Tüsiad Başkanı Boyner Referandum Ve Yeni Anayasa Sürecini Değerlendirdi
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, "Türkiye'yi geren ve seçim sonuçları coğrafyasının çarpıcı şekilde dikkatimize sunduğu kutuplaşma bizi yerimize mıhlayacak, geleceğimizi kurmamızı zorlaştıracak bir zincirdir
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, "Türkiye'yi geren ve seçim sonuçları coğrafyasının çarpıcı şekilde dikkatimize sunduğu kutuplaşma bizi yerimize mıhlayacak, geleceğimizi kurmamızı zorlaştıracak bir zincirdir. Mutlaka kırılması gerekir" dedi.
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi toplantısında konuşan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Boyner, Türkiye'nin 12 Eylül referandumundan sonra artık yeni anayasa yapmaya hazır olduğunu belirterek, "Bu Türkiye, askeri ve sivil bürokrasinin siyasi sistemimiz içindeki yeri, ağırlığı ve işleviyle ilgili eski tanımlama ve alışkanlıklarla bağını koparmış bir Türkiye'dir. Bu Türkiye, aynı zamanda üzerindeki her yönden gelen şiddet şantajına başkaldırmış bir Türkiye'dir. Türk toplumu en yakıcı sorununun sivil siyaset
zemininde ve artık mutlak surette şiddeti reddederek çözme talebini de iletmiştir. Bunların yanı sıra bu Türkiye, hukukun üstünlüğüne dayalı, güçler ayrımını kurumsallaştırmış, temsil adaletinin sağlandığı, birey haklarına saygılı demokratik bir devlet, toplum ve rejim hedefine ulaşmak için harekete geçmek isteyen ve Avrupa Birliği değerlerinin yerleşmesi hedefine yönelmiş bir Türkiye'dir" şeklinde konuştu.
"Çok anlaşılır nedenlerle Türkiye'nin kendi içine döndüğü bu zaman diliminde dünya da boş durmadı" diyen Boyner, 21. yüzyılın ilk on yılında dünyadaki yerleşik güç dağılımını, var olan düzenin temel kurallarını ve dengelerini sarsan gelişmeler yaşandığını, hızlandırılmış bir tarih akışı içinde batı dünyasının, özellikle ABD'nin, uluslararası sistem içindeki siyaseten mutlak üstünlüğünü yitirdiğini vurguladı. 2008 krizinin gelişmiş ekonomileri büyük ve altından kalkması çok uzun sürecek borç yükleri
altında bırakırken, zamanında batının baskısıyla mali politikalarında disiplin kurmuş, finansal balonların cazibesine kapılmamış ekonomileri ise ön plana çıkardığını ifade eden Boyner, "Bu on yılın sonunda siyaseten, ideolojik olarak ve ekonomik gelişmeler açısından herkes bir bilanço çıkarmaya başladı. Uluslararası rekabetin ekonomik boyutunun önemi herkesçe gayet iyi algılandığından ekonomi yönetimi, teknoloji kullanımı ve yaratıcılık stratejik düşüncenin de odağına oturdu. Bu sayede 2010 yılıyla
başlayan yeni on yıllık dönemde ve ötesinde nasıl bir dünya düzeninin şekilleneceği konusunda yeterince ipucu toplanıyor. Görünen o ki, krizle birlikte başlayan geçiş döneminde devletin piyasalarla ilişkisinin ne olacağı konusunda ciddi bir tartışma ve mücadele yaşanacak. Küresel boyutları olan sorunları ulus-devletin egemenlik anlayışı ve çerçevesi içinde çözme gayretleri sürecek" dedi. Boyner, bu konudaki diretmelerin küreselleşmenin mantığını engelleyemeyeceğine dikkat çekerek, küresel yönetişim
gereksiniminin giderek daha ağır basacağını, bu bağlamda mevcut uluslararası kuruluşların yeni dönemin gerçeklerini, güç dağılımını yansıtacak şekilde yeniden yapılanmalarının da gerekeceğini bildirdi. Bu yeniden yapılanmada ekonomi yönetiminde doğru tercihleri yapmış bir Türkiye'nin ön plana çıkabileceğine de inandıklarını belirten TÜSİAD Başkanı şöyle devam etti: "Öte yandan dünya siyasetinin önde gelen oyuncuları geleceklerini kurmak üzere gündelik yönetim sorunlarının ötesine giden planlar yapmaya,
stratejiler üretmeye başladılar. Bizim de artık bu tartışmalara katılma zamanımız geldi ve hatta geçiyor bile. Geçtiğimiz yazın cehennem sıcakları iklim değişikliği, küresel ısınma konularında en inatçı kafalarda bile soru işaretlerini çoğalttı. Ekonomik yapının farklı enerji kaynaklarına dayanması gerekliliği giderek daha yaygın kabul görüyor. Dünya artan bir hızla fosil yakıt sonrası döneme hazırlanmaya başlıyor. O dönemin gerektirdiği teknolojileri üretenler, o teknolojinin kullanıldığı ürünleri icat
edenler, üretenler ve pazarlayanlar ön plana çıkacak. Biyolojide, gen biliminde her gün insan tahayyülünü aşan ufuklar açılıyor. Bu alanlardaki araştırmaların sonuçlarını, teknolojinin imkanlarını hayata geçirecek olanlar tabii ki ekonomik aktörler ve piyasa koşullarıdır. Ancak tarihten de biliyoruz ki bu tür büyük teknolojik sıçrama dönemlerinde devletlere de büyük görev düşer. Nitekim bugünkü tartışmaların önemli bir bölümü piyasa ile devlet arasındaki işbölümünün nasıl tanımlanacağı üzerinde. Bir yandan
devletin piyasanın işleyişini kolaylaştırıcı, yönetişime ağırlık veren, düzenleyici bir yapılanmaya geçmesi, diğer yandan teşvik unsurunun teknolojik ve ekonomik ufukları açmak üzere nasıl kullanılacağı gündemde. Türkiye açısından bu tabloya baktığımızda acilen benzer tartışmaları en geniş katılımla yapmamız gerektiği sonucuna varıyoruz. Bu bağlamda özel teşebbüsün ve girişimciliğin önemi, konumu ve bu atılımlarda oynayacağı rol meselesine de değinmek gerekiyor."
