Türkiye Arap dünyasının yeni rol-modeli

Türkiye'nin yeni dış politika vizyonu, Arap dünyasındaki bölge politikalarını da değişime zorladı.

Türkiye Arap dünyasının yeni rol-modeli
Türkler arapların dilinden düşmüyor.

Klasik Çin tarzında döşenmiş Ambassador Oteli’nin lobisinde akşam yemeğinin ardından başlayan koyu, bir o kadar da gürültülü muhabbetin konusu Türkiye. Arap grubunun en olgunu Suudi gazeteci Sultan Tamami, 10 bin kilometre ötede yakaladığı bir Türk yöneticiye soruyor: “Avrupa Birliği’ne siz mi girmek istiyorsunuz? Onlar mı sizi birliğe almak istiyor?” Cevap, grubu kahkahaya boğuyor: “Sorunuza soruyla cevap vereyim: Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar? Bunu tartışmanın bir anlamı var mı?” Kuveytli iş adamı araya giriyor: “İşte Türk diplomasisi. Diplomasiyi Türklerden öğrenmeliyiz.”

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yakın zamandaki Orta Doğu temaslarının Arap basınında geniş yer bulduğunu vurguluyordu Beyrut’tan gelen bir gazeteci: “Petrolü olmamasına rağmen Türkiye, yürüttüğü aktif diplomasiyle bölgenin yeni gücü oldu.” Gecenin ilerleyen saatlerine kadar süren tartışma birkaç kez ‘yeni Osmanlı’ ve ‘yeni hilafet’e kaysa da Türkler netti: Bugün yaşanan, geçmişin çok çok ilerisinde…

Arapların son dönemde Türkiye’ye yönelik artan sevgi ve ilgisi, tek taraflı değil elbette. Zira Türkiye, son yıllarda yeni bir dış politika vizyonu ortaya koyup Orta Doğu ve Arap dünyasında siyasi, kültürel ve ekonomik nüfuzunu artırdı. Arabulucu, sorun giderici sıfatıyla bölgedeki ihtilafların çözümünde alışılmışın ötesinde bir performans sergiliyor. Çevresinde istikrarın ve refahın artması için çaba harcıyor. Bununla birlikte içe dönük attığı reform ve açılım adımları, özellikle bölge ülkelerinin Türkiye’ye ilgisini artırıyor. Bu ilgi artışında hiç şüphesiz Türk dizilerinin de katkısı var.

Ankara’nın sadece son 10 günlük diplomasi trafiği, komşularla ‘sorunlu sınırlar’dan ‘sınırsız iş birliği’ne nasıl geçtiğini gösteriyor âdeta. Önce Davutoğlu’nun Bosna ve Hırvatistan’ın ardından düzenlediği Şam ziyareti, ardından iş adamları ve gazetecileri yanına alan Cumhurbaşkanı Gül’ün Kuveyt çıkarması (22-24 Aralık), aynı günlerde Başbakan Erdoğan ve 9 bakanın Şam ziyareti… Suriye’de birincisi düzenlenen Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İş Birliği Konseyi’nde imzalanan protokol ve anlaşmalar her iki ülke için tarihî önemdeydi. Aynı günlerde Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın Birleşik Arap Emirlikleri ziyareti de es geçilemeyecek kadar mühimdi. 2010’un ilk gününde de Ahmet Davutoğlu, Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz ile bölgesel ve iki ülke arasındaki ilişkileri görüşmek üzere Riyad’daydı. Ziyaretler bir tarafa, Ankara’da önemli kabuller de oldu bu arada. 29 Aralık’ta Gül, Irak Türkmen Cephesi Başkanı Saadettin Ergeç ve beraberindeki heyeti Çankaya Köşkü’nde kabul etti. 30 Aralık’ta Ankara’ya gelen Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Adel Abdelmehdi, önce Erdoğan, ardından Gül’le görüştü.

Resmî verilere göre; 2009’da Cumhurbaşkanı Gül 29, Başbakan Erdoğan 23, Dışişleri Bakanı olarak Babacan ve Davutoğlu da 93 yurt dışı ziyaretinde bulundu. Davutoğlu, Avrupa’ya toplam 47, Asya’ya 15, Orta Doğu’ya 22, ABD’ye 9 seyahat yaptı. Son dönemdeki dış ticaret verileri, imzalanan ve hayata geçen anlaşmaların sonuç getirdiğini yansıtıyor. Ankara’nın birinci önceliği de bu zaten.

Peki, sınırımız bulunmayan Orta Doğu ülkeleri Türkiye’nin bölgedeki pro-aktif diplomasisine nasıl yaklaşıyor? Gazze saldırısının ardından Başbakan Erdoğan’ın Davos Zirvesi’nde İsrail’i insan hakları noktasında eleştirmesiyle Arap coğrafyasında Türkiye’ye yönelik duygusal bir sempatinin oluştuğu bilinse de son dönemde yapılan anketler hüsnüniyetin sadece duygusal noktada da kalmadığını gösteriyor. Orta Doğu’da Türkiye ve Türkleri sevmek için birçok nedenin bulunduğunu yansıtıyor bu tarafsız araştırmalar. Kimi aktif diplomasisinden, kimi dik duruşundan, kimi de bölgede artan ticaret ve istikrardan dolayı seviyor Türkiye’yi.

