ANALİZ - Malabar Tatbikatı Ve Asya-Pasifik'te Yeni Güvenlik Perspektifi
Hint Okyanusu'nda ABD, Japonya ve Hindistan'ın katılımıyla yapılan Malabar 2017 deniz tatbikatı, bölgede çok daha geniş çerçeveli bir deniz güvenlik politikasını hayata geçirilmekte olduğunu gösteriyor 2. Dünya Savaşı'nın ardından askeri kapasitesi sınırlandırılan Japonya ile bölgede Çin'e rakip olarak yükselen Hindistan'ın ABD ile stratejik askeri işbirliğinde biraraya gelmeleri dünya dengeleri açısından da önemli Malabar deniz tatbikatının sürdüğü sırada Çin’in Cibuti ile yaptığı ve 2026 yılına kadar onbin kişilik askeri varlığıyla burada bir askeri üssü faaliyete geçireği haberi bu yöndeki gelişmeler ışık tutar nitelikte
MEHMET ÖZAY - Hint Okyanusu’nda geçen hafta boyunca ABD, Japonya ve Hindistan hava ve deniz kuvvetlerine bağlı birliklerin katılımıyla gerçekleştirilen 'Malabar 2017 deniz tatbikatı' Asya-Pasifik’te yeni düzen arayışlarında Hint Okyanusu'nun önemini bir kez daha ortaya koyuyor.
1990’lı yıllardan itibaren giderek önem kazanmaya başlayan ABD-Hindistan askeri işbirliği, bu iki ülkeye Asya-Pasifik’in en önemli ülkelerinden ve ABD'nin vazgeçemeyeceği müttefiki Japonya’nın katılımıyla yeni bir evreye giriyor. Gözler, ABD ve müttefiklerinin Kore Yarımadası’nda her an ortaya çıkabilecek sıcak bir gelişmeye çevrilmişken, bu tatbikat güvenlik meselesinin sadece Kore yarımadasından hareketle Doğu Asya ile sınırlı olmadığı gösteriyor.
- Asya-Pasifik’te tehdit algısı
Kuzey Kore’yle en yakın ilişkilere sahip ülke konumundaki Çin’in nüfuzunu arttırması ve bilhassa doğu ve güney Çin denizlerindeki teritoryal genişleme politikası, ABD ve bölgedeki müttefiklerinin yeni politikalar geliştirmesine yol açıyor. Bu sürecin ekonomik ayağını, Trump yönetiminin ilk günden rafa kaldırdığı Trans-Pasifik İşbirliği Anlaşması (TPPA) ile Obama yönetimi attı.
ABD’de Trump yönetiminin TPPA konusunda ‘basiretsizlik’ olarak nitelendirilen bu kararı sonrasında gözler büyük ölçüde güvenlik politikalarına çevrilmiş durumda. Trump yönetiminin, Japonya ve Güney Kore’yle askeri işbirliklerinde ABD aleyhine gelişen mali sorumluluktan şikayet etmesi, Amerikan varlığı Asya-Pasifik bölgesinden geri mi çekiliyor sorularının gündeme gelmesine neden oldu. Bu noktada uluslararası ilişkilerin sürprizlere gebe veya bir başka ifadeyle niyetlenilmemiş sonuçlar doğurabileceğine bir kez daha tanık olundu. Nitekim Kuzey Kore liderinin füze ihtirası, ABD’nin çok daha geniş çerçeveli bir deniz güvenlik politikasını hayata geçirmekte olduğunun ipuçlarını veriyor.
- ABD, Asya-Pasifik’te ittifak alanını genişletiyor
Bu gelişme ABD yönetiminin küresel ekonomik ilişkilerde içe kapanmacı yönelimine rağmen, güvenlik politikalarında kendini Asya-Pasifik bölgesinden ayır/a/mayacağını bir kez daha kanıtlıyor. ABD’yi, Asya-Pasifik bölgesinin doğu-batı ekseninin iki ucunda yer alan Hindistan ve Japonya ile yan yana getiren bu askeri işbirliğinin, bölgede yeni ve önemli bir başlangıç olduğuna kuşku yok. Tatbikata ABD adına dünyanın en büyük uçak gemisi ile Japonya’ya ait nükleer denizaltının katılması, tarafların bu sulardaki faaliyetlerini ne denli ciddi boyutlara taşıdıklarını da ortaya koyuyor.