"ASIL BÜYÜK AYRIŞMA KAYITLI İŞ YAPAN SERMAYE İLE KAYIT DIŞI SERMAYE ARASINDADIR"
Konuşmasında son dönemde yaşanan "Anadolu sermayesi", "İstanbul sermayesi" karşılaştırmalarına da değinen Ümit Boyner, "Bize göre asıl büyük ayrışma kaylamış ekonomileri ise ön planıtlı iş yapan sermaye ile kayıt dışı sermaye arasındadır. Bunlardan birincisi kurallara ve çalışanın haklarına saygılıyken, vergisini öderken kayıt dışı sermaye hem bunları umursamaz hem de haksız rekabet yaratarak genel çıkara aykırı bir durumun da ortaya çıkmasına yol açar. Eğer bir mücadeleden söz edilecekse bu, tüm Türkiye
sathında kayıtlı ve kayıt dışı sermaye arasındadır" diye kaydetti. Boyner, "Bizim Anadolu sermayesiyle ilişkimize dönecek olursak da söylenecek çok söz var aslında. Bu noktada TÜSİAD'ın, Anadolu'daki gönüllü sanayici ve işadamları örgütleri ile 1990'lı yıllardan beri süregelen ilişkilerinden ve bu ilişkilerin sürekli desteklediğimiz TÜRKONFED çatısı altında kurumsallaşmasından uzun uzadıya bahsetmeye gerek bile duymuyorum. Ayrıca yönetim merkezleri Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde bulunan ve başarılarıyla
temayüz etmiş üyelerimizin sayısını hatırlatmayı da anlamsız buluyorum. Türkiye'deki en yerleşik kurumlardan olan TÜSİAD'ın daha bürokratik vesayetin sürdüğü 1990'larda, bugün ağızlarından bal damlayanlar demokrasinin ne olduğunu çözememişken, bu davanın bayraktarlığını yaptığını hatırlatmak da belki yersiz. Sonuçta bu mücadeleler ülkenin ve toplumun genel çıkarları gözetilerek verilen, bizim yükümlülüğümüz sayılması gereken mücadelelerdi. Bize bu sorumluluğu yükleyen toplum içindeki yerimiz idiyse,
mücadeleye iten de dünyayı kavramamızdı. Soğuk Savaş sonrasında dünyanın itibarlı ülkeleri arasında yer almanın insan haklarına ve özgürlüklere saygıdan, kısaca Kopenhag kriterlerinden, geçtiğini kavramamızdı. Bu yeni dünyada piyasaların düzgün şekilde, yersiz ve faullü müdahalelerle engellenmeden çalışabilmeleri için iyi işleyen bir demokrasi ve hukuk sistemi vazgeçilemez şartlardı" şeklinde konuştu.
Ümit Boyner, bugün piyasa-demokrasi-hukuk arasındaki bu temel ilişkinin geçmiştekinden bile daha önemli olduğuna inandıklarını vurgulayarak, "O zamanlar, ve hatta şimdi, Türkiye'yi kurulmakta olan yeni küresel düzen içinde layık olduğu yere konumlandırmanın köklü değişimlerden geçtiğini kabullenip bunu kamuoyuna anlatmak bizim işimizdi. Tıpkı AB projesinin Türkiye'yi kanatlandıracağını, normalleştireceğini, dünyadaki profilini yükselteceğini savunmanın olduğu gibi. Bunları görebilmemizi artık
olgunlaşmış, kurumlaşmaya başlamış, çevreye, dünyaya daha çok dikkat etmenin önemini kavramış şirketleri yöneten iş insanları olmamız sağladı. Bir gecede demokrat olunamıyor. Kişiler ve kurumlar ancak zaman içinde tecrübe kazandıkça ortak akıl üretebilecek kapasiteye kavuşuyorlar. Kısacası bir ülkenin kurumsal ve insan sermayesi kolay şekillenmiyor. Zira yalnızca eğitim ve para insan sermayesini şekillendirmek için yeterli olmuyor. Tecrübenin, algıların, duyargaların açık olmasının, dünya ile etkileşim ve
iletişim içinde olmanın değerinin maddi bir ölçüsü yok" diye belirtti.
"Önümüzdeki dönemde mali kaynaklar kadar, müteşebbislik ruhu, bu ruha yol açacak koşulların sağlanması ve insan sermayemizin geliştirilmesi kalkınma gündemimizin ön sıralarında yer alacak" diyen Boyner şöyle devam etti: "Türkiye'nin teknoloji üreten ülkeler arasına girip girmeyeceğini, rekabetin önünü açıcı politikaların katkısıyla sermayenin bu yönde mobilize edilip edilmeyeceği belirleyecektir. Böyle bir durumda sermayenin el değiştirmesi gibi, kendi tarihimizde çok çarpıcı ve olumsuz yankıları olan
sözleri kullanmanın ülke çıkarlarına aykırı düştüğünü kayda geçirmek istiyorum. Bizim beklentimiz ve desteklediğimiz yaklaşım sermayenin tabana yayılması ve bu şekilde bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılması yönünde mesafe katedilmesidir. Üzerinde asıl mesai harcamamız gereken konular ise geleceği kuracak atılımlarla ilgilidir. Devlet, teşebbüs ruhunu ezmeden düzenleyici rolü ve teşvik mekanizmalarıyla kök hücre araştırmalarına, genetik dalındaki uçsuz bucaksız çalışma alanlarına destek verecek.
