Abdüllatif Şener: Başbakan cambaza bak numarası yapıyor

Bir dönem AK Parti'nin zirvesinde yer tutan Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, Başbakan'a soruyor:

Abdüllatif Şener: Başbakan cambaza bak numarası yapıyor
“Bu ülkede ne iyiye gidiyor?” Sonra cevabı kendi veriyor, “Ekonomi yüzde 8 küçüldü. 17 milyon insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Her 4 gençten biri işsiz. İşçiler açlık grevinde. Bugüne kadar duymadığımız şeyler oluyor, çocuk mafyası, organ mafyası türedi... Sizse, iflas eden tüccarlar gibi eski defterleri karıştırıp, sürekli kavga edecek bir mesele buluyorsunuz. Bu bir ’cambaza bak’ numarasıdır... Ama artık vatandaşın bu numaralara karnı tok!”

Refah Partisi’nden beri birlikteydi Gül ve Erdoğan’la... Ve tabii AK Parti’nin belkemiğini oluşturan pek çok ismin de yol arkadaşıydı, en zorlu günlerde. RP kapatıldığında, 28 Şubat’ta, e-muhtıra verildiğinde... 16 yıl birlikte siyaset yapıp, başbakan yardımcısı sıfatını taşırken, yolları birden ayrılıverdi! 2007 seçimlerinin arifesinde bir açıklama yaptı, herkes şaşırdı kaldı. AK Parti’den aday olmayacaktı! Onlarca söylenti yayıldı. O, “Bireysel bir karar” dedi, başka tek laf etmedi. İşin ilginci partiden istifa etmedi, başka bir partiye de gitmedi. Ama iktidarı yüksek sesle eleştirmeye başlamıştı. Bu arada CHP’lilerce cumhurbaşkanlığına aday olması gündeme getirildi. Tabii olmadı. Sonunda istifa edip, Türkiye Partisi’ni kurdu.

Kısacası, Abdüllatif Şener, AK Parti’yi en iyi bilenlerden biri... Hem tek tek siyasetçileri hem de partinin genel işleyişini... Bu nedenle sadece bir parti lideri olmasının ötesinde, iktidarı en iyi analiz edecek isim de o. Hem bu sebeplerden, hem de geçen haftaya damgasını vuran “Emine Hanım başörtüsüyle GATA’ya girdi mi, girmedi mi? Nejat Uygur’u ziyaret etti mi, etmedi mi?” tartışmasından ötürü Şener’le konuşmak istedim. Çünkü Şener, “Duyduğum kadarıyla, Emine Hanım başörtüsüyle GATA’ya girdi” diye bir açıklama yapmıştı. Başbakan Erdoğan bunun üzerine “Ben söyleyeceğimi söyledim” deyip, başka yanıt vermedi. Üsteleyen gazetecilere de “Bu konuyu magazinleştirmeyelim” deyip, son noktayı koydu.

Bu cevap yeterli değil

Nejat Uygur’un eşi Necla Hanım ise Şener’in açıklamasına şöyle yanıt verdi; “Emine Hanım’ın üzüntüsünü çok iyi biliyorum. Emine Hanım, kesinlikle GATA’ya gelmedi.” Gazeteler bu demeci “Necla Uygur Şener’i yalanladı” diye yorumladı, ama Şener hâlâ bu cevabı yeterli bulmuyor. Ona göre bu açıklamanın ucu açık, çünkü Emine Hanım’ın GATA’nın kapısından çevrilip çevrilmediği hâlâ muamma. “Girmiş de olabilir, girmemiş de... Bu işin kavgasını başlatanlar ne olup bittiyse düzgünce söylesin. Herkes açık konuşsun, bir söz ortaya atılıp, sonra susulmasın” diyor ve sonra doğrudan Erdoğan’ı eleştiriyor: “Ekonomi bir yılda yüzde 8 küçüldü. İşsizliğin yüzde 14.8’e ulaşması bekleniyor. Her 4 gençten biri işsiz. Tekel işçileri açlık grevinde... Organ mafyası, çocuk mafyası türedi. Bin 661 çocuk kaçırıldı. Aile içi şiddet arttı, geçen yıl 953 kadın bu sebepten öldü. Sorarım size bu ülkede ne iyiye gidiyor? İktidarın görevi bu sorunları çözmektir. Ama maalesef 73 milyon vatandaşın sıkıntılarını çözecek hiçbir şeyleri olmadığı için sürekli kavga çıkarıp kamuoyunu meşgul ediyorlar. İflas etmiş tüccar gibi eski defterleri karıştırıp, üç yıl önceki başörtüsü meselesini ortaya çıkartıyorlar. Bu bir ’cambaza bak’ numarasıdır. Ama artık kavga çıkartarak vatandaşın gündemini değiştirmek mümkün değildir!”


