'Özal’ın Ölümünü Araştıranlar Adıgüzel Cinayeti ve 88 Suikastine Baksın'
Devlet Denetleme Kurulu (DDK)’nun 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümüne ilişkin raporu, suikast şüphelerini artırdı.
2. Özal Hükümeti’nde Sağlık Bakanlığı yapan Bülent Akarcalı, söz konusu raporu Cihan Haber Ajansı (Cihan)’na değerlendirdi. Akarcalı, Özal’ın ölüm sebebi bulunmak isteniyorsa işadamı Niyazi Adıgüzel ve Özal’a yapılan suikastlerin araştırılması gerektiğini söyledi.
Bülent Akarcalı, 93 yıllarında yaşanan ölümlerin başlangıcının Eruh katliamı olduğunu, katliamın Başbakan Özal’a Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından 24 saat sonra haber verildiğini belirtti.
Anavatan Partisi’nin kurucularından olan ve 5 dönem aynı partiden milletvekilliği yapan eski bakanlardan Bülent Akarcalı, “Turgut Özal’ın şüpheli ölümü hakkında araştırma yapılıyor ise Anavatan Partisi döneminin siyasi açıdan iki büyük olayının da araştırılması gerekir. Birincisi Bedrettin Dalan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken sağ kolu, her şeyi olan Niyazi Adıgüzel’in TBMM’ne 100 metre mesafedeki Büyük Ankara Oteli’nin lobisinde öldürülmesidir. Niyazi Adıgüzel 70’lerin tanınmış işadamıydı. Türkmen Kadife’yi falan kurmuştu. Son derece aklı başında zeki, milliyetçi ve müspet bir şekilde Bedrettin Bey’in yanındaydı. Gerek Anavatan’ın, gerek Bedrettin Dalan’ın gücünün doruğunda Büyük Ankara Oteli’nde vurularak öldürüldü, sadece üç gün konuşuldu. Bu olay ne araştırıldı ne de basın üstüne gitti. Neden vurulduğu kimse tarafından araştırılmadı. Belki de olaylar oradan başlıyor. Bana göre Meclis’in karşısındaki otelde bunun yapılması gözdağı verme şeklindeydi. Diğer büyük olay da 2. ANAP Kongresi'nde Turgut Özal’a yapılan suikasttir. O suikast üzerinde de bir araştırma yapılmadı. Turgut Özal da üzerine gidilmesini istemedi. Siyasi iradenin üstünde güçler mi vardı ki her iki olayın da üstü kapatıldı. Her ikisi de gözdağıdır bana göre." dedi.
‘TURGUT ÖZAL NEDEN ÇANKAYA’YA ÇIKMA İHTİYACI HİSSETTİ?’
Her iki olayın araştırılması gerektiğini söyleyen Bülent Akarcalı, şu ifadeleri kullandı: “Niyazi Adıgüzel’in ölümü araştırılmalı. Diğer taraftan Turgut Özal’ın suikastçisi hayatta, kendisiyle konuşulabilir. Ortada yüzde yüz üzerine gidilebilecek konular varken üzerinden 19 yıl geçtikten sonra Özal’ın mezarı açılması gündemde. Diyelim ki inceleme yapıldı Turgut Özal’a zehir verildiği ortaya çıktı. Oradan nereye varacaksınız? O bir sonuç. İşi başlangıcından ele almak lazım. Eğer Turgut Bey bir zehirlenme sonucu öldüyse yediğine-içtiğine koyulan zehirden dolayı olmuş olabilir. Silahla veya başka bir şey ile değil. Turgut Bey’i cumhurbaşkanı iken zehirleyebilecek kişi veya kişiler var ise kendini o güçte gösterecek olanlar var ise o zaman çok eskiden beri vardır demektir. Bu kişiler önce Bedrettin Dalan aracılığıyla Meclis’e, sonra Turgut Bey’in bizzat şahsına 1988’de suikast ile güç gösterisine girdiler. Belki de bu yüzden Turgut Bey, partiyi bırakıp Cumhurbaşkanlığı’na çıkma ihtiyacını hissetti. Asıl bunların araştırılması lazım. Diğer kısım bana göre sansasyon kokuyor.”
