GÖRÜŞ - Türk-Amerikan İlişkilerinde Yeni 'Denge'

ABD'nin eski Türkiye büyükelçisi, Topuz'un Gülen'in elemanlarıyla neden bu kadar sık telefon görüşmesi gerçekleştirdiği konusunda Türk toplumunu bilgilendirmek gibi gerekli ve mantıklı bir adımı atmayı, yeteri kadar önemli bir mesele olarak görmedi. Şeffaflığa veya Türk kamuoyunun duygularını teskin etmeye yönelik hiçbir girişimde bulunulmadı Büyükelçi Bass bunun yerine muazzam bir diplomatik gaf yapmaya karar verdi: Topuz'un tutuklanmasının Türkiye'deki ABD misyonlarına karşı bir tehdit oluşturduğu iddiasıyla, Türk yetkililere veya kamuoyuna önceden haber vermeksizin, 8 Ekim Pazar gecesi Türk vatandaşlarının vize müracaatı işlemlerini askıya aldı Bu utanç verici duruma tuz biber eken şey ise ABD'li yetkililerin Türk makamlarından Topuz'un telefonunun iade edilmesini talep etmeleri oldu PKK'nın Suriye koluna yüzlerce tır dolusu silah gönderdiği bir sırada, Gülen örgütü mensuplarının Türk devletine ve toplumuna zarar vermek kastıyla yasadışı faaliyetler yürütmesine ve özellikle de sabotajda bulunmasına yardımcı olmak için kullanılmış bir telefon konusunda, ABD çok endişeli olduğunu iddia ediyor

İSTANBUL -ADAM MCCONNEL- T.S. Eliot o meşhur şiirinde şöyle diyordu: "Bizler içi boş adamlarız / Sonra doldurulan içleri... / Ölüm ötesi Krallığa geçenler / Gözleri mıhlanmış, sabit bakarken / Hatırlayın bari bizi, zerrece de olsa / Şiddet seven kayıp ruhlar olarak değil ama / Sadece içi boş insanlar olarak / Hani içleri doldurulan... / Dünya bitecek işte böyle / Dünya bitecek işte böyle / Dünya bitecek işte böyle / Patlamayla değil; bir iniltiyle...”

Tek güçlü siyasi oyuncu olarak Amerikan devinin sonu birkaç on yıldır öngörülüyor, fakat ABD hâlâ tek başına dünyanın en önemli küresel ekonomik, askeri ve siyasi aktörü olmaya devam ediyor. Öte yandan, son on küsur senedir önümüzde bir çok-kutupluluk realitesi var. Vladimir Putin oyunu nasıl oynayacağını keşfettikten sonra, Çin liderliğinin de hızla büyüyen gücünü temkinli bir şekilde göstermeye başlamasıyla, Avrupa projesi liderliğini, hâkimiyetini ve birliğini kaybetti. George W. Bush yönetiminin dış ülkelerdeki faaliyetlerinin içerdiği son derece anlamsız şiddet ve elini her yere haddinden fazla uzatması, daha sonra gelen Obama yönetimini çok safça davranmaya, barışçı idealizm sergilemeye ve sorumsuz uluslararası siyaset tercihlerine itti. Donald Trump'ın başkanlığında ise Dışişleri Bakanlığı, ABD dış politikasını bir zamanlar güçlü kılan her şeyin geçirdiği yapı-bozum sürecinin üstüne eklenmiş oldu; Trump dış politikanın içini kasıtlı olarak boşalttı ve idaresine hayatı petrolcülükle geçmiş bir şahsı getirdi.