Geleceğin dünyası alternatif enerji üretebilen, elektrikli otomobil teknolojisini en hızlı geliştiren ve uygulamaya sokabilen ekonomilere, toplumlara ait olacak. Özel teşebbüsün yaratıcılığını ortaya koyması için gerekli şartların oluşmasında devletin de harekete geçmesi gerekiyor. Eğitim sisteminin çağa uygun, çalışma hayatı ile uyumlu düzeye getirilmesinden, adalet mekanizmasının doğru işlemesine, teknoloji yatırımlarını desteklemekten, rekabetin önündeki engelleri kaldırmaya kadar yapabileceği, yapması
gereken bir dizi iş var. Sizce sermayenin coğrafyası, ideolojisi ya da samimiyeti tartışmalarına dalmış, sermayenin el değiştirmesinden bahseden bir Türkiye böyle bir vizyonu geliştirme, bu türden bir gelecek kurma projesinin neresindedir?"
"TOPLUMUN EZİCİ ÇOĞUNLUĞUNUN HEDEFİ, DAHA ÖZGÜR BİR TOPLUM HALİNE GELMEMİZDİR"
Toplumun ezici çoğunluğunun hedefinin, daha müreffeh, daha huzurlu, daha özgür bir toplum haline gelmek olduğunu belirten Ümit Boyner, "Yalan yanlış tezler üzerinden TÜSİAD'a saldırmanın dayanılmaz hafifliğiyle başları dönenlere bu temel ilkeyi bir kez daha hatırlatmak istedim. Sonuçta kendi işlevini kapalı kapılar ardında iş takipçiliği olarak değil toplumsal farkındalık oluşturmak diye tanımlamış ve bunu uygulamaya dökmüş bir derneğiz. Anayasa paketi gündeme geldiği tarihten itibaren TÜSİAD olarak tek
tek tüm maddeler üzerinden hem siz üyelerimize, hem kamuoyuna hem de hükümete görüş ve önerilerimizi sunduk. Demokratikleşme, hukuk, yargı sistemi ve anayasa konularında pek çok rapor yayınlamış bir kurum olarak sorumluluğumuzu yerine getirdiğimize inanıyoruz. Pek çok bakımdan gerçekten de tarihsel anlamlarla yüklü referandumun ardından biz gene temel ilkelerimiz doğrultusunda konuşmayı, önerilerde bulunmayı, tartışmaya dahil olmayı ve kamuoyuyla görüşlerimizi paylaşmayı sürdüreceğiz" dedi.
Konuşmasında yeni anayasa sürecine değinen Boyner, "Referandum sonrasında hem Sayın Başbakan'dan hem de Kılıçdaroğlu'ndan gelen işaretler yeni anayasa hazırlanması konusunda siyasi sistemimizin nihayet mutabakat içinde olduğunu gösteriyor. Buna koşut olarak 12 Eylül oylamasından beri ülkeyi fena halde geren kutuplaşma atmosferinden ve söyleminden uzaklaşmak için de siyasi liderler bir gayret sarfediyorlar. Kısacası ülkenin temel meselelerinin çözümünde, önce ortak tanımlamalara varmak gerekliliğinin
herkes tarafından anlaşılmaya başladığı izlenimini ediniyoruz. Türkiye'yi geren ve seçim sonuçları coğrafyasının çarpıcı şekilde dikkatimize sunduğu kutuplaşma bizi yerimize mıhlayacak, geleceğimizi kurmamızı zorlaştıracak bir zincirdir. Mutlaka kırılması gerekir. Bu kutuplaşmadan beslenerek siyaset yapmanın Türkiye'ye kimisi görünür kimisi örtük hayli ağır bedeller ödettiğini asla göz ardı etmemeliyiz. Buna yönelik olarak da yalnızca anayasa değil, demokratik bir cumhuriyetin kurumsallaşması için gerekli
diğer yasal adımların da atılmasını talep ediyoruz" diye kaydetti.
"TÜSİAD olarak seçimlere kadar geçecek dönemde şu beş konuda, o konunun uzmanları ve uygulayıcıları olan kişilerle yuvarlak masa toplantıları düzenleyerek, tartışmaları ve varılan sonuçları kamuoyu ile paylaşacağız" diyen Ümit Boyner bu konuları şöyle sıraladı: "Yeni anayasanın hazırlanma yöntemi", "21. Yüzyıl anayasasının temel ilke ve kurumları", "Din ve vicdan özgürlüğü", "Kimlikler meselesi", "Kuvvetler ayrılığı".