‘DDK DAHA ŞEFFAF ÇALIŞMALIYDI’
Devlet Denetleme Kurulu’nun çalışma metodunu eleştiren Bülent Akarcalı, eğer Niyazi Adıgüzel ve Özal’a Kartal Demirağ tarafından yapılan suikast girişiminden bahsetmiyorsa raporun yeniden hazırlanması gerektiğini söyledi.
Akarcalı, şöyle devam etti: “Turgut Bey’in mezarı açılacak, incelemeler yapılacak, onlarca kamera mezar açılırken takip edecek, birkaç gün konuşulacak. Sonuçta hiçbir şey çıkmayacak. Sonuç çıkartacak, olmuş olayların üzerine gitmek lazım. Eğer DDK raporu Niyazi Adıgüzel ve Özal’ın suikastçisi Kartal Demirağ’dan bahsetmiyorsa bu rapor tekrar hazırlanmalı. DDK hangi kıstaslara göre çalışma yaptı? Bunların hiçbirini bilmiyoruz. Aslında böyle bir husus olduğunda çalışma metodolojisi en azından Batı’da böyledir. En başında açıklanır. Şeffaflık vardır. Bu gizli bir olay değil ki. Olmamış bir komployu önlemek için gizli yürütülen bir tahkikat değil ki. Üzerinde binlerce defa konuşulmuş bir konu. DDK kamuoyuna ‘Biz bu konuda araştırma yapıyoruz, adresimiz şudur. Bu konuda görüşü olanın, yazılı, sözlü olarak bize başvurabilir’ şeklinde yaklaşım göstermesi gerekirdi. İnternet diye bir olay var. Mail adresi verirlerdi, kendisine gelen maillerden dosyaya katkısı olacağına inandıklarını çağırırlardı, ayrıntılı bilgi isterlerdi. DDK hangi metodolojiyi kullanarak bu raporu hazırladı? Siyaset öyle bir şey ki çok yakın sandığınız birisi o konu hakkında hiç bilgi sahibi değildir. Uzakta sandığınız birisi tamamen işin içindedir. Şair ne demiş? 'Denizin içindeyken, denizi bilmez' demiş.”
‘ERUH KATLİAMI BAŞBAKAN TURGUT ÖZAL’A 24 SAAT SONRA HABER VERİLDİ’
Bülent Akarcalı, Uğur Mumcu’nun, Adnan Kahveci’nin, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in ve Turgut Özal’ın 93 yılındaki sıralı ölümleriyle ilgili 15 Ağustos 1984 yılında yaşanan Eruh katliamından başlayarak bir araştırma yapılması gerektiğini söyledi.
Eruh katliamının Başbakan Turgut Özal’a Silahlı Kuvvetler tarafından 24 saat sonra haber verildiğini söyleyen Akarcalı, şu ifadeleri kullandı: “93 yılında yaşanan Uğur Mumcu, Adnan Kahveci, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın sıralı ölümlerindeki şüphelerin ortaya çıkarılması için 15 Ağustos 1984 tarihindeki Eruh katliamı ile araştırılmaya başlanması gerekir. 93’deki olayların olduğu dönemi yaşadığımız için çok daha global, kapsayıcı bir analiz yapma imkanına sahip olduğumuza inanıyorum. 1983 sonu büyük bir sürpriz ile Anavatan Partisi iktidara geliyor. 25 Mart 1984’te yerel seçimleri yapıyoruz. Belediyelerin tümü Doğu ve Güneydoğu hariç emekli veya muvazzaf subaylar tarafından yönetiliyordu. Yapılan belediye seçimlerinin büyük çoğunluğunu ANAP kazandı. Bütün adaylarımızı belki de ilk defa olarak mahalli insanlar Kürt’ü, Zaza’sı, Süryani’si, Türk’üm, Arap’ım diyenlerden belirledik. Bu insanlar belediye başkanı ve il genel meclis üyesi oldu. Turgut Bey bu kapsamda bir demokratikleşme hareketini başlattığını söyledi.