Bu zaman zarfında Türk-Amerikan ilişkileri de benzer bir temayül gösterdi. TBMM, ABD ordusuna 1 Mart 2003'te Türk toprakları üzerinden Irak'ı işgal etme izni vermediği için, Washington ile Ankara arasındaki ilişkiler o zamandan beri zaten gergindi. Oğul Bush'un ikinci döneminde ise ilişkiler sükûnet üzere seyretti, fakat önemli derecede bir gelişme de göstermedi. Obama Türkiye'de yaptığı bir konuşmayla başkanlığının startını verdi, gelecek tozpembe görünüyordu, fakat Suriye konusunda ayak diremesi ve ikinci döneminde yaptığı açıklanamaz dış politika tercihleri, iki devletin ilişkilerinin seyrini keskin bir irtifa kaybına uğrattı. Öngörülebilir olduğu gibi, geçtiğimiz Ocak ayında gerçekleşen yönetim değişimi de durumu iyileştirmek adına herhangi bir işe yaramış değil.

Tam tersine, Türk emniyeti Ekim ayının başında ABD İstanbul Konsolosluğu’nun 35 yıllık çalışanı Metin Topuz'u, son yıllarda Türkiye'de irtikap ettikleri çeşitli suçlarda Fethullah Gülen örgütüyle işbirliği yaptığı şüphesiyle tutukladı.

Türk kamuoyu ABD Konsolosluğu'ndan birinin Gülen'in operasyon elemanlarıyla sık sık temas kurduğu bilgisine birkaç aydır sahipti. Fakat attığı ‘tweetler’, kamuoyu önünde yaptığı açıklamalar ve sergilediği hareketler yüzünden varlığı zaten son iki yıldır bir rahatsızlık kaynağı haline gelmiş olan ABD'nin Türkiye Büyükelçisi John Bass, İstanbul Konsolosluğu'nun Gülen'in bağlılarıyla gerçekleştirdiği muğlak ve çok rahatsız edici temasları tamamen görmezden gelmeyi seçti. Gerçekleştirilen bu telefon görüşmeleri, şayet sadece Topuz'un Konsolosluktaki görevlerinin bir parçası idiyse, o zaman büyükelçi en azından bunu Türk halkına açıklayabilirdi.

Ancak Bass, tüm Türk vatandaşları nezdinde çok büyük önem taşıyan bir konuyla ilgili olarak Türk toplumunu aptal yerine koymayı seçti. Gülen'in takipçileri Temmuz 2016'da 250 Türk vatandaşını öldürdü, fakat ABD'nin eski Türkiye büyükelçisi, Topuz'un Gülen'in elemanlarıyla neden bu kadar sık telefon görüşmesi gerçekleştirdiği konusunda Türk toplumunu bilgilendirmek gibi gerekli ve mantıklı bir adımı atmayı, yeteri kadar önemli bir mesele olarak görmedi. Şeffaflığa veya Türk kamuoyunun duygularını teskin etmeye yönelik hiçbir girişimde bulunulmadı.

Büyükelçi Bass bunun yerine muazzam bir diplomatik gaf yapmaya karar verdi: Topuz'un tutuklanmasının Türkiye'deki ABD misyonlarına karşı bir tehdit oluşturduğu iddiasıyla, Türk yetkililere veya kamuoyuna önceden haber vermeksizin, 8 Ekim Pazar gecesi Türk vatandaşlarının vize müracaatı işlemlerini askıya aldı. Ertesi gün ABD'de ulusal bir tatildi ve dolayısıyla resmî düzeyde temas mümkün olmayacaktı; bu da Bass'ın ekmeğine yağ sürüyordu. ABD'nin artık istediği gibi itip kakamadığı Türkiye, kendi vatandaşlarına uygulanan kısıtlamaların aynısını derhal ABD vatandaşları için devreye soktu. Böylece iki ülke arasında tam anlamıyla bir kriz patlak verdi.

