Açılıma hız verme zamanı - AÇIK GÖRÜŞ

Demokratikleşme süreci PKK’nın tutumuna endekslenmemeli; devlet, Kürt halkının temel hak ve özgürlüklerini PKK’ya karşı rehin olarak görmekten vazgeçmelidir. Tersine şiddet ve çatışma ortamına rağmen bu haklar teslim edilmeli, demokrasi yolunda daha bir kararlılıkla yürünmelidir.



Demokratikleşme süreci PKK’nın tutumuna endekslenmemeli; devlet, Kürt halkının temel hak ve özgürlüklerini PKK’ya karşı rehin olarak görmekten vazgeçmelidir. Tersine şiddet ve çatışma ortamına rağmen bu haklar teslim edilmeli, demokrasi yolunda daha bir kararlılıkla yürünmelidir.

Bayram Bozyel

Hak ve Özgürlükler Partisi Genel Başkanı

K Parti hükümetinin 2009’da başlattığı açılımın üzerinden daha bir yıl geçmeden, süreç tıkanmaya, Türkiye yeniden şiddet sarmalına girmeye başladı. Ortada karanlık geçmişin tekrarı niteliğinde bir durum var. Toplum ağır bir yorgunluk duygusu içinde. Buna rağmen yapılacak şey, karamsarlığa kapılıp umutsuzluğa teslim olmak değil, dünden bugüne yaşananların ışığında demokrasi ve Kürt sorununun çözümü için daha güçlü bir başlangıç yapmaktır. 2000’e gelindiğinde, Türkiye bakımından geride kalan sadece bir yüzyıl değildi, aynı zamanda Kürt sorununda inkar ve şiddete dayalı bir politikanın da sonuna gelindi.

Çünkü Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürtleri asimile etmek, ‘sorunun kökünü kazımak için’ denenmeyen yöntem bırakılmadığı halde, Kürt sorunu her defasında daha da alevlenmiş ve yeni boyutlar kazanmıştı. Bu durum ister istemez geçmi’ı geride bırakan dünyada esmeye başlayan demokrasi ve değişim rüzgârı Türkiye’yi de etkisine almış, 1999’da AB’ye adaylık süreci demokrasi yolunda önemli bir eşiğin aşılmasına yol açmıştı.

Irak’ta durum değişti ve Kürtler Birinci Körfez Savaşı’nda elde ettikleri kazanımları 2004 Anayasasıyla hukuki bir statü-güvenceye kavuşturdular. Özetle Türkiye’nin hem demokrasi hem de Kürt sorununda açılımlar yapması için elverişli bir ortam oluştu. Unutulmaması gereken diğer bir nokta ise AKP’nin de yukarıda sözü edilen koşulların sonucunda iktidara gelmiş olmasıdır. 2002’de AKP iktidara geldiğinde, kendini oraya taşıyan gelişmelerin dayattığı değişim ihtiyacı ile yüz yüze buldu aynı zamanda.

KCK operasyonu hataydı

AK Parti hükümeti 2009 yılında başlattığı açılım süreci ile devletin inkar politikasını -resmen olmasa bile- fiilen terk etti. Hükümet, sorunun çözümüyle ilgili çaba ve arayışları koordine etmek üzere bir bakanını görevlendirdi. Kürt sorunu ilk kez hiç olmadığı kadar tartışılır hale geldi. TRT 6’in açılmasının bu açıdan özel bir önemi var. Irak Kürtlerine karşı yıllar yılı ‘kırmızı çizgiler’ temelinde sürdürülen yaklaşım, açılım süreci ile birlikte yerini diyalog ve karşılıklı kabul politikasına bıraktı. Sürecin silahlardan arındırılması amacıyla Kandil ve Mahmur’dan bir grup PKK’linin Habur üzerinden dönüşü sağlandı. Bu Türkiye’nin açılım sürecinde attığı son derece cesaretli bir adımdı.