Madem GATA konusunu açtınız olup biteni doğruca anlatın!

GATA ile ilgili söyledikleriniz yalanlandı. Ne diyorsunuz?


Daha önce de söyledim, bu konuda doğrudan bilgi sahibi değilim ama bir ara kulislerde fısıltı halinde GATA’yla ilgili sözler dolanıyordu. Ben bunu ifade ettim. Ancak konunun baştan beri gündeme giriş biçimi yanlış. Türkiye’de son birkaç yıldır, siyaset kavga alanına döndü. Bir malzeme ortaya çıkarılıyor ve onun üzerinden kavga, kin, nefret ve ayrışma sürdürülüyor. Yanlış olan şey bu. Nitekim üç sene önceki bir hadiseye dayanarak, ’Başbakan’ın eşi başörtüsüyle GATA’ya girdi mi, girmedi mi?’ tartışması yoğun olarak yaşanmıştır. Başbakan bunun üzerinden siyaset yapmaya kalkmıştır. Sen Başbakansın, icranın başındasın, ortada bir sorun varsa, sana düşen bu sorunu çözmektir. Üç sene geride kalmış bir konuyu kavga haline dönüştürmek değil! Üstelik olaya baktığınızda değişik ihtimaller var. Bir, başbakanın eşi GATA’ya gitmiş ama içeriye alınmamış olabilir. Bu, Başbakan için büyük bir zafiyettir. Böyle bir şey olamaz. Eğer gittiyse içeri girmiş olmalıdır. İkinci ihtimal, gitmemiştir. Ama bir test yapmıştır, giderse bu ziyareti gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğiyle ilgili. Olumsuz kanaate ulaştığı için, gitmekten vazgeçmiştir. Bu da gündeme düşürülecek bir konu değildir.

Sizce ne olmuştur? Dolaylı yoldan duyum aldım diyorsunuz ama...


Dediğim gibi bir engel çıktığı ama sonra görüştüğüyle ilgili parti çevrelerinde konuşmalar vardı. Dolayısıyla ’Kesin olarak biliyorum, gitti, ziyaretini yaptı’ gibi bir ifade zaten kullanmadım. Ama işin ikinci safhası hep kapalı tutuluyor. Ne oldu sonra? Sonrasında ne olduğuyla ilgili bir bilgi sunulmuyor. Bu işin kavgasını başlatanlar ne olup bittiyse düzgünce söylesinler. Benim söylediğim de bu.

Siz sonra araştırma gereği hissetmediniz mi peki? Tartışma bu kadar büyüyünce...

Ben yetkililer ne olup bittiğini düzgünce söylesinler diyorum. Siyasetin her şey üzerinden kavga icat etmesinin doğru olmadığını söylüyorum. Siyaset öyle bir noktaya geldi ki, Başbakan yıllar önce olmuş, yıllardır bu konuda hiçbir şey söylenmemiş, tutulmuş meseleleri gündeme getiriyor, üç yıl önceki defterleri karıştırarak kavga icat etmeye çalışıyor. Türkiye’nin kavgaya değil, birliğe, beraberliğe, huzura ihtiyacı var. İflas eden tüccar eski alacak defterlerini karıştırırmış. Ortada buna benzer bir tablo var. Eski defterleri karıştırmanın bir alemi yok. Üstelik işin içindekiler de bu işin ne olduğunu tam olarak söylemeden üzerinde kavga ediyor. Yani Başbakan’ın eşinin Başbakan’a bağlı bir kurumun hastanesine gidip, içeri girememesi Başbakan açısından da ayıptır. Bu zaafı ifade eden bir durumdur. Gitti mi, gitmedi mi? Gittiyse, içeri girdi mi, girmedi mi? Yoksa gitmedi de, ’Gidersem alınmam da sorun olur’ mu dedi? Madem konuyu açtınız, bu sorulara da açıkça cevap verin.