Demokratik anayasa konusunun siyasi partiler yasası, seçim yasası ve Türk Ceza Kanunu'ndaki ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı maddelerin değiştirilmesi gerekliliğinden bağımsız olarak tartışılamayacağını ifade eden Ümit Boyner, "Daha doğrusu bunları kapsamadan süren bir tartışma eksik kalacaktır. Sayın Cumhurbaşkanı'nın ABD ziyareti sırasında söyledikleri bu konuların seçimler öncesinde gündemimize girmesiyle bağlantılı iyimserliğimizi arttırıyor. Cumhurbaşkanı Gül bir yandan meclisteki temsil sorunu
konusunda gayet hassas bir değerlendirmede bulunurken, Kürt açılımı, adalet mekanizmasının düzgün ve etkili işleyişi, yeni anayasa yapımı konularında da önemli işaretler verdi. İktidar ve ana muhalefet partisi liderlerinin referandum sonrası diyaloğa daha açık bir tutum benimsemeleri toplumun çoğunluğu gibi bizi de heyecanlandırıyor. Türkiye'de siyaset alanını daha da genişletecek her yaklaşım bizim önceki konuşmalarımızda da dile getirdiğimiz temel sorunların aşılması için paha biçilmez bir fırsat
sunmaktadır" şeklinde konuştu. Boyner, temel sorunların en başında Kürt meselesinin geldiğini vurgulayarak şöyle devam etti: "Bu konuda önce şiddetin durması, terör eylemlerine son verilmesi yönündeki gelişmeleri merak ve ilgiyle izliyoruz. Bunun yanı sıra tarihimizin hiç bir döneminde olmadığı kadar açık şekilde sorunu tüm boyutlarıyla da tartışıyoruz. Bu konuda gösterilen tüm iyi niyetli çabalara destek vermeyi de doğru buluyoruz. Önümüzdeki dönemde hem gelişmeler hakkında daha fazla değerlendirmede
bulunmak imkanı hem de önerilerimizi dile getirme fırsatı bulacağımıza inanıyoruz. Kürt meselesinin aynı zamanda ulus ötesi bir boyutu olduğunu da biliyoruz. Sonuçta güneyimizde Irak'a bağlı bir Kürdistan Bölgesel Yönetimi var. Onun denetimindeki topraklarda da PKK bulunuyor. Gerek Barzani yönetimi gerekse ABD bu konuda Türkiye'den asker ve sivil yetkililerle işbirliği yapıyor. Bunun yeterli olmadığını daha ileri düzeyde tedbirlerin devreye girmesi gerektiğini Türkiye en üst düzeyden sürekli tekrarlıyor.
ABD Irak'tan çekilirken arkada en azından istikrarlı bir bölge bırakmak istiyor. Bunun için de Ankara ile birlikte çalışıyor. ABD ve bekası Türkiye ile iyi ilişkileri sürdürmeyi gerektiren Barzani yönetiminin PKK konusunda ellerinden geleni yapmalarını bekliyoruz. PKK şiddetinin son bulmasının ülkemizde Kürt meselesinin çözümüne yönelik 0uçabalara ivme kazandıracağlına, bölünme kaygılarını da ciddi şekilde gündemden kaldıracağına inanıyoruz."
"ABD'NİN TÜRKİYE'DEKİ İMAJININ HAYLİ SORUNLU OLMASI ÜZERİNDE CİDDİ ŞEKİLDE DÜŞÜNÜLMELİ"
"Kaldı ki, referanduma katılım oranları, boykota rağmen, Kürt kökenli vatandaşlarımızın da şiddetten kurtulmuş bir Türkiye'de, demokratik sistem içinde siyasete katılmak istediklerini, hür ve eşit vatandaşlar olarak yaşama iradesine sahip olduklarını gösterdi" diyen Ümit Boyner, ABD ile ilişkilerin ise çok dallı ve önemli olduğunu vurguladı. Boyner, son dönemde ilişkilere egemen olan fırtına bulutlarının yavaş yavaş dağılmaya başladığını görmekten memnun olduklarını belirterek, "İran konusunda tarafların
birbirilerini daha iyi anlamaya başladıklarını gördüğümüze de seviniyoruz. Ancak ABD'nin Türkiye'deki imajının hayli sorunlu olması üzerinde de hem bizim hem de Amerikalı dostlarımızın daha ciddi şekilde düşünmeleri gerektiğine inanıyoruz. Bu bağlamda BM İnsan Hakları Konseyi'nin dokuz Türk vatandaşının hayatını kaybettiği Gazze yardım konvoyuna İsrail saldırısı hakkındaki raporuna ABD'nin red oyu vermesinin de bu imaja olumlu bir katkı yapmayacağı kanısındayız" diye konuştu.
Konuşmasında son olarak AB üyelik sürecine de değinen TÜSİAD Başkanı, "Sayın Cumhurbaşkanı AB'nin Türkiye'yi dışlayıcı tavrından ve ekonomik gücüne koşut bir siyasi cevvaliyet içinde olmamasından şikayet etti. Gerçekten de Türkiye dosyası gibi bir dosyanın AB üyelerinin bazılarında ele alınış şekline bakıldığında ülkemizde daha şunun şurasında altı yıl önce yüzde 70'lerde seyreden üyeliğe desteğin 38'lere düşmesine şaşmamak gerekir. Bu bizce sürdürülemez bir durumdur ve gereği yapılmalıdır.
Hükümetimizden AB sürecini canlandırmasını ve altı yıl önceki ruha dönülmesini istemek doğaldır. Ancak Kıbrıs meselesinde çözüme yönelik bir ışık ortaya çıkmadıkça da bunun gerçekleşemeyeceği bellidir. Dünyadaki yeni yapılanmada Türkiye Avrasya'nın çengelli iğnesidir. Gücü, Batı sisteminin bir parçası olarak, çevresiyle yapıcı ekonomik, kültürel ve siyasi ilişkiler kurmasından kaynaklanmaktadır. AB'nin de gerek ekonomik gerek stratejik açılardan böyle bir üyeye ihtiyacı fazla açıklama gerektirmeyecek
ölçüde aşikardır" diye kaydetti. Ümit Boyner, önümüzdeki dönemde, ekonomik krizin etkisinin neden olduğu olumsuz havaya rağmen, bu ilişkileri canlandırmak için yeni bir heves, yeni bir şevk ve hepsinden önemlisi karşılıklı olarak yeni bir dille harekete geçmek gerektiğine inandıklarını ifade ederek, "TÜSİAD olarak ülkemizin gündemiyle ilgilenmeye, sorunların çözümü için fikir üretmeye, laik, demokratik hukuk devleti yapısının sağlamlaşması için çalışmaya devam edeceğiz. Ülkemizde barışın tesisiyle ekonomik
refah arasındaki ilişkiyi vurgulamaktan vazgeçmeyeceğiz. Güçler ayrılığı ve dengesini savunup, Parlamento'nun bugünkünden daha etkin hale gelmesi için çalışacağız. Tüm bu konularda tarafız. Taraf olmaya da devam edeceğiz" diye konuştu.
