir siyasi aktör olabilmesinin, rekabet yaratabilmesinin, seçmeni için umut olabilmesinin yolu Türkiye için de umut olmasından geçiyor. Zira, bu partinin geçmişi demokrasi ve millet iradesi gibi en temel iki kavram açısından sorunludur. Bu temel sorundan ötürüdür ki bir-iki konjonktürel istisna hariç CHP hiçbir serbest seçimi kazanamamış ve istisnasız hiçbir zaman tek başına iktidara gelememiştir.
Bu yüzden, gözlerin CHP’ye dönmesi için bu partinin yeni ve anlamlı şeyler söylemesi şarttır. Söyleyeceği yeni şeylerin de AK Parti’nin ötesinde olması şarttır. Ak Parti’den daha demokrat, daha temel haklar yanlısı, daha vizyoner ve daha fazla refah vadeden bir parti olmak gibi...
Açık söyleyelim.
Sözkonusu olan Kürt sorunu mu? Daha cesur olmak gibi...
Sözkonusu olan Avrupa Birliği mi? Daha istekli ve yaratıcı olmak gibi...
Sözkonusu olan Alevi açılımı mı? Daha komplekssiz olmak gibi...
Sözkonusu olan sivil anayasa mı? Daha özgürlükçü olmak gibi...
Sözkonusu olan askeri vesayeti bitirmek mi? Daha sivil olmak gibi...
Sözkonusu olan inanç hürriyeti mi? Daha saygılı olmak gibi...
CHP bunların hepsinde AK Parti’den “daha” iyi olamazsa ne alternatif olur, ne de Baykal’ı diri diri gömmenin bir faydasını görür.
Daha da açık söyleyelim.
Bu partide “değişim”den söz edilecekse, bunun yolu önce “redd-i miras”a cesaret etmekten geçer.
Peki bu cesaret var mı? Ya da bu niyet...
Siz söyleyin. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında bunlar var mıydı? Ya da bir gün bunların olabileceğinin işareti, izi...
“Kürt” demekten çekinen bir Kürt politikacıyı dinledik, gerisini anlayın.
Türkiye’ye demokratik rekabet lazım; Ak Parti’yi yerinden oynatacak, Tayyip Erdoğan’ı daha da yoracak, sivil topluma perspektif verecek kadar çok demokratikleşme...
Hayvancılığı teşvik ederek Kürt meselesini çözeceğine inanan, AB’ye kuru lafla posta koyan, hala anayasa paketine karşı çıkan, mahkemeleri lağvetme vaadiyle Ergenekon’a selam çakan bir anlayış değil. Her açılan dosyadan cunta, darbe çıkarken bunlara kulak tıkamak hiç değil...
Türkiye, 1970 model ekonomik popülizmi de, siyaset anlayışını da çoktan aşmıştır. Başa kasket geçirmekle kasketlinin derdine ortak olamıyorsunuz artık. O kasketi küresel bir aktör haline gelen Türkiye’nin de başına geçirdiğinizi herkes fark ediyor çünkü.
Kılıçdaroğlu da bunu fark etmiştir zannediliyordu. Edememiş...
“Şifo Mehmet” der gibi hiç de orijinalliği olmayan şu Gandi lakabından bir an önce kurtulup kendisi olmalıydı. Olmadı, maksadı zaten Gandicilik oynamakmış.
“Tayyip Erdoğan’dan kurtulalım da nasıl kurtulursak kurtulalım koalisyonunun lideri” olmasın, “değişim”in öncülüğünü seçmeliydi. Ama, Baykal’ı aratan bir retorikle “Recep Bey” gibi kelime oyunlarına girerek bunu da berhava etti...
Yine de buradan bir şey çıkmaz dememek lazım. Hata yapmadan giderse Cem Uzan’ın sahipsiz oylarıyla, MHP’nin varoşlarında “iş garantisi” bekleyenlerin gönlünü kazanır ama bu kadarı CHP’nin de Türkiye’nin de derdine derman olmaya yetmez.
Bir hayal kırıklığı olan konuşmanın yorumunu iki dost tavsiyesiyle tamamlayalım...
Bir. Sanki, o “Baykal dedikodusu” bahsini açmasa iyi olur çünkü; o bahis kendisinin koltuğa nasıl taşındığını hatırlatıyor.
İki. Dün salondan yayın ve yorum yapan arkadaşlarımızı görünce, iki haftalık manşetleri üstüne ekleyince ve bir de tüy diker gibi konuşmasını ayakta alkışlayan yazarları yanına koyunca; “yandaş medya” demese iyi olacak. Ayıp olur arkadaşlara...



MEHMET METİNER / STAR

Tam bir düş kırıklığı

CHP kurultayını televizyondan izliyorum.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını merakla bekliyorum. Acaba değişim adına ne söyleyecek, Türkiye’nin sorunları hakkında ne çözümler önerecek?
Salondan yükselen slogana kulak veriyorum: Başbakan Kemal!

BAY RETORİK!
Kılıçdaroğlu siyasi bir mehdi edasıyla kürsüye yürüyor. Konuşmaya başlıyor.
Aman Allah’ım!Tam bir düş kırıklığı!
İçi boş bir retorik sadece...
Ucuz ve düzeysiz polemikler...
Siyasetin “bel altı vuruşları”ndan medet uman bir siyaset tarzı... “Sahte faturacıdan Maliye Bakanı, Ali Dibo’dan Adalet Bakanı, kalpazandan Başbakan olmayacak” gibi ifadeler...
Ulusalcı-Ergenekoncuların o yavan ağzı... “Yandaş medya”, “yandaş yargı” vb ifadeler... Başbakan Erdoğan için, ısrarla “Recep Bey” deyip durması...
Entelektüel ve siyasi karşılığı olmayan bir retorik...
Halkçılık değil kaba ve sırıtan bir popülizm... Kılıçdaroğlu neredeyse herkese cennet vaat etti. Kendisinin Başbakanlığındaki bir CHP iktidarında hiç kimsenin işsiz kalmayacağını, herkesin sorunlarının bir çırpıda çözüleceği bir Türkiye vaat etti.

