“Sizi Kimse Hatırlamayacak!”

Ersoy BABA

Ersoy BABA

Nazım Hikmet'i bilirsiniz. Nazım Hikmet Bursa Cezaevi'ndeki günlerinde koğuş arkadaşlarını okumaya ve yazmaya yönlendirmekteymiş. Aynı zamanda da cezaevi yönetimine yardım ediyormuş.
Birgün cezaevi denetimine Adalet Bakanlığı'ndan bir müfettiş gelir. Uzun süren denetimlerden sonra işi biten müfettiş müdüre:
-'Nazım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir?' der. ve hemen Nazım'ı odaya getirirler. Koltuğa iyice yayılan müfettiş aşağılayarak bakarak Nazım'ı iyice süzer ve:
-'Demek Nazım sizsiniz' der.
Aralarında geçen kısa konuşma boyunca da oturacak yer göstermediği için ayakta bekleyen Nazım Hikmet'e gidebileceğini söyler. Nazım tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe dönerek:
-'Sayın müfettiş, Ömer Hayyam adını duydunuz mu?
-'Kim duymaz Hayyam'ı? Onu herkes bilir.'
Nazım hafiften bir tebessümle:
-'Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi?' diye sorar.



Müfettiş şaşkın ve manasız bakarken devamında Nazım:
-'Görüyorsunuz sanatçıyı hemen hatırladınız. Ama hükümdarı hatırlayamadınız. Yıllar sonra beni herkes hatırlayacak, ama dönemin Adalet Bakanı'nı ve sizi kimse hatırlamayacak'
Sanat ve sanatçı önemli. Şu görüşte, ya da bu görüşte olabilir. Ancak hepsinin bir sanatçı değeri vardır. Bazıları yaşarken bilinir ve değer verilir. Bazıları öldükten çoook sonra değer kazanır. Türkiye'de nice solcular iktidarlarda görev aldılar. Kültür bakanlıkları yaptılar. Ancak Nazım Hikmet'e iade-i itibar vermek bu hükümete nasip oldu.
***
Anıları yazmak ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır.
Bu yazımda uzun yıllar önce okuduğum Üzeyir Garih ‘in kendi hayatını yazdığı bir kitaptan hatırladığım bir anısını da paylaşacağım.
Muhtemelen biliyorsunuzdur. İsak Alaton ve Üzeyir Garih büyük bir beyaz eşya firmasının iki ortağı. Her ikisi de Musevi olan bu iki ortak gençliklerinde de birlikte imişler.
Bazı okurlarım 'İki Musevi'nin anısından bize ne? Ersoy Baba Nazım Hikmet'le başlayıp araya da İsak'ı, Garih'i neden sokuşturuyor? Bunlardan başka anlatacağı kimse mi kalmadı?” diye tepki veriyorlardır. 'Yoo hiç de tepki vermiyoruz' deseniz de ben bunu hissediyorum. Gerçekten hissediyorum. Bazı hisler ve güçler bende eskiden beri var. Araya küçük bir anekdot girip sonra konuya geçeceğim.
Gençliğimde bir Doç kamyonetimiz vardı. Bilirsiniz hep kırmızıdırlar. Uzun bir burunları vardır. Kaba saba ama iş görür. Kış geldiğinde buna kamyon ve kamyonetler için üretilmiş bir Çorum kaloriferi taktırmıştık. Kalorifer şoför mahallinde pedalların hemen yanında idi. Kalorifer çıkışında bir metal mandal vardı. Ayağınızla mandalı sola ittiğinizde sıcaklığı cama veriyordu. Sağa ittiğinizde de ayaklara sıcak üfürüyordu. Rahmetli babamla iş çıkışı Doç kamyonete bindik. Eve gidiyoruz. Her zamanki Ersoy muziplik yapacak ya. Bende muziplikler spontane gelişir. Hiç birini önceden kurgulamam. O zaman zevk almıyorum. Kaloriferi açtım. Sıcak ayağa geliyor. Ön cam da hafiften buğulu. Sıcağı cama vereyim de buğu geçsin diye düşündüm. Ama camın önünde de bir sürü evrak, kağıt, fatura vs. var. O anda aklıma geldi. Babama döndüm:
-“ Ya babacım, bende garip bir şeyler oluşmaya başladı. Kendimde değişik güçler hissediyorum.” Babam “gene ne saçmalayacak” cinsinden bakınca devam ettim:
-“Hiç dokunmadan eşyaları oynatabiliyorum. Çok farklı ve ürkütücü!” dedim.
-“Nasıl yani?” Diye sordu babam.
-“ Mesela şu camın önündeki kâğıtlara bak” dedim. Bir elim direksiyondaydı. Diğer elimle de camın önündeki kağıtlara kalk işareti yaptım. O anda çaktırmadan ayağımla kaloriferin metal mandalını sola doğru ittim. Sıcaklık üfürmesi cama doğru yönlenince bütün kağıtlar “şak” diye kalkıp cama yapıştılar. Elimle indirme işareti yapıp ayağımla mandalı sağa itince üfürme kesildiğinden kâğıt taifesi yavaşça yere indi.
