“İngilizleri Üzmüşüz”

Ersoy BABA

Ersoy BABA

Bu hafta milletimize karşı yapılan irili ufaklı darbeleri araştırmadan, incelemeden kaynaklara bakmadan aklıma geldiği gibi yazdım. Birçoğuna halen darbe demiyoruz.
İstiklal savaşında “Allah Allah” naraları ile savaşan millete Allah demeyi yasaklatmak,

Cepheye şalvarlı ve örtülü olarak mermi taşıyan kadınlarımızın kıyafetlerini kanunla yasaklayıp açıp saçmak,

İlk meclisi dua ile açarken orada sarıkla bulunanların hemen tamamını zaman içinde suçlu ilan edip ekarte etmek,

Ezanı Türkçe okutmak, Orijinalinde ısrar edenleri mahkemesiz infaz etmek,

Dualarla hutbelerle işe başlayıp sonra Kur'an-i Kerimleri toplatıp yakmak, din eğitimini tamamen yasaklatmak,

Büyük ebatlı Kur'an-i Kerim ve mealleri kesekağıdı haline getirip kullandırmak,



Kur'an öğreten hocaları İstiklal mahkemelerinde temyiz ve itiraz hakkı olmadan yargılayıp 1630 alimi idam etmek,

Ayasofya'yı müzeye çevirip birçok camiyi kapatmak ve amaç dışı pis işlerde kullanmak,

Savaştığımız ülkelerin kanunlarını getirip dayatmak,

İngiliz şapkalarını mecbur tutmak, giymeyi reddedenleri asıp kesmek,

Şapkaların Türkiye'de tek üreticisi olarak da “bir Yahudi'ye yetki vermek”,

İtiraz eden şehirleri gemi ve uçak gönderip bombalatmak,

Vatandaşı açlıktan kıvranıp üstüne başına bir şey alamazken, çocukları çıplak ayak gezerken Ermeni ve Rum terzilere özel elbise yaptırıp onları paraya boğmak,

Subay kıyafetlerini İtalya'da tasarlatıp acayip yüksek bedellerle özel ürettirmek,

Ayakkabılarını İngiltere'den sipariş vermek,

Halkı açlıktan kıvranırken balolar partiler verip eğlenmek,

Seçim yapıp “Açık oy gizli tasnif” sistemi uygulayıp Milli iradeyi yok saymak,

200 BİN Yahudi, Ermeni ve Rum'u damızlık olarak ülkeye getirip Türk ismi vermek ve önemli noktalara yerleştirmek,

Köylünün ürünlerine vergi adıyla tamamen el koyup bir ekmeği bile karneyle satmak,

Sinemalarda İslam karşıtı, hocaları iğrenç insanlar olarak işleyen filmleri halka dayatmak,

Sanat camiasının hemen tamamını Ermeni ve Rumlarla doldurmak,

Alfabeyi değiştirerek bir anda toplumu cahil sürüsüne çevirmek,

Eski yazı ile olan ve tarihi önemi bulunan tüm evrakları, değerli kağıtları hurda olarak yurt dışına satmak,

Yerli otomobilimizi bahanelerle üretimden kaldırmak,

Tekke ve zaviyeler, tarikatlar kapatıldığı halde yozlaştırmak amacıyla içinde dansöz kadınların da döndüğü sema gösterilerine göz yummak.



Yunan kralını sevgi seli ile karşılayıp kendi karısını onun koluna takıp jest yapmak,

Okullarda yalan tarih öğretmek, Hiç yapılmamış savaşları yapılmış gibi gösterip kahramanlar üretmek,

Kut'ül Amare gibi kazanılmış zaferlerimizi “İngilizleri üzüyor” diye 90 yıl gizlemek, yok saymak,

Uyuşturucu ve bira fabrikaları kurarak toplumda devlet eliyle yaygınlaştırmak,



İlkokul çocuklarına biranın faydalarını anlatarak alkolik bir nesil oluşturmak,

Köy Enstitüleri ve Halkevleri ile dinsiz ve arsız bir nesil yetiştirmek,

Türk tarihini sürekli kötüleyerek unutturmak, padişahları vatan haini ilan etmek,

Vesaire, vesaire, vesaire.

Bütün bunlar 15 Temmuz FETÖ darbe girişimini düşünürken 15-20 dakika içinde aklıma gelen bi şeyler işte. Biz darbeyi zamanında yemişiz. Hem de öyle darbeler yemişiz ki halen kafamızı kaldırıp olan biteni net göremiyoruz. Tam kafamızı kaldıracağız ki bir yumruk daha yiyoruz.

15 Temmuz FETÖ darbe girişimi yukarda saydığım ve her biri toplumda çok, ama tahmin edilemeyecek kadar çok büyük yaralar açan darbelerin kopardığımız kuyruğunun kıvranması gibi. Asıl canavar hep yerinde duruyor. Biraz yıpransa da yerinde. Zayıflamış olsa da orada ve sürekli başımızın üzerindeki Demokles'in Kılınç'ı gibi sallanıp durmakta.

Bu haftaki yazım 15 Temmuz Darbe girişiminin bana hatırlattıkları üzerine yazıldı. Bir şeylerde kıyamet koparıp birçok şeylerde susmak işime gelmiyor. Susmuyor yazıyorum. Sizde gözünüzü kapatmayıp okuyun. Paylaşın. Paylaşın ki herkes okusun ve kendine yapılanları unutmasın. Unutmayın ve unutturmayın.

Demirden korksak trene binmezdik!
***
Bu haftanın kapanışını Yavuz Donat'ın 2008 yılında yazdığı bir makalesini paylaşarak yapıyorum:

Evin çatısında fare varmış.

Ev sahibi 'kâhyayı' çağırmış:

-“Bu sorunu hallet.”

-“Baş üstüne beyim.”

Kâhya çatıya 'fare zehiri' koymuş. Sonuç alamamış.

'Fare kapanı' koymuş. Yine sonuç yok. Kedi almış, tavana bırakmış. Ama fare hâlâ tavandaymış.

Ev sahibi 'aceleciymiş.'

Kâhyayı sıkıştırmış:

-“Fare sorununu hemen çöz.”

Kâhya ertesi gün tekmil vermiş:

-“Çözdüm... Farenin kökünü kuruttum.”

-“Nasıl başardın?”

-“Siz yokken evi yaktım.”
***
Bu fıkra 'ihtilallerden sonra' anlatılırdı. Ve artık 'darbe döneminin sona erdiği... Bu fıkranın hiç gündeme gelmeyeceği' konuşulurdu. Ama 'iddianameye' baktık da... Kendi kendimize söylenmeden geçemedik:

-“Ev yakmaya ne kadar da çok hevesli varmış.”
***
Kalın sağlıcakla.