Galiba tartışmayı büyüten konunun hem başörtüsü hem de asker olmasıydı...

Ben başörtüsü karşıtlığını hiçbir zaman anlayamamışımdır. Neden birileri başörtüsüne karşıdır, bunu hiçbir zaman yorumlayamadım. Başörtüsü karşıtlığının Türkiye’de sona ermesi gerektiğini düşünüyorum. Ama bunu sürekli kavga konusu haline dönüştürerek, daha içinden çıkılmaz hale getirmenin başörtülüleri de incittiğini düşünüyorum.

GATA’ya da girebilmesi lazım sonuçta başörtülü birinin değil mi?..


Tabii ki... Sonuçta bir hastane orası. Hasta ziyaretini nasıl yapamazsınız kıyafetinizden ötürü? Kıyafetinizden ötürü nasıl okuyamazsınız, anlamıyorum.

Sizin eşinizin giremediği bir yer var mı başörtüsü nedeniyle?

Hayır. Öyle bir sorun içinde olduğunu hissetmiyorum. Ama bir başörtüsü sorunu var Türkiye’de. Aslında temel mesele çok farklı. Bugün Türkiye’de ekonomik bir kriz var, siyasi bir kriz var ve sosyal bir kriz de var. Siyaset kriz içindeyse, elbetteki bunun uzantıları bir taraftan ekonomiye, bir taraftan sosyal ortama doğru yönelecektir. Onun için biz Türkiye Partisi olarak diyoruz ki siyaset kriz üretmeyi bıraksın, bu ülkenin sorunlarını, dertlerini çözümlesin. Tarihimiz boyunca bu ülkenin milli değerleri ve hasletleri bu dönemdeki kadar tahrip olmadı. Hırsızlık, gasp, yolsuzluklar, aile içi şiddet, cinayetler, intiharlar, uyuşturucu bu dönemdeki kadar hiçbir dönemde yaygınlaşmadı. Bu ülkenin tüm değerleri bu dönemde dejenere edilmeye çalışılıyor, tahrip ediliyor. Bir ara Adalet Bakanı bir soru önergesi üzerine şu açıklamayı yapmıştı. Türkiye’de tüm hapishanelerde 75 bin kişilik yatak var. Ama hapishanelerde 115 bin kişi yatıyor ve devlet de 700 bin kişiyi arıyor. Yakaladığı zaman içeriye atmak için... Ama içeride koyacak yer yok. Bunlar Türkiye’nin geldiği noktayı göstermesi bakımından hiç hatırdan çıkarılmaması gereken rakamlardır.

Gidişattan bu kadar kaygılı mısınız?

Kesinlikle... Çocuk mafyası türedi Türkiye’de. Bir yıl içersinde bin 661 çocuk kaçırıldı. Emniyet’in resmi rakamları bunlar. Organ mafyası türedi. Böyle bir dönemi Türkiye tarihinde görmedi. Yine Emniyet’in açıklamalarına göre, 2009 yılının 9 ayında 953 kadın aile içi şiddete maruz kaldı ve hunharca katledildi. Bir taraftan hırsızlık, soygun, uyuşturucu, diğer taraftan kaçırılan çocuklar, katledilen kadınlarımız... Bu ülkenin değerleri ne oldu? Kim tahrip etti? Bu ülkenin milli hasletlerini, sevgiyi, dayanışmayı, yardımlaşmayı, birbirinin hukukunu gözetmeyi, karşılıklı haklara saygı duymayı kim tahrip etti, kim yok etti? Bu sosyal krizi kim üretti? Bunun cevabını aramaya gerek yok. Eğer iktidar olanlar ülkedeki sorunları çözmek yerine varlığıyla sorun oluşturmaya, kavga etmeye başlarsa, elbetteki siyasi kriz beraberinde sosyal krizi de getirir. Bugün Türkiye’nin yaşadığı hadise budur. Düşünüyorum da acaba Sayın Başbakan danışmanlarına, ’Gece gündüz çalışın ve sürekli bana kavga edecek konular getirin’ diye talimat mı verdi?