Ancak bilindiği gibi bu adımın arkası getirilemedi. Habur dönüşünün yol açtığı tabloyu fırsat bilen statükocu güçlerin başlattıkları saldırılar karşısında hükümet geri adım attı. Hükümetin bu ürkek ve kararsız tutumu, süreci tıkamak için pusuda bekleyenleri daha da cesaretlendirerek harekete geçirdi. KCK operasyonları, Reşadiye saldırısı, DTP’nin kapatılması gibi olumsuz gelişmelerle süreç tersine dönmeye başladı.1 Haziran’da başlayan çatışmalarla birlikte durum iyice belirsiz bir hale gelmiş durumda. Türkiye’nin demokrasi alanındaki deneyimini ve bu ülkedeki güç dengelerini bilenler için bir yönüyle bu durumda şaşılacak bir yan yok. Temsil ettikleri anlayışın yol açtığı onca yıkım ve acı ortadayken, Türkiye’de statükocu militarist güçler varlıklarını hala önemli oranda koruyor, son açılım örneğinde olduğu gibi değişim ve demokrasi süreçlerini bloke edebilecek kadar etkinliklerini sürdürüyorlar. Bu bağlamda asıl üzerinde durulması gereken hiç kuşkusuz AK Parti’nin kendisidir. Kabul etmek gerekir ki açılım süreci, artıları ve eksileriyle bir AK Parti imalatı olarak şekillendi. Bu süreçteki artılar da ona ait, yanlışlarda da onun büyük sorumluluğu var. AKP Kürt sorunu ve demokrasi konusunda bütünlüklü ve tutarlı bir program ortaya koymadı ya da koyamadı, süreçte kararlı bir tutum sergileyemedi. Böyle olunca da statükocu güçlerin, CHP ve MHP’nin koparttığı yaygaraya çok erken teslim oldu. Onun bu kararsızlık ve ürkekliğinin yol açtığı boşluğu, yaptıkları peş peşe hamlelerle otoriter güçler doldurdu.

Öte yandan sürecin mevcut olumsuz noktaya gelmesinde Kürt tarafının, özel olarak da PKK’nin sorumluluğunu göz ardı etmemek gerekir. Kürtlerin, Türkiye’de şu veya bu faktörün etkisiyle demokrasi ve Kürt sorununun çözümü yönünde oluşan fırsatları sonuna kadar değerlendirip onlara sahip çıkmaları gerekir. PKK tersini yaptı, Kürt sorununda kendisini işin merkezine koydu. Bu yönde olumlu bir karşılık bulmayınca da PKK ve onu izleyenler sürece karşı durdu ve gelişmelerin bu noktaya gelmesine katkıda bulundu.

Kürt sorunu mu PKK mı öncelikli?

Söz konusu talihsiz tutum sonunda PKK’yi şu an ki çatışma noktasına getirdi. Son 30 yıllık yakın geçmiş tarih, silah ve şiddetle hiçbir sorunun çözülmeyeceğini gösteriyor. Gelinen aşamada da silah ve şiddete başvurmanın hiçbir gerekçe ve meşruiyeti yoktur. Geçmişte denenmişi denemenin hiç kimseye bir yararı olamaz. Günümüz koşullarında silahlı çatışma ortamı Türkiye’nin demokratikleşme çabalarını sabote diyor, Kürt halkına zarar veriyor. Ondan yararlananlar ise belli. MHP’nin yaptığı OHAL çağrıları ve idamı geri getirme çığırtkanlıkları sürecin kime hizmet ettiğini göstermesi bakımından oldukça öğreticidir.

Öte yandan yeniden başlayan gerilim ve artan çatışma ortamına rağmen, Türkiye’de tümüyle başa dönüldüğü söylenemez. Geçen dönem içinde Kürt sorunu bağlamında yaşanan tartışmaları yaşanmamış, atılmış adımları atılmamış saymak mümkün değildir. Türkiye, her şeye rağmen sorunun çözümü yolunda bir süreç tüketmiş, soruna ilişkin birçok tabu yıkılarak korku bendi aşılmıştır. Kürt halkının haklı talepleri geçmişe göre daha çok kabul görür hale gelmiştir. Irak Kürdistan Bölgesi ile kurulan ilişkiler bile, tek başına, Kürt sorununda çıtanın çıkartıldığı seviyenin ve Türkiye’nin kendisini ne kadar bağladığının somut göstergesidir

Başa dönülmüş değil

Türkiye’nin içerde ve dışarıda yüz yüze bulunduğu koşullar dikkate alındığında, değişim ve demokrasi çabalarını tümüyle durdurmak veya ertelemek mümkün değildir. Özetle Türkiye mevcut tıkanmışlık durumu ve çatışma ortamını daha fazla taşıyamaz. Değişim süreci hangi adla olursa olsun yeniden ve daha bir üst düzeyde, daha somut adımlarla yürümek zorunda. Onca deneyimlere rağmen Türkiye’nin Kürt sorununda kendini hala tekrar ediyor olmasının nedenlerinden en önemlisi Kürt sorununun doğru konulmamış olmasıdır. Ezberleri, alışkanlıkları terk etmek kolay değil elbet. Ancak söz konusu olan, çözülmemesi Türkiye’yi bir iç savaşın eşiğine getiren Kürt sorunu olunca zihniyet düzeyinden başlayarak köklü bir değişime gitmekten başka çare yoktur.

