Türkiye ile ilgi belgelerinin tüm detayları

Wikileaks internet sitesi tarafından yayınlanan gizli belgeler tüm dünyayı sarstı. Wikileaks'in yayımladığı ilk parti belgeler içinde Türkiye ile ilgili neler var. İşte o gizli belgelerin Türkiye ile ilgili olan tam metni..

TARİH: 30 Aralık 2004
BELGE NO: 04ANKARA7211
GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği
SINIFLANDIRMA: Secret

KONU:
İktidardaki iki yılın ardından Erdoğan ve AK Parti: Kendilerine, Türkiye'ye ve Avrupa'ya hakim olmaya çalışıyor

Özet: Şu anda yaşayabilir bir alternatif olmaması ve siyaset sahnesine hakim olan hantallık nedeniyle Başbakan Erdoğan ve partisi Ak Parti iktidara güçlü bir şekilde hakim olmuş görünüyor. Yine de açık bir toplumun temel ilkelerini başarılı bir şekilde kucaklamak, AB uyumunu devam ettirmek ve ABD'nin temel çıkarlarıyla uyumlu dış politika uygulamak istiyorlarsa Erdoğan ve partisinin önünde devasa zorluklar bulunuyor.

Erdoğan, yarı profesyonel bir futbol oyuncusu çalımıyla ve yalaka danışman grubuyla 16-17 Aralık'ta AB'nin iktidar koridorlarında yürürken, Avrupa’da yılın lideri olmaya güçlü bir aday gibi görünüyordu. Önümüzdeki 10 yıl içinde hesaba katılması gereken bölgesel bir lider, Türkiye'nin AB ile katılım müzakerelerini sağlayan, Türkiye'nin 30 yıldır donmuş durumda olan Kıbrıs politikasını kıran, parlamentodan insan hakları alanında önemli reformların geçmesini sağlayan isim. Bir yandan oldukça güçlü bir hitabete sahipken, diğer yandan da halk arasında oldukça tutulan kurban rolünü oynayabiliyor.

Özetle, Erdoğan yenilemez görülüyor. Peki öyle mi? ABD ile ilişkilerde Türk tarafından gelmesi gereken liderliği ve ivmeyi vermek istiyor mu?

Erdoğan, Parlamento'nun üçte ikisine sahip. Siyaset sahnesinde güçlü bir hitabeti olan ve ülkenin çoğunluğunun yaşadığı orta bölgelerdeki sosyal sorunlara parmak basan Erdoğan'a ciddi bir alternatif bulunmuyor. Bu etkenler öngörülebilir bir zaman içerisinde de devam edecek gibi görünüyor.

Yine de Erdoğan ve AKP, üç alanda önemli siyasi zorluklarla karşı karşıya: dış politika (AB, Irak, Kıbrıs); kaliteli ve sürdürülebilir liderlik ve yönetim; ve dünyayla daha geniş bir şekilde entegre olmuş açık ve refah düzeyi yüksek bir toplumun oluşturulması konusundaki temel soruların çözülmesi (dinin yeri, kimlik ve tarih, hukukun üstünlüğü)

AB

Erdoğan siyasi olarak ayakta kalabilmesini AB'den müzakere tarihi almaya bağladı. Ancak AB'den tarih almanın yarattığı heyecanın 48 saat içinde sönmesiyle Erdoğan'ın siyaseten hayatta kalma mücadelesi ve önündeki görevlerin de zorluğu iyice ortaya çıktı.

Bizim için asıl önemli olan birçok kontağımızın bize Türkiye'de AB'nin kabul etmeyeceğine yönelik kuşkular nedeniyle AB'ye katılımla ilgili kendine güven eksikliği bulunduğunu söylemesi.

AKP içindeki hava da daha parlak değil. Dışişleri Bakanı Gül'ün danışmanlarından birisi İngiliz bir diplomata 17 Aralık'a giden süreçte AB'nin tutarsızlığının Türkiye'nin duygularını ne kadar incittiğini aktarmış. Gül, Zirve öncesi süreçte kamuoyu önünde Erdoğan'a göre daha sert bir tutum takındı. Akşam'ın Ankara büro şefi Nuray Başaran'a göre, Brüksel'de Erdoğan ile Gül arasında gözle görülür bir gerilim vardı. Başaran ayrıca, 17 Aralık'ta görüşmeler tıkanmaya doğru gittiği sırada Erdoğan'ın danışmanlarına Putin'in danışmanlarından telefon geldiğini ve Türkiye'nin masadan kalkmasını önerdiklerini söyledi. Başaran'a göre, bazı danışmanları da Erdoğan'a benzer tavsiyelerde bulundu.

AKP'nin parti içinde tutarlılığının ve şeffaflığının olmaması, AB üyeliğini isteme konusunda da muğlak ve karışık bir tavrın ortaya çıkmasına neden oluyor. Bazıları, bu süreci Türk ordusunu ve kuru Kemalizm'in "laiklik" artıklarını dışlamanın bir yolu olarak görüyor. Türk İslam sentezinin savunucuları arasında çok nadir olarak açıkça konuşulan ancak genel olarak inanılan bir olgudan bahsedildiğini de gördük. AKP'nin ana düşünce kuruluşunun toplantısındaki bir katılımcı, Türkiye'nin rolünün İslam’ı Avrupa'ya yaymak, "Endülüs'ü geri almak ve 1683 Viyana kuşatmasındaki yenilginin intikamını almak" olduğunu söyledi.

Bu düşünce tarzı, Dışişleri Bakanı Gül ve çalışma arkadaşı Başbakan'ın dış politika baş danışmanı Ahmet Davutoğlu'nun politikalarının arkasındaki mantıkla paralellik taşıyor. AKP'nin daha dindar olan kanadı ise AB'yi bir Hıristiyan Kulübü olarak görüyor. AKP'nin önde gelen isimlerinden Sadullah Ergin'in kısa bir süre önce bize itiraf ettiği gibi, "Eğer AB evet derse kısa bir ümit doğurur. Ancak AKP için esas zor süreç ondan sonra başlar. Eğer AB hayır derse o zaman işin başında zorluk olur ama uzun vadede her şey bizim için daha kolay olur.”

Diğer yandan hükümetin AB uyum sürecinde bakanlıklara İngilizce veya diğer AB dillerini bilen elemanlar aldığı bildiriliyor. Eğer hükümet, AKP'nin kamuya eleman alımında hakim olan "bizden birisi" yani Sünni cemaatlerden ve yakın çevreden gelenleri alırsa yeterlilik konusunda sorun çıkabilir. Eğer yeterlilik kıstasına göre eleman alımı yaparsa o zaman yeni işe girenler AKP'nin daha önce işe aldığı kişilere karşı tepki duyabilirler.

