Gazeteci-yazar Şamil Tayyar: Danıştay saldırısında kayıtların silinmesi, delil gizleme kaygısından (Özel)
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) raporuyla Danıştay'daki kamera görüntülerinin silindiğinin ortaya çıkması, tartışmaları da b
Cihan Haber Ajansı muhabirine konuşan Tayyar, TÜBİTAK'ın raporunun son derece önemli olduğunu ama ondan daha önce gelişen çok daha somut veriler bulunduğunu ifade etti. Davanın görüldüğü Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin bu bilgileri, belgeleri çok iyi değerlendiremediğini düşündüğünü kaydeden Tayyar, Danıştay cinayetinin aydınlanmayı bekleyen kendi içinde çok fazla sırrı beklediğinin altını çizdi.
Dava sürecinin başlı başına çok fazlaca soru işaretini kendi içinde taşıdığını dile getiren Tayyar, "Fail Alparslan Aslan yakalandığı zaman eylemle ilgili herhangi bir açıklama yapmamıştı. Daha çok susma hakkını kullanmıştı. Verdiği sınırlı bilgi de bir şey ifade etmiyordu. Yakalandıktan 40 gün sonra Sincan F Tipi Cezaevi'nde kalırken bir dilekçe verdi ve konuşmak istediğini duyurdu. 40 gün sessiz kalması zaten başlı başına bir hadiseydi; 40 gün sonra konuşma ihtiyacı duyması da ilginçti. Sincan'a Alparslan Aslan'a ziyarete giden çok önemli, özel ve gizli bir takım devlet görevlilerinin olduğu ifade ediliyordu. Hatta Alparslan Aslan'ın kimi zaman geceleri Sincan'dan çıkartılarak başka özel yerlere götürüldüğü şeklinde bir takım söylentiler de ayyuka çıkmıştı. Ama ona ilişkin çok somut ve tatmin edici açıklamalar yapılmamıştı. Alparslan Aslan 40 gün sonra ifade verdi ve iki ismin kendine yardım ettiğini söyledi. Birisi 83 yaşında Salih Kurter'di. Çevresinde daha çok şeyh, hoca olarak bilinen birisiydi. Diğeri de muhafazakâr kimliğiyle tanına Süleyman Esen isimli bir avukattı. Bu iki isim şu açıdan önemliydi; çünkü o ana kadar gözaltına alınanların hiçbirisi, hayatları boyunca alınları bir kez olsun secdeye değmemiş isimlerdi. Böyle bir gruptan türban çetesi çıkarmak asla mümkün değildi. O nedenle bu son iki isimle, eksik olan pazılın parçalarını tamamlamaya çalıştılar. İki muhafazakâr ismi ekibe dâhil ederek bir türban çetesi oluşturmaya çalıştılar." dedi.
DANIŞTAY'IN ERGENEKON İLE BAĞLANTISI GÜÇLENECEK
"Mahkeme safhasında Osman Yıldırım'ın itirafçı olabileceği, çok özel bilgileri verebileceği" şeklinde bilgilerin basına yansıdığını ve bunu yazanlardan birinin de kendisi olduğunu anlatan Tayyar, ama mahkemenin Osman Yıldırım'ın itirafçı olma ihtimalini çok dikkate almadığını belirtti.
11. Ağır Ceza Mahkemesinin iddiaların üzerine gitmediğini savunan Tayyar, şöyle devam etti: "Çok fazlaca boşluk vardı. Şimdi yeni bir durumla karşı karşıyayız. Zaten daha önceki bilgiler ışığında Ergenekon ile bağlantılı olabileceği düşüncesiyle dava bozulmuştu. Bununla birlikte ben bu algıyı, bu kanıyı güçlendirecek bir sonuçla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Nitekim TÜBİTAK'ın raporunda görüldüğü şekilde güvenlik kameralarının arızalı olmadığı, görüntülerin silindiği şeklinde. OYAK Güvenlik Şirketi'nin başındaki emekli albayın mutlaka ifadesine başvurulmalı. Mehmet Eymür'ün o şahsa yönelik çok ağır iddiaları var. Buna karşılık bulunmalı. Danıştay cinayetine katıldıkları iddia edilen bazı şahısların Ankara'ya geldiklerinde kaldıkları otelin kayıtları, son derece önemli. Ankara'da irtibat kurdukları bir avukatın ismi geçiyor. O avukatla kurulan irtibatın sırrı mutlaka çözülmeli. Hala cevap bekleyen ve boşlukta kalan çok fazlaca soru var. Eğer İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, bu sorulara cevap bulursa Danıştay cinayeti ile Ergenekon arasındaki bağlantının daha da güçlü bir şekilde ortaya çıkacağını düşünüyorum."
AİLESİ DAVAYA YETERİNCE AĞIRLIĞINI KOYAMADI
Danıştay'ın tavrını da eleştiren Tayyar