Llosa'nın Nobel'i, edebiyat ve özgürlüğe dair bir adalet adımı

Mario Vargas Llosa'ya verilen Nobel Edebiyat Ödülü, edebiyat ve özgürlüğe dair bir adalet adımıdır. Ödül, Latin Amerika için olabilecek en iyi zamanda geldi, zira baskı ve militarizm kıtadaki varlığını sürdürüyor


Mario Vargas Llosa’nın eserleri, en saf anlamıyla, temel bir öfkeden doğar, zulmün ve fanatizmin birçok yüzüne karşı radikal bir eleştiridir onunki. İlk romanlarında askeri cuntaların zulmü vardı; ‘Katedralde Konuşma’da toplumsal adaletsizlik ve siyasi yozlaşmayı, ‘Dünyanın Sonu İçin Savaş’ta dini fanatizmi, ‘Mayta’nın Öyküsü’nde biçare gerilla ütopyacılığını ve elbette ‘Teke Şenliği’nde Latin Amerikalı bir diktatör paradigması mahiyetinde, Rafael Trujillo’nun otoriter yönetimini anlattı. Bununla birlikte, Vargas Llosa bunların hiçbirinde argümanı olan edebiyatı araç olarak kullanmadı. Bunun yerine Vargas Llosa dünyaya uçların ve insani acıların getirdiği kötülüklerin sofistike bir sanatsal yeniden yaratımını sunar, bu gerçekliği ifşa etmek ve o gerçekliğin içindeki şeytanı çıkarmak için yazar.
Şakacı bir tarafı da vardır ve edebiyatıyla dünyanın dört bir köşesinde sayısız insanı güldürmesi gerçekten etkileyicidir; Vargas Llosa için bu, liberter romanlarının gerektirdiği muazzam çabanın ardından ruhunu tahkim etmek için kullandığı bir özgürlük vahası veya bir oyun gibidir.
Vargas Llosa ‘muhafazakâr’ yazar mefhumunun tam zıddıdır. Liberal bir entelektüeldir. Ve Latin Amerika’da hâlâ var olan hoşgörüsüzlük akımlarının karşısında, tarihin liberal demokratik bir anlatısının hakkını nihayet teslim edeceğimiz gündür bugün. Bu, liberal ve fevkalade uygarlaştırıcı bir projedir; ülkelerimizin temelinde yatan ve Vargas Llosa’nın diri tuttuğu şeydir. Liberal ruh, otoriter iktidarla karşılaştığında ayrım yapmaz. Doğru, Vargas Llosa Küba Devrimi’ne inandı ve 10 yıl bu inancını korudu, çünkü insanları özgürleştirmenin kaderi olduğuna inanıyordu. Fakat geri çevrilemez totaliter doğrultusunun farkına vardığında, aynı devrimle yollarını ayıracak cesareti de vardı. Aynı öz ve inançla, askeri diktatörleri ve yozlaşmış hükümetleri eleştirdi. Meksika’nın Kurumsal Devrim Partisi’ni (PRI) ‘kusursuz diktatörlük’ sözleriyle vaftiz eden oydu. Ve hiçbir roman, Dominik Cumhuriyeti’ndeki Trujillo rejimini, edebi mükemmellik ve radikal ahlaki eleştiri eşliğinde ele alışının üzerine çıkamaz.
Vargas Llosa özgürlüğü sadece romanlarında savunmadı. El Pais ve Reforma’daki köşeyazılarında da bunu yaptı. Denemeci ve muhabir olarak, özgürlük için savaşan genç bir asker gibiydi. Gerçekten de, dünyanın en tehlikeli bölgelerine (Bağdat’a, Gazze’ye, Kongo’ya, Haiti’ye, Darfur’a) hiç gözünü kırpmadan gitti. Yaptıklarından dolayı sürekli eleştirildi. Fakat onun için önemli olan, içinden gelen sesti - ve hakikatin emrettikleri.

İspanyolca için de bir zafer
Onun bu perşembe kazandığı zafer, aynı zamanda Peru edebiyatının zaferidir. Bu trajik ve farklı ülke, hak ettiği Nobel’i nihayet kazandı. İspanyolca için de bir zafer bu.
Neredeyse herkesin bildiği gibi, Nobel Jorge Luis Borges’i ıskalamıştı ve büyük çoğunluk Vargas Llosa’yı da ıskalayacağını düşünüyordu. Verdiği bu ödülle İsveç Akademisi sadece Vargas Llosa’yı değil, kendisini de onurlandırdı, zira en iyi adayları ödüllendirme geleneğine geri dönmüş oldu.
Ve ödül, Latin Amerika için en iyi zamanda geliyor. Baskı, militarizm, kurtarıcı ideolojiler, popülizm ve fanatizm ülkelerimizde varlığını sürdürüyor. Ancak son 20 yıldır demokrasiye doğru yürüyüşümüz devamlılık arz ediyor. Vargas Llosa, Octavio Paz’dan sonra, bu yürüşün en sıkı savunucusu olmuştur. Mario Vargas Llosa’nın Nobel Ödülü, edebiyata ve özgürlüğe yönelik bir adalet adımıdır. Bu iki kelime birbirinden ayrılamaz. (Meksikalı tarihçi, 7 Ekim 2010)