AKP liderliği ve yönetimi hakkındaki sorular

Erdoğan'ın ve AKP'nin adil ve uzun süreli reformlar gerçekleştirmesini veya ABD için önem taşıyan konularda zamanında ve olumlu karar alabilmesini olumsuz etkileyen bazı etkenler varlığını sürdürüyor.

Bunlardan ilki Erdoğan'ın karakteri. Anadolu'da yaptığımız temaslarda, Erdoğan'ın mutlak güç ve gücün maddi çıkarlarına duyduğu açlığın halk arasındaki popülaritesini etkilemeye başladığını gördük.

Parti içinde ise Erdoğan'ın güce duyduğu iştah, sert bir otoriter tarz ve diğerlerine karşı derin bir güvensizlik olarak kendini gösteriyor. Erdoğan ve eşi Emine'nin eski bir dini danışmanı, "Tayyip Bey Allah'a inanır ama güvenmez" dedi.

Kendisini dalkavuk (ama kibirli) danışmanlardan oluşan demir bir halkayla çeviren Erdoğan, kendisini izole ettiği için güvenilir bilgi alamıyor ve ABD'nin Tel Afer, Felluce ve diğer yerlerdeki operasyonlarının bağlamını ve hakikatlerini göremiyor. Erdoğan üzerinde İslamcı görüşün etkisini anlatmak için muhafazakar Savunma Bakanı Gönül, kısa bir süre önce bize Gül'ün yakın çalışma arkadaşı Davutoğlu'nu "aşırı tehlikeli" olarak tanımladı. Bakanlardan milletvekillerine ve partinin entellektüel isimlerine kadar AKP içindeki bütün kontaklarımız Erdoğan'ın diğer dış politika danışmanlarını (Cüneyd Zapsu, Egemen Bağış, Ömer Çelik, Mücahit Arslan ve özel kalem müdürü Hikmet Bulduk) yetersiz, bilgisiz ve yolsuzluğa karışmış olarak nitelendiriyor.

Erdoğan'ın pragmatik yaklaşımı kendisinin işine yarasa da vizyon eksikliği var. Kendisi ve Gül ile diğer üst düzey AKP yöneticileri de dahil olmak üzere AKP'deki danışmanları analitik derinlikten yoksun. Düşük kalitedeki istihbaratlara ve basındaki dezenformasyonlara güveniyor. Dar dünya görüşü ve Sünni kardeşlik ile cemaat geçmişinden gelen temkinli yaklaşımı nedeniyle halkla ilişkiler sorumluluklarını tam olarak yerine getiremiyor. Erdoğan (ve Gül de dahil olmak üzere etrafındakiler), hem içeride hem de dışarıda uyumlu ve uygulanabilir politikalar uygulamalarını engelleyen Sünni önyargılara ve duygusal tepkilere sahip.

2002 seçimlerinin kampanya döneminde AKP'ye en önemli mali desteği sağlayan İslami çevrelerde etkili işadamlarını kapsayan MÜSİAD'ın, Erdoğan'a yaklaşılamamasından rahatsızlık duyduğunu anlıyoruz.

Etkili İslami cemaat Fethullah Gülen içinden bize bilgi aktaran yayımcı Abdurrahman Çelik gibi söylediklerine bakarsak, AKP içinde (Adalet Bakanı Çiçek, Kültür Bakanı Mumcu ve yaklaşık 368 milletvekilinin 60-80'inin bağlı olduğu) temsilcisi bulunan cemaatin, Erdoğan ve AKP'ye yönelik ilk başta sürdürdüğü kararsız tutuma geri döndüğünü görüyoruz.

İkinci mesele AKP'nin koalisyon yapısı, Erdoğan'ın güvendiği bakan sayısının sınırlı olması ve başta Gül ve zaman zaman da Çiçek olmak üzere Erdoğan'ı zayıflatmak için bazı bakanların çaba göstermesi. AKP'de hiç kimse Erdoğan'ın halk arasındaki popülaritesine yaklaşamıyor. Ancak, Gül'ün AKP içinde ve hatta yabancı konuklara (örneğin İsrail Başbakan Yardımcısı Olmert) karşı Erdoğan'ın görüşlerini eleştirmeye hazır olması ve ABD'nin Irak politikasını ya da AB'nin Kıbrıs politikasını sert bir şekilde eleştirerek Erdoğan'ın manevra alanını daraltması, Erdoğan'ın sürekli olarak bir gözünün arkada kalmasına ve ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin iyi olmasına muhalif görüşler dile getirerek kendini ispatlamaya çalışmasına neden oluyor.

Üçüncü konu ise yolsuzluk. AKP, yolsuzluğu ortadan kaldırma sözü vererek iktidara geldi. AKP, yolsuzluğu ortadan kaldıracağını söyleyerek iktidara geldi. Ancak, AKP içinden giderek daha fazla sayıda kişi vize bakanların akrabaları arasında hem ulusal hem bölgesel hem de yerel düzeyde çıkar çatışmalarının ya da ciddi yolsuzlukların olduğunu söylüyor. İki kontağımızdan Erdoğan'ın İsviçre bankalarında sekiz hesabının olduğunu öğrendik. Erdoğan'ın zenginliğinin kaynağı için oğlunun düğününde takılan takılarını göstermesi ve bir Türk işadamının sadece fedakarlık amacıyla çocuklarının okul masraflarını karşıladığı yönündeki açıklamaları yavan kalıyor.

Bize verilen bilgilere göre yolsuzluğa bulaştıkları bilinen isimler arasında İçişleri Bakanı Abdullah Aksu, Dış Ticaret Bakanı Kürşad Tüzmen ve AKP İstanbul İl Başkanı Müezzinoğlu yer alıyor.

Dördüncü olarak da Erdoğan'ın ve AKP'nin bürokraside, partide ve partinin belediye başkanı adayları için belirlediği isimlerin düşük kaliteli olması. Savunma Bakanı Gönül, Gümrük Müsteşarı Nevzat Saygılıoğlu ve Orman eski Genel Müdürü Abdurrahman Sağkaya gibi üst düzey kariyerli görevliler, Ömer Çelik gibi yetersiz, önyargılı ve cahil isimlerin üst düzey görevlere getirilmesinden dolayı duydukları şaşkınlığı ve memnuniyetsizliği bize ilettiler.

İKİ BÜYÜK SORU

Türkiye'de yaşandığı biçimiyle İslam, zayıflamış, iki yüzlülükle delik deşik olmuş, diğer dinlerin Türkiye varlığına karşı bilgisiz ve hoşgörüsüz olmasının yanı sıra dini Batı karşıtı bir biçimde siyasileştirmek isteyenleri dışarıda bırakma yetisinden yoksun.