Bu noktada, 2. Dünya Savaşı sonrası şartlarda askeri yapılanması sınırlandırılan Japonya ile Asya kıtasında sahip olduğu potansiyel gücü somutlaştırma yönünde kararlı adımlar atmaya niyetlendiği gözlemlenen Hindistan’ın ABD ile böylesine stratejik bir askeri işbirliğinde biraraya gelmeleri kuşkusuz sadece bölge dengeleri açısından değil, dünya dengeleri açısından da oldukça önemli. Nitekim üç ülke deniz kuvvetlerini biraraya getiren tatbikatla ilgili yapılan resmi açıklamada, “askeri bağların derinleştirilmesi amacına” işaret edilmesi dikkat çekiciydi.
Temelleri 1990’lı yılların başlarında, ülkenin ekonomik dönüşümünün babası olarak tanınan Hindistan Başbakanı Narasimha Rao döneminde atılan Hindistan-ABD askeri işbirliği sürecine iki yıl önce Japonya’nın da katılmasıyla yeni bir formatif yapı oluşuyor. Bu işbirliğinin, bugün son tatbikatla somut bir şekilde ortaya konulmasıyla da, kendi içinde istikrarlı bir gelişme gösterdiği söylenebilir. Bu üçlü ittifakın en yakın destekçilerinin Avustralya ve Singapur olduğu da ifade edilmeli. Günümüz uluslararası ilişkiler yapılanmasında, örneğin Singapur gibi, artık görece küçük kabul edilen ülkelerin bile yeri geldiğinde küresel güvenlik politikalarında kayda değer jeo-stratejik rol oynayabileceği unutulmamalı.
- Bölgesel güç oluşumları
Bu işbirliği kimilerinin ileri süreceği gibi, salt ABD çıkarlarıyla ilintili değil. Aksine en az ABD kadar Japonya ve Hindistan’ın da bu işbirliğinde büyük yarar ve çıkarlar gördüklerine kuşku yok.
Çin’in dünyanın doğu yarısında tarihsel, jeo-stratejik ve jeo-ekonomik önemi haiz denizlerdeki varlığını meşrulaştırmaya yönelik ‘deniz ipek yolu’ projesinin salt küresel ticareti yapılandırmaktan ibaret olmadığı, bir ayağının da güçlü bir şekilde güvenlik alanıyla bağlantılı olduğuna işaret etmek gerekir. Öyle ki Çin, bu deniz yollarıyla ilgili politikalarını, yakın döneme kadar büyük eksikliğini duyduğu deniz yolları üzerindeki ülkelerle işbirliğini öncelemeyi hedefleyen ‘mavi-sular stratejisi’yle gündemine almıştı.
Bu çerçevede, Çin’in doğu ve güney Çin denizindeki sivil ve askeri yapılanmaları ve bölge ülkeleriyle askeri işbirliklerine ilave olarak, doğrudan Hint Okyanusu’na açılan Myanmar, Bangladeş, Pakistan ve Sri Lanka ile demiryolları, petrol boru hatları gibi daha çok ekonomik yatırımlar şeklinde gündeme gelen ortaklıkları, yeni liman inşaatları ve mevcutlarının konsolidasyonu gibi askeri yönünün öne çıktığı söylenebilecek işbirlikleri, bu okyanusta da suların yavaş yavaş ısınmakta olduğunun habercisi. Geçen hafta, Malabar deniz tatbikatının sürdüğü sırada Çin’in Cibuti ile yaptığı ve bu ülkedeki askeri varlığını 2026 yılına kadar muhafaza etmesine imkan tanıyan anlaşma kapsamında on bin kişi kapasiteli askeri üssü faaliyete geçirdiği haberi muhtemel gelişmelere ışık tutar nitelikte.
Çin'in doğu ve güney Çin denizlerinden başlayarak bir yandan Asya-Pasifik bölgesinin doğusunda yani, Endonezya ve Avustralya’yı kuşatan denizlerde, diğer yandan Doğu Afrika sahillerine uzanan alanda nüfuzuna olanak tanıyacak deniz yolları üzerinde kendini ortaya koyan yeni politikaları, her halükârda Japonya ve Hindistan’ın güvenlik politikalarını yeniden gözden geçirmeleri gerektiği anlamına geliyor.
- Hindistan pasifist yaklaşımları terk ediyor
Bu gelişmelerle bağlantılı olarak Japonya yönetimi bir süredir, ordunun ulusal sınırlar dışında operasyon kabiliyetini sınırlandıran anayasanın meşhur 9. maddesini değiştirme çabası sergiliyor. Kaldı ki yukarıda dikkat çekilen türden tatbikatlara katılım da Japonya’nın bu konuda ne denli kararlı olduğunun bir göstergesi. Öte yandan, Soğuk Savaş yıllarında bağlantısızlar bloğunun en önemli üyesi konumundaki Hindistan'ın da ulusal ve uluslararası güvenlik konularında 1990’lı yıllardan itibaren “Ghandivist”-pasifist yaklaşımları terk etme yönünde açılımlara başladığı ve bunu tedrici olarak geliştirmekte olduğu biliniyor.