Parti olarak da bütün çalışmalarımızı bu yönde yaptık. Tam o sırada büyük bir katliam ile karşı karşıya kaldık. Öyle ki, bir cumartesi akşam üstü katliam oluyor biz o sırada Meclis’teyiz. Çok iyi hatırlıyorum. Ben Turgut Bey’i gece saat 01.00’de makam arabasına binmesine eşlik ettim. Ertesi gün bizim o katliamdan haberimiz oldu. Düşünebiliyor musunuz? Silahlı Kuvvetler ülkenin Başbakan’ına katliamı 24 saat sonra bildirdi. Eruh katliamı telsiz ve telefon kayıtlarından ülkenin Başbakanı'na hangi saatte haber verildi, öğrenilsin. Gece 01.00’e kadar haber verilmediğini ben bire bir biliyorum. Ertesi gün de vatandaş televizyondan öğrendi. Çünkü Turgut Bey daha önceden öğrenmiş olsaydı bize telefon edip, ‘hazırlanın’ derdi. Neden? Çünkü pazar günü de Meclis çalışıyordu. Meclis’in gündemi bu olay olacak doğal olarak. Hatta ihale bende kaldı. ‘Kalk grup adına sen konuş’ dediler. Hayatımda o kadar güç bir konuşma yaptığımı hatırlamıyorum. Metin Emiroğlu, Hasan Celal Güzel yardımcı oldu bana. Ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Bu katliam neden, nasıl olmuş, kimler tarafından yapılmış hiçbir şey bilmiyoruz ki. 93’te yaşanan olayların başlangıcı da bana göre Eruh’tur. Ortada bu işlerin tasarımını yapmış yerli yabancı bir yapılaşma var ise bu yapılaşma Eruh öncesi de vardı. Ortaya çıktı, geri çekildi, tekrar çıktı, geri çekildi. Kimse bu konuların temeline inmek istemiyor. Turgut Bey’in ölümü de bu konuların üzerine gidilerek araştırılmalı.”
‘TURGUT ÖZAL’IN ÖLDÜĞÜNÜ TELEVİZYONDAN ÖĞRENDİM’
Turgut Özal’ın öldüğü gün yaşadıklarını aktaran Bülent Akarcalı, Özal’ın ölümünü televizyondan öğrendiğini söyledi.
Akarcalı, “Bir gece öncesi geç saatlere kadar çalışmıştık. Dolayısıyla geç kalkmıştım hatırlıyorum. Televizyonu açtım, birçok şey anlatılmış herkes bir üzüntü içinde. Daha Turgut Bey ile ilgili haber falan duymadan ‘Eyvah!..’ dedim. 3-5 dakika sonra Turgut Bey’in vefatından söz edildi. Ben televizyonu açtığımda hastaneye gitmesinden bir saat sonra falandı. Ben de hemen Genel Başkan Yardımcısı olarak ANAP Genel Merkezi’ne gittim. Birkaç gün sonra cenazesi oldu. Biz merasime gelen yabancı konuklar ile ilgilendik. Turgut Bey’in vefatından sonra Cumhurbaşkanı’nın cenaze merasimini düzenleyen devlet protokolü varken, bir de Turgut Bey’in ANAP Genel Başkanı sıfatıyla tanıdığı devlet protokolü dışında çok sayıda siyaset adamı vardı. Onlarla da ilgilenmemiz gerekiyordu ve ilgilendik. O sırada biz muhalefetteyiz, elimizde devlet imkanı da yoktu. Bütün o hususları bizim yüklenmemiz gerekiyordu. Mesela Haydar Aliyev o sırada Nahçıvan’ın Başbakanı idi. Sayın Aliyev’i Ankara’dan İstanbul’a götüren ben olmuştum. Dolayısıyla bunun gibi bir sürü hususlar ile ilgilenmemiz gerekmişti.” dedi.