Bu sorun, Gül gibi siyasilerin İslam’ı siyasileştirmeye çalışma niyetleriyle birleşiyor. Türkiye, İslam’ın insancıl bir türünün buraya yerleşmesini sağlayana kadar, Türkiye'de İslam sorunlu bir savunma gücü, aşırı derecede iki yüzlü ve açık toplumun zorluklarıyla mücadele etmeye niyeti olmayan bir olgu olarak kalacak.

İkinci soru ise Türkiye'nin ve vatandaşlarının hem bu toprakların hem de bireylerin kendi tarihini aktarımıyla ilgili. Keskin tabulara, inkara, korkulara ve zorunlu büyük çarpıtmalara tabi olan tarih çalışmaları ve tarihle ilgili uygulamalar, eski bir Sovyet akademik şakasına benziyor: Üst düzey bir parti yetkilisi ideolojik konuşmasında tehditler savurduktan sonra, "Gelecek belirsiz. Değişen tek şey ise geçmiştir" der.

AKP içinden bazı isimler, sayıları yalnızca bir avuç olan dışarıdakilere tarihle ilgili tartışmalarda katılıyor ve bunlar ilham verici adımlar. Ancak ilerleyen süreçte eğitim sisteminin kapsamlı bir şekilde elden geçirilmesi, hukukun üstünlüğünün kabul edilmesi ve birey ile devlet arasındaki ilişkinin en temelden yeniden tanımlanması gerekiyor. Anadolulu büyük Alevi ozan Aşık Veysel'in dediği gibi bu, "uzun ince bir yol."

----ooo----

TARİH: 27 Şubat 2009
BELGE NO: 09ANKARA321
GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği
SINIFLANDIRMA: Confidential

KONU: İran'la yapılan anlaşmalar Başbakan Erdoğan'ın arkadaşlarına yarıyor

1. 22 Şubat tarihinde yerel basın organları Türkiye ve İran'ın İran'dan gaz çıkaracak ve bu gazı Türkiye'ye ve Avrupa'ya Türkiye'ye taşıyacak bir boru hattı inşa edecek bir ortak girişim şirketi kurduklarını bildirdi. Bu anlaşmayla ilgili bazı kişilerle konuştuk. BOTAŞ Başkanı Saltuk Düzyol, BOTAŞ'ın anlaşmanın bir parçası olmadığını ve bunun özel bir şirketle yapıldığını söyledi ancak şirketin adını vermedi.

Enerji Bakanı Güler'in danışmanlarından Musa Günaydın, konu hakkında bizimle konuşmak istemedi. Ancak xxxx daha açık davrandı. Türk şirketi SOM Petrol'ün İran'la kurulan ortak girişime girdiğini söyledi.

SOM Petrol'ün sahibi Sıtkı Ayan, Başbakan Erdoğan çok iyi arkadaşı. Her ikisi de İstanbul İmam Hatip okulunda okudu. Ayan, aralarında Mustafa Erdoğan (Başbakan'ın ağabeyi), Cihan Kamer ve Mücahit Aslan'ın da bulunduğu Erdoğan'ın yakın arkadaş çevresinde. Araştırmalarımıza göre, XXXX liman inşaatı, yakıt taşımacılığı ve diğer başka alanlarda faaliyet gösteriyor anca petrol ve gaz geliştirme için deneyimi yok.

2. 2007 yılında elektrik üretim ve ihracat şirketi Kartet, İran'ın devlet elektrik şirketi Tavanir ile bir anlaşma imzaladı. Kartet, elektrik ithalat lisansı almak için EPDK'ya başvurdu. Kasım 2007'de Erdoğan'ın arkadaşı Cihan Kamer'in sahip olduğu Savk Elektrik İran'dan elektrik ithal etmek için EPDK'dan lisans aldı.

Bununla birlikte Kartet, bu uzlaşmazlığı kamuoyuna taşıdı ve Savk'ın yaptığının etik dışı ve yasadışı olduğunu söyledi. Kartet İstanbul Yöneticisi Nuray Atacık, 27 Şubat'ta bize EPDK'nın hala Kartet'e yanıt vermediğini ve projeden vazgeçtiklerini söyledi. Ancak bize Savk'ın da projeyi gerçekleştiremediğini belirtti. Atacık, "İranlılar bizi istiyorlar, zorla kendilerine dayatılan bir şirketle iş yapmak istemiyorlar" dedi.

3. Yorum: Eğer doğruysa, Başbakan'ın İran'la gaz anlaşmasını SOM Petrol'ün yapması yönündeki ısrarı esasında anlaşmayla ilgili süreci de yavaşlatabilir. Savk Elektrik olayında da görüldüğü gibi İran, kendisine dayatılan iş ortaklarıyla çalışmak istemiyor. Projenin ağır işlemesinde anlaşmanın hukuki, düzenleyici ve ticari bir çerçevesinin olmaması ve İran'ın BOTAŞ'ın 26 Şubat'ta kendisine karşı kazandığı 750 milyon dolarlık tahkim davasına olası tepkisi (ancak bu miktarın İran tarafından kabul edilmesi gerekiyor) gibi diğer başka nedenler de mevcut. Yorumun sonu.

----ooo----

TARİH: 8 Haziran 2005
BELGE NO: 05ANKARA3199
GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği
SINIFLANDIRMA: Secret

KONU: Kabine değişikliği: Erdoğan'ın odağında Dışişleri Bakanı Gül var

ÖZET: Uzun zamandır hakkında kabinede değişiklik yapacağı söylentisi bulunan Erdoğan, ilk hamlesini aniden ve sınırlı biçimde yaptı. Ancak Erdoğan'ın gözü hala, parti içinde kendisine en büyük rakip olan Dışişleri bakanı Gül'ün etkisini yavaş yavaş azaltmak için ona yakın bakanların üzerinde olabilir.

Erdoğan ani bir hamle yaparak, 4 Haziran'daki mini Kabine değişikliğinde üç bakanın görevden alındığını açıkladı. Kabine değişikliği, Erdoğan'ın Mart 2003'te başbakanlık görevini, şimdi Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Abdullah Gül'den aldığından beri yoğun tartışma konusuydu. Erdoğan, Gül taraftarlarının Kabine'deki ağırlığına (bu değişiklik gerçekleşene kadar Erdoğan'ın Kabine'de iç politika desteği için sırtını dayayabileceği dört isim bulunuyordu) ve kendisine verilen yoğun desteğe rağmen uzun süre değişiklik yapmaktan kaçındı. Şubat 2005'te Turizm Bakanı Erkan Mumcu istifa ettiğinde, Erdoğan, onun yerine geçmesi için yarım kalan Devlet Bakanı Beşir Atalay ve nihai olarak da Atilla Koç için Gül'ün tercihlerine boyun eğmeyi sürdürdü.