YA KOMPLO OLMASAYDI?
Konuşmasına başlarken Baykal’a yapılan komploya değindi. “Bu komplonun faillerini bulmak boynumuzun borcudur” dedi. Sahiden merak ediyorsa Baykal’a sorması gerekmez miydi? Sözünü ettiği komplo olmamış olsaydı kendisinin zinhar Genel Başkan seçilemeyeceğini bilmiyor olabilir mi? Kılıçdaroğlu etnik kimliği siyasetin odağına yerleştirmemek gerektiğini söylüyor söylemesine ama nedense insanların acılarını ve duygularını siyasetin odağına yerleştiren bir siyasetten de medet umuyor.
Zonguldak’taki maden işçilerinin ölümleri üzerinden Başbakana yüklenirken “Niye başka ülkede olmuyor da bizim ülkemizde oluyor. Bu kader mi?” gibisinden laflar ediyor.
Peki kendisi de Dersimli olan, Dersim isyanının mağduru bir ailenin çocuğu olan Kılıçdaroğlu’na birileri kalkıp “Dersim katliamına benzer bir katliam başka ülkelerde olmuyor da niye bizim ülkede oluyor. Dersim katliamı kader mi?” diye sorsa ne cevap verir acaba?

HANİ ALEVİ AÇILIMI, NEREDE ÖZÜR?
Tarihin ironisine bakınız ki, Kılıçdaroğlu Dersim katliamcısı bir partinin Genel Başkanlık koltuğuna oturuyor. Onur Öymen’in Dersim katliamına arka çıkan sözleri için “Gereğini yapmalı” uyarısında bulunan Kılıçdaroğlu bakalım kendi başkanlığı döneminde Dersim katliamı ve Dersim sürgünleri konusunda nasıl bir tavır takınacak.
Konuşmasında nedense bırakınız Alevi açılımına değinmeyi Alevi adını dahi ağzına almadı. Onur Öymen’in demecine arka çıkan Baykal dönemindeki CHP adına yeni dönemde özür dileme gereği bile duymadı.

KÜRT MESELESİ VAR MI?
Kılıçdaroğlu, Kürt meselesini tıpkı rahmetli Ecevit gibi iktisadi bir soruna indirgedi. “İşsizlik” dedi, “istihdam” dedi. “İşsiz gençler terörün kucağına itiliyor” dedi. “Biz gelirsek işsizlik ve istihdam meselesini halledeceğiz” dedi. “Mayınlı arazileri köylülere dağıtacağız” dedi.
Kürt kelimesini ağzına almadı.
“Etnik kimliği siyasetin odağına koyan bir anlayış bizim anlayışımız olamaz” dedi.
Sadece etnik kimliklere ve inançlara saygılıyız demekle yetindi.
Bu saygının neyi içerip içermediğini nedense anlatmadı.
Sözgelimi, Kürt dili eğitimi ve öğretimi önündeki engellerin kaldırılması veya başörtülü yurttaşlarımızın üniversiteler dahil kamusal haklardan yararlanması gibi taleplerin bu saygı çerçevesi içinde yer alıp almadığını açıklamadı.
Terörle mücadele anlayışı ve yöntemini değiştirip değiştirmeyeceklerine değinmedi. Taş atan çocukların sorunlarına girmedi.
Ama buna rağmen “demokrasinin standartlarını yükseltmek”ten söz etti.
Benim içi boş retorik demem bu yüzden işte...

CHP-KUVVACILIK-ERGENEKONCULUK
CHP’ye Ergenekoncuların söylemini hatırlatan tanımlar üzerinden vurguda bulundu, “CHP kuvvayı milliyedir, müdafaa-ı hukuktur” dedi. Ergenekoncuların kuvvacılık ruhu ile CHP’nin kuvvacılık ruhu arasında yeni dönemde nasıl bir fark olup olmadığını göreceğiz.
“Müdafaayı Hukuk Cemiyeti”yle CHP arasında ideolojik-siyasi bir akrabalık bağı olmadığını bilmem söylemeye gerek var mı? Çünkü birincisi hilafetçi ve saltanatçı idi...
Kılıçdaroğlu’nun siyasetteki yol arkadaşlarını yarın göreceğiz. Parti içi demokrasiye ne kadar önem verip vermediğini de...
Kanaatim o ki, Kılıçdaroğlu malum güç odakları tarafından gündemleştirilmiş bir isim. Ve bu isim üzerinden CHP lehine müthiş bir psikolojik harekat yürütülüyor.