Bülent Akarcalı, 93 yıllarında yaşanan ölümlerin başlangıcının Eruh katliamı olduğunu, katliamın Başbakan Özal’a Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından 24 saat sonra haber verildiğini belirtti.
Anavatan Partisi’nin kurucularından olan ve 5 dönem aynı partiden milletvekilliği yapan eski bakanlardan Bülent Akarcalı, “Turgut Özal’ın şüpheli ölümü hakkında araştırma yapılıyor ise Anavatan Partisi döneminin siyasi açıdan iki büyük olayının da araştırılması gerekir. Birincisi Bedrettin Dalan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken sağ kolu, her şeyi olan Niyazi Adıgüzel’in TBMM’ne 100 metre mesafedeki Büyük Ankara Oteli’nin lobisinde öldürülmesidir. Niyazi Adıgüzel 70’lerin tanınmış işadamıydı. Türkmen Kadife’yi falan kurmuştu. Son derece aklı başında zeki, milliyetçi ve müspet bir şekilde Bedrettin Bey’in yanındaydı. Gerek Anavatan’ın, gerek Bedrettin Dalan’ın gücünün doruğunda Büyük Ankara Oteli’nde vurularak öldürüldü, sadece üç gün konuşuldu. Bu olay ne araştırıldı ne de basın üstüne gitti. Neden vurulduğu kimse tarafından araştırılmadı. Belki de olaylar oradan başlıyor. Bana göre Meclis’in karşısındaki otelde bunun yapılması gözdağı verme şeklindeydi. Diğer büyük olay da 2. ANAP Kongresi'nde Turgut Özal’a yapılan suikasttir. O suikast üzerinde de bir araştırma yapılmadı. Turgut Özal da üzerine gidilmesini istemedi. Siyasi iradenin üstünde güçler mi vardı ki her iki olayın da üstü kapatıldı. Her ikisi de gözdağıdır bana göre." dedi.
‘TURGUT ÖZAL NEDEN ÇANKAYA’YA ÇIKMA İHTİYACI HİSSETTİ?’
Her iki olayın araştırılması gerektiğini söyleyen Bülent Akarcalı, şu ifadeleri kullandı: “Niyazi Adıgüzel’in ölümü araştırılmalı. Diğer taraftan Turgut Özal’ın suikastçisi hayatta, kendisiyle konuşulabilir. Ortada yüzde yüz üzerine gidilebilecek konular varken üzerinden 19 yıl geçtikten sonra Özal’ın mezarı açılması gündemde. Diyelim ki inceleme yapıldı Turgut Özal’a zehir verildiği ortaya çıktı. Oradan nereye varacaksınız? O bir sonuç. İşi başlangıcından ele almak lazım. Eğer Turgut Bey bir zehirlenme sonucu öldüyse yediğine-içtiğine koyulan zehirden dolayı olmuş olabilir. Silahla veya başka bir şey ile değil. Turgut Bey’i cumhurbaşkanı iken zehirleyebilecek kişi veya kişiler var ise kendini o güçte gösterecek olanlar var ise o zaman çok eskiden beri vardır demektir. Bu kişiler önce Bedrettin Dalan aracılığıyla Meclis’e, sonra Turgut Bey’in bizzat şahsına 1988’de suikast ile güç gösterisine girdiler. Belki de bu yüzden Turgut Bey, partiyi bırakıp Cumhurbaşkanlığı’na çıkma ihtiyacını hissetti. Asıl bunların araştırılması lazım. Diğer kısım bana göre sansasyon kokuyor.”