Erdoğan şimdi ise bu kararsızlığını geride bırakmış görünüyor. Enerji Bakanı Hilmi Güler'in 6 Haziran'da yakın kaynaklarımızdan birine söylediğine göre, Erdoğan'ın bu kararı, Gül ve çevresindekilerin kendi politikalarına ne kadar zarar verdiğini anladıktan sonra verdi.

Nihayetinde görevden alınanlar yaptıkları işlerin yetersizliği ile bilinen üç bakan oldu. Bunlardan ilki Tarım ve Köy İşleri Bakanı Sami Güçlü. Gül'ün destekçisi olan Güçlü, ABD ile ilgili konularda ilerleme sağlanması konusunda engel teşkil ediyor.

İkincisi ise Bayındırlık Bakanı Zeki Ergezer. İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu'ya yakınlığıyla bilinen ve Gül ile de sıkı bağları olduğu belirtilen Ergezer, 'gavurlar' sözüyle tepki çekmişti. Yolsuzluk iddialarıyla da suçlanan Ergezer, Erdoğan'ın sözünü verdiği 15 bin kilometre uzunluğunda bölünmüş yol sözünü de yerine getirememişti. Ergezer'in, Fethullah Gülen'in önemli takipçilerinden Galip Demirel'in kızı Güldal Akşit'le de yakınlığı bulunuyor.

Erdoğan, Tarım Bakanlığı'na Diyarbakır milletvekili olan, bölgenin önde gelen ailelerinden birine ve Naksibendi Cemaati'ne mensup Mehmet Mehdi Eker'i getirdi.

Ak Parti'den ***** ve Büyükelçilik'in uzun süreden beri bağlantı halinde olduğu partiyle derin ilişkileri olan iki isim, Eker'i, Erdoğan'a yakın, dürüst ancak pasif biri olarak tanımlıyor.

Yeni Bayındırlık Bakanı Trabzon Milletvekili Faruk Nafiz Özak oldu. Trabzonlu bir müteahhit ve aynı zamanda Trabzonspor yönetiminde yer alan bir isim, Özak'ı, Milli Görüş hareketinin Sufi çizgisinden geldiğini ve kendisinin sessiz, mesafeli ve Erdoğan'a sadık biri olarak tanımlıyor...

İstanbul ikinci bölgeden meclise giren Nimet Çubukçu, yeni Kadından Sorumlu Devlet Bakanı oldu. Serbest avukat olarak görev yapan Çubukçu, son olarak İslamcı MÜSİAD'ı savundu.

Konusuna odaklanan ve oldukça azimli olan Çubukçu, aylar önce bize devlet bakanlığı pozisyonunu istediği konusuda ipuçları vermişti. Genel Başkan Yardımcısı, Şaban Dişli'nin 7 Haziran'da bize aktardığına göre, Çubukçu'nun, Başbakanın eşi Emine Hanım'la yakın ilişki kurması, seçilmesinde bu göreve seçilmesinde önemli rol oynamış...

Sami Güçlü'yü görevden alan ve ardından bu atamaları yapan Erdoğan, Gül'ün parti içindeki etkisini azaltmak niyetinde olduğunu açık şekilde gösterdi. Aksit ve Ergezen'i görevden alan ve Diyarbakır'da güçlü olan Eker'i atayan Erdoğan, bu şekilde ilmiği Abdulkadir Aksu'nun boynuna geçirdi. Bu hamle Eker'i, o bölgede nüfuzu bulunan İç İşleri Bakanı Aksu'nun en büyük rakibi haline getirdi.

Aksu, en son Hanefi Avcı'yı görevden alarak Erdoğan'ın isteklerini yerine getirmişti. Fethullah Gülen'i destekleyenlerin başında gelen ve emniyette organize suçlar biriminin başında olan Avcı, Ak Parti'nin kalbine giden yolsuzluk soruşturmaları sonuca ulaştırmaya çalışıyordu. Ancak, Erdoğan uzun süredir Aksu'nun, parti içinde hayal kırıklığına uğramış milletvekillerini de alıp partiden ayrılacağı şüphesiyle rahatsızlık duyuyordu. Aksu'nun Kürt'leri kayırması, eroin ticaretiyle ilişkisi olduğu iddiaları, genç kızlara olan bilinen ilgisi ve oğlunun mafya ile bağlantıları Kabine içinde onu zayıf halka haline getiriyordu. Erdoğan, devlet kurumlarının bu zayıf noktaları her an kullanabileceğini biliyordu.

Başbakan'ın danışmanlarından **** gibi kaynaklar, Erdoğan'ın Kabine'deki değişikliği kademeli olarak devam ettireceğini belirtiyor. Aksu'nun yanı sıra Erdoğan'ın odağında, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Bakanı Murat Başesgioğlu, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Çoşkun, Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Kürsad Tüzmen de bulunuyor. Eski bir aşırı milliyetçi ve MHP'li olan Tüzmen, Irak'la gıda karşılığı, petrol işlerine karıştı ve birçok kaynak tarafından her türlü rüşvete açık bir insan olarak tanımlanıyor.

Erdoğan, zaman içinde Gül'ün yakın destekçilerinden Devlet Bakanı Besir Atalay ve Adalet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek'i de görevlerinden almayı düşünebilir. Çiçek, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı için talebi olduğunu saklamamış ve Erdoğan'a saygısızlığını gizlememişti.

----ooo----

TARİH: 22 Ocak 2010
BELGE NO: 10STATE6451
GÖNDEREN MAKAM: Dışişleri Bakanlığı
SINIFLANDIRMA: Confidential

KONU:
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a suikast iddialarıyla ilgili bilgi talebi

1. Washington'daki analistler, iki yıldır süregelen Ergenekon soruşturması nedeniyle Türkiye'de ordu ile siviller arasında artan gerilimi yakından takip ediyor. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un 17 Aralık'ta yaptığı konuşmada üst düzey subaylar hakkında soruşturma yürütülmemesi konusunda hükümeti, gazetecileri ve yargı yetkililerini uyardı. Bu olaydan iki gün sonra, polis Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın önünde izleme yaptığı anlaşılan iki ordu mensubunu yakaladı ve bu olay özel güçlerin karargahının aranmasına ve diğer başka ordu mensuplarının tutuklanmasına neden oldu.

2. Bu izleme olayı, ardından gelen polis aramaları, ordu mensuplarının tutuklanması, ordu-polis ve asker-ordu ilişkilerinin durumu ve zaman ve kaynaklar el verdiği ölçüde bu ilişkilere ilişkin algılamalarla ilgili bilgi alabilirsek çok seviniriz. Bu bilgiler, politika yapıcıları durumdan haberdar etmek amacıyla yapılacak olan analitik üretimde kullanılacak.

