“O Ne Ki? Bende Daha Neler Var!”

Ersoy BABA

Ersoy BABA

O gece samanlıkta pusuya yatıp hırsızı yakalamaya karar vermiş. Çifteye 2 fişek sürüp samanlıkta kuytuya gizlenip hırsızı beklemeye başlamış. Gece yarısını
biraz geçe samanlığın kapısı hafiften açılmış. İçeri bir gölge süzülmüş. Muhsin silahını ateş etmek üzere hazırlamış. Bu arada içeri giren adam elindeki çuvalı yere bırakıp saman almak üzere eğilince pencereden süzülen ışık yüzüne vurmuş.

O da ne? Çok sevip saydığı komşusu Cemal. Bir an ne yapacağını bilememiş. “Hırsız” diye yakalasa komşudan olacak. Her Allah'ın günü hır gür. Yakalamayıp sussa her gün samanı eksilmeye devam edecek.



O düşünceler içinden sıyrılıp Cemal'e seslenmiş:
-“Cemal sen misin?”
Cemal şaşırmış. Eli ayağına dolanmış. Kekeleyerek:
-“E.. evet be.. benim Muhsin”
Muhsin çiftesiyle bulunduğu yerden doğrulup:
-“Saman almaya geldiysen al da git! Ben hırsızı bekliyorum”
***
Anadolu insanı bilgedir. Tecrübelidir. İnsan kaybetmeye değil kazanmaya odaklıdır.

Rahmetli babam müthiş bir insandı. Çok iyi bir babaydı. Herkese babası iyi ve müthiş gelir. Ama benim babam bir kahramandı. 70'li yıllarda Ankara Cebeci'de bir dükkânı vardı. Dayımla ortaktı. Aralarında anlaşmazlıklar çıktı. Kavga hır-gür yerine babam işyerini hiçbir karşılık almadan dayıma terk etti. Evimizin bir odasını atölyeye çevirdi. Borç harç bir dikiş
makinası aldı. O çalışma odasına koydu. Komşular rahatsız olmasın diye makinanın ayaklarının altına kalın lastikler yerleştirdi. Bir matbaada 2 kartvizit büyüklüğünde bir reklam bastırdı. Lacivert tek renkli bir reklam. Üzerinde: “Kılıf portatif bir koruyucudur. Koltuğunuzu yeniler” sloganı, altına da “Kılıfçı
Osman Usta” yazısı ve adres ve telefon. Bu reklam kartını abimle birlikte (daha çok abim) Ankara'nın kalburüstü semtlerinde posta kutularına koyuyor, posta kutusu olmayan binalarda tek tek kapılara takıyorduk.

Bir müddet sonra telefonlar gelmeye başladı. Babam gidip ölçü alıyor, koltukların kalıplarını çıkarıyordu. Temin edilen kılıf kumaşını yıkandığında çekmemesi, daralmaması için annem önceden küvette suya basıyor, bir gün beklettikten sonra kurutuyordu. Babam da kesip, dikip müşterinin evine götürüyor ve koltuklara takıyordu. O zamanlar Bağdat Paktı olarak da bilinen CENTO diye NATO gibi bir uluslararası kurum vardı. O kurum sebebiyle Türkiye'de bulunan İranlı subaylar babama çok iş vermişlerdi. Sıfırdan başladığı kılıf işinde Ankara'da iyi tanınmıştı. O yokluk yıllarımızda o sanatıyla bizi okuttu, ailemizi geçindirdi. Eve genç arkadaşlarından biri gelmişti. Sohbetlerinde ben de yanındaydım. Babam arkadaşı ile konuşurken sözü dönüp dolaştırıp gusül abdestine getirdi. Bize direk anlatamadığı konuları sanki onunla öylesine konuşuyor gibi anlatır, duyabilmemiz için de sesini yükseltirdi. Dini konularda eksik bırakmamak için her yolu denerdi. Hayatımızda ondan çok şey öğrendik. Allah ondan razı olsun. Bir de Seyit Ahsen hocamız vardı. Allah ona rahmet eylesin. İslami konularda onun sohbetleri sorulu cevaplı olurdu. Herkes kafasına takılan soruyu sorar ve cevabını da mutlaka alırdı. Onun sohbet akşamlarında öğrendiklerim hayatım boyunca önümde ışık oldu. Zaman içerisinde ondan öğrendiklerimizin hemen hepsine ihtiyacımız oldu, ya da o durumlar karşımıza çıktı. Cevabını ve çaresini rahmetli Seyit Hocamızdan öğrendiğimiz için çözümlerimiz yanlış olmadı.
***
Çözüm odaklı olmak bambaşka bir meziyet.