Ama Başbakan ekonomi iyi diyor...

Bu ülkede ekonomik kriz yoktur diyenler ülkenin ekonomisini anlatmıyorlar, kendi ekonomilerini, kendi hallerini anlatıyorlar. Büyüme oranlarına, işsizlik rakamlarına bakarsınız kriz olup olmadığını anlarsınız. 2008’in son üç ayında ekonomi yüzde 6.5 küçülmüştür, 2009’un ilk 9 ayında da küçülmeye devam etmiştir. Yani bir yıllık dönemde Türk ekonomisi yüzde 8 civarında küçülmüştür. Milli Gelir düşmüştür. Vatandaş yoksullaşmıştır. Bu küçülme oranı dünyanın en yüksek küçülme oranıdır. Avrupa’ya, Amerika’ya baktığınız zaman ekonomilerin yüzde 5 veya 6 civarında küçülme yaşadığını görürsünüz. Tüm dünyanın en fazla küçülen ekonomisini ortaya çıkaran bir siyasal iktidarın Türkiye’de ekonominin iyi olduğunu söyleme hakkı yoktur. Eğer bunu söylüyorsa vatandaşın derdini anlamıyor demektir. Karanlıkta ıslık çalarak bu ülkenin dertleri çözümlenemez. İşsizlik rakamlarına baktığınızda da aynı korkunç tabloyu görürsünüz. Türkiye, dünyanın en fazla işsizi olan ülkesi. Orta vadeli programda 2009 sonu itibarıyla işsizliğin yüzde 14.8 olacağı ifade edilmiştir. OECD ülkeleri içinde en fazla işsize sahip olan üç ülkeden biri Türkiye. Diğer ikisi ise İspanya ile Güney Afrika. Ancak o ülkelerle Türkiye’yi yalın rakamlara bakarak kıyaslayamazsınız. İspanya’da iş gücüne katılım oranı yüzde 80’e yakın. Türkiye’de ise bu oran yüzde 40-45 arasında. Dolayısıyla işgücüne katılım oranının bu kadar düşük olduğu bir ülkeyi bu ülkelerle kıyaslamak doğru değil. Genç nüfusta işsizliğin yüzde 25’e ulaştığı, umudunu kaybettiği için iş aramayanların işsiz rakamları içinde görünmediği Türkiye’nin, gerçek işsiz rakamlarına baktığınızda dünyanın en fazla işsizi olan ülkesi olduğunu görürsünüz. Başbakan’a ekonominin bir felaket içersinde olduğunu göstermek için başka hangi rakamı vermek lazım? Sanayi çöküyor, tarım bitiyor, büyüme dibe vurmuş, ekonomi küçülüyor, dünyanın en fazla işsizi Türkiye’de. Borç stoğu cumhuriyet tarihinin en büyük borç stoğu. Ne iyi bu ülkede? İktidarın görevi bu sorunları, 73 milyon insanımızın dertlerini, sıkıntılarını çözmektir ama ekonominin bir türlü gündeme girmediğini, ne Başbakan’ın ne ekonomiden sorumlu bakanların derslerini çalışmadıklarını ve vatandaşın sıkıntılarıyla ilgili hiçbir şey yapmadıklarını görüyoruz. Bunun için kavga çıkarmak suretiyle sürekli kamuoyunu meşgul ediyorlar. Kavga ve gürültü ortamında vatandaşın dikkatini başka yerlere çekmeye çalışıyorlar. Bu bir ‘cambaza bak’ numarasıdır. Ama bu ülkede yaşayan insanlar basiretli insanlardır. Milletimiz ne olup bittiğini görmektedir. Artık kavga çıkararak vatandaşın gündemini saptırmak mümkün değildir.