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı (TESEV) tarafından 24-29 Temmuz 2009 tarihleri arasında Mısır, Ürdün, Filistin, Lübnan, Suudi Arabistan ve Suriye’de telefonla, Irak’ta ise yüz yüze mülakatla eş zamanlı olarak gerçekleştirilen Orta Doğu’da Türkiye Algısı başlıklı çalışma, Türkiye’nin yeni politikalarının bölge ülkelerinde nasıl algılandığını ortaya çıkardı. KA Araştırma Şirketi tarafından gerçekleştirilen saha çalışması ve anket analizlerine 7 ülkeden toplam 2006 kişi katılmış. Çalışmaya İngiltere Dışişleri Bakanlığı İkili İlişkiler Fonu, Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği ve Açık Toplum Vakfı da destek vermiş.

TESEV Dış Politika Programı Danışmanı Doç. Dr. Mensur Akgün, çalışma sonrasında çıkan verilerin kendilerini de şaşırttığını ifade ediyor: “Türkiye’ye yönelik artan ilginin biz de farkındaydık ama bu durumun yüzde 70’leri aşacağını beklemiyorduk. Çıkan sonuçların sağlamasını yaptık, durum değişmedi. Araştırmanın yapıldığı 7 Orta Doğu ülkesi, laik siyasi yapısına rağmen Türkiye’yi ortalama olarak yüzde 61 oranında Arap dünyası için bir model olarak görüyor.”

Akgün, araştırmada öne çıkan üç önemli veriyi şöyle sıralıyor: “Birincisi, Türkiye’nin çatışmaların çözümünde oynadığı rol bölge insanları tarafından takdir ve teşvik ediliyor. İkincisi, bölge insanının en önemli sorunu Filistin değil, ekonomi. Üçüncüsü de Arap dünyası Türkiye’nin AB üyeliğine karşı değil, tam tersine destekliyor.”

Anketin bir diğer önemli sonucu da Arap dünyasının Türkiye’nin İsrail-Filistin sorununun çözümünde yeniden rol almasını istemesi... Çalışmaya göre, 7 ülkede yüzde 79’a varan bir beklenti var bu yönde. Filistin’de ise halkın bu isteği yüzde 89’lara ulaşıyor. 7 Arap ülkesi ayrıca Türkiye’nin sadece Filistin sorununda değil, Arap dünyasında da aktif rol oynaması gerektiğini düşünüyor (7 ülkede yüzde 77 oranında). Arap dünyası Türkiye’nin AB üyeliği konusunda da hemfikir. Yüzde 57’si bu üyeliği destekliyor ve Türkiye’nin Arap dünyasındaki rolünü olumlu etkileyeceğini düşünüyor.

TESEV’in anket ve analizleri, Türkiye’nin izlediği aktif diplomasiyle bölgede ilgi uyandıran bir ülke konumuna yükseldiğini doğruluyor. Türkiye, iddia edildiği gibi bölgesinde hegemonik bir aktör ya da tehdit olarak da algılanmıyor. Aksine, bölge halkı Türkiye’nin sorunların çözümünde artarak yer almasını istiyor. Bununla birlikte görülüyor ki Türkiye, Doğu’ya ilerledikçe Batı’ya da yaklaşıyor. Yani Doğu politikası, Batı politikasını besliyor.

Peki, Türkiye, hem Batı’da hem de Doğu’da itibar getiren ‘komşularla ve coğrafyayla sıfır sorun’ merkezli politikalarının istikrarını nasıl sağlanacak? Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’ndan (SETA) Prof. Dr. Talip Küçükcan, bu soruyu şöyle cevaplıyor: “Çatışma, sürtüşme ve gerginliklerin yerini ‘ortak bir gelecek’ kavramı ve projesi etrafında inşa edilecek ilişkiler ağının alması için girişimlerde bulunmalı. İlişkilerin güçlenmesi ve konjonktürel etkilerden kurtarılması için ‘karşılıklı bağımlılık’ kurulmalı. Bu, temelde ekonomi, güvenlik ve barış eksenli bir dış politika demek. Ortak savunma, tarım, enerji, ulaşım ve teknoloji yatırımlarına öncelik verilmeli.”

Zirve Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gökhan Bacık da artan ticari ve ekonomik hacmi uzun vadede risklerden koruyacak legal yapılanmalara gerek duyulduğunu ifade ediyor: “Bölgesel tahkim merkezleri kurulursa, karşılıklı ticaret risklerden kurtarılabilir. Ticaret, diplomasi, eğitim, ekonomi, turizm gibi konularda proto-entegrasyon örneği olacak cesur adımlarla ilerlemek gerekiyor.”

Bu noktada şu soru öne çıkıyor: İsrail ile yaşanılan gerilim, Türkiye’nin Doğu politikalarını nasıl etkileyecek? Bacık, İsrail’e rağmen Orta Doğu ile ilişkilerini daha üst noktalara çıkarmasının paradoksal olarak Türkiye’nin önemini hem küresel olarak hem Arap dünyasında arttıracağını söylüyor: “Tuhaf biçimde İsrail ile eşit olarak masaya oturma iradesi Türkiye’nin marka değerini artırıyor. Orta Doğu denince artık İsrail-Filistin denklemi akla gelmiyor. İran var, Türkiye var, Suriye var. Artık bütün hesapları sadece İsrail üzerinden yapan ülke yok denecek kadar az.”