Kimi araştırmacıların dile getirdiği üzere, Soğuk Savaş sonrasında Hindistan ekonomide liberalleşme yönünde adımlar atarken, bunun güvenlik politikalarına bakan yüzünde de ABD ile dirsek temasını kol kola girme şeklinde tezahür ettiriyor.
Kaynak: AA
1990’lı yıllardan itibaren giderek önem kazanmaya başlayan ABD-Hindistan askeri işbirliği, bu iki ülkeye Asya-Pasifik’in en önemli ülkelerinden ve ABD'nin vazgeçemeyeceği müttefiki Japonya’nın katılımıyla yeni bir evreye giriyor. Gözler, ABD ve müttefiklerinin Kore Yarımadası’nda her an ortaya çıkabilecek sıcak bir gelişmeye çevrilmişken, bu tatbikat güvenlik meselesinin sadece Kore yarımadasından hareketle Doğu Asya ile sınırlı olmadığı gösteriyor.
- Asya-Pasifik’te tehdit algısı
Kuzey Kore’yle en yakın ilişkilere sahip ülke konumundaki Çin’in nüfuzunu arttırması ve bilhassa doğu ve güney Çin denizlerindeki teritoryal genişleme politikası, ABD ve bölgedeki müttefiklerinin yeni politikalar geliştirmesine yol açıyor. Bu sürecin ekonomik ayağını, Trump yönetiminin ilk günden rafa kaldırdığı Trans-Pasifik İşbirliği Anlaşması (TPPA) ile Obama yönetimi attı.
ABD’de Trump yönetiminin TPPA konusunda ‘basiretsizlik’ olarak nitelendirilen bu kararı sonrasında gözler büyük ölçüde güvenlik politikalarına çevrilmiş durumda. Trump yönetiminin, Japonya ve Güney Kore’yle askeri işbirliklerinde ABD aleyhine gelişen mali sorumluluktan şikayet etmesi, Amerikan varlığı Asya-Pasifik bölgesinden geri mi çekiliyor sorularının gündeme gelmesine neden oldu. Bu noktada uluslararası ilişkilerin sürprizlere gebe veya bir başka ifadeyle niyetlenilmemiş sonuçlar doğurabileceğine bir kez daha tanık olundu. Nitekim Kuzey Kore liderinin füze ihtirası, ABD’nin çok daha geniş çerçeveli bir deniz güvenlik politikasını hayata geçirmekte olduğunun ipuçlarını veriyor.
- ABD, Asya-Pasifik’te ittifak alanını genişletiyor
Bu gelişme ABD yönetiminin küresel ekonomik ilişkilerde içe kapanmacı yönelimine rağmen, güvenlik politikalarında kendini Asya-Pasifik bölgesinden ayır/a/mayacağını bir kez daha kanıtlıyor. ABD’yi, Asya-Pasifik bölgesinin doğu-batı ekseninin iki ucunda yer alan Hindistan ve Japonya ile yan yana getiren bu askeri işbirliğinin, bölgede yeni ve önemli bir başlangıç olduğuna kuşku yok. Tatbikata ABD adına dünyanın en büyük uçak gemisi ile Japonya’ya ait nükleer denizaltının katılması, tarafların bu sulardaki faaliyetlerini ne denli ciddi boyutlara taşıdıklarını da ortaya koyuyor.
Bu noktada, 2. Dünya Savaşı sonrası şartlarda askeri yapılanması sınırlandırılan Japonya ile Asya kıtasında sahip olduğu potansiyel gücü somutlaştırma yönünde kararlı adımlar atmaya niyetlendiği gözlemlenen Hindistan’ın ABD ile böylesine stratejik bir askeri işbirliğinde biraraya gelmeleri kuşkusuz sadece bölge dengeleri açısından değil, dünya dengeleri açısından da oldukça önemli. Nitekim üç ülke deniz kuvvetlerini biraraya getiren tatbikatla ilgili yapılan resmi açıklamada, “askeri bağların derinleştirilmesi amacına” işaret edilmesi dikkat çekiciydi.