(SB-SB-E)
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi toplantısında konuşan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Boyner, Türkiye'nin 12 Eylül referandumundan sonra artık yeni anayasa yapmaya hazır olduğunu belirterek, "Bu Türkiye, askeri ve sivil bürokrasinin siyasi sistemimiz içindeki yeri, ağırlığı ve işleviyle ilgili eski tanımlama ve alışkanlıklarla bağını koparmış bir Türkiye'dir. Bu Türkiye, aynı zamanda üzerindeki her yönden gelen şiddet şantajına başkaldırmış bir Türkiye'dir. Türk toplumu en yakıcı sorununun sivil siyaset
zemininde ve artık mutlak surette şiddeti reddederek çözme talebini de iletmiştir. Bunların yanı sıra bu Türkiye, hukukun üstünlüğüne dayalı, güçler ayrımını kurumsallaştırmış, temsil adaletinin sağlandığı, birey haklarına saygılı demokratik bir devlet, toplum ve rejim hedefine ulaşmak için harekete geçmek isteyen ve Avrupa Birliği değerlerinin yerleşmesi hedefine yönelmiş bir Türkiye'dir" şeklinde konuştu.
"Çok anlaşılır nedenlerle Türkiye'nin kendi içine döndüğü bu zaman diliminde dünya da boş durmadı" diyen Boyner, 21. yüzyılın ilk on yılında dünyadaki yerleşik güç dağılımını, var olan düzenin temel kurallarını ve dengelerini sarsan gelişmeler yaşandığını, hızlandırılmış bir tarih akışı içinde batı dünyasının, özellikle ABD'nin, uluslararası sistem içindeki siyaseten mutlak üstünlüğünü yitirdiğini vurguladı. 2008 krizinin gelişmiş ekonomileri büyük ve altından kalkması çok uzun sürecek borç yükleri
altında bırakırken, zamanında batının baskısıyla mali politikalarında disiplin kurmuş, finansal balonların cazibesine kapılmamış ekonomileri ise ön plana çıkardığını ifade eden Boyner, "Bu on yılın sonunda siyaseten, ideolojik olarak ve ekonomik gelişmeler açısından herkes bir bilanço çıkarmaya başladı. Uluslararası rekabetin ekonomik boyutunun önemi herkesçe gayet iyi algılandığından ekonomi yönetimi, teknoloji kullanımı ve yaratıcılık stratejik düşüncenin de odağına oturdu. Bu sayede 2010 yılıyla
başlayan yeni on yıllık dönemde ve ötesinde nasıl bir dünya düzeninin şekilleneceği konusunda yeterince ipucu toplanıyor. Görünen o ki, krizle birlikte başlayan geçiş döneminde devletin piyasalarla ilişkisinin ne olacağı konusunda ciddi bir tartışma ve mücadele yaşanacak. Küresel boyutları olan sorunları ulus-devletin egemenlik anlayışı ve çerçevesi içinde çözme gayretleri sürecek" dedi. Boyner, bu konudaki diretmelerin küreselleşmenin mantığını engelleyemeyeceğine dikkat çekerek, küresel yönetişim
gereksiniminin giderek daha ağır basacağını, bu bağlamda mevcut uluslararası kuruluşların yeni dönemin gerçeklerini, güç dağılımını yansıtacak şekilde yeniden yapılanmalarının da gerekeceğini bildirdi. Bu yeniden yapılanmada ekonomi yönetiminde doğru tercihleri yapmış bir Türkiye'nin ön plana çıkabileceğine de inandıklarını belirten TÜSİAD Başkanı şöyle devam etti: "Öte yandan dünya siyasetinin önde gelen oyuncuları geleceklerini kurmak üzere gündelik yönetim sorunlarının ötesine giden planlar yapmaya,
stratejiler üretmeye başladılar. Bizim de artık bu tartışmalara katılma zamanımız geldi ve hatta geçiyor bile. Geçtiğimiz yazın cehennem sıcakları iklim değişikliği, küresel ısınma konularında en inatçı kafalarda bile soru işaretlerini çoğalttı. Ekonomik yapının farklı enerji kaynaklarına dayanması gerekliliği giderek daha yaygın kabul görüyor. Dünya artan bir hızla fosil yakıt sonrası döneme hazırlanmaya başlıyor. O dönemin gerektirdiği teknolojileri üretenler, o teknolojinin kullanıldığı ürünleri icat
edenler, üretenler ve pazarlayanlar ön plana çıkacak. Biyolojide, gen biliminde her gün insan tahayyülünü aşan ufuklar açılıyor. Bu alanlardaki araştırmaların sonuçlarını, teknolojinin imkanlarını hayata geçirecek olanlar tabii ki ekonomik aktörler ve piyasa koşullarıdır. Ancak tarihten de biliyoruz ki bu tür büyük teknolojik sıçrama dönemlerinde devletlere de büyük görev düşer. Nitekim bugünkü tartışmaların önemli bir bölümü piyasa ile devlet arasındaki işbölümünün nasıl tanımlanacağı üzerinde. Bir yandan
devletin piyasanın işleyişini kolaylaştırıcı, yönetişime ağırlık veren, düzenleyici bir yapılanmaya geçmesi, diğer yandan teşvik unsurunun teknolojik ve ekonomik ufukları açmak üzere nasıl kullanılacağı gündemde. Türkiye açısından bu tabloya baktığımızda acilen benzer tartışmaları en geniş katılımla yapmamız gerektiği sonucuna varıyoruz. Bu bağlamda özel teşebbüsün ve girişimciliğin önemi, konumu ve bu atılımlarda oynayacağı rol meselesine de değinmek gerekiyor."