Turkuvaz başörtülü göremedim...

Türkiye Partisi 81 ilde teşkilatlarını kurmuş, seçimlere hazır... Abdüllatif Şener, her gün bir başka şehirde ya açılış yapıyor, ya bir toplantıya katılıyor. Başını kaşıyacak vakti yok... Biz Şener’le, Bağcılar’da 1. İstanbul İl Divan Toplantısı’ndan sonra sohbet ettik. Salon hınca hınç dolu, coşku da kalabalık gibiydi... Bu arada Türkiye Partisi’nin renklerini de öğrenmiş oldum, turkuvaz! Biliyorsunuz, Türk milletinin simge rengi... Kadınların fularları, erkeklerin kravatları, atkıları hep mavinin bu tonundaydı... Ama salonda turkuvaz türban ve başörtüsüne pek rastlayamadım! Yorumu siz yapın...

Gül’ün söyledikleri çok masum, çok makul, çok doğru

“Cumhurbaşkanı Gül’ün, şu ana kadarki çizgisinde Başbakan’ın eğilimlerine ve stiline uygun olmayan bir çıkışı olmamıştı. Görmüyordu belki. Ama görme ihtiyacı olan bir noktaya geldi demek ki!”

Cumhurbaşkanı’nın Hindistan’da yaptığı açıklamaları ve ona yöneltilen eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sayın Cumhurbaşkanı iki noktada önemli şeyler söyledi. Birincisi, “Bu Meclis sivil anayasa için mutabakat fırsatını kaçırmıştır” dedi. Bu yaklaşımına katılıyorum. Gerçekten bu ülkenin bir sivil anayasaya ihtiyacı var. 61 Anayasası bir darbe döneminin ürünüydü. Yürürlükte bulunan 82 Anayasası da darbe döneminin ürünüdür. Gerçi bugüne kadar çok sayıda maddede değişiklik yapılmıştır. Ama özü ve bütünü itibariyle o dönemin bir sonucudur. Bazı maddelerde değişiklik yapmak suretiyle, özünü ve ana mantığını değiştirmek mümkün değildir. Bu bakımdan Türkiye’nin baştan sona yeni ve sivil bir anayasaya ihtiyacı vardır. Ama anayasalar bir mutabakat metnidir ve çoğunluğun görüşlerini yansıtmazlar. Hatta azınlık haklarını koruma anayasalarda daha ön plana çıkar. Bu bakımdan şekli olarak bir düzenleme yaptık denilecek metinler değildirler. Yeni anayasanın, sivil anayasa olabilmesi için böyle bir geniş mutabakat zemininde hazırlanması, tartışılması ve Meclis katılımının da sağlanarak ortaya çıkarılması lazım. Ama maalesef Cumhurbaşkanı’nın söylediği gibi Meclis bu fırsatı kaçırmıştır.

Neden?

İktidar partisi bir Anayasa değişikliğinden söz ediyor ama bir sivil anayasadan söz etmediği de iktidar sözcülerinin ifadelerinden anlaşılıyor. Sadece bazı maddelerde değişiklik yapmayı öngörüyorlar. Bu bazı maddeler de kendi işlerine gelmeyen maddeler anlamına geliyor. Yoksa bir sivilleşme çabasının ürünü gibi gözükmüyor.

Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmak gibi bir hedefi var

Anayasa’da hangi maddeleri değiştirmek istiyorlar?

