Sosyal Medyada Neden Bu Kadar Mutsuzuz?

Betül KAYABAŞI

Betül KAYABAŞI

“Herkesin Peşinde Olduğu O 5 Formül!”
 
Modern insan, görünürde hiç olmadığı kadar “bağlı”; her an erişilebilir, her an güncel. Fakat bu dijital yakınlık, ne gariptir ki, tarih boyunca belki de en derin yalnızlık hissini beraberinde getiriyor. Jean-Paul Sartre'ın Bulantı adlı romanında anlattığı varoluşsal sıkıntı, bugünün dünyasında çok farklı bir kılığa bürünmüş durumda: Parlak filtrelerin, beğenilerin ve “motivasyon dolu” içeriklerin ardında gizlenen sessiz bir huzursuzluk…
 
Sosyal Medya: Yeni Çağın Varoluş Sahnesi
Sartre'ın romanındaki kahraman Roquentin, sıradan bir eşyaya — bir ağaç köküne ya da kendi ellerine bile — bakarken onların “fazlalığını” fark eder. Anlamdan arınmış bir varlığın içine düşer; işte bu his, Sartre'ın “bulantı” dediği şeydir. Bugün bizler de başka bir tür fazlalığın içinde debeleniyoruz: Görsel fazlalık, bilgi fazlalığı, içerik fazlalığı… Ama belki de en önemlisi, mutluluk fazlalığı.
 
Her gün sosyal medyada karşımıza çıkan “mutlu olmanın yolları”, “hayatını değiştirmenin 10 püf noktası” gibi içerikler dışarıdan bakıldığında umut verici görünebilir. Fakat bu öneriler, aslında daha derin bir gerçekle yüzleşmemizi engelliyor: Neden sürekli mutlu olmak zorundayız?
 
Gösterilen Mutluluk, Gerçekten Daha Değerli mi?
Bugün mutluluk, bir his olmaktan çok bir “performans” haline gelmiş durumda. Gülümsemek, kahveni estetik bir kadrajda paylaşmak, sabah 6'da kalkıp yoga yapmak… Bunlar gerçekten seni mi mutlu ediyor, yoksa mutlu görünmek için mi yapıyorsun? Sartre'ın deyimiyle söylersek: Kendi özgürlüğünü üstlenmeden, başkalarının beklentileri doğrultusunda yaşarken “kendin” olabilir misin?
 
Mutlu olmak artık bir zorunluluk gibi… Sosyal medyada üzgün hissetmek yok; herkes “pozitif”. Peki üzgün hissetmek olmaması gereken bir şey mi? İyi hissetmemek neden bir eksiklik olarak algılanıyor? Mutluluk, yaşamanın güzel bir hali olabilir; ama yokluğunda eksik sayılmazsın.