"ASIL BÜYÜK AYRIŞMA KAYITLI İŞ YAPAN SERMAYE İLE KAYIT DIŞI SERMAYE ARASINDADIR"
Konuşmasında son dönemde yaşanan "Anadolu sermayesi", "İstanbul sermayesi" karşılaştırmalarına da değinen Ümit Boyner, "Bize göre asıl büyük ayrışma kaylamış ekonomileri ise ön planıtlı iş yapan sermaye ile kayıt dışı sermaye arasındadır. Bunlardan birincisi kurallara ve çalışanın haklarına saygılıyken, vergisini öderken kayıt dışı sermaye hem bunları umursamaz hem de haksız rekabet yaratarak genel çıkara aykırı bir durumun da ortaya çıkmasına yol açar. Eğer bir mücadeleden söz edilecekse bu, tüm Türkiye
sathında kayıtlı ve kayıt dışı sermaye arasındadır" diye kaydetti. Boyner, "Bizim Anadolu sermayesiyle ilişkimize dönecek olursak da söylenecek çok söz var aslında. Bu noktada TÜSİAD'ın, Anadolu'daki gönüllü sanayici ve işadamları örgütleri ile 1990'lı yıllardan beri süregelen ilişkilerinden ve bu ilişkilerin sürekli desteklediğimiz TÜRKONFED çatısı altında kurumsallaşmasından uzun uzadıya bahsetmeye gerek bile duymuyorum. Ayrıca yönetim merkezleri Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde bulunan ve başarılarıyla
temayüz etmiş üyelerimizin sayısını hatırlatmayı da anlamsız buluyorum. Türkiye'deki en yerleşik kurumlardan olan TÜSİAD'ın daha bürokratik vesayetin sürdüğü 1990'larda, bugün ağızlarından bal damlayanlar demokrasinin ne olduğunu çözememişken, bu davanın bayraktarlığını yaptığını hatırlatmak da belki yersiz. Sonuçta bu mücadeleler ülkenin ve toplumun genel çıkarları gözetilerek verilen, bizim yükümlülüğümüz sayılması gereken mücadelelerdi. Bize bu sorumluluğu yükleyen toplum içindeki yerimiz idiyse,
mücadeleye iten de dünyayı kavramamızdı. Soğuk Savaş sonrasında dünyanın itibarlı ülkeleri arasında yer almanın insan haklarına ve özgürlüklere saygıdan, kısaca Kopenhag kriterlerinden, geçtiğini kavramamızdı. Bu yeni dünyada piyasaların düzgün şekilde, yersiz ve faullü müdahalelerle engellenmeden çalışabilmeleri için iyi işleyen bir demokrasi ve hukuk sistemi vazgeçilemez şartlardı" şeklinde konuştu.
Ümit Boyner, bugün piyasa-demokrasi-hukuk arasındaki bu temel ilişkinin geçmiştekinden bile daha önemli olduğuna inandıklarını vurgulayarak, "O zamanlar, ve hatta şimdi, Türkiye'yi kurulmakta olan yeni küresel düzen içinde layık olduğu yere konumlandırmanın köklü değişimlerden geçtiğini kabullenip bunu kamuoyuna anlatmak bizim işimizdi. Tıpkı AB projesinin Türkiye'yi kanatlandıracağını, normalleştireceğini, dünyadaki profilini yükselteceğini savunmanın olduğu gibi. Bunları görebilmemizi artık
olgunlaşmış, kurumlaşmaya başlamış, çevreye, dünyaya daha çok dikkat etmenin önemini kavramış şirketleri yöneten iş insanları olmamız sağladı. Bir gecede demokrat olunamıyor. Kişiler ve kurumlar ancak zaman içinde tecrübe kazandıkça ortak akıl üretebilecek kapasiteye kavuşuyorlar. Kısacası bir ülkenin kurumsal ve insan sermayesi kolay şekillenmiyor. Zira yalnızca eğitim ve para insan sermayesini şekillendirmek için yeterli olmuyor. Tecrübenin, algıların, duyargaların açık olmasının, dünya ile etkileşim ve
iletişim içinde olmanın değerinin maddi bir ölçüsü yok" diye belirtti.
"Önümüzdeki dönemde mali kaynaklar kadar, müteşebbislik ruhu, bu ruha yol açacak koşulların sağlanması ve insan sermayemizin geliştirilmesi kalkınma gündemimizin ön sıralarında yer alacak" diyen Boyner şöyle devam etti: "Türkiye'nin teknoloji üreten ülkeler arasına girip girmeyeceğini, rekabetin önünü açıcı politikaların katkısıyla sermayenin bu yönde mobilize edilip edilmeyeceği belirleyecektir. Böyle bir durumda sermayenin el değiştirmesi gibi, kendi tarihimizde çok çarpıcı ve olumsuz yankıları olan
sözleri kullanmanın ülke çıkarlarına aykırı düştüğünü kayda geçirmek istiyorum. Bizim beklentimiz ve desteklediğimiz yaklaşım sermayenin tabana yayılması ve bu şekilde bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılması yönünde mesafe katedilmesidir. Üzerinde asıl mesai harcamamız gereken konular ise geleceği kuracak atılımlarla ilgilidir. Devlet, teşebbüs ruhunu ezmeden düzenleyici rolü ve teşvik mekanizmalarıyla kök hücre araştırmalarına, genetik dalındaki uçsuz bucaksız çalışma alanlarına destek verecek.