A. Neden Arınç izleniyordu? Bu izleme talimatını kim verdi? Arama sırsında ne arandı ve ne bulundu? Soruşturmayı yürütenler belirli bir kanıtı mı arıyordu, yoksa genel bir arama mı yapılıyordu? Türk liderler bu olayları nasıl algıladı?

B. Sivil-asker ilişkilerinin durumu nedir?

C. Asker-polis ilişkilerinin durumu nedir? Son tutuklamalar, polis ile ordu arasında tansiyon yaşanmasına ya da var olan tansiyonun artmasına sebep oldu mu?

D. Adalet ve Kalkınma Partisi veya içinde unsurlar, bu olayı TSK'yı nihayet ehlileştirmenin bir yolu olarak mı görüyorlar yoksa Başbakan Tayyip Erdoğan bu gerilimi azaltmak ve TSK ile ilişkileri yumuşatmak mı istiyor?

3. Yukarıdaki soruların yanıtlarını içeren raporlamanın konu kısmında lütfen C-RE9-02710 kodunu yazınız.

Clinton

----ooo----

TARİH: 11 NİSAN 2008
BELGE NO: 08ANKARA691
GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği
SINIFLANDIRMA: Confidential

KONU: Ak Parti’nin kapatılacağına yönelik iddialar ve ABD’nin duruşu

ÖZET: Türkiye’nin iktidar partisi Ak Parti’ye yönelik kapatma davası, bu ülkenin geleceği için bir darbedir. Dava, Türkiye’nin hükümetinin yapısına, popüler demokrasinin erişim alanına ve dinin toplum üzerindeki rolüne yönelik çözümlenmemiş tartışmaları yansıtıyor. Bu durum, aynı zamanda geçen Temmuz ayında yeniden göreve gelen Başbakan Erdoğan’ın geçen dokuz aylık süreçte sergilediği başarısız liderlikten kaynaklanıyor. Sonucun ne olacağı belirsiz olsa da burada yaşanan kriz, kusursuz ve darmadağın olmasa da kendine özgün bir işleyiş tarzı olan Türk demokrasisi çerçevesinde değerlendirilmeli.

ABD öncelikleri, ortak çıkarlarımız üzerine bu ülkeyle birlikte çalışabilmemizi ve bu ülkenin demokratik sürecini geniş çapta desteklememizi gerektiriyor. Yine de Türkiye politikaları üzerine fikir beyan etmekten kaçınmalıyız. Bu yaklaşımla, şu anda Türkiye’de ülkenin geleceğine yönelik yapılan ve demokrasinin olgunlaşması için hayati önem taşıyan şiddetli ve tarihi tartışmalara saygı duyarız.

KAPATMA DAVASI İMALARI

Ak Parti’nin kapatma davasına yönelik farklı bakış açıları var. Bunlardan ilkinde, niyetlenilmiş anayasal bir darbe olarak bakılabileceği söylendi. Dava ilk olarak siyasi bir araç olarak kabul edildi. Partiyi ve 70’in üzerindeki liderleri siyasetten uzaklaştırmak için gazetelerde daha önce yayımlanan haberler kaynak gösterildi. En cesur iddialar arasında, Ak Parti’nin laikliği bitirme niyetinde olduğu vardı ve ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın ülkenin “ılımlı Müslüman” hükümetini ve Ak Parti’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya desteğini öven sözleri basın sık sık yer aldı.

Kapatma davasına yönelik diğer bir bakış açısıysa, davanın Türk demokrasi tarzıyla ne kadar uyuştuğunu sorguladı. Anayasa ve kanunlar, uzun bir süredir politikacıların yasaklanmasına ve partilerin kapatılmasına izin verdi. Bugüne kadar ülkede 26 tane siyasi parti suçlu bulunarak kapatıldı. Ak Parti, bu durumu ve Türklüğe hakareti kapsayan 301’inci madde gibi yasaları değiştirecek kadar uzun süredir görevde ama bunu yapmadı.

Her iki bakış açısının da gerçeklik payı var, özetle Başbakan Erdoğan’ın kötü tökezledi.

Davanın zayıf noktalarından biri, yıllar öncesinde yazılan bir anayasaya bağlantılı olarak parti kapatmanın çok daha zor olması. Erdoğan kendi başarısının büyüsüne kapılırsa, geçen Temmuz ayında kendi partisine karşı oy kullanan yüzde 53’lük oranı, onların çıkarlarını koruma konusunda ikna edemez. Erdoğan, yeniden göreve gelmesiyle birlikte kazandığı gücü, Avrupa Birliği’yle ilgili reformların devam ettirmek için kullanamadı. Bu reformlar, İslamlaşma ve iktidarın kısıtlanamayan yükselişine yönelik endişeleri bastırabilmek kullanılacak en uygun araçlardı. Erdoğan ise, Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) önderliğinde, uzun bir liste halinde bekleyen AB reformları öncesinde, türban yasağını gündeme getirdi.

Bu kısa vadeli popülist kazanç için Erdoğan, Türkiye’nin demokrasisini güçlendirecek daha geniş çaplı anayasa reform paketini feda etti. Bu ve benzeri diğer adımlar, Erdoğan’ın bugüne kadar attığı adımlara yönelik korkuların artmasına neden oldu.

Kapatma davasının Türkiye’deki demokrasi ve istikrar için büyük bir handikap.

Birçokları için, özellikle de Türkiye’nin gelişmekte olan orta sınıfını oluşturan görmezden gelen seçmenlere verilen mesaj, Türkiye demokrasisinin onların çıkarlarını koruyamayacak kadar zayıf olduğuydu. Bu mesaj hatta hala dışlanmaya devam eden Kürtler için çok daha büyük bir tehdit özelliği taşıyor.

Kapatma davasına çok daha geniş bir bakış açısıyla bakıldığında, bunun bir ölçüde seçilmeyen ve önem derecesi düşürülmüş bürokrasinin Erdoğan ve popüler demokrasiye karşı intikamı olarak kabul edilebilir.

Yaşanan değişikliklerin hiçbiri, Türkiye’nin ABD için tehlikeli bölgede oldukça önemli bir müttefik olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bununla birlikte, bazı yanlış adımlar atmış olsa da, Türkiye Müslüman ülkeler arasında en demokratik ve özgür ülke.

ABD’nin Türklerin kendi ülkelerinin geleceğine yönelik tartışmalara müdahale etmemesi gerekiyor. Müdahale, ABD’yi kendi çıkarına ters düşen bir şekilde etkisiz kılabilir ve ülkenin demokratik değerlerine zarar verebilir.

ABD’nin genel prensiplere bağlı kalıp, detayları Türklere bırakması gerekiyor. ABD’li yetkililerin atması gereken adımlar şöyle sıralanabilir.