Babam şaşkın ve hayretler içindeydi.
Rahmetli babam çok sevgili ama çok da sinirli bir adamdı. Bazen sinirleri fırlar gözü hiçbir şeyi görmez olurdu. Ben bu huyunu bildiğimden şakayı fazla uzatmadan gücün kaynağı hakkında bilgi verip mandalı gösterdim. Uzatmamamın faydasını gördüm. Biraz bozuldu, kızdı ama sonra gülüp geçti.
Yani bazı güçler bende eskiden beri var.
Gelelim İsak'la Üzeyir'e.
İsak Alaton ve Üzeyir Garih İstanbul'da üniversitede okurlarken o yıllarda Etiler'de modern villalar yapıldığını duymuşlar. Nasıl bir şey olduğunu merak edip bir hafta sonu oraları gezmeye karar verirler. Otobüs ile bir yere kadar giderler. Bir kısım yolu da yürürler. Villaların olduğu yere ulaşırlar. Hayran hayran villalara bakarken villanın birinden tartışma sesi duyarlar. Açık olan bahçe kapısından kafalarını uzatıp “ne oluyor” diye bakarlar. Tam o anda ev sahibi bahçe kapısındakileri görüp seslenir:
-“Gelin hele. Gelin buraya!”
İsak ve Üzeyir çağrı üzerine biraz da çekinerek içeri girer evin kapısına kadar gelirler. Avluda ev sahibinden başka bir de işçi vardır. Ev sahibi kısaca konuyu özetler.
-“Buraya bir su deposu buldum getirdim. Yerine monte ettim. İçi temiz değil. İçi temizlenip silinecek. Bir de zift aldım. Sızıntı olmasın diye içi, tamamen ziftlenecek. Bu işçi 2 saatlik bu iş için 5 lira istiyor. Yarın akşama anca biter diyor. Taş çatlasa 2 saat sürer. Bi aramızı bulun.” Der. İşçi inatçı. Olmaz da olmazcı.
İsak ve Üzeyir birbirlerine bakarlar. 2.5 Lira onlar için o kadar büyük bir paradır ki…
-“Biz yapalım o işi 2.5 Liraya Bey amca” derler. İşçi sinirlenip “Ne haliniz varsa görün” deyip çıkar gider. Ev sahibi tereddütlüdür:
-“Yapabilecek misiniz çocuklar” diye sorar. İsak ve Alaton cevap vermeden soyunmaya paçaları sıvamaya başlarlar.
İki arkadaş iki saatten az fazla sürede su deposunu komple temizleyip kurulayıp ziftlerler. İş bittiğinde ara ara kendilerini kontrole gelen ev sahibine seslenirler. Ev sahibi gelip depoyu teferruatlıca inceler. İşi beğenmiştir. Hemen cebinden 2.5 lirayı çıkarıp verir. Sonra onları evin arka bahçesine davet eder. Oraya gittiklerinde oldukça şaşırırlar. Muhteşem bir kahvaltı sofrası.
-“Yengeniz sizin için hazırladı çocuklar. Buyurun. Afiyet olsun” der.
“Bu o zaman kadar hiç görmediğimiz muhteşem bir sofra idi. Her şey vardı. Tıka basa yedik. O 2.5 Lira ile bir hafta krallar gibi yaşadık.” Der İsak Alaton. Devam eder:
“o gün Üzeyir Garih ile bir karar verdik. İşin büyüğü küçüğü yoktur. Küçük işleri de büyük işler gibi hiç birini geri çevirmeden yapacağız dedik.”
Bazı başarıların arkasında çok küçük zannettiğimiz olaylar vardır.
Yıllar önce Üzeyir Garih öldürüldüğünde iş yerinde sohbeti oldu. Üzeyir Garih 'in kendi hayatını anlattığı kitabının bende mevcut olduğunu öğrenen yönetim sekreteri Leyla Hanım ısrarla o kitabı istedi. Ertesi gün getireceğime söz verdim. Ertesi gün kitabı iş yerine götürürken gene spontane gelişen muziplikle aracı sağa çektim. Kitabı açıp içine not düştüm:
“Ticari hayatıma yaptığı büyük katkı ve desteklerinden dolayı Ersoy Baba'ya sonsuz teşekkürlerimle. /Dr. Üzeyir Garih” yazıp bir de çakma imza attım. İş yerine vardığımda Leyla Hanım hemen kitabı sordu. Ben kitabı kendisine uzattığımda kitabı sıkıca tutarak:
-“Bak Leyla Hanım. Bu kitap benim için çok değerli. Çok önemli. Üzeyir Bey vefat ettiğinde daha önemli oldu. Okur okumaz geri vereceksin. Ve cildi bozmadan okuyacaksın” diye sıkıca da tembihledim. Leyla hanım kitabı aldığında açar açmaz yazıyı okudu ve:
-“İnanamıyoruuum. Ersoy Beeey! Bu.. Bu muhteşeeem!” sözleri ağzından döküldü.
Biliyorum “Ben muhteşemim!”
Ne yapalım.
Siz de kalın sağlıcakla…