‘DDK DAHA ŞEFFAF ÇALIŞMALIYDI’
Devlet Denetleme Kurulu’nun çalışma metodunu eleştiren Bülent Akarcalı, eğer Niyazi Adıgüzel ve Özal’a Kartal Demirağ tarafından yapılan suikast girişiminden bahsetmiyorsa raporun yeniden hazırlanması gerektiğini söyledi.
Akarcalı, şöyle devam etti: “Turgut Bey’in mezarı açılacak, incelemeler yapılacak, onlarca kamera mezar açılırken takip edecek, birkaç gün konuşulacak. Sonuçta hiçbir şey çıkmayacak. Sonuç çıkartacak, olmuş olayların üzerine gitmek lazım. Eğer DDK raporu Niyazi Adıgüzel ve Özal’ın suikastçisi Kartal Demirağ’dan bahsetmiyorsa bu rapor tekrar hazırlanmalı. DDK hangi kıstaslara göre çalışma yaptı? Bunların hiçbirini bilmiyoruz. Aslında böyle bir husus olduğunda çalışma metodolojisi en azından Batı’da böyledir. En başında açıklanır. Şeffaflık vardır. Bu gizli bir olay değil ki. Olmamış bir komployu önlemek için gizli yürütülen bir tahkikat değil ki. Üzerinde binlerce defa konuşulmuş bir konu. DDK kamuoyuna ‘Biz bu konuda araştırma yapıyoruz, adresimiz şudur. Bu konuda görüşü olanın, yazılı, sözlü olarak bize başvurabilir’ şeklinde yaklaşım göstermesi gerekirdi. İnternet diye bir olay var. Mail adresi verirlerdi, kendisine gelen maillerden dosyaya katkısı olacağına inandıklarını çağırırlardı, ayrıntılı bilgi isterlerdi. DDK hangi metodolojiyi kullanarak bu raporu hazırladı? Siyaset öyle bir şey ki çok yakın sandığınız birisi o konu hakkında hiç bilgi sahibi değildir. Uzakta sandığınız birisi tamamen işin içindedir. Şair ne demiş? 'Denizin içindeyken, denizi bilmez' demiş.”
‘ERUH KATLİAMI BAŞBAKAN TURGUT ÖZAL’A 24 SAAT SONRA HABER VERİLDİ’
Bülent Akarcalı, Uğur Mumcu’nun, Adnan Kahveci’nin, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in ve Turgut Özal’ın 93 yılındaki sıralı ölümleriyle ilgili 15 Ağustos 1984 yılında yaşanan Eruh katliamından başlayarak bir araştırma yapılması gerektiğini söyledi.
Eruh katliamının Başbakan Turgut Özal’a Silahlı Kuvvetler tarafından 24 saat sonra haber verildiğini söyleyen Akarcalı, şu ifadeleri kullandı: “93 yılında yaşanan Uğur Mumcu, Adnan Kahveci, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın sıralı ölümlerindeki şüphelerin ortaya çıkarılması için 15 Ağustos 1984 tarihindeki Eruh katliamı ile araştırılmaya başlanması gerekir. 93’deki olayların olduğu dönemi yaşadığımız için çok daha global, kapsayıcı bir analiz yapma imkanına sahip olduğumuza inanıyorum. 1983 sonu büyük bir sürpriz ile Anavatan Partisi iktidara geliyor. 25 Mart 1984’te yerel seçimleri yapıyoruz. Belediyelerin tümü Doğu ve Güneydoğu hariç emekli veya muvazzaf subaylar tarafından yönetiliyordu. Yapılan belediye seçimlerinin büyük çoğunluğunu ANAP kazandı. Bütün adaylarımızı belki de ilk defa olarak mahalli insanlar Kürt’ü, Zaza’sı, Süryani’si, Türk’üm, Arap’ım diyenlerden belirledik. Bu insanlar belediye başkanı ve il genel meclis üyesi oldu. Turgut Bey bu kapsamda bir demokratikleşme hareketini başlattığını söyledi.