İSMET BERKAN / RADİKAL
Kemal Baykal Deniz Kılıçdaroğlu

Deniz Baykal’ın gitmesi ve yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun geleceğinin anlaşılmasıyla birlikte, iktidardan memnun olmayan geniş kitlelerde büyük bir ümit dalgası yayıldı.
İzleyebildiğim ve anlayabildiğim kadarıyla ümit patlamasının iki temel sebebi vardı: 1. Deniz Baykal’ın ve onun temsil ettiği tutucu politikaların sona ereceğine, CHP’nin yeniden özgürlükçü ve sol bir parti olacağına dair ümit; 2. CHP’nin yıllardır seçimlerde yaşamakta olduğu başarısızlıkların başlıca sebebi olarak görülen Baykal’ın gitmesinin yarattığı ümit.
Bazılarınız bu yazdıklarıma burun kıvırabilir; ‘İkisi de aynı şey’ diyebilir ama hayır, bence bunlar iki ayrı kategoride olması gereken ümitlerdir. Özellikle ikinci kategorideki ümit, partinin politikalarının değil parti yönetiminin yanlış olduğunu söyleyenlerin ümididir. Birinci kategori ise (ki ben de o kategoriye dahilim, itiraf etmem gerek) partinin sadece yönetiminin değil politikalarının da köklü bir biçimde değişeceğine ve böylece CHP’nin geniş kitleleri dışlamaktan, o kitlelere hakarete varan şeyler söylemekten vazgeçip iktidar alternatifi olacak bir oy seviyesine ulaşabileceğine dair ümit.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun dünkü kurultay konuşmasını işte bu gözle izledim. Hangi çeşit ümide daha fazla cevap verdiğini gözlemeye çalıştım.
Kuşkusuz çok zor bir pozisyonda Kılıçdaroğlu ama bir liderin hayatının her anı zordur, hayatın her alanında yaptığı yapacağı her seçim ‘liderim seçimi’ olarak görüleceği için zordur.
Kılıçdaroğlu, kendisini ve gelecekteki davranış biçimlerini tarif edecek olan konuşmasında, zor seçimlerden uzak durmaya çalıştı, işin kolayına kaçtı, hükümet eleştirisiyle vakit geçirdi.
Kuşkusuz muhalefet partisinin yeni liderinin hükümeti övmesi değil eleştirmesi beklenir ama konuşma neredeyse sadece bundan ibaret olunca, gazetedeki arkadaşlar hemen ‘CHP’nin genel başkanı değişti, kendisi değişmedi’ demeye başladılar. Ben henüz o fikirde değilim; daha doğrusu bu cümleyi kurmam, kullanmam, henüz Kılıçdaroğlu’nun kredisi var.
Ama bir gün hem de belki çok yakın bir gün, Kılıçdaroğlu zor seçimlerle karşı karşıya kalacak. Mesela demokrasiyi her durumda savunup savunmadığı sorgulanacak.
Kılıçdaroğlu bekleneceği gibi referandum gününü (ve Anayasa Mahkemesi kararını) beklemekte olan Anayasa değişikliklerini eleştirdi; değişikliklerin yargı bağımsızlığı getirmediğini savundu. Yani, CHP’nin Deniz Baykallı söylemini sürdürdü. Bunlar bende kötümserlik yaratan yaklaşımlar.
Ama aynı Kılıçdaroğlu’nun hükümet eleştirilerinin merkezine ekonomik zorlukları ve yolsuzlukları alması Baykal’dan farkını gösterdi. Hükümeti laikliğe aykırı davranışların merkezi olmakla eleştirmedi Kılıçdaroğlu, bu önemliydi. Soldan, sosyal demokrasiden söz etti. Bunlar da olumlu. Ama özgürlüklerden söz etmedi. ‘Yandaş medya’dan söz etti ama gazeteler ve gazeteciler aleyhine açılmış olan dört bine yakın davadan söz etmedi.
Dış politikayla söze girip Kıbrıs örneği vermesi ve ardından ‘Kıbrıs halkı AKP’nin getirdiği iktidarı nasıl değiştirdiyse Türkiye’de de AKP sona erecek’ demesi hoş değildi. Kıbrıs’ta, en az Türkiye’deki kadar, hatta çoğu zaman daha iyi işleyen bir demokrasi var, buna saygı göstermesini beklerdim Kılıçdaroğlu’ndan. Kaldı ki, CHP Kıbrıs’ta illa bir partiyle arasında özdeşlik kuracaksa bu parti iktidarı kaybeden Mehmet Ali Talat’ın CTP’si olmalı, muhafazakâr milliyetçi Derviş Eroğlu ve Denktaş’tan miras partisi değil.
Bu yazı Kılıçdaroğlu’yla birlikte yeni CHP yönetiminin belirlenmesinden önce yazılıyor. Parti Meclisi’ne kimlerin kaç oyla gireceğini ve Kılıçdaroğlu’nun kendi kuracağı bir ekibin ne kadar mümkün olacağını yarın görebileceğiz. Ama şurası kesin: Kılıçdaroğlu ile birlikte beklentilerde olağanüstü bir artış oldu, bazı beklentiler hayalcilik seviyesinde.
Bu yüksek beklentiler onun işini de zorlaştırıyor; daha ilk günden eleştiriler
alması da bu yüzden.
Ne var ki, Deniz Baykal ve temsil ettiklerinden adamakıllı kopamayan bir CHP ve Kılıçdaroğlu zaten o beklentilerin çok ama çok azını gerçekleştirebilir ancak.
Kılıçdaroğlu Baykal’dan icazet almadan adaylığını açıklarken ilk lider cesaretini gösterdi, ilk sınavını verdi. Dünkü ikinci sınavdan çok da başarıyla çıktığı söylenemez ama sınıfta da kalmadı, geçer not aldı.
Esas önemli sınavlar ise önümüzdeki günlerde.


