Dubai'de 3 gün nasıl geçer

En pahalı arabaların 7 şeritli yolda salındığı, yüksek kulelerinde konforun ve ihtişamın doruklarının yaşandığı yer...

Dubai'de 3 gün nasıl geçer
Dünyada ayrı bir öneme sahip olan, adından sık sık söz ettiren Dubai’ye nihayet ayak basıyorum. Şehre adımımı attığım andan itibaren şehir tüm gösterişi ve sıradışılığıyla göze çarpıyor. Akşam arabayla ışıl ışıl gökdelenlerin arasından 7 şeritli yoldan giderken etkilenmemek elde değil.

Dubai ilginç rakamlarla dikkat çekiyor. Kentin sadece yüzde 17sini Birleşik Arap Emirlikleri vatandaşları oluşturuyor. Toplam Arap nüfus oranı ise yüzde 26. Nüfusun çoğunluğunu Asyalılar oluşturuyor. %42 ile Hintliler başı çekerken bunları Pakistanlılar ve Bangladeşliler izliyor. Bunların çoğunu, bitmek bilmeyen inşaatlarda veya diğer hizmet sektörlerinde çalışan işçiler oluşturuyor. Zaten Dubai nüfusunun yaklaşık yüzde 74 ünün erkek olması da bunun bir göstergesi. Dünyanın dört bir yanından gelen zenginler için süper lüks gökdelenleri inşa eden bu insanlar, çok düşük ücretlerle zor şartlarda çalışıyorlar ve kendilerine tahsis edilmiş, şehir merkezinin dışında “Labour City” olarak isimlendirilen bölgede 3-4 katlı binalarda koğuşlarda kalıyorlar. Dubai onlar için koğuş – servis – şantiyeden ve ailelerine göndermek üzere ellerine geçen paradan ibaret.

Çöl safarisi çok eğlenceli!

Bu kadar yatırım yapılan, dünyanın gözünün üzerinde olduğu bu şehirde şüphesiz nitelikli iş gücüne de ihtiyaç var. Başta inşaat, finans ve bilişim sektörü olmak üzere birçok uluslarası şirket burada yer alıyor. Sokakta dolaşırken Arapça’dan çok İngilizce duyulmasının temel nedeni de bu zaten. Tüm yazılar iki dilde yazılıyor. Kentin ilk geliştiği yıllarda temel gelir kaynağı petrol idi oysa son yıllarda turizme ciddi anlamda bir kayış gösteren Dubai, dünyanın dört bir yanından en zengin insanlara isteyebilecekleri herşeyi sunuyor.

Şehirde doğal birşey yok gibi. Bir çölün üzerine böyle bir medeniyet kurabilmiş olmaları gerçekten hayret verici. Para gibi bir kriterleri yok genel olarak; istedikleri her şeyi inşa ediyorlar. Mühendis gözüyle bakınca birçok şeyin fizibıl olmadığı, daha uygun ve ucuz şekillerde yapılabilecek olduğu ilk etapta göze çarpıyor, ama umurlarında değil. Önemli olan uç noktalarda olmak. En büyük, en pahalı, en sıradışı, en gösterişli...

Dubai tam bir şantiye şehir. Her köşede akıl almaz bir inşaat var. Gökdelenlerin sayısının haddi hesabı yok. Bu kadar evde, otelde kim oturacak, insan düşünmeden edemiyor. Zaten dünyayı vuran ekonomik krizden ve arz-talep dengelerinin bozulmasından ötürü geçtiğimiz yıllar içinde kiralar yüzde 40 gibi ciddi bir oranda düşmüş. Yaşayanlardan duyduğuma göre araba yolları da hergün değişiyormuş. Bir gün gittiğiniz yoldan diğer gün gitmek mümkün değil. Araçların çoğu 4X4. Bu sadece zenginlik göstergesi değil, aynı zamanda Dubai dışında ufak yerlere çöl yollarından gidebilmek, arazi aracıyla çöl safarisi gibi zengin eğlencelerinden mahrum kalmamak için de bir gerekli koşul. Bunun dışında aklınıza gelebilecek ve gelmeyecek her türlü lüks arabayı caddelerde görmek doğal, bir süre sonra insan alışıyor.

Toplu taşıma çok iyi sayılmaz. Belediye otobüslerini çoğunlukla düşük gelir seviyeli işçi kesimi kullanıyor. Ama en azından, dünyada bir ilk olan klimalı otobüs duraklarında bekleme konforundan faydalanabiliyorlar. 2009 sonunda devreye soktukları metro hattı da birçok kişiyi taşıyor. Sürücüsüz bir metro olması sebebiyle trenin en öylenüne geçerseniz ön camdan yolu izleyerek çok keyifli bir yolculuk oluyor. Kent, yayalar için tam bir kabus. Yürümem gerektiği zamanlarda ciddi anlamda zorlandım. Mesafelerin çok uzak olması bir tarafa, bir yerde şanslıysanız bir kaldırım bulup yürümeye başlasanız bile bir süre sonra kendinizi yolun ortasında bulabiliyorsunuz. Vergi olmadığı için araba fiyatları ciddi anlamda ucuz. Petrol deseniz o da kelime anlamıyla “sudan ucuz” zaten. Herkesin arabayla dolaşması normal. Bu nedenle ki bir ara yol kenarından yürürken bir 4X4 araç durdu. Şoför “neden yürüyorsun?” diye sordu. Söyleyecek birşey bulamadım. Benim için son derece normal olan yürüme eylemi burada garip karşılanabiliyor. Hintli şoför aldı beni arabasına ve gideceğim yöne bıraktı. Çok sayıda radar kameraları var, ve ayrıca alkollü araç kullanma konusunda sıfır-tolerans uyguluyorlar.