Bu utanç verici duruma tuz biber eken şey ise ABD'li yetkililerin Türk makamlarından Topuz'un telefonunun iade edilmesini talep etmeleri oldu. İddialarına göre, Topuz'un telefonunun Türk makamlarının elinde bulunması, ABD için bir güvenlik tehdidiydi ve telefon 1961 Viyana Diplomatik İlişkiler Konvansiyonu kapsamında koruma altındaydı. Topuz'un bir Türk vatandaşı olmasına, dolayısıyla diplomatik dokunulmazlığı bulunmamasına, yani Türk kanunlarına tâbi olmasına rağmen ABD bu talepte bulundu. İkincisi, Topuz'un telefon trafiği, Gülen'in operasyon elemanları tarafından icra edilen olaylarla bağlantılı olup bizzat bu olaylar sırasında gerçekleşmişti. Yani Topuz, Gülen'in elemanlarıyla rastgele zamanlarda değil, Türk toplumunu ve devletini çökertmek için tasarlanmış planların uygulanmasına karıştıkları spesifik zamanlarda bağlantı halindeydi. Diplomasiyle hemen hiçbir alakası bulunmayan bu olay, girift bir şekilde Gülen'in Türk hükümetini devirme çabalarının bir parçasıdır.

Büyükelçi Bass aksini iddia etse de, Türk makamları Topuz'un tutuklanmasında normal yasal prosedürlere riayet ettiler ve Topuz'a gerektiği şekilde avukatıyla görüşme hakkı verdiler. Muhtemelen ABD'li yetkilileri afallatan bir gelişme olarak Türk emniyeti Topuz'un telefonunun şifresini kırmayı başardı ve oradan çıkan bilgiler basında yer almaya başladı. İsmi verilmeyen bir ABD'li diplomatla New York'taki Rıza Sarraf davasıyla ilgili yapılmış bir dizi WhatsApp mesajlaşmasını ihtiva eden sızıntılardan edinilen ilk izlenim, Topuz'un Türk hükümetine yönelik operasyonların bir parçası olmaktan büyük memnuniyet duyduğu.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi Türkiye-ABD ilişkileri geçtiğimiz ay bir dizi can sıkıcı hadise sayesinde iyice aşındı. Ekim ayının başlarında, mesela aşırı sağcı bir düşünce kuruluşu olan American Enterprise Institute'un (AEI) içerik üreticisi Michael Rubin, Türkiye'de bir darbe teşebbüsünün gerçekleşmek üzere olduğu konusunda 2016'nın başlarında bilgilendirildiğini ağzından kaçırdı. Rubin bundan birkaç yıl evvel Gülen örgütüne yönelik düşmanca duruşunu değiştirdi ve o zamandan beri Gülencilerle ilişki halinde. Kendisine darbe konusunda bilgi verenin kim olduğunu tahayyül etmek neticede güç değil. Olayları daha da kötü hale getirecek şekilde Rubin, kendisine Twitter üzerinden [darbe öngörüsünde bulunduğu] makalesiyle ilgili yöneltilen sorulara, Türk gazetecilerin İngilizce dil becerilerini aşağılayarak ve kendisini eleştiren Twitter kullanıcılarına hakaret ederek cevap verdi.

Bir diğer önemli Amerikan düşünce kuruluşu olan Dış İlişkiler Konseyi (CFR) iki hafta önce, meşhur ve etkin bir Gülenci olan Abdülhamit Bilici'ye, basına kapalı gerçekleştirilen bir konferans için kapılarını açtı. Etkinliğin ev sahibi olan Steven A. Cook konuyla ilgili Twitter'da sorgulandığında, bir tweet atarak daha önce de önde gelen Türk siyasetçilere ev sahipliği yapmış olduklarını söyleyerek, Bilici'nin aynı derecede makbul bir konuk olduğunu ima etti. Cook bunu yaparken, bahsettiği politikacıların hepsinin demokratik yollardan seçilmiş kişiler olduğu, halbuki Gülencilerin Türk devletinin kontrolünü şiddet kullanarak ele geçirmeye çalışmış oldukları gerçeğini göz ardı etti. CFR ABD'nin en eski politik düşünce kuruluşlarından biri ve Cook de onların en önde gelen Türkiye uzmanı. CFR ve Cook'un bu konuda sergilemiş oldukları ahlaksızlık fecaat derecesinde.