ORAL ÇALIŞLAR / RADİKAL
Kemal Kılıçdaroğlu-Tayyip Erdoğan ikilisi

12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte Demirel-Ecevit ikilisi sahneden inmişti. O dönemde tek TV kanalı TRT’ydi. Reşat (Çalışlar) iki yaşını biraz geçmişti. TV’den bu iki siyasi liderin yokoluşunu fark etmiş ve merakla şöyle sormuştu: “Demirel-Ecevit dizisi ne oldu?”
Türkiye’de iktidar partisi liderleri ile ana muhalefet partisi liderleri her dönemde bir dizi ikilisi gibi oldular. Son ikili Erdoğan-Baykal’dı. Bu ikiliden Baykal düştü. Şimdi yeni ikilimiz Erdoğan-Kılıçdaroğlu. Bundan böyle bir süre TV’lerin ana haberlerindeki yeni dizi kahramanları onlar olacak.
***
Siyaseti Erdoğan’la gerginlik üzerinden götürmek, herhalde Baykal’ın en kökleşmiş alışkanlığıydı. Baykal’ın yeni düşünceler ve yeni siyasetler üretmektense hükümetin her yaptığını engellemeye ve karalamaya yönelik bir negatif dilde ısrar ettiğini reddedecek çok az insan vardır. Tabii, bu dil, Tayyip Erdoğan’ı da etkilemiş(belki Edoğan da böyle bir dili sevmişti) ve siyasi tartışmaların olağanüstü bir gerginlik temeli üzerine kurulu olmasına ülkece alışmaya başlamıştık.
Baykal, demokrasinin dilini değil milliyetçiliğin ve militarizmin dilini öne çıkarmıştı. Kimlik talepleri temelinde yeni bir demokrasi anlayışının karşısında durmuştu. Bu negatif dil, aslında Baykal liderliğindeki CHP’nin siyasi duruşunun doğal sonucuydu.
Kılıçdaroğlu’nun, Baykal’ın negatif dilinden uzaklaşıp uzaklaşmayacağı konusunda henüz elimizde net bir gösterge yok. Kılıçdaroğlu’nun Baykal’dan farklı neler söyleyeceğini, Kürt sorunu, Avrupa Birliği, Alevi sorunu, Ermenistan’la ilişkiler, Kıbrıs sorunu, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel konularda hangi yeni siyasetlerle halkın karşısına çıkacağını henüz söyleyemiyoruz.
Bütün bu temel alanlarda yeni bir siyaset ortaya koyabilecek mi, yoksa geçmiş siyasetlere mahkum mu olacak, onu önümüzdeki dönemde göreceğiz...
***
Tabii, Kılıçdaroğlu’nun neyi nasıl yapacağı, yalnızca kendi duruşuyla şekillenmeyecek. Erdoğan’ın kullanacağı üslup ve sergileyeceği yaklaşım da, siyasetin yeni aktörünün izleyeceği yolu etkileyecektir, yönlendirecektir.
Bu yazıyı yazarken Kemal Kılıçdaroğlu’nu dinliyorum... Konuşmasının esasını daha çok ekonomik alanlar üzerine kurmuş olduğu dikkatimi çekiyor. Sosyal haklar konusunda vurgular yapıyor. Türkiye’deki temel siyasi kamplaşmayı oluşturan sorunlar konusunda ise net bir dil kullanmıyor.
Kılıçdaroğlu, göründüğü kadarıyla, büyük oranda, yoksulluk, yolsuzluk gibi kavramlar üzerinden bir muhalefet geliştirmeye çalışacak. Tabii bu konular muhalefet edebilmek için önemli. Kılıçdaroğlu’nun bu noktalarda Baykal’dan daha net bir üslup kullanmasını belirleyici önemde bir gelişme olarak yorumlayanlar olacaktır.
Ancak, Türkiye’nin demokratikleştirilmesi, 1982 Anayasasının şekillendirdiği otoriter devlet yapısının değiştirilip sivilleşme yolunda adımlar atılması gibi noktalarda Baykal’dan ileri gidemeyen bir Kılıçdaroğlu’ndan büyük siyasi başarılar beklemenin gerçekçi olmayacağı kanaatindeyim. Tabii Kılıçdaroğlu’nun zamanla daha gelişkin söylemler içine girme olasılığı var, ama şu anki tablo açısından bu noktada gerçekten de Baykal’a oranla büyük bir fark göze çarpmıyor.
Örneğin Kılıçdaroğlu’nun kulandığı “Anayasa değişikliğiyle korku imparatorluklarının temelini atmaya çalışıyorlar” ifadesinin Baykal’ın genel söyleminden farkı yok. Kılıçdaroğlu’nun Kıbrıs sorununda söylediklerinin bir yenilik içermediğini görüyoruz. Kürt sorununda kapsamlı bir yeni söylem geliştirdiğini iddia etmek de pek kolay değil.
***
Kılıçdaroğlu’nun ‘Recep bey’ diyerek başladığı cümleler, yeni bir lider için hırçın sayılacak bir üslubu içinde barındırıyorlar. Sakin olarak bilinen Kılıçdaroğlu’nun ‘lider olunca böyle sert konuşulur’ gibi bir karara vardığını, ya da birilerinin kendisini bu yönde ikna ettiğini varsayabiliriz.
Bu siyaset üslubunun pek de yeni bir tarafı olmadığını belirtmeye bile gerek yok. “Kurultaylar bu üslubu seviyor” diye düşünülmüş olabilir, yani bu dilin geçici bir dil olması ihtimali elbette ki var. Tabii fanatik partililer böyle bir üsluba ihtiyaç duyuyor da olabilirler; ama öyle bile olsa, yeni üsluplar, yeni söylemler üretilmeden siyasette yeni ufukların açılmadığı bir gerçek.
Tabii her üslubun bir karşılığı da olacaktır. Tayyip Erdoğan da bu üsluba zaten yatkın olduğu için, böyle giderse, tartışmaların ‘eski tas eski hamam’ tarzında devam etme olasılığı yüksek.
Kılıçdaroğlu’nun böylesine önemli bir ilk konuşma için yeterli hazırlığı yapmış olduğunu da söylemek zor. Özellikle de kritik siyasi gündem maddelerine ilişkin derin bir tahlil, derin bir çözümleme görmek mümkün olmadı. Kılıçdaroğlu’nun hitabet tekniği açısından zayıf olduğu yönünde yapılan yorumlar üzerine de çeşitli şeyler söylenebilir, ama ‘içerik’, bu aşamada ‘teknik’ten daha önemli.
AYRICA ŞUNU DA GÖRMEK GEREKİYOR: KILIÇDAROĞLU BAYKAL’DAN FARKLI OLARAK ‘CUMHURİYET ELDEN GİDİYOR’, ‘LAİKLİK ELDEN GİDİYOR’ TÜRÜNDEN İFADELER KULLANMADI. KONUŞMA BU YÖNÜYLE KLASİK ULUSALCI-BAYKALCI RETORİKTEN OLDUKÇA FARKLI BİR VURGU TAŞIYORDU.
***
Şunu kabul ediyorum: Kurultay’da heyecan vardı. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında heyecan vardı. Tabii, oluşan bu heyecana paralel olarak, CHP tabanı içinde, Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının ‘değişim’ ve ‘yenilik’ olarak yorumlanabilecek şeyler içerdiğini düşünenler de olacaktır. Belki başka toplumsal gruplar içinden de Kılıçdaroğlu’nu “heyecan verici” ya da ‘yenilikçi’ olarak algılayan bazı kişiler olabilir. Ama büyük resme baktığımızda, Kılıçdaroğlu’nun büyük bir değişim başlatmakta olduğunu en azından şimdilik söyleyemiyoruz.
Heyecan tek başına yeterli değil. Örneğin Baykal da, aslında, CHP içinde heyecan yaratan konuşmalar yapabilen bir liderdi, ama bu heyecanı ‘daha geniş’ kitlelere yaymayı, dolayısıyla da CHP’nin oyunda önemli bir artış yaratmayı başaramıyordu.
SONUÇ OLARAK: KILIÇDAROĞLU BAYKAL’DAN OLAN FARKINI KISMEN ORTAYA KOYDU. BU FARKLILIĞIN NE ÖLÇÜDE DERİNLEŞECEĞİNİ ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE GÖRECEĞİZ