* ABD’nin müttefiklik ve ortaklık tanımlamamıza uygun hareket ederek, demokratik kuruluşlarının, Türkiye’nin demokratik değerlere ve laiklik prensibine olan bağlılığının güçlü bir destekçisi olduğumuzu kanıtlamalıyız.
* Türk liderleri ve kuruluşları istikrarı güçlendirecek ve bölgede ve ülke içinde fikir birliği yaratacak pragmatik çözümler bulma konusunda teşvik etmeliyiz.
* Türkiye’nin AB üyesi olma hedefini ve yasal, siyasi ve ekonomik alanda gerçekleştirilecek reformları desteklemeliyiz.
* Irak, Afganistan, Kafkaslar ve Balkanlar konusunda ortak çıkarlar adına, terörizm, enerji güvenliği ve Kıbrıs sorunu ve bölgedeki diğer sorunlar konusunda Türkiye’yle çalışmaya hevesli olmalıyız.

----ooo----

TARİH: 27 EKİM 2010
BELGE NO: 09ANKARA1549
GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği
SINIFLANDIRMA: Confidential

KONU: İSRAİL BÜYÜKELÇİSİ SORUNLARININ KAYNAĞINI ERDOĞAN'A BAĞLADI


1.26 Ekim’de Büyükelçilikte yaptığı konuşmada, İsrail Büyükelçisi Gaby Levy, ülkesinin son dönemde Türkiye ile karşılıklı ilişkilerinin kötüleşmesine yönelik endişelerini dile getirdi ve ilişkinin kötüleşmesinde suçun çoğunlukla Başbakan Erdoğan’a ait olduğunu belirtti. Levy, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, ülkeyi ziyaret eden Çek Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı’yla kendisine “işlerin daha iyi olacağı” mesajını gönderdiğini belirtti. Davutoğlu aynı zamanda, üst düzey bir devlet memuru olan XXX’in kendisini Erdoğan’ın İsrail’e yönelik sert eleştirilerini yumuşatmasını istediğini söyledi.

Levy, Erdoğan sürekli olarak Gazze’deki insani durumla ilgili öfkeli açıklamalar yapmasının

iç siyaset malzemesi olduğunu da söyledi.

2. Levy, Erdoğan için arabulucu olarak gösteren siyasi değerlendirmeleri reddetti ve Başbakan’ın partisinin İsrail’e yönelik sert eleştirilerinden anketlerde net bir puan bile alamayacağını söyledi. Levy, aksine Erdoğan’ın sertliğini derinlerde olan bir duyguyla bağdaştırdı. “Erdoğan köktenci. Bizden dini açıdan nefret ediyor” dedi ve nefreti her geçen gün biraz daha yayıldığına dikkat çekti. Levy, Türk dış politikasında, İsrail karşıtı bir değişimin görüldüğüne dikkat çekti ve Türkiye hükümetinin Suriye ile ilişkilerini yeniden gözden geçirme kararı almasına ve Arap Birliği’nde gözlemci statüye sahip olma talebinde bulunmasını dile getirdi.

3. YORUM: Hem Türk hükümeti içinden hem de hükümet dışı bağlantılarla, Türkiye’nin İsrail’le kötüleşen ilişkileri üzerine yaptığımız tartışmalar, Levy’nin Erdoğan’a karşı nefretini doğrular nitelikteydi. XXX Erdoğan’ın İran ve Ortadoğu’a yönelik eğiliminin de bu konuya katkıda bulunan faktörler olduğunu söylese de İsrail’e yönelik antipati de ayrı bir faktör.

----ooo----

TARİH: 11 Ağustos 2006
BELGE NO: 06ANKARA4688
GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği
SINIFLANDIRMA: CONFIDENTIAL//NOFORN

KONU: Türkiye’nin dış politika yaşadığı bölünme, Başbakan’ın çemberi


1. Üst düzey Dışişleri Bakanlığı diplomatları ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın etrafındaki sıkı danışman çemberinin arasında uzun süreden beri yaşanan bölünme, son haftalarda belirgin bir şekilde büyüdü. Erdoğan’ın Ak Parti hükümeti altında yaşanan bu ayrılığının en büyük nedeni, hem Erdoğan’ın hem de Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, çok sayıda girişimin sorumluluğunu üstlenmek için hevesli olan Başbakanlık danışmanı Ahmet Davutoğlu’yla olan yakın bağı. Son zamanlarda, bu tür sıkıntılar kağıt üzerinde daha faza yer almaya başladı. Bu iç kavga, Türk hükümetinin dış politikada aldığı tüm adımları etkiliyor.

2. İyi eğitimli Türk diplomatlar, ABD ve Avrupa’ya neyin satılacağı konusunu iyi bilmelerine rağmen, iç politika söz konusu olduğunda aynısı geçerli değil. Erdoğan’ın, aralarında Davutoğlu ve parti genel başkan yardımcılarının da yer aldığı çekirdek danışmanları, seçim bölgelerinde neyin gideceğini çok iyi biliyor. Ancak, dünyanın nasıl işlemesi gerektiğine dair Türkiye ve İslam merkezli görüşleri, Ankara dışında politikanın nasıl uygulanacağı konusunda bir engel oluşturuyor.

3. (Gizli, yabancıların görmesi yasak) Erdoğan’ın danışmanlarının Dışişleri Bakanlığı’ndan kendisini ayrıştırması, yeni şanslar doğurabilir. Aynı zamanda, yanlış anlaşılmalar olması ve yanlış adımlar atılması olasılığını da artırıyor. Örneğin, Şubat 2006’da Hamas’ın Ankara’ya yaptığı ziyarette Dışişleri Bakanlığı karanlıkta kaldı. Hamas’ın ziyaretiyle ilgilenen AK Partililer, bunu son derece gelişigüzel ve koordinesiz bir şekilde gerçekleştirdi. Bilgilendirilmeyen Dışişleri Bakanlığı, bizimle ön değerlendirme yapma imkanı bulamadı. ABD’nin özellikle attığı geri adım, AKP’nin gerçekten geri adım atmasına neden oldu. Hamas ziyaretinin neden olduğu memnuniyetsizliğin nereden çıktığı ve nedenini üzerindeki kısıtlı anlayışı ortadan kaldırmak, haftalar, hatta aylar sürdü.