Türk emniyetinin Gülen örgütünün elemanlarının yazışmalarını çözme gayretleri, aynı hafta son derece endişe verici başka bir gelişmeyle sonuçlandı. Türk basınında çıkan haberlere göre, şifresi çözülen ByLock yazışmaları, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın, Türk ordusunda birtakım darbe hazırlıklarının yapıldığından haberi olduğunu ortaya çıkardı. Biden 2016 yılının başlarında Türkiye'ye geldi ve Gülen örgütüyle işbirliği yaptığından şüphelenilen bir Türk gazeteci olan Can Dündar'ın ailesini ziyaret etti. Dündar o sırada tutuklu bir şekilde duruşmasını bekliyordu. Dündar daha sonra verdiği yazılı taahhütnameye binaen serbest bırakıldı ve bu fırsatı 15 Temmuz darbe girişiminden önce yurtdışına kaçmak için kullandı. Dündar'ın darbe girişimini önceden bildiği, Türkiye'de yaygın şekilde kabul ediliyor.

Şifresi çözülen mesajlara göre, Biden Dündar'ın ailesine, Türk ordusunda süregitmekte olan birtakım hazırlıklardan haberdar olduğunu söyledi. Bunları yazan kişi, Biden'ın bir darbenin hazırlanmakta olduğunu kastettiğine vurgu yaptı. Bu iddianın sahibi olan Rıdvan Kızıltepe, Biden'ın ziyaretinden iki ay önce faaliyetleri Türk yargısı tarafından durdurulana kadar, Gülenci medya kuruluşu Samanyolu TV'nin üst düzey bir çalışanıydı.

Kızıltepe'nin iddiasının doğru olup olmadığını bilmek tabii ki imkânsız; ancak bunlar, Gülen örgütünün hiyerarşisinde önemli görevleri olan, meşhur iki örgüt mensubunun birbirlerine gönderdiği mesajlar. Ayrıca bu mesajları birbirlerine, neredeyse sadece Gülencilere özel şifreli bir mesajlaşma programını kullanarak gönderdiler. Bu da Kızıltepe'nin mesajın alıcısının yararına bir mübalağada bulunduğunu ya da yalan söylediğini düşünmemiz için ortada bir gerekçe olmadığı anlamına geliyor. Kızıltepe'nin iddiaları doğruysa, Obama yönetiminin 15 Temmuz 2016 darbe girişimine verdiği 'salyangoz hızındaki' tepkiye de bir bağlam oluşturuyor. Darbe teşebbüsünü takip eden haftalardan birinde en sonunda Türkiye'ye geldiğinde, TBMM binasındaki molozların arasında dolaşırken Biden’ın aklından neler geçtiğini gerçekten merak ediyorum.

Bass'a gelecek olursak; Türkiye'den önceden planlanmış olan ayrılışı, vize krizini tetiklemesinden bir hafta sonra gerçekleşti. Böylece davranışlarının getirdiği mesuliyetten ve kamuoyu tepkisinden de kaçabilmiş oldu. Her iki tarafta da binlerce vatandaş, Büyükelçi Bass'ın fevrilikle sebep olduğu bu aksiliğin kısa vadedeki mağdurları oldular. Ancak kısa vadeli etkiler bir yana, iki ülke arasındaki ilişkilerin gördüğü zararı tamir etmek uzun vadede zor olacak.

Bunun nedeni ise diplomatik ilişkilerin normale dönmeyecek olması değil. Nihayetinde her iki ülkenin de vatandaşları iki ülke arasında özgürce seyahat etmeye devam edecekler. Asıl zarar, Türk vatandaşlarının ve yetkililerinin şu andan itibaren başlayarak gelecekteki epey ileri bir noktaya kadar, ABD'ye karşı sürdürmek zorunda olacakları yaklaşıma verilmiş oldu.