MURAT YETKİN / RADİKAL
Halka ve sosyal demokrasiye dönüş

CHP’de yeni bir dönem, Kemal Kılıçdaroğluyla başladı. İkinci Kemal dönemi demek,
CHP’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e haksızlık olmasın, ancak 1970’lerin Bülent Ecevit ruhunun partiye geldiğini söylemek dünkü Kurultay’dan sonra mümkün.
Konuşmasını bitirip kürsüden inerken Ecevit’in o dönemki simgesi olan kasket ile ‘tacidar’ olması da bunu simgeliyordu adeta.
Rahşan Ecevit’in Kurultay’a gelerek cazibe adresin, göstermesi de simgesel önemi yüksek bir gelişmeydi.
Konuşması ardından salonun önünde, çiseleyen yağmur altında karşılaştığımız Arif Sağ, dokunsan ağlayacak durumda “Otuz yıldır beklediğimiz sesi duyduk” diye bir cümlede içini döktü.
Kurultay salonuna girişinde ismi okunduğunda en çok alkış alanlardan birisi olan DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi “CHP solu hatırladı” dedi, “Yüzünü halka döndü”.
Ama Kılıçdaroğlu’nun dün CHP’de halkçılığın, sosyal demokrasinin yeniden canlanması anlamına gelen Kurultay konuşması, yalnızca CHP tabanını, sosyal demokrat tabanı değil, onun dışında kitleleri de etkileyecek gibi.

Konuşmasının en önemli yanı
Nazım Hikmet’in “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / Ve bir orman gibi kardeşçesine / Bu hasret bizim” dizeleri ile biten konuşmasının hemen ardından, önemli bir sağ partide siyaset yapan bir arkadaşım telefon kısa mesajında aynen şunları yazmıştı: “Halkın infialini duymuş. Çok içten geldi. İdealizmi yeniden canlandırdı. Tüylerim diken diken oldu heyecandan. Düzgün, içten, samimi bir adam.”
Kılıçdaroğlu’nun CHP’de yeni dönemi duyuran konuşmasının en önemli yanı, ağırlığı işçilere, işsizlere, emeklilere veren, sosyal haklara, yoksullukla mücadeleye veren bakışı oldu.
Kürsüye ‘Başbakan Kemal’ sloganları altında çıkan Kılıçdaroğlu, konuşmasına çarpıcı bir cümleyle başladı:
“Geliyoruz, iktidara geliyoruz.”
CHP’lilerin duymak istediği ses tam olarak buydu. Devamı da değişik geldi.
Kılıçdaroğlu, belki AK Partililerin hoşuna daha çok gidecek şekilde konuşmasını laiklik-Silivri eksenine oturtacak yerde, ‘Emeğin başkenti Zonguldak’tan’ girdi, işsizlikten, artan yoksulluktan, emeklilerden, esnaftan çıktı.
AK Parti’nin mağdur edebiyatı yapıyor olmasının, iktidardayken zenginleşmeleriyle ‘yedi yıldızlı otellerde tatil’, ‘beş yıldızlı otellerde düğün’ yapıyor olmalarıyla çeliştiğini anlattı.
Buna karşın, ‘İktidarımızda Özel Yetkili Mahkemeler kalkacak’ gibi özgürlükçü mesajlar da vermekten geri durmadı.
CHP tabanının ‘Faşizme geçit yok’, ‘Halkın devrimcisi olacağız, çünkü halk için çalışacağız’ gibi sloganlara ne kadar susamış olduğu, bu sözleri ettiğinde salondaki ve dışarıdaki binlerce insanın verdiği çoşkulu tepkiden belliydi.
Özetle, Kılıçdaroğlu konuşmasıyla en çok bundan böyle yüzünü daha çok halka dönen bir CHP’ye dönüş yapıldığını anlatmak istedi. Bu mesaj da kitle tarafından aynen böyle alındı ve benimsendi.

Psikolojik kırılmaya doğru
Kılıçdaroğlu dün yapılan TOBB Kongresi’ne gönderme yapmayı da ihmal etmedi. Rifat Hisarcıklıoğlu’nun geçen yıl Başbakan Tayyip Erdoğan’a, Türkiye otobüs üretirken Yunanistan bu otobüsleri satın alırken biz neden dışarıdan ve daha pahalıya otobüs alıyoruz’ demesini hatırlatırken, Türk sanayicisine de sahip çıkmak istediğini göstermeye çalıştı.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın TOBB konuşması başladıktan bir süre sonra yalnızca başında vefakâr eski danışmanı Akif Beki’nin bulunduğu Kanal 24 tarafından canlı verilmeye devam etti. TRT dahil bütün televizyon kanalları, asıl haberin olduğu yere, CHP Kurultayı’na bağlanmışlardı. (Bu arada TRT’nin Kurultay’da nesnel habercilik yaptığını ve bu Kurultay’ın belki de TRT ile CHP arasındaki buzların erimesine vesile olacağını bir kenara kaydetmek lazım.)
Bir de bu ‘Recep’ meslesi var. Başbakanın ismi, malum, Recep Tayyip Erdoğan. Alışkanlıkla da son 7 küsur yıldır Tayyip Erdoğan deniyor. Kılıçdaroğlu, konuşmasına ‘Recep bey’ ile başladı, baktı bu söylem salonda kıkırdamalara yol açıyor, ikide bir sözü Recep bey’e getirmeye başladı. Karizması yok diye eleştirilen Kemal Kılıçdaroğlu, kısa sürede yıllanmış hatipler gibi bu ‘Recep bey’ ile Kurultay izleyicisinin dikkatini istediği gibi yönlendirmeye başladı.
İyi metin yazarlarıyla, Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a yalnız siyasette değil, hitabette de dişli bir rakip olabilir.