Mesela üst yargıda değişiklik yapmayı düşünüyorlar. Taslak daha ortaya çıkmadı ama AK Parti Grup Başkanvekillerinden birinin, ’Yargıtay üyeleri, Anayasa Mahkemesi üyeleri nasıl atanmalı?’ gibi bir soruya verdiği yanıttan, doğrudan rahatsızlık duydukları üst yargı organlarında bir değişiklik yapmayı öngördüklerini anlıyorum. Ayrıca acaba cumhurbaşkanlığının dokunulmazlığıyla ilgili maddeyi tahkim etme çabası da olacak mı? Çünkü başbakanın öyle bir hedefi de var. Oraya gittiğinde Meclis raflarında tozlanan dosyalar ve yeniden açılacak birtakım dosyalar konusunda zora girmek istemeyebilir. Çünkü biliyorsunuz, ’Cumhurbaşkanının dokunulmazlığı var mı, yok mu?’, bu tartışma konusu. Anayasa’da da bu konudaki tartışmayı net ortadan kaldıracak bir ifade yok. Böyle olunca da hakkında dosyalar olan, daha sonra da muhtemel dosyaların açılma ihtimali olan biri cumhurbaşkanı olduğunda, örneğin Başbakan gibi, bu o makamda otururken başına iş çıkarabilir, sorun oluşturabilir. Buna benzer değişiklikler de gelecek mi, gelmeyecek mi bakacağız. Bunları doğru mudur, yanlış mıdır diye yorumlamıyorum ama eğer anayasa birilerinin kendi bireysel ihtiyaçlarına göre düzenlenmeye başlarsa o anayasa sivilleşme ya da demokratikleşme anlamı taşımaz. Bu bakımdan ben Sayın Cumhurbaşkanı’nın yaklaşım tarzını bir tespit olarak görüyorum.

Peki ya Cumhurbaşkanı’nın kavga açıklaması?

Cumhurbaşkanı, iyi niyetle basına ‘Kavgaları yayınlamayın’ diyor. Ama burada asıl kavga yapanlara yönelmek, kavga yapmaktan vazgeçmeleri gerektiğini söylemek isabetli olurdu. Yani burada Cumhurbaşkanı’nın güzeli, doğruyu arama çabası var. Çünkü bu kavgalar, toplumda kin ve nefreti yaygınlaştırıyor, ayrışmaları derinleştiriyor. Cumhurbaşkanı bunun oluşmamasını istiyor. Bu doğru bir şey. Ama siyaset kavga ettiği sürece o yayınlanır. Asıl burada Cumhurbaşkanı’nın, ’Bu kavgayı, bu kini, bu düşmanlığı bırakın, karşılıklı hakaretleşmelerden vazgeçin’ diye başta Başbakan ve iktidar partisi olmak üzere diğer siyasi partilere çağrıda bulunması lazım.

Cumhurbaşkanı’nı eleştiren yazarlar Başbakan’a zarf atıyor

Cumhurbaşkanı’nın bu çıkışı çok eleştirildi. Hatta, “Sezerleşiyor mu, statükocu mu oldu?” diye bile soruldu...

Başbakan’ı destekleyen bazı medya kuruluşlarının bu cümleleri eleştirmesini doğru bulmuyorum. Bu iki sözde ne yanlışlık var Allah aşkına! Anayasa’ya bakarsanız kurumlar arasında işbirliğini sağlamak Cumhurbaşkanı’nın görevleri arasındadır. Bu söyledikleri de Anayasa’da kendisine yüklenen görevinin gerekleridir.

O zaman bu tepkinin sebebi ne?

Vallahi bu sözleri söyleyerek bazıları birilerinin gözüne girmeye çalışıyor galiba... Başbakan’a, ‘Bak seni savunuyoruz’ diye zarf gönderiyor. Ama bu iki yaklaşım tarzının eleştirilecek bir tarafı yok.

Peki sizce Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olduktan sonra değişti mi?

Değişiyor mu, değişmiyor mu diye tartışma zemini açmaya gerek yok. Ben söylediğine, yaptığına bakarım bir insanın. Hangi makamda olursa olsun, doğrularına doğru, yanlışlarına yanlış derim. Şu ana kadarki çizgisinde, hükümetin veya iktidarın, daha doğrusu Başbakan’ın eğilimlerine ve stiline uygun olmayan bir çıkışı olmamıştı. Görmüyordu belki. Ama görme ihtiyacı olan bir noktaya geldi demek ki! Öyle bakmak lazım. Üstelik de bunlar çok masum ifadelerdir. Bu kadar saldırmak haksızlıktır Sayın Gül’e. Bu iki konuda da söylediği sözler çok masum, çok makul, çok doğru şeylerdir. Niye saldırıyorlar anlamıyorum. Gül sadece Cumhurbaşkanlığı görevini yerine getiriyor.