4. (Gizli, yabancıların görmesi yasak) Hamas ziyaretinin ardından ABD ve diğer bölgelerde olan AK Partililer için muhtemelen en şaşırtıcı olan şey, eğer biz PKK liderleriyle görüşmüş olsak, kendilerini nasıl hissedeceklerinin sorulmasıydı. Erdoğan’ın çemberi için, bu benzersiz bir durum değil: Onlar için, terörizm PKK ile bağlantılı. Erdoğan’ın hayırsever İslamcı arkadaşı El Kadı’nin terör finansmanından yer alabileceğini düşünmek, spesifik İslami grupların terörist olarak görmesi kadar zor. Hamas ve Hizbullah batı politikalarının ters gitmesinin bir sonucu; çaresiz insanların bir cevabı ancak gerçekte terörist değiller. Onlara bu insanlara mantıklı konuşmalarına izin verin, Türkiye’nin nüfuzunu ortaya çıkarın ve Hamas değişecektir. Bu, Türkiye’nin bölgedeki diğer çabalarında, İran ( Dışişleri Bakanı Manuşer Muttaki’nin Türkiye’deki görüşmelerinde, Erdoğan’ın uluslararası konferanslarda Ahmedinejad ile yaptığı temaslarda); Suriye; (Türkler Beşir Esad’ın Lübnan’dan asker çekilmesini sağlamak ve Hariri soruşturmasında payları olduğunu düşünüyor); Gazze Şeridi ve Lübnan’daki mevcut çatışmalarında açıkça görüldü.

5. (Gizli, yabancıların görmesi yasak) Erdoğan çemberiyle Dışişleri Bakanlığı arasındaki kopukluğa dair daha yakın zamanlı bir örnek, Davutoğlu’nun Temmuz’un ilk haftasında Şam’a yaptığı ve Esad’la yaptığı görüşmeyle ilgili. Bu görüşmede göz ardı edilen Dışişleri Bakanlığı çok öfkelendi (Şam elçileri, Davutoğlu Esad’la görüşürken dışarıda bekletildi).

6. İsrail-Lübnan krizinin büyümesiyle, Erdoğan’ın küçük çemberindeki gerilim de arttı. Erdoğan, liderliğini kullanmak yerine, popülist yeniden seçilme havası içinde, kamuoyu desteğine dayandı. Erdoğan, hiçbir zaman İsrail’e karşı olumlu eğilim göstermeyen ve savunuculuğunu yapmak istediği Sünni destekçilerine oynuyor. Bu kitleleri hedef alan erken sonuçlardan biri, 3 Ağustos’ta Kuala Lumpur’da düzenlenen, Erdoğan’ın Ahmedinmejad’la görüştüğü ve İsrail karşıtı sözlerde bulunduğu İslami Konferans Örgütü konsey toplantısı, ve Gül’ün aynı tarihte Washington Post’a verdiği açık yorumdu. Gül’ün açıklamaları Türk hükümetinin öfkesini olumsuz bir şekilde ortaya koydu ve Washington’daki üst düzey Türk diplomatları gafil avladı.

7. (Gizli, yabancıların görmesi yasak) Suç ortağı olsun olmasın (biz olduğuna inanıyoruz), Gül birtakım çabalarıyla adını kirletti. Dışişleri Bakanlığına yeniden ağırlık kazandırıp kazandırmamak konusunda karar vermeli.

Dışişleri Bakanlığı yetkililer özellikle Kıbrıs gibi titiz konularda hem devlet hem de orduyla bir köprü oluşturulmasında önemli rol üstlenebilir. Veya Başbakan’ın çemberiyle çalışmaya devam edebilirler.

----ooo----

TARİH: 04 Aralık 2009
BELGE NO: 09ISTANBUL440
GÖNDEREN MAKAM: ABD İstanbul Konsolosluğu
SINIFLANDIRMA: Confidential

KONU: Türkiye-İran İlişkileri: Motivasyonlar, Sınırlamalar, Sonuçlar

Özet: Türkiye’den ve İran’dan düşünce kuruluşları, iş dünyası temsilcileri ve siyasi aktivist kaynaklarla yaptığımız görüşmelerde şu konularda geniş bir uzlaşmaya varıldı:

1) Türkiye bölgesel istikrar ve atışmadan kaçınmak, Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında vazgeçilemez bir köprü olabilmek, enerji ve ticaret alanlarında uzun vadeli ilişkileri güçlendirebilmek amacıyla ve Türkiye’nin yaklaşımının Tahran’ın tavrının ılımlı bir hale getirebilmesi adına İran’la daha yakın ilişkiler yürütüyor.

2) İran bu yaklaşıma Türkiye’yi diplomatik yalnızlığına karşı bir sığınak, yaptırımlara karşı bir tampon ve halkı için bir güvenlik vanası olarak gördüğünden karşılık veriyor. Ancak,

3) Türkiye’nin İran’ın karar alma mekanizmaları üzerindeki etkisi sınırlı, Türkiye İran’ı hiçbir zaman Tahran için stratejik kaygı anlamına gelen bir konuda duruşunu değiştirmeye ikna edemedi.

Öte yandan bağlantılarımız, İran’ın karar mercilerinin en azından taktiksel olarak çok taraflı baskıya yanıt verdiğini, Türkiye’nin İran’a karşı BM Güvenlik Konseyi ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nda alınacak ağır yaptırım kararları konusunda kilit bir rol oynayabileceğini ve oynaması gerektiğini ifade etti. Özetin sonu

Türkiye-İran ilişkileri konusunda bağlantıların görüşleri

Ahmedinejad’ın 8-9 Kasım’da yapacağı İstanbul ziyareti öncesinde, birkaç hafta boyunca İstanbul’daki Büyükelçilik’in İran Gözlemcisi, Türkiyeli ve İranlı bağlantılarımızın görüşlerini aldı.

Konuştuğumuz kişiler arasında Türkiye’den akademik uzmanlar, İran’la iş yapan Türk işadamları, tutuklanma korkusuyla Türkiye’ye sığınan birçok İranlı ve İran’In dış politikasını takip eden ve Tahran’da yaşayan birçok İranlı bağlantı yer alıyor.

Türkiye’nin motivasyonları

Birçok akademisyen ve düşüne kuruluşu analistine göre Türkiye İran’la birçok ilgili sebep dolayısıyla yakın ilişkiler kuruyor. Bunların birincisi Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” konsepti. İkincisi Türkiye’nin İran politikası “reel politiğin zaferi”ni simgeliyor.

Bölgesel istikrar ve çatışmadan kaçınma: Türkiye’den bağlantılar, hatta Dışişleri Bakanlığı’ndan isimler yakın zamanda Türkiye’nin İran konusundaki en kötü sonucun İran’In nükleer tesislerine yapılacak bir saldırı olduğuna inandığını söyledi. İran’ın nükleer silah kapasitesine sahip olması en kötü ikinci sonuç olarak görülüyor. Bu da Türkiye’nin bölgesel istikrarın karşı karşıya kalacağı tehlikelerle ilgili neden bu kadar kaygılı olduğuna yönelik ipucu veriyor. Türk kamuoyu da İran’a saldırıyı İran’ın nükleer silah sahibi olmasından daha tehlikeli görüyor, Tahran’ın bir Müslüman ülkeye saldıracağına inanmıyor.