Değişim vitrinde kalmayacaksa
CHP 33’üncü Kurultayı ile bir dönüşüm gerçekleştirdi. Deniz Baykal’ın gidişi son derece kötü bir olayla oldu, ama bu musibetten CHP adına bir hayır doğdu, dünkü Kurultay’a bakılacak olursa. Bir hafta önce Ankara’ya gelmeyi düşünmediğini söyleyen, Kars’tan Muğla’ya, Kahramanmaraş’tan Samsun’a pek çok partili ile konuştum; Kurultay salonuna girememiş, dışarıda yağmur altında içeride yapılan konuşmaları ekrandan dinliyorlardı.
CHP en son 6 Mayıs 1972’deki Kongre’de Bülent Ecevit’in genel başkanlığı efsanevi İsmet İnönü’den almasıyla köklü bir dönüşüm yaşamıştı. Değişimin sebebi, CHP’nin 12 Mart 1971 askeri darbesine karşı tavır almamış olmasıydı.CHP tabanı, bürokratik bir devletçilik anlayışına giren CHP yönetimine ince ayar vermiş, halkçı ve sosyal demokrat, ya da daha sevilen deyimle, demokratik sol çizgiye çekmişti.
Dünkü Kongre de acaba böyle bir ince ayar mı? CHP tabanının partiyi bürokratik, devletçi olmaktan çok, halkçı ve demokratik sol çizgide görmek isteyerek verdiği bir ayar mı?
Her halükârda dün yalnız CHP’ye değil, Türk siyasetine yeni bir hareket geldiği görüldü.


SEVİLAY YÜKSELİR / SABAH
Gürsel Tekin, Kılıçdaroğlu'nun konuşmasını neden beğenmedi?

"Tayyip Erdoğan gibi güçlü bir hatip değil o" diyorsanız kabulümdür.
"Belagat kültürü Deniz Baykal'ınki ile kıyaslanamayacak kadar zayıf!" diyorsanız yine başım üzerinde yeri vardır.
Ama, "Konuşması çok kötüydü! Gandi Kemal beklentilerimi boşa çıkarttı. Bu kadar içeriği zayıf bir konuşma beklemiyordum!" diyorsanız, işte orada, "Hooppp bir saniye arkadaşlar" demek zorunda kalırım sizlere sevgili okurlar.
Bir kere baştan söylemeliyim ki, topu topu 1 hafta evvel Türkiye'nin en köklü partisinin genel başkanlığına aday olmaya karar vermiş kürsü acemisi bir siyasi var karşımızda.
Ayrıca, bu adam için hepimiz geçen yıl televizyonlardaki düellolarda gösterdiği sabır ve sükûnet karşısında, hep bir ağızdan, "Yahu bu Kılıçdaroğlu sinirlerini filan mı aldırmış acaba?" demez miydik birbirimize?
Şaşırmadık mı hep usta polemikçi Melih Gökçek'in karşısında sergilediği o daimi dingin ve yumuşak haline?
Ee öyleyse?
Neden ondan, kütür kütür konuşan, yumruk sallayan, konuştukça coşan, coştukça gaza gelen bir rol sergilemesini bekledik ki dünkü kurultayda?
Şahsen ben zaten böyle bir beklenti içinde değildim. Onun için hiç şaşırmadım. Tek şaşırdığım şey, dünkü konuşmasındaki heyecanı ve konuşması esnasında ara ara sesini yükseltiş biçimiydi.
Konuşmasının içeriğine gelince...
Kimine göre dolu doluydu... Mesela partinin eski genel başkanı Altan Öymen şöyle yorumladı Kılıçdaroğlu'nun 33. Kurultay seslenişini; "Mükemmeldi. Beni çok etkiledi. Çiftçiden işçiye, sanayiciden balıkçıya, herkese selam çaktı Kemal. Cumhuriyetçilik, laiklik üzerinde fazla durmamış olması, özellikle işsizlik, yoksulluk ve eşitsizlik konularında yoğunlaşması çok yerindeydi. Dili çok yalındı. Her kesimin anlayabileceği bir üslup kullandı!"
Ancak buna mukabil, Kılıçdaroğlu kurultay salonunda konuşmasını yaparken, salonun tam karşısındaki Radisson SAS Otel'in lobisinde karşılaştığımız İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin ilginç ve beni çok şaşırtan bir yorumda bulundu. "Kötüydü! Çok kötüydü hem de! Çünkü bu konuşma metnini ben kaleme almadım. Benim hazırladığım konuşma metni dün gece yarısı operasyonu ile değiştirilmiş birileri tarafından. Benim hazırladığım metinde iktidarı hedef alan konuşmalar ve Başbakan'ı hedef alan polemikler yoktu! Muhalefetin m'si yoktu! CHP'nin değişen vizyonunu, bundan sonra yapacaklarımızı anlatan konular vardı sadece. Üzgünüm ama ben de sizlerle birlikte ilk kez dinliyorum bu konuşmayı. Şaşkınlık içindeyim. Ne yazık ki kötü bir metin" deyip, sonuna da,
"Ne yazık ki medya Kılıçdaroğlu'nu yanlış yönlendirdi!" dipnotunu ekleyince bu sohbete tanık olan Milliyet Yazarı Serpil Yılmaz, Taraf'tan Star Gazetesi'ne henüz transfer olan Elif Çakır'la hep beraber atladık üzerine... "Ne demek medya yanlış yönlendirdi Gürsel Bey? Nasıl yani, bu konuşmanın metnini medyadan birileri mi hazırladı yoksa?" deyip, son cümlesinin kodlarını çözmeye çalıştık ama maalesef pek bir bozuk ve mutsuz hal içinde olduğunu hissettiğimiz Tekin, tüm ısrarımıza rağmen sorularımız cevapsız bırakıp ortamdan kaçmayı yeğledi.
O gittikten sonra biz üç kadın gazeteci aramızda başladık Gürsel Tekin'in hepimizi şoke eden bu yorumunu yorumlamaya...
Elif'in, "Dakika bir, gol bir arkadaşlar! Kusura bakmayın ama daha tam birleşmeden, bölündü sizin bu CHP'liler!" şeklindeki esprili tespiti üzerine Serpil, "Ben anlamadım. Böyle bir günde, böyle bir ortamda... Üç gazeteciye nasıl böyle bir yorum yapar bir il başkanı? Kılıçdaroğlu salonda tarihi konuşmasını yaparken Tekin neden bir otel odasında acaba? Hem sonra ne demek 'Muhalefet yapmamalıydı konuşmasında'. Sadece parti içi meseleleri anlatmalıydı! Muhalefet yapmayacaksa bu adam neden genel başkanlığa aday? Anlaşılmaz. Cidden anlaşılmaz" diyerek sorgulamaya başladı.
Baktım ki bizim kızların kafası pek bir karıştı. Ben de sırf bu kafa karışıklığını gidermek adına son noktayı koydum.
"Bence Gürsel Tekin'in tek derdi bu konuşma değil arkadaşlar! Belli ki başka dertleri de var. Belki yarın oylanacak parti meclisi listesi nedeniyle aralarında anlaşmazlık çıkmıştır. Belki de Kılıçdaroğlu İstanbul seçimlerinde yanından ayırmadığı Tekin'in Ankara'ya tayin isteğine karşı çıkmış ve 'Sen İstanbul'da kalmaya devam et Gürselcim!' demiştir. Belki de başka bir şeydir! Ama emin olunuz ki onun bu kadar bozuk olmasının altında yatan asıl sebep Kılıçdaroğlu'nun bugünkü konuşması değildir!"