Türk-Amerikan ilişkileri geçmişte birçok fırtınadan geçti: Johnson Mektubu, 1970'lerin sonundaki silah ambargosu ve TBMM'nin 1 Mart 2003 tarihli kararına Washington'ın verdiği çirkin tepki bunun örneklerden birkaçı. Fakat mevcut durum bundan farklı. Büyükelçi Bass'ın davranışının temelinde habis bir kincilik ve hatta bundan daha ötede bir şeyler vardı. ABD'nin Türkiye yaklaşımlarında uzun zamandır sergilediği bariz bir imparatorluk kibri vardı. Fakat bu kibir nadiren bu denli açığa çıkmıştır. İlişkilerin bundan 20 sene öncesindeki gibi "yakınlık" olarak adlandırılabilecek bir irtifaya kavuşması için, ABD'li yetkililer Türk vatandaşlarına, onların seçilmiş temsilcilerine ve Türk egemenliğine çok daha büyük bir saygı göstermek zorunda kalacaklardır; tıpkı eşit bir muhataba ve bir müttefike doğal bir şekilde gösterilmesi gereken saygı gibi.

Bir bütün olarak, Topuz'un tutuklanmasıyla bağlantılı olaylar, CIA'nın 2014'te Almanya aleyhinde casusluk yapmasıyla ilgili ortaya çıkan skandallardan birini hatırlatıyor. Fakat o durumdan kaynaklanan hasar, zorunluluktan dolayı çabucak kontrol altına alınmıştı. Türkiye'de geçen sene gerçekleşen başarısız darbe girişimine Obama yönetiminin verdiği sakat ve gecikmiş tepki, bir de üstüne PKK'nın bir kolunu silahlandırma konusunda gösterilen inatçı kararlılık, Türkiye-ABD ilişkilerindeki mevcut resmin üstüne oturduğu daha büyük bağlamı ortaya koyuyor.

Almanya'daki 2014 CIA casusluk skandalında yaptıkları gibi acilen zararı kontrol altına almak yerine, ABD'li yetkililer Türkiye’de pek bir aciliyet duygusuna sahip değilmiş gibi davranıyorlar. Zira Türkiye'yle ilişkileri zaten son beş senede darmadağın olmuş durumda. Türk-Amerikan ilişkililerini sarsmakta olan diğer sorunlar nedeniyle, Topuz'un tutuklanmasına verilen resmi ABD tepkisi, iki NATO müttefiki arasındaki ilişkilere çok büyük zarar verdi. Belki buna diğer problemler eşlik etmiyor olsaydı bu kadar zarar vermezdi.

Durum şöyle: PKK'nın Suriye koluna yüzlerce tır dolusu silah gönderdiği bir sırada, Gülen örgütü mensuplarının Türk devletine ve toplumuna zarar vermek kastıyla yasadışı faaliyetler yürütmesine ve özellikle de sabotajda bulunmasına yardımcı olmak için kullanılmış bir telefon konusunda, ABD çok endişeli olduğunu iddia ediyor.

Peki, Türk vatandaşları bundan ne anlıyor? Şunu: Türklerin hayatı ve güvenliği ABD'li yetkililerin nazarında bir tanecik cep telefonu kadar bile önemli değil.

Ve sonra da ABD'li yetkililer Türkiye'de yükselen Amerikan karşıtlığına şaşırıyorlar, öyle mi?

Kendi ikiyüzlülüklerinin farkına varmaktan aciz bir halde olanlar, Eliot'ın şiirindeki içi boş adamları temsil ediyorlar; kibir ve kendini kandırmayla içleri dopdolu, Amerikan İmparatorluğu inleye inleye sonuna yaklaşırken unutulmaya mahkûm, kayıp, şiddet yanlısı ruhlar.

“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

[1999 yılından bu yana İstanbul'da yaşayan Adam McConnel, tarih alanındaki yüksek lisans ve doktora derecelerini de almış olduğu Sabancı Üniversitesi'nde Türk tarihi dersleri vermektedir. 20. yüzyıl Türk tarihi, Türk-Amerikan ilişkileri ve 19.,20. yüzyıl dünya tarihi özel olarak odaklandığı araştırma alanlarıdır]
Kaynak: AA