YENİ TREND: YAPAY ZEKA İLE ÇOCUKLUĞUNA SARILMAK

Betül KAYABAŞI

Betül KAYABAŞI

“Kalplerimiz Sanal Dünyada Kayboldu mu?”

Son zamanlarda birçok kişiden aynı cümleyi duyuyorum: “Zaman nasıl geçti, hiç anlamadım… Sanki günler kısaldı.” Gerçekten de 2026`ya sayılı günler kaldı. Son birkaç yılda hayatımıza giren yapay zeka, artık sadece araştırma laboratuvarlarının değil; sinema setlerinin, reklam ajanslarının, sosyal medya paylaşımlarının, hatta iç dünyamızın bir parçası. Bir tıklama ile çocukluğumuzun görüntüsü yeniden canlanıyor, kendimizi dünyaca ünlü bir yıldızla yan yana görüyoruz ya da hayalimizdeki anları “gerçek” gibi yaşar hale geliyoruz. Peki neden? Ve bu, bize neyi kazandırıyor; neyi alıp götürüyor?


İnsanların yapay zekaya yönelmesinin basit nedenleri var: hız, kolaylık, yaratıcılıkta sınırları zorlayabilme. Birkaç tıkla zaman ve para tasarrufu yaparak büyük bütçeli bir klibi, profesyonel bir fotoğrafı üretebiliyoruz. Ancak bu yüzeysel faydaların altında daha derin, duygusal bir açlık yatıyor olabilir. İnsanlar yalnızca “şu görüntüyü yaratmak” istemiyor; özgünlük, ait olma, öykü anlatma ve kimlik arayışının dijital bir yansımasını arıyor.

Sosyal medyada herkesin kendini, en idealize edilmiş versiyonunu ya da geçmişle harmanlanmış bir fantastik anı paylaşması tesadüf değil. Bizler, eksik olduğunu hissettiğimiz şeyleri (daha fazla takdir, daha fazla ilgi, daha fazla bağlanma) sanal yöntemlerle yeniden kurmaya çalışıyoruz.

Yapay zeka, bu arzuları görünür kılan bir ayna işlevi görüyor: olmayanı varmış gibi gösteriyor, geçmişin eksik parçalarını tamamlıyor, geleceğin ise parıltılı görüntülerini şimdiden sunuyor.

Asıl konumuz, Bizler bu sanal gerçekliğin içinde, gerçek dünyadaki bizden hızlıca uzaklaşıyor muyuz?

İnsan olmanın özü merhamet ve sevgidir. Sevginin birleştirici gücü gerçek büyüklüktür.Dünyada gördüğümüz kötü olayların, zulümlerin, ihmalin temelinde çoğu zaman kalplerin sertleşmesi, birbirine yabancılaşma yatar. Yapay zeka, eğer dikkat edilmezse, bu yabancılaşmayı hızlandırabilir: duygularımızı otomatikleştirir, başkalarının yerine “tasarlanmış” hislerle yetinmemize neden olur. Bu robotlaşma, yalnızca bireysel bir kayıp değil; toplumsal bir yitimdir.

Bill McKibben, Düünya adlı kitabında şöyle yazmıştı: “Dünyanın sonu gelmedi belki, ama farkına varmasak da, bildiğimiz dünyanın sonu geldi. Her gün biraz daha az vaha, biraz daha çok çöl oluyor. Yine de hâlâ o eski gezegende yaşadığımızı sanıyoruz. Oysa farklı bir gezegendeyiz. Ben buna ‘Düünya` diyorum.”

Dünya değil de gerçekten düünyada mı yaşıyoruz, yoksa bambaşka bir yerde mi? Bilmiyorum. Ama çok farklı bir yerde olduğumuz kesin.