Demografik Tehlike

Osman Arslan

Osman Arslan

Demografik Tehlike

Bu günün gelişmiş ülkeleri yaklaşık 250 yıl önce başlayan ve derinleşen demografik değişim süreciyle halen mücadele etmeye devam ediyorlar. Kadın başına düşen doğurganlık oranını ikame etmek için sosyal ve ekonomik olarak ciddi kaynaklar aktarıyor, ancak buna rağmen 10 binde bir bile sonuç almakta zorlanıyorlar.

Ülkemiz de maalesef bu sürece daha fazla direnemedi ve Avrupa ülkelerine göre geriden de olsa hızla yaşlanan ülkeler arasında yerini aldı. Avrupa ülkeleri arasında doğurganlık oranı en hızlı düşen ülkeler arasında zirve yaptık.

Sosyal, kültürel ve ekonomik nedenlere bağlı olarak demografik dengeler değişmeye başladı.

2024 verilerine göre ikame oranımız 1,5 seviyelerinin altına inmiş durumda. Nüfusun yenilenmesi için ihtiyacımız olan kadın başına düşen doğurganlık oranı ise 2,1.

Bu durum değişmez ise 2055 yılından itibaren nüfusumuz sürekli gerileyecek. Eğer gerileyen doğurganlığa yönelik besleyici önlemler alınmaz ve bu seviyede devam edersek 2100 yılına geldiğimizde nüfusumuzun 60 milyona kadar gerileyeceği tahmin ediliyor.

Ülkemizde, kadın başına düşen doğurganlık oranının bu denli gerilemesinin en önemli nedeni ekonomik etkenlermiş gibi görülmesi kısmen doğru. Ancak daha çok siyasi bir algı. Bilimsel çalışmalar ve gerçekler farklı. 1980'li yıllarda şuan ki milli gelirin yarısından dahi az olan kişi başı milli gelire rağmen doğurganlık oranı günümüzün neredeyse üç katıydı.

Örneğin Avrupa'da kişi başı milli geliri 40 bin doların üzerinde olan Finlandiya'nın doğurganlık oranı 1,26. Avusturya'nın kişi başı milli geliri 46 bin dolar, doğurganlık oranı ise 1,32. Yine kişi başı milli geliri 58 bin dolar olan Lüksemburg'da ikame oranı 1,25 seviyelerinden yukarı çıkamıyor.

Bu demek oluyor ki yukarıda ifade ettiğim gibi toplumlara ait sosyal ve kültürel güç, en az toplumların ekonomik gücü kadar önem taşıyor.

Dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de sosyal kısırlık anlayışı hızla yaygınlaşarak, bireyler tarafından benimsenerek kabul görmeye devam ediyor. Bireyselleşen yaşam alanları, daraltılmış ben merkezli, sosyal ve kültürel etkileşimsizlik özellikle genç nüfusu etkisi altına almaya devam ediyor.

Teknolojik gelişimin çok yüksek bir hızla ve aniden hayatımıza girmesi bütün dengeleri alt üst etti. Sosyal ve kültürel anlamda insan-insan ve insan toplum ilişkilerine yön vermekte çok zorlanıyoruz. Kontrol tamamen dijital sosyal mecralarda, tabi o mecralarda insan ve toplum modellerine yön vermeye çalışan operasyonel küreselcilerin elinde. Bireyselleşen insanlar sosyal ve kültürel ağdan ayrılıyor. Bir sonraki kuşağa taşınması gereken insani ve toplumsal görevler terk ediliyor.

İşte bu modellemelerin sonucu olarak yansıdığına inandığım sorunlardan biri de evlenme ve ilk doğum yaşı. Ülkemizde evlenme yaşı 26-27'li yaşları geçmiş durumda. Haliyle kadının ilk doğum yaşı da bu nedenle geriliyor.

Gerileyen doğurganlık nedeniyle bir takım sorunlarla karşı karşıya kalacağız.

Bunlardan başlıca olanları kısaca sıralayabiliriz.

İş gücü bulmakta zorlanacağız ve iş gücü ithal edeceğiz.

Sosyal güvenlik sistemi zarar görecek. Çalışan ve emekli orantısı değişecek.

Emeklilik yaşı mecburen yükseltilecek.

Nüfus yaşlanacağı için sağlık giderleri payı artacak.

Asker alma ve güvenlik gücünü kaybedeceğiz. Polis, itfaiye eri ve afet eri gibi genç insan kaynağına ihtiyaç duyulan mesleklerde kadro boşlukları oluşacağından iç güvenlik ve doğal afet durumlarında oluşan krizler büyüyecek.

Bireysellik artacak, ebeveyn ilişkileri ve sorumlulukları da zayıflayacak. Bozulan bu sorumluluk ilişkileri nedeniyle devletler sosyal hizmet ağını genişletmek zorunda kalacaklar. Evde bakım, yaşlı bakım, engelli bakım ve cenaze hizmetleri gibi alt ve üst soylarımıza yönelik aile ve sosyal ağ içerisinde sürdürülmesi gereken görevlerde kamu sorumluluğuna devredilmek zorunda kalınacak.

Peki, iktidar bu konuda neler yapıyor?

2013 yılında Sn Erdoğan'ın üç çocuk söyleminin bilimsel, sosyolojik, kültürel, ekonomik ve demografik verilere bağlı bir söylem olduğunu anlayamayan özellikle muhalif siyasiler, bu durumun seçmen oluşturmak gibi sığ bir anlayışa dayandığını ifade ettiler.