MELİH AŞIK / MİLLİYET
AKP’nin “kader”i

Recep Bey (Kemal Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle) Recep Bey olalı böyle muhalefet görmedi, böylesi laflar işitmedi...
Baykal daha öfkeli konuşurdu, daha uzun cümleler yapardı. Kemal Bey daha kısa ama vurucu sözlerle nokta atışı yaptı. “Sakin Güç” lakabını hak eden yumuşak ama kararlı ve çetin bir üslupla Recep Bey’i hassas yerlerinden vurdu...
Kurultay salonuna dün büyük eziyetler çekerek girmiştik. Salona ve bahçesine giren partililerin anasından emdiği süt burnundan geldi. Ne var ki, Kemal Bey’in konuşması çekilen eziyeti aldı götürdü.
Kemal Bey’in ana sloganı kısa ama vurucuydu:
“Hedefimiz iktidar...”
Partililerin ellerindeki tabelalarda en çok şu ibareye rastlanıyordu:
“Hedefimiz iktidar, önderimiz Kemal”
Her muhalefet partisinin doğal hedefi iktidardır. Ama Baykal döneminde CHP bu duyguyu seçmenine hemen hiç vermedi.
Baykal’ın ağzından “İktidara geldiğimizde” diye başlayan bir cümle hemen hiç duyulmadı.
Şimdi bütün atışlar iktidar hedefine yönelik.
O yüzden CHP’de Kemal Bey’le birlikte sele dönüşen mutluluk çok farklı... Umutlar sağlam temele dayanıyor.
Kılıçdaroğlu konuşmalarında şu cümlenin altını mutlaka çiziyor:
- Yalnızca eleştirmeyeceğiz aynı zamanda o konuda CHP’nin politikalarını da anlatacağız...
İktidara yürüyen partide temel mesele de bu olmalı...
CHP o politikaları saptamak için en kısa zamanda bir program kurultayı düzenlemeli.
CHP’nin ciddi iktidar alternatifi olması sanırız AKP’de de ciddi toparlanma yaratacaktır. Sanırız ve umarız... AKP bundan böyle daha sosyal ve daha demokrat olmaya özen gösterecektir.
NOT: Şu kaset komplosunu kimler düzenledi? AKP’liler de çok merak ediyor olmalı...


DERYA SAZAK / MİLLİYET
Geleceğe dönüş

CHP kurultayı 1200 delegenin önermesiyle yeni genel başkanını seçti; ‘muhalefet yorgunu’ partinin ‘iktidar koşusu’ Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde başlıyor.
‘Kral öldü yaşasın kral’
Bir kaset darbesiyle devrilen Baykal’ın yerine Kılıçdaroğlu geçti.
Tartışmasız, kavga gürültüsüz, bölünme olmaksızın.

Atatürk Spor Salonu’nu ve çevresini dolduran kalabalık böylesine coşku ve heyecanı uzun yıllardır yaşamamıştı.
Sanki 1970’lerin ‘CHP ruhu’ canlanmıştı. Bu nostalji, sadece “Bu ülkede namuslular en az namussuzlar kadar cesur olmalıdır” diyen pankartlara yansımamıştı; Rahşan Ecevit’in salondaki varlığından ‘Ecevit mavisi’ gömleğine dek her şey Kemal Bey liderliğindeki CHP’nin ‘geleceğe dönüş’ iddiasını ateşler nitelikteydi.
‘Sakin güç’ diye takdim edilen Kemal Bey, Baykal’ı aratmayacak tansiyonda bir konuşma yaparken, ‘hiç de fena bir hatip olmadığını’ gösterdi. ‘Recep Bey’ diyerek Başbakan’a yaptığı sataşmalar da, salonun tepkisini hükümete yönlendirmeye dönük taktik paslar oldu. Salon, “Hesap soracağız” diye ayağa kalktı.
Laiklikten, cumhuriyet ilkelerinden, Atatürkçülükten söz etmedi Kılıçdaroğlu.
CHP yönetiminin onca zamandır eleştirildiğinin aksine ‘rejim savunusuna’ girmedi, Ecevit’e 1973-77 seçimlerini kazandıran ‘bozuk düzen’in ve AKP iktidarının üzerine gitti.
Yoksulluktan, yolsuzluklardan, işsizlikten söz etti. Aç yatan çocuklardan, “Onlar bizim aşımıza ekmeğimize göz dikenlerdir, tanı bunları Adiloş Bebe” diyen Ahmet Arif’ten, “Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine yaşayacağız” diyen Nazım Hikmet’ten alıntılar yaptı.
‘Sola özlem vardı’ salonda.
İnsana vurgu yapıyordu Kemal Bey, Güneydoğu’ya uzanırken, “siyasetin odağına etnik kimlik ve inançları koyan anlayış yerine ayrışmayı değil, birlikte yaşamayı, barış ve kardeşliği esas alan, insanı baş tacı yapan bir yaklaşım”dan söz ediyordu. Kürt sorununa açık bir vurgu yapmıyor ve genel mesajlarda yetiniyordu.
Parti içi demokrasi ve seçim barajının düşürülmesi konusunda ise net konuştu.
Dokunulmazlığın kaldırılacağını söyledi. AKP’nin ‘korku imparatorluğu’nun son bulacağı, demokrasi çıtasının yükseleceği bir anayasadan yana olduklarını savunurken, ‘faşizme geçit vermeyeceklerini’ belirtti.
İktidara yüklendikçe, ‘Recep Bey’ dedikçe salondaki coşku arttı.
CHP’nin Kılıçdaroğlu yönetimindeki ‘yol haritası’ da ortaya çıkmış oldu.
Seçime dek Türkiye’nin ‘reel sorunları’ üzerinden siyaset yapacak. Ekonomik ve sosyal sorunları, geniş kitlelerin geçim derdini, işsiz gençlerin, işçi ve memurların, emeklilerin, çiftçinin esnafın dertlerini dile getirecek.
Çözümler önerecek.
CHP bu umudu topluma verebilirse ‘iktidar koşusu’nda AKP ile yarışabilir.