Temelleri 1990’lı yılların başlarında, ülkenin ekonomik dönüşümünün babası olarak tanınan Hindistan Başbakanı Narasimha Rao döneminde atılan Hindistan-ABD askeri işbirliği sürecine iki yıl önce Japonya’nın da katılmasıyla yeni bir formatif yapı oluşuyor. Bu işbirliğinin, bugün son tatbikatla somut bir şekilde ortaya konulmasıyla da, kendi içinde istikrarlı bir gelişme gösterdiği söylenebilir. Bu üçlü ittifakın en yakın destekçilerinin Avustralya ve Singapur olduğu da ifade edilmeli. Günümüz uluslararası ilişkiler yapılanmasında, örneğin Singapur gibi, artık görece küçük kabul edilen ülkelerin bile yeri geldiğinde küresel güvenlik politikalarında kayda değer jeo-stratejik rol oynayabileceği unutulmamalı.
- Bölgesel güç oluşumları
Bu işbirliği kimilerinin ileri süreceği gibi, salt ABD çıkarlarıyla ilintili değil. Aksine en az ABD kadar Japonya ve Hindistan’ın da bu işbirliğinde büyük yarar ve çıkarlar gördüklerine kuşku yok.
Çin’in dünyanın doğu yarısında tarihsel, jeo-stratejik ve jeo-ekonomik önemi haiz denizlerdeki varlığını meşrulaştırmaya yönelik ‘deniz ipek yolu’ projesinin salt küresel ticareti yapılandırmaktan ibaret olmadığı, bir ayağının da güçlü bir şekilde güvenlik alanıyla bağlantılı olduğuna işaret etmek gerekir. Öyle ki Çin, bu deniz yollarıyla ilgili politikalarını, yakın döneme kadar büyük eksikliğini duyduğu deniz yolları üzerindeki ülkelerle işbirliğini öncelemeyi hedefleyen ‘mavi-sular stratejisi’yle gündemine almıştı.
Bu çerçevede, Çin’in doğu ve güney Çin denizindeki sivil ve askeri yapılanmaları ve bölge ülkeleriyle askeri işbirliklerine ilave olarak, doğrudan Hint Okyanusu’na açılan Myanmar, Bangladeş, Pakistan ve Sri Lanka ile demiryolları, petrol boru hatları gibi daha çok ekonomik yatırımlar şeklinde gündeme gelen ortaklıkları, yeni liman inşaatları ve mevcutlarının konsolidasyonu gibi askeri yönünün öne çıktığı söylenebilecek işbirlikleri, bu okyanusta da suların yavaş yavaş ısınmakta olduğunun habercisi. Geçen hafta, Malabar deniz tatbikatının sürdüğü sırada Çin’in Cibuti ile yaptığı ve bu ülkedeki askeri varlığını 2026 yılına kadar muhafaza etmesine imkan tanıyan anlaşma kapsamında on bin kişi kapasiteli askeri üssü faaliyete geçirdiği haberi muhtemel gelişmelere ışık tutar nitelikte.
Çin'in doğu ve güney Çin denizlerinden başlayarak bir yandan Asya-Pasifik bölgesinin doğusunda yani, Endonezya ve Avustralya’yı kuşatan denizlerde, diğer yandan Doğu Afrika sahillerine uzanan alanda nüfuzuna olanak tanıyacak deniz yolları üzerinde kendini ortaya koyan yeni politikaları, her halükârda Japonya ve Hindistan’ın güvenlik politikalarını yeniden gözden geçirmeleri gerektiği anlamına geliyor.
- Hindistan pasifist yaklaşımları terk ediyor
Bu gelişmelerle bağlantılı olarak Japonya yönetimi bir süredir, ordunun ulusal sınırlar dışında operasyon kabiliyetini sınırlandıran anayasanın meşhur 9. maddesini değiştirme çabası sergiliyor. Kaldı ki yukarıda dikkat çekilen türden tatbikatlara katılım da Japonya’nın bu konuda ne denli kararlı olduğunun bir göstergesi. Öte yandan, Soğuk Savaş yıllarında bağlantısızlar bloğunun en önemli üyesi konumundaki Hindistan'ın da ulusal ve uluslararası güvenlik konularında 1990’lı yıllardan itibaren “Ghandivist”-pasifist yaklaşımları terk etme yönünde açılımlara başladığı ve bunu tedrici olarak geliştirmekte olduğu biliniyor.
Kimi araştırmacıların dile getirdiği üzere, Soğuk Savaş sonrasında Hindistan ekonomide liberalleşme yönünde adımlar atarken, bunun güvenlik politikalarına bakan yüzünde de ABD ile dirsek temasını kol kola girme şeklinde tezahür ettiriyor.