Ticaret yaptığımız biri gençlik zamanlarından bir komşusunun olayını anlatmıştı: Gençliğimde Şişhane'de, “Sarı Madam” adında bir kahvehane vardı. İnsanlar oraya gelir, oyun oynardı. Aileler de gelir çay içer, simit yer, sohbet ederdi. Çok güzel bir Haliç manzarası vardı. Şişhane'den Hasköy'e dönen köşedeydi. Bir gün oranın müdavimlerinden Şapat diye bir bey geldi. Biz de yandaki masada arkadaşlarla oturmuş, çay içiyorduk. Adamın orta halli bir görüntüsü vardı ama sıkıntılı olduğu her halinden belliydi. Arkadaşları da bu durumu fark etmiş olacak ki, içlerinden biri:
-“Hayrola Şapat, bir derdin mi var?” dedi.
-“Sormayın…” İlk bulduğu boş sandalyeye çökercesine oturdu.
-“Anlat be Şapat.”
Adam anlatmaya başladı. Yanımızdaki masada oturduğu için anlattıklarını bir bir duyuyorduk.
-“Benim dört tane dairem vardı. Bankada param vardı. Karımdan kalan ufak tefek birkaç mücevher de vardı. İki kızımı ve damatlarımı çağırdım ve:
-'Bunları size taksim edeyim, sonra birinizin evinde kalırım, yalnız yaşamak istemiyorum' dedim. Yaptım da. Her şeyimi onlara verdim. İki kızımda birer yıl kalacaktım, böyle konuşmuştuk.

Baştan her şey yolunda gitti. Sonra bu anlaşma aylara, haftalara, şimdi de günlere indi. İkisi de kendi düzenleri bozulduğu için beni evlerinde istemiyorlardı. Anlayacağınız, beni kapının önüne koyacaklar.”
İshak Efendi diye bir adam, “Bu mudur senin bütün derdin?” dedi;
-“Sen merak etme, yarın sabah burada buluşalım, senin derdini çözeceğim.”

Biz olanları sonradan kahvenin sahibine sorarak öğrendik. Zavallı amcanın
sonunu çok merak etmiştik. Bu iki amca, ertesi gün buluşmuş. İshak Efendi cebinden bir anahtar çıkarmış ve Şapat'a vermiş. Bu bir banka kasası anahtarıymış ve üstünde “OB” harfleriyle bir de numara varmış. “OB”, Osmanlı Bankası'nın kısaltmasıymış. O zamanlar o bankanın itibarı da çok büyüktü.

-“Bak, bu anahtarı hangi kızının evinde daha çok kalmak istiyorsan o evde kaybetmiş gibi yapacaksın. Dikkat et de nereye attığını unutma”. Sonra:
-'Anahtarım kayboldu' diye ortalığı ayağa kaldıracak, sonra da bulacaksın. Kızın sana 'Bu ne anahtarı?' diye sorduğunda.
-'Ne anahtarı olacak, kasa anahtarı. Sen bütün varlığımı size verdiğimi mi zannediyorsun? Paralarım, tahvillerim, banka kasasında duruyor. Kimin evinde ölürsem, anahtar ve kalan servetim onun olacak. Kafamdaki plan bu' diyeceksin.”

Şapat Bey, İshak Efendi'nin bütün dediklerini yapmış ve sonradan takip ettiğimize göre de küçük kızının evinde krallar gibi yaşayıp ölmüş. Öldükten sonra kızı ve damadı anahtarı alıp bankaya gitmiş. Banka da onlara.
-“Ne böyle bir kasa numaramız var, ne de böyle bir anahtarımız,” demiş. Şapat Bey bir de yazı bırakmış ardından:
-“Sizi ancak böyle adam edebilirdim!”
Gazetemizin benim makaleme denk gelen değerli okurları. Babanızın kıymetini bilin. Onunla geçen yıllarınız onsuz geçen yıllarınızdan emin olun çok daha değerlidir.
Farkında olmanız dileğiyle, kalın sağlıcakla.