Parti olarak da bütün çalışmalarımızı bu yönde yaptık. Tam o sırada büyük bir katliam ile karşı karşıya kaldık. Öyle ki, bir cumartesi akşam üstü katliam oluyor biz o sırada Meclis’teyiz. Çok iyi hatırlıyorum. Ben Turgut Bey’i gece saat 01.00’de makam arabasına binmesine eşlik ettim. Ertesi gün bizim o katliamdan haberimiz oldu. Düşünebiliyor musunuz? Silahlı Kuvvetler ülkenin Başbakan’ına katliamı 24 saat sonra bildirdi. Eruh katliamı telsiz ve telefon kayıtlarından ülkenin Başbakanı'na hangi saatte haber verildi, öğrenilsin. Gece 01.00’e kadar haber verilmediğini ben bire bir biliyorum. Ertesi gün de vatandaş televizyondan öğrendi. Çünkü Turgut Bey daha önceden öğrenmiş olsaydı bize telefon edip, ‘hazırlanın’ derdi. Neden? Çünkü pazar günü de Meclis çalışıyordu. Meclis’in gündemi bu olay olacak doğal olarak. Hatta ihale bende kaldı. ‘Kalk grup adına sen konuş’ dediler. Hayatımda o kadar güç bir konuşma yaptığımı hatırlamıyorum. Metin Emiroğlu, Hasan Celal Güzel yardımcı oldu bana. Ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Bu katliam neden, nasıl olmuş, kimler tarafından yapılmış hiçbir şey bilmiyoruz ki. 93’te yaşanan olayların başlangıcı da bana göre Eruh’tur. Ortada bu işlerin tasarımını yapmış yerli yabancı bir yapılaşma var ise bu yapılaşma Eruh öncesi de vardı. Ortaya çıktı, geri çekildi, tekrar çıktı, geri çekildi. Kimse bu konuların temeline inmek istemiyor. Turgut Bey’in ölümü de bu konuların üzerine gidilerek araştırılmalı.”
‘TURGUT ÖZAL’IN ÖLDÜĞÜNÜ TELEVİZYONDAN ÖĞRENDİM’
Turgut Özal’ın öldüğü gün yaşadıklarını aktaran Bülent Akarcalı, Özal’ın ölümünü televizyondan öğrendiğini söyledi.
Akarcalı, “Bir gece öncesi geç saatlere kadar çalışmıştık. Dolayısıyla geç kalkmıştım hatırlıyorum. Televizyonu açtım, birçok şey anlatılmış herkes bir üzüntü içinde. Daha Turgut Bey ile ilgili haber falan duymadan ‘Eyvah!..’ dedim. 3-5 dakika sonra Turgut Bey’in vefatından söz edildi. Ben televizyonu açtığımda hastaneye gitmesinden bir saat sonra falandı. Ben de hemen Genel Başkan Yardımcısı olarak ANAP Genel Merkezi’ne gittim. Birkaç gün sonra cenazesi oldu. Biz merasime gelen yabancı konuklar ile ilgilendik. Turgut Bey’in vefatından sonra Cumhurbaşkanı’nın cenaze merasimini düzenleyen devlet protokolü varken, bir de Turgut Bey’in ANAP Genel Başkanı sıfatıyla tanıdığı devlet protokolü dışında çok sayıda siyaset adamı vardı. Onlarla da ilgilenmemiz gerekiyordu ve ilgilendik. O sırada biz muhalefetteyiz, elimizde devlet imkanı da yoktu. Bütün o hususları bizim yüklenmemiz gerekiyordu. Mesela Haydar Aliyev o sırada Nahçıvan’ın Başbakanı idi. Sayın Aliyev’i Ankara’dan İstanbul’a götüren ben olmuştum. Dolayısıyla bunun gibi bir sürü hususlar ile ilgilenmemiz gerekmişti.” dedi.