Kürt sorunu, nüfusu 20 (Ortadoğu çapında 40) milyonu aşan bir halkın en temel ulusal, insani, demokratik haklarının gaspından kaynaklanan bir sorun. Bir de bu sorunu yok saymak, Kürt halkının temel hak ve özgürlük taleplerini bastırmak için başvurulan baskıların, insanlık dışı uygulamaların, zoraki göçertmelerin, faili meçhullerin, dışkı yedirmelerin, işkencelerin, asimilasyon uygulamalarının yol açtığı sorunlar, travmalar, kırılmalar söz konusu. Kürt sorunu köşeli, sanıldığı kadar basit bir sorun değil, aksine sorun içinde bir sorunlar yumağı. Bir de Irak, İran, Suriye gibi bölgesel boyutları ve 200 yıla varan tarihsel bir geçmişi var.

Bu tespitten çıkartılacak birinci sorun Kürt sorunun ha deyince çözülemeyeceği, kısa sürede, birkaç reform ya da yasal değişiklikle hal yoluna gitmeyeceğidir. Sorunun büyüklüğü ve karmaşıklığı, buna uygun çok yönlü ve kapsamlı bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır. Öte yandan Kürt halkının gasp edilmiş ulusal demokratik haklarının iadesi Türkiye bakımından köklü bir zihniyet değişikliğini ve yeniden yapılanmayı gerektirir. Yani yüzyılı aşkın sürdürülen inkar politikasının terk edilmesi, eşitlik temeline dayalı bir anlayışın kabul edilmesi kaçınılmazdır. Kürt sorununun çözümüne giden yolda yapılması gereken öncelikli iki iş var: Birincisi durumun normalleşmesini sağlamaktır. Bu ise tümüyle sürecin şiddetten arındırılmasına bağlı.

Uzun vadede Kürt sorununun çözümü, kısa vadede sürecin şiddetten arındırılması için demokrasiyi eksiksiz bir biçimde hayata geçirmek geçiyor. PKK’nin kullandığı şiddettin savaşla ve daha çok şiddetle bitirilemeyeceği ortada. Sistem, şiddeti besleyen çarpıklıklardan arındırılmalı, demokrasi evrensel standartlarda hayata geçirilmeli. Kürt tarafındaki şiddet eğiliminin dünün otoriter ve baskıcı siyasal ikliminden beslendiğini biliyoruz. PKK en başta bu iklimden beslenerek bu noktaya ulaştı. Bütün bunlar ortadayken hala güvenlik tedbirleri, gelişmiş silahlar ve özel eğitilmiş güvenlik birimlerinden söz etmek, geçmişten ders alınmadığını gösteriyor. Şiddettin panzehiri demokrasi, diyalog ve katılımcı süreçlerdir. Demokratikleşme süreci PKK’nin tutumuna endekslenmemeli, devlet, Kürt halkının temel hak ve özgürlüklerini PKK’ya karşı rehin olarak görmekten vazgeçmelidir. Tersine şiddet ve çatışma ortamına rağmen bu haklar teslim edilmeli, demokrasi yolunda daha bir kararlılıkla yürünmelidir. PKK değilse de, silahlar bu şekilde etkisiz hale getirilebilir.

İkincisi, şiddet içermemek koşuluyla Kürt siyasal hareketinin bütün renkleriyle siyasal sürece katılımını sağlamaktır. Şiddet ikliminin yol açtığı siyasal güç denkleminin, demokratik ortamın sağlanmasıyla yeniden ve daha sağlıklı bir biçimde kurulacağından kuşku yoktur.

Son söz, Kürt sorununda yeni bir başlangıç yapmak için zedelenen güven duygusunun onarılmasına ihtiyaç var. Bu ise çözüme ilişkin ortaya konulacak yol haritası ve işin başında atılacak somut adımlarla sağlanabilir.

bbozyel@superonline.com

 

 

Star Gazete