Türkiye’nin ılımlı bir bölgesel lider ve Doğu ile Batı arasında vazgeçilemez bir köprü olarak tanınması: Ankara’da yaşayan bir uluslararası ilişkiler profesörüne göre Türkiye, bölgenin aksi takdirde bir güç boşluğuyla karşı karşıya kalacağı fkriyle İran’la olan ilişkilerini güçlendiriyor. Bölgedeki başka hiçbir ülkenin İran’ı dengeleyebilecek askeri ve ekonomik gücü yok. Türkiye bu boşluğu, İran’ın güçlenmesinden korkan diğer devletler adına dolduruyor.

Akademisyene göre Türkiye’nin İran’la ilişkilerini Türkiye’yi Batı için vazgeçilmez bir ortak haline getirecek bölgesel liderlik pozisyonu için de istiyor. Bağlantımız bu durumun Türkiye’yi zaman zaman kendisini ABD hükümetinin duruşundan uzaklaştırmak zorunda bıraktığını ancak bunun ABD’den stratejik bir uzaklaşma olmadığını belirtti.

Enerji ve ticaret alanında uzun vadeli ilişkileri güçlendirmek: Türkiye enerji güvenliği ihtiyaçlarının bütün uygun kaynakların değerlendirilmesini gerektirdiğini saklamıyor. Buna karşılık biz, ABD’nin Türkiye’nin enerji arzının çeşitlendirilmesini desteklediğini belirterek İran’ın güvenilir bir ortak olmayabileceği uyarısını yaptık.

Türkiye İran’la ticaret ilişkilerini genişletmek istiyor: Hem Türk hem de İranlı yetkililer ikili ticaret hacminin artırılması çağrısı yaptı. Dahası Türkiye, İran’la mali ilişkilerini korumak ve geliştirmek için de adımlar atıyor.

İran’ı bölgesel örgütlerle bağlamak: Türkiye’deki bağlantılarımız Davutoğlu, Türk dış politikasını kontrol ettiği sürece, Ankara’nın İran’la iki taraflı ve çok taraflı ilişkiler kurma çabalarını sürdüreceğini, ilişkileri maksimuma çıkarmak için bölgesel uluslararası kurumlarla işbirliği yapacağını söyledi.

İran’ın motivasyonları

Türkiyeli ve İranlı bağlantılarımıza göre İran Türkiye’yle daha yakın ilişkiler kurmaktan memnun çünkü Türkiye’yi diplomatik yalnızlığına karşı bir sığınak, yaptırımlara karşı bir tampon ve nüfusu için bir güvenlik vanası olarak görüyor. Türkiye’nin İran için değeri özellikle şu altı konuda hissediliyor: Ekonomik, diplomatik, siyasi, kültürel, Türkiye’nin ABD için stratejik önemi.

Türkiye’nin İran üzerindeki etkisinin sınırları

Türkiye’nin İran üzerindeki etkisi geniş bir alana yayılıyor ancak derine inmiyor. Bağlantılarımızın hiçbiri Türkiye’nin İran’ın liderlerine rejimin stratejik çıkarlarını etkileyecek bir konuda fikir değiştirtebildiğini göremediklerini söyledi.

İstanbul’da yaşayan ve gayrı resmi biçimde Davutoğlu’na danışmanlık yapan ve kendisine Eylül ve Ekim ayında İran Dışişleri Bakanı Muttaki’yle yaptığı görüşmelerde eşlik eden bir profesör, Davutoğlu’nun girişimlerinin Tahran’ı 1 Ekim’de yapılacak Cenevre görüşmelerine katılmaya ikna ettiğini söyledi. Ancak diğer bütün bağlantılarımız bu iddiayı reddetti.

Davutoğlu’nun Gül ve Erdoğan desteğiyle gerçekleştirdiği haftalar süren şahsi diplomasi girişimleri İran’ın karar mercilerini Türkiye’yle Tahran nükleer reaktörü yakıt takasını işler durumda tutacak bir anlaşmaya ikna edemedi. İş dünyasından bir bağlantımız, “İran Türkiye’nin masadan kalkıp gitmeyeceğini biliyor” dedi.

Türkiye gerçekten İran’ı herkesten daha iyi mi anlıyor?

Türkiye’nin İran’la daha yakın ilişkiler arayışının altında Ankara’nın Türkiye’nin İran’ın durumunu herkesten daha iyi anladığı varsayımı yatıyor. Ancak İranlı bağlantılarımız bu varsayıma şiddetle karşı çıkıyor. Bu kaynaklar Türkiye’nin İran’ın iç dinamikleriyle ilgili tespitlerini öznel bir süzgeçten geçirdiğini dolayısıyla tespitlerin rejimin istikrarıyla ilgili kanıtları şişirdiğini söylüyor.

Türkiye’ye sığınan birbirinden bağımsız iki “Yeşil Hareket” aktivistine göre Türkiye, Ahmedinejad’ın zaferini hemen tebrik ederek ve Yeşil Hareketin siyasi önemini göz ardı ederek büyük bir fırsat kaçırdı. Birçok aktivist bugün Türkiye’nin bölgesel istikrar adına İran’ın rejimin hayatta kalmasına çok fazla bağlı olduğunu düşünüyor.

ABD hükümeti gibi Türkiye de İran rejimi içinde birçok fraksiyon olduğunu kabul ediyor. Abdullah Gül’ün Interpol’ün Kırmızı Bülten’le aradığı Rafsancani yanlısı Muhsin Rezai’yle, Erdoğan dahil Türk yetkililerin ise Meclis Başkanı Ali Laricani ile görüşmesi de buna işaret ediyor. Bu durum Türkiye’nin İran’ın en güçlü liderinin kim olacağı konusunda bahislerini bölmeye karar verdiğini de gösteriyor.

Sonuçlar

Eğer bağlantılarımızın üzerinde uzlaşma sağladıkları bu görüşler doğruysa, bu durum Başbakan Erdoğan’ı İran’a karşı sert bir tavır takınmaya ikna etme çabalarımızın zorlu bir girişim olacağını gösteriyor. Erdoğan P5+1 ülkelerinin duruşuna yakınlaşsa bile Tahran’ın kendisine olumlu yanıt verme ihtimali düşük. Diğer yandan bağlantılarımız İran rejiminin uluslararası baskı altında taktik olarak geri çekildiği örnekleri de hatırlarıyor.

Eğer bu doğruysa Türkiye’yi UAEK ve BM Güvenlik Konseyi’nde destekçi bir rol oynamaya ikna edebiliriz ve etmeliyiz.

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