Geleceğin dünyası alternatif enerji üretebilen, elektrikli otomobil teknolojisini en hızlı geliştiren ve uygulamaya sokabilen ekonomilere, toplumlara ait olacak. Özel teşebbüsün yaratıcılığını ortaya koyması için gerekli şartların oluşmasında devletin de harekete geçmesi gerekiyor. Eğitim sisteminin çağa uygun, çalışma hayatı ile uyumlu düzeye getirilmesinden, adalet mekanizmasının doğru işlemesine, teknoloji yatırımlarını desteklemekten, rekabetin önündeki engelleri kaldırmaya kadar yapabileceği, yapması
gereken bir dizi iş var. Sizce sermayenin coğrafyası, ideolojisi ya da samimiyeti tartışmalarına dalmış, sermayenin el değiştirmesinden bahseden bir Türkiye böyle bir vizyonu geliştirme, bu türden bir gelecek kurma projesinin neresindedir?"
"TOPLUMUN EZİCİ ÇOĞUNLUĞUNUN HEDEFİ, DAHA ÖZGÜR BİR TOPLUM HALİNE GELMEMİZDİR"
Toplumun ezici çoğunluğunun hedefinin, daha müreffeh, daha huzurlu, daha özgür bir toplum haline gelmek olduğunu belirten Ümit Boyner, "Yalan yanlış tezler üzerinden TÜSİAD'a saldırmanın dayanılmaz hafifliğiyle başları dönenlere bu temel ilkeyi bir kez daha hatırlatmak istedim. Sonuçta kendi işlevini kapalı kapılar ardında iş takipçiliği olarak değil toplumsal farkındalık oluşturmak diye tanımlamış ve bunu uygulamaya dökmüş bir derneğiz. Anayasa paketi gündeme geldiği tarihten itibaren TÜSİAD olarak tek
tek tüm maddeler üzerinden hem siz üyelerimize, hem kamuoyuna hem de hükümete görüş ve önerilerimizi sunduk. Demokratikleşme, hukuk, yargı sistemi ve anayasa konularında pek çok rapor yayınlamış bir kurum olarak sorumluluğumuzu yerine getirdiğimize inanıyoruz. Pek çok bakımdan gerçekten de tarihsel anlamlarla yüklü referandumun ardından biz gene temel ilkelerimiz doğrultusunda konuşmayı, önerilerde bulunmayı, tartışmaya dahil olmayı ve kamuoyuyla görüşlerimizi paylaşmayı sürdüreceğiz" dedi.
Konuşmasında yeni anayasa sürecine değinen Boyner, "Referandum sonrasında hem Sayın Başbakan'dan hem de Kılıçdaroğlu'ndan gelen işaretler yeni anayasa hazırlanması konusunda siyasi sistemimizin nihayet mutabakat içinde olduğunu gösteriyor. Buna koşut olarak 12 Eylül oylamasından beri ülkeyi fena halde geren kutuplaşma atmosferinden ve söyleminden uzaklaşmak için de siyasi liderler bir gayret sarfediyorlar. Kısacası ülkenin temel meselelerinin çözümünde, önce ortak tanımlamalara varmak gerekliliğinin
herkes tarafından anlaşılmaya başladığı izlenimini ediniyoruz. Türkiye'yi geren ve seçim sonuçları coğrafyasının çarpıcı şekilde dikkatimize sunduğu kutuplaşma bizi yerimize mıhlayacak, geleceğimizi kurmamızı zorlaştıracak bir zincirdir. Mutlaka kırılması gerekir. Bu kutuplaşmadan beslenerek siyaset yapmanın Türkiye'ye kimisi görünür kimisi örtük hayli ağır bedeller ödettiğini asla göz ardı etmemeliyiz. Buna yönelik olarak da yalnızca anayasa değil, demokratik bir cumhuriyetin kurumsallaşması için gerekli
diğer yasal adımların da atılmasını talep ediyoruz" diye kaydetti.
"TÜSİAD olarak seçimlere kadar geçecek dönemde şu beş konuda, o konunun uzmanları ve uygulayıcıları olan kişilerle yuvarlak masa toplantıları düzenleyerek, tartışmaları ve varılan sonuçları kamuoyu ile paylaşacağız" diyen Ümit Boyner bu konuları şöyle sıraladı: "Yeni anayasanın hazırlanma yöntemi", "21. Yüzyıl anayasasının temel ilke ve kurumları", "Din ve vicdan özgürlüğü", "Kimlikler meselesi", "Kuvvetler ayrılığı".
Demokratik anayasa konusunun siyasi partiler yasası, seçim yasası ve Türk Ceza Kanunu'ndaki ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı maddelerin değiştirilmesi gerekliliğinden bağımsız olarak tartışılamayacağını ifade eden Ümit Boyner, "Daha doğrusu bunları kapsamadan süren bir tartışma eksik kalacaktır. Sayın Cumhurbaşkanı'nın ABD ziyareti sırasında söyledikleri bu konuların seçimler öncesinde gündemimize girmesiyle bağlantılı iyimserliğimizi arttırıyor. Cumhurbaşkanı Gül bir yandan meclisteki temsil sorunu
konusunda gayet hassas bir değerlendirmede bulunurken, Kürt açılımı, adalet mekanizmasının düzgün ve etkili işleyişi, yeni anayasa yapımı konularında da önemli işaretler verdi. İktidar ve ana muhalefet partisi liderlerinin referandum sonrası diyaloğa daha açık bir tutum benimsemeleri toplumun çoğunluğu gibi bizi de heyecanlandırıyor. Türkiye'de siyaset alanını daha da genişletecek her yaklaşım bizim önceki konuşmalarımızda da dile getirdiğimiz temel sorunların aşılması için paha biçilmez bir fırsat
sunmaktadır" şeklinde konuştu. Boyner, temel sorunların en başında Kürt meselesinin geldiğini vurgulayarak şöyle devam etti: "Bu konuda önce şiddetin durması, terör eylemlerine son verilmesi yönündeki gelişmeleri merak ve ilgiyle izliyoruz. Bunun yanı sıra tarihimizin hiç bir döneminde olmadığı kadar açık şekilde sorunu tüm boyutlarıyla da tartışıyoruz. Bu konuda gösterilen tüm iyi niyetli çabalara destek vermeyi de doğru buluyoruz. Önümüzdeki dönemde hem gelişmeler hakkında daha fazla değerlendirmede
bulunmak imkanı hem de önerilerimizi dile getirme fırsatı bulacağımıza inanıyoruz. Kürt meselesinin aynı zamanda ulus ötesi bir boyutu olduğunu da biliyoruz. Sonuçta güneyimizde Irak'a bağlı bir Kürdistan Bölgesel Yönetimi var. Onun denetimindeki topraklarda da PKK bulunuyor. Gerek Barzani yönetimi gerekse ABD bu konuda Türkiye'den asker ve sivil yetkililerle işbirliği yapıyor. Bunun yeterli olmadığını daha ileri düzeyde tedbirlerin devreye girmesi gerektiğini Türkiye en üst düzeyden sürekli tekrarlıyor.