Bilimden ve çağdaşlıktan yana dem vurarak aydın ve çağdaş olduklarını iddia edenler her fırsatta bu öngörü ile alay ettiler.

Umarım bu alaycı ve ideolojik tavırlarından vazgeçerek sürece destek verirler.

Tabi sadece tavsiyeler değil, ekonomik, sosyal ve bilimsel tedbirler alınması gerekiyor. Bu bağlamda neler yapılıyor yine kısaca inceleyelim.

İlk olarak Nüfus Politikaları Kurulu oluşturuldu. Ardından da Aile Enstitüsü kuruldu.

Kurul ve Enstitü sosyal, kültürel, ekonomik, bilimse ve akademik çalışmalarla sürece yön vermeyi hedefliyor. Birçok bakanlığın Kurul'da temsilcisi bulunuyor. Kurul ve Enstitünün alacağı kararlar ve tavsiyelerle nüfus paslanmasında kalıcı çözümler üretilecek.

İlk doğum ve çocuk parası

Hali hazırda devam eden ilk doğumda tek seferlik 5 bin TL, ikinci çocuk için her ay 1500 TL, üçüncü çocuk içinse yine her ay 5 bin TL maddi destek sağlanıyor.

Yeni evlenecek çiftlere maddi destek

Yeni evlenen gençlere 48 ay vadeli, 2 yıl geri ödemesiz, 150 bin lira tutarında faizsiz kredi desteğinin verildiği proje kapsamında aynı zamanda çiftlere Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlükleri ve Sosyal Hizmet Merkezlerinde görevli uzmanlar tarafından evlilik öncesi ve sonrası eğitim ve danışmanlık hizmetleri de veriliyor.

Doğum izni

Anneler için doğumdan önce ve sonra toplam 16 hafta olan doğum izni süresinin yeni bir düzenleme ile 24 haftaya çıkarılması planlanıyor. Altı ay olan ücretsiz izin süresi ise iki yıla kadar uzatılabilecek. Babalık izni özel sektörde 5 gün, kamuda 10 gün olarak verilmekte iken, yeni düzenleme ile bu süre bütün çalışanları kapsayacak şekilde 15 güne yükseltilecek.


Çalışan annelere mola

Aile içi bağların güçlenmesi ve çocukların gelişimlerine yönelik çalışan annelerin haftalık çalışma süresi 20 saate indirildi. Esnek çalışma programı çocuğun ilkokul çağına kadar devam ediyor. Bu sayede annenin iş yükü de hafifletilerek annelik sürecinin güçlendirilmesi hedefleniyor.

Belediyeler

Bu konuda yerel yönetimlerimizin de farklı sosyal destekleri bulunuyor. Bu desteklere belediyelerin internet sayfalarından ve kurumsal numaralarından ulaşılabileceği gibi ilgili birimlerinden de yüz yüze bilgi alınabilir.

Neler yapılabilir?

Bütün bu maddi, sosyal ve psikolojik rehberliklere yönelik desteklerin verimliliğinin ölçülerek güncellenmesine ihtiyaç duyulan bir süreç olarak yaklaşılmalı.

Kadının eğitim ve çalışma hayatında ki potansiyeli yükseldikçe doğum oranının düşmesi nedeniyle dengeleyici teşviklerin, kadınların fikirleri, sorunları ve beklentilerine yönelik birebir yapılan AR-GE çalışmalarıyla güçlendirilmesi gerekiyor.

Çalışan veya çalışmayan annelerin, çocuğun sorumluğundan doğan yorgunluğuna karşı, babanın da sorumluluğunu artıracak planlamalarla, annelerin çocuk doğurmaya yönelik psikolojik ve fiziki olarak güçlendirilmesi sağlanabilir.

Kamu kuruluşları çalışanları için kendi bünyelerinde, TOKİ başlattığı projelerin tamamına ve belediyelere de nüfus yoğunluğuna göre gündüz bakımevleri yapma zorunluluğu getirilerek, düşük fiyat politikasıyla tercih edilebilir öncelikle ailelerin iş gücü ve maddi kayıplarına yönelik endişelerini önleyebiliriz.

Gençlerin evlilik yaşı, kariyer ve fırsatlar nedeniyle üst yaşlara doğru tırmanıyor. Özellikle kadınların “kariyerde yaparım çocukta” anlayışının uygulanabilir gerçek politikalarla desteklenmesi sağlanmalı.
Ekonomik kaygılardan dolayı evliliği ve çocuk yapmayı erteleyen gençlere yönelik maddi ve psikolojik destek alabilmeleri için projeler talep edilebilir. Projesi uygun olan çiftlere devlet kontrolünde iş ve üretim sahası açılabilir.
İnanç, kültür ve sosyal yaşam döngüsünün varlığı ve devamı için bu sistemin cesaretlendirilmesi, aidiyet ve sorumluluk yönünün konferanslar, organizasyonlar, dizi, sinema, tiyatro gibi aracı unsurlarla güçlendirilmesi hedeflenebilir.

Doğurganlık sorununun; kadının, mutlu, sağlıklı, bilinçli ve sorumluluk gücüyle aşılabileceğini biliyoruz. Ancak ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik olarak kadın; erkek ve devlet tarafından yaşamsal ANA unsur olarak kabul edilmeli.

Yaratıcının kadını merkeze alan yaşamsal döngüsüne saygı duyarak geleceğimizi kurtarabiliriz.