Öpüşmek ve aşırı şefkate dikkat!

Aynı sektörden kurumları bir arada tutmak için bölgelere isimler vermişler. Internet City ve Media City isimleriyle ilgili şirketlerin birlikte olduğu yerler. Knowledge Village, farklı üniversitelerin ortak bir kampüsü gibi. Alışveriş, Dubaililer için bir yaşam tarzı. Birbirinden gösterişli onlarca büyük alışveriş merkezi var. İklim koşulları ve yaşam şekilleri dolayısıyla kapalı ortamları tercih eden bu insanlar gezmeye, sosyalleşmeye, kafa dağıtmaya hep bu dört duvar yerlere geliyorlar. Alışveriş merkezleri o denli büyük ki kaybolmak çok kolay; adım başı yön sorabileceğiniz ve harita alabileceğiniz görevlilere rastlıyorsunuz. Müşterilerinin konforunu düşünen bir alışveriş merkezi, rahat yürümeleri için isteyenlere bulundukları süre boyunca giyebilecekleri spor ayakkabı bile veriyor. Tüm alışveriş merkezlerinin girişinde göze çarpan tabelada içeride öpüşmenin ve aşırı şefkat içeren herhangi bir harekette bulunmanın yasak olduğu belirtiliyor.

Meşhur Palmiye adası ise apayrı bir dünya. Denizin üzerine o boyutta yapay bir ada kondurup üzerine o devasa binaları dikmek gerçekten akıl alır gibi değil. Diğer bir gün Marina’da dolaşırken, deniz kenarında olmamıza rağmen hiç yat-tekne göremediğim için bunun nedenini sordum. Cevap şaşırtıcı değil, eğer Dubaili mantığıyla düşünebilirseniz. Yatlar tabii ki denizde değiller, onlar için karanın içine yapılmış yapay kanaldalar. Denizin üzerine ada konduran zihniyet, tekneleri karaya çekmeyip de ne yapacak...


Dubai’de çok zengin olmadan da yapılabilecek şeyler yok değil. En azından bu yaşamların nasıl olduğuna dair bir fikir sahibi olunabiliyor. Dünyanın en lüks oteli ünvanına sahip Burj el Arab otelinin hemen yanındaki halk plajından denize girmenin keyfini sürüyorum. Kuzey yarım kürede olmasına rağmen Aralık sonunda denizin son derece sıcak olması, havanın yazın ne kadar dayanılmaz olacağı hakkında bir fikir veriyor. Palmiye adasındaki, açılışı çok ses getiren Atlantis otelinin süper lüks lobisinde oturup gelen geçeni izleyip, dünyanın en büyüklerinden biri olan akvaryumunun önünde uzun zaman geçiriyorum. 800 metreyi aşan boyuyla dünyanın en yüksek binası olma özelliğini taşıyan Burj Dubai’nin önünde ağzım açık kalıyor. Dünyanın en büyük alışveriş merkezi olan Dubai Mall’ı gezdikten sonra, Burj Dubai ile arasındaki havuzdaki Dubai Fountain’in 150 metreye dek su fışkırtan gösterisini izliyorum.

Zamanda yolculuk hissi!

Bu kadar zenginliği gördükten sonra Dubai’deki son günümü Creek olarak bilinen, şehrin ilk kurulduğu yer olan bölgede geçiriyorum. Diğer bölgelerdeki yaşama tezat olarak burası adeta zamanda yolculuk yapılmış hissi uyandırıyor. Nehirde karşıdan karşıya küçük motorlarla geçen insanlar, komşu ülkelerden deniz yoluyla mal taşıyan ve her an batacakmış gibi duran tekneler, her türlü şeyi bulabileceğiniz dükkanları, sokaklarda satılan yiyecekler, altın çarşısı, baharat pazarları, sayısız Hint, Pakistan, Bangladeş restoranları, elektronik ürünlerin peynir ekmek gibi satıldığı çarşıları, karmaşası, gürültüsüyle olması gerektiği gibi bir Arap ortamı. Dubai müzesinde, şehrin bugünkü halini alana kadar geçirdiği evrimi tüm görselliğiyle izlemek mümkün. Balıkçılık, inci avcılığı, gemi yapımı ve ticaret önceleri en önemli gelir kaynaklarıydı. Müzede ayrıca çöl yaşamı ve şehirdeki günlük hayat tüm çarpıcılığıyla anlatılıyor.
3 dolu gün geçirdiğim Dubai’den ayrılma zamanım geldi. Son kez zenginliğin içinden geçip şehre veda ediyorum. Eminim ileride buraya yolum bir şekilde yine düşecek. Kimbilir, belki şu anda sadece izlemekten bile keyif aldığım tüm olanaklardan faydalanma şansım olur...