ABD Irak'tan çekilirken arkada en azından istikrarlı bir bölge bırakmak istiyor. Bunun için de Ankara ile birlikte çalışıyor. ABD ve bekası Türkiye ile iyi ilişkileri sürdürmeyi gerektiren Barzani yönetiminin PKK konusunda ellerinden geleni yapmalarını bekliyoruz. PKK şiddetinin son bulmasının ülkemizde Kürt meselesinin çözümüne yönelik 0uçabalara ivme kazandıracağlına, bölünme kaygılarını da ciddi şekilde gündemden kaldıracağına inanıyoruz."
"ABD'NİN TÜRKİYE'DEKİ İMAJININ HAYLİ SORUNLU OLMASI ÜZERİNDE CİDDİ ŞEKİLDE DÜŞÜNÜLMELİ"
"Kaldı ki, referanduma katılım oranları, boykota rağmen, Kürt kökenli vatandaşlarımızın da şiddetten kurtulmuş bir Türkiye'de, demokratik sistem içinde siyasete katılmak istediklerini, hür ve eşit vatandaşlar olarak yaşama iradesine sahip olduklarını gösterdi" diyen Ümit Boyner, ABD ile ilişkilerin ise çok dallı ve önemli olduğunu vurguladı. Boyner, son dönemde ilişkilere egemen olan fırtına bulutlarının yavaş yavaş dağılmaya başladığını görmekten memnun olduklarını belirterek, "İran konusunda tarafların
birbirilerini daha iyi anlamaya başladıklarını gördüğümüze de seviniyoruz. Ancak ABD'nin Türkiye'deki imajının hayli sorunlu olması üzerinde de hem bizim hem de Amerikalı dostlarımızın daha ciddi şekilde düşünmeleri gerektiğine inanıyoruz. Bu bağlamda BM İnsan Hakları Konseyi'nin dokuz Türk vatandaşının hayatını kaybettiği Gazze yardım konvoyuna İsrail saldırısı hakkındaki raporuna ABD'nin red oyu vermesinin de bu imaja olumlu bir katkı yapmayacağı kanısındayız" diye konuştu.
Konuşmasında son olarak AB üyelik sürecine de değinen TÜSİAD Başkanı, "Sayın Cumhurbaşkanı AB'nin Türkiye'yi dışlayıcı tavrından ve ekonomik gücüne koşut bir siyasi cevvaliyet içinde olmamasından şikayet etti. Gerçekten de Türkiye dosyası gibi bir dosyanın AB üyelerinin bazılarında ele alınış şekline bakıldığında ülkemizde daha şunun şurasında altı yıl önce yüzde 70'lerde seyreden üyeliğe desteğin 38'lere düşmesine şaşmamak gerekir. Bu bizce sürdürülemez bir durumdur ve gereği yapılmalıdır.
Hükümetimizden AB sürecini canlandırmasını ve altı yıl önceki ruha dönülmesini istemek doğaldır. Ancak Kıbrıs meselesinde çözüme yönelik bir ışık ortaya çıkmadıkça da bunun gerçekleşemeyeceği bellidir. Dünyadaki yeni yapılanmada Türkiye Avrasya'nın çengelli iğnesidir. Gücü, Batı sisteminin bir parçası olarak, çevresiyle yapıcı ekonomik, kültürel ve siyasi ilişkiler kurmasından kaynaklanmaktadır. AB'nin de gerek ekonomik gerek stratejik açılardan böyle bir üyeye ihtiyacı fazla açıklama gerektirmeyecek
ölçüde aşikardır" diye kaydetti. Ümit Boyner, önümüzdeki dönemde, ekonomik krizin etkisinin neden olduğu olumsuz havaya rağmen, bu ilişkileri canlandırmak için yeni bir heves, yeni bir şevk ve hepsinden önemlisi karşılıklı olarak yeni bir dille harekete geçmek gerektiğine inandıklarını ifade ederek, "TÜSİAD olarak ülkemizin gündemiyle ilgilenmeye, sorunların çözümü için fikir üretmeye, laik, demokratik hukuk devleti yapısının sağlamlaşması için çalışmaya devam edeceğiz. Ülkemizde barışın tesisiyle ekonomik
refah arasındaki ilişkiyi vurgulamaktan vazgeçmeyeceğiz. Güçler ayrılığı ve dengesini savunup, Parlamento'nun bugünkünden daha etkin hale gelmesi için çalışacağız. Tüm bu konularda tarafız. Taraf olmaya da devam edeceğiz" diye konuştu.
(SB-SB-E)