'Kedi' İran ise, 'katil' İsrail mi oluyor?

Erdoğan, Sarkozy'nin İran 'tehdidine' atfen 'Kediye kedi deriz' benzetmesine İsrail'e sınırdaş Lübnan'dan karşılık verdi: 'Katile katil deriz.'


Başbakan Tayyip Erdoğan, dün yanında Lübnan Başbakanı Saad Hariri olmak üzere Lübnan’daki Türkmen köyündeki konuşmasında, Mavi Marmara katliamına tekrar değindikten sonra “Biz Kudüs demeye, Beyrut demeye devam edeceğiz” diye bir hitaba başladı ve şöyle sürdürdü: “Biz adalet diyeceğiz, uluslararası hukuk diyeceğiz ve biz gerekirse katile katil diyecek, katilden bütün yaptıklarının hesabını Allah’ın izniyle soracağız.”
Konuşmanın akışına bakıldığında, Başbakan’ın katil derken İsrail’i ve özellikle de 9 Türkün öldürüldüğü Mavi Marmara baskınını kast ettiği söylenebilir.
Başbakanın bu sert mesajı İsrail’e sınırdaş ve 2006’daki işgalin izlerinin bu günlerde silinmeye çalışıldığı Lübnan’da vermesi dikkat çekicidir.
Bu mesajı babası Refik Hariri faili hâlâ tam ortaya çıkmayan bir suikaste kurban giden Başbakan Saad Hariri’nin yanında vermesi de, gelmeden bir Lübnan gazetesine ‘Lübnan’ın yeniden iç savaşa çekilmesine izin vermeyeceğiz’ demiş olması da dikkat çekicidir.
İsrail’e karşı bu sert mesajın bir devlet olarak kuruluşunu Fransa’nın himayesine borçlu olan Lübnan’da ve Fransa ile İran konulu Füze kalkanı tartışmasından sonra vermesi de keza dikkat çekicidir.
Ama çıkışın en dikkat çekici yönü, İsrail’e vururken, Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy’nin, Türkiye’nin ‘Tehdit kaynağı olarak İran’ın ismen anılmaması’ talebine sinirlenerek ‘Bizde kediye kedi derler’ demesine atfen, ‘Katile katil demek’ kalıbını kullanmasıdır. 

İsrail NATO korumasına girecekse...
Erdoğan daha önce bu konu sorulduğunda ‘Biz de kediye kedi deriz’ deyip, Sarkozy’nin herhalde kendi hafızasındakileri söylediği gibi şifreli bir cümle kurmuştu.
Önceki günkü AK Parti Meclis grubunda da bu konuya değinmiş, hatta İsrail medyasına konuştu diye CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştirmiş ama sözleri tam yerine oturmamıştı. Demek ki söylemek istediklerinin tamamını Lübnan’a bırakıyordu Erdoğan.
Fransız Cumhurbaşkanı, ‘kediye kedi demek’ deyimiyle ‘Tehdidin adı İran’ demek istiyordu. Daha doğrusu görünür anlam buydu. Oysa 23 Kasım’da Radikal’de bu sözün (moda deyimle) şifrelerini kırmış ve Fransız Cumhurbaşkanının aslında ‘İsrail’in korunması gereğinden’ söz ettiğini yazmıştım.
Başbakan Erdoğan’ın dün söyledikleri bu tahlili doğruluyor. Erdoğan, Füze Kalkanı’nda (sadece Fransa bakımından değil) ABD bakımından da kilit meselenin İsrail’in İran saldırsı ihtimaline karşın korumaya alınması olduğunun bilinciyle diplomatik mücadeleyi Lübnan’da başlatmış bulunuyor.
Ayrıntılarını bilemesek de, daha önce ‘Komuta Türkiye’de olmalı’ sözünü hafta başı ‘Komuta NATO’da olmalı’ diye tadil etmesi, belki de bir tür ‘Bir adım benden, bir adım senden’ diplomatik pazarlığıdır. 

Mavi Marmara çözülmezse
Üstelik bu konu yalnızca komuta ile değil, külfet paylaşımı ile de bağlantılıdır. Öyle ya, İsrail bu koruma şemsiyesinden yararlanacaksa, NATO üyesi olmadığına göre, bu NATO üyelerinin Türkiye dahil tamamamının onayı ile ve bazı sorumlulukları yerine getirip, bazı taahhütlerde bulunmasıyla söz konus olabilir.
Yani, Türkiye Başbakanı, bunu kelimelere dökmeden NATO müttefiklerine İsrail’le kurulacak bir güvenlik ilişkisinin ‘korsan’ bir ilişki olamayacağını, yani kendi bilgisi ve onayı olmadan NATO bilgisi ve sisteminin İsrail’le paylaşılmaması gerektiğini söylemektedir.
Dün İsrail’e Fransa’nın Ortadoğu’da en rahat at oynattığı kuzey komşusu Lübnan’dan bir kez daha katil dedikten sonra Türk hükümetinin İsrail’in NATO güvenlik imkanlarından yararlanması için onay vermesi mümkün mü?
Neden olmasın? Siyasette her şey mümkün.
Ancak Türkiye ile İsrail ilişkilerindeki kötüleşmenin durması ve tamir sürecinin de başlaması da demek olacak böyle bir gelişmenin asgari koşulu da Erdoğan ve hükümeti bakımından gayet açık: İsrail’in Mavi Marmara baskını nedeniyle Türkiye’den özür dilemesi ve tazminat vermesi.
Peki bu mümkün mü? israil’deki kırılgan hükünmete ve keskinlik rekabetine bakılırsa çok zor görünüyor. Ama yanıt aynı; siyasette herşey mümkün. Öbnemli olan bir yolunu bulmak. Türkiye ve İstail arasındaki bu cepheleşmenin ne Türkiye, ne İsrail, ne Filistin, ne de İran dışında hiç bir bölge ülkesinin yararına olmadığı görülmüyor mu?