HİKMET BİLÂ / VATAN
“Gandi” değil “Kemal”miş

Nasıl olduysa oldu... Birkaç gün içinde CHP bambaşka bir siyasal parti oldu. Baykal mı döner, yoksa başka aday ya da adaylar mı çıkar belirsizliği, bir günde yerini büyük bir Kemal Kılıçdaroğlu fırtınasına bıraktı.
Dünkü kurultayda yaşananları tekrar etmeye gerek yok sanırım. Hemen hemen bütün televizyon kanalları olup-biteni dakika dakika, saniye saniye aktardılar. Az görülen bir coşku seli kurultay salonundan çıktı, bütün Türkiye’ye yayılmaya başladı.
Bu coşkunun, bu fırtınanın, bu selin enerjisiyle meydanlara çıkacak bir Kemal Kılıçdaroğlu’nun, sadece CHP’yi değil, “Adam gibi bir Türkiye” özlemi duyan tüm kesimleri ateşleyeceğine kuşku yok.
“Tüm ülkeyi dolaşacağım” diyen, başlayan siyasal harekete “büyük yürüyüş” adını veren Kılıçdaroğlu da bu gerçeğin farkında. Bu yürüyüş ne kadar erken başlarsa o kadar çok yol alır. Yoluna taş koymak isteyenler de yaya kalır.
Dünkü kurultayda ortaya çıkan hava, AKP iktidarına karşı, AKP’nin belirlediği kulvarda muhalefet eden, AKP’nin çizdiği gündemin dışına çıkamayan bir CHP değil, iktidar olma iddiasına ulaşmış bir CHP görüntüsüydü.
CHP’nin, bundan sonra küskünlerle barışması, buruklarla kucaklaşması, bu süreci daha da hızlandıracak, hatta çaresizlikten sağa kaymış yurttaşları da yeniden kazanacaktır. Kurultayın ilk gününde bu yönde de olumlu adımlar atıldığını gördük. Rahşan Ecevit ve arkadaşlarının CHP kurultayında bulunmaları, sembolik de olsa bu açıdan önemli bir olaydır. Kılıçdaroğlu’nun, Rahşan Hanım’a giderek, onun yanına oturarak gösterdiği saygılı davranışın yarattığı duygusal havanın altını çizmek gerek.
Bu kurultayın solda birlik için de çok önemli bir adım olduğunu söyleyebiliriz.
Evet, CHP yelpazeyi daha geniş açmalıdır, ama öyle Mevlana gibi “Kim olursan ol gel” zihniyetiyle değil. “Majestelerinin muhalefeti”ni yaratmaya ant içmiş siyaset tüccarlarının herhalde yeni CHP’de yeri olmasa gerek.
Kılıçdaroğlu, dün bu gerçeğin de bilincinde olduğunu gösterdi.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultay konuşması ancak bir sözcükle, “mükemmel” sözcüğüyle tanımlanabilir. Daha başında Deniz Baykal’a sahip çıkması takdire değerdi. Kılıçdaroğlu bir “halk adamı” olarak biliniyordu ve tam bir “halk adamı” gibi konuştu. Süslü cümlelerle değil, halkın diliyle konuştu. Somut, samimi, sade konuştu, net konuştu. İşsizliği, yoksulluğu, bu acıları yaşayan insanların diliyle, duygularıyla anlattı. Çözümü, onların özlemleriyle dile getirdi.
CHP’lilerin bir umuda ihtiyacı vardı; Kılıçdaroğlu o umudu verdi.
Sakinliği, alçakgönüllülüğü, fiziksel yapısı nedeniyle Hint lider Gandi’ye benzetilmesindeki sevimliliği konu alan, ama abartılmaması gerektiğini savunan, “Gandi’liğin fazlası zarardır” diye bir yazı yazmayı düşünüyordum ki...
Kurultayın havasını gördükten ve Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını dinledikten sonra vazgeçtim. “Bizim Gandi”nin, Hint Gandi’ye hiç de benzemediğini, hiç de öyle “Kuzu Gandi” olmadığını, olmayacağını anladım.
Yanağını uzatan değil, yeri geldiğinde yumruğunu kaldıran bir Gandi vardı dün.
Gümbür gümbür kurulan bir partiye de kuzu kuzu bir genel başkan olamazdı herhalde...
Genel başkanlıktan “lider”liğe yürüyebileceğini de gösterdi Kılıçdaroğlu...
Dün Kılıçdaroğlu’yla başlayan “yürüyüş”ün hedefine ulaşması için bugün atılacak adım da çok önemli. Bugün CHP’nin parti meclisi belirlenecek. Yeni genel başkanla, yeni bir ruh ve enerjiyle yola çıkarken CHP kadrolarının aynı dinamizme sahip olması gerekir. Kılıçdaroğlu’nun yanında, onun enerjisini ikiye katlayacak insanlar gerekir.
Kurultayın ikinci günü, birinci gününü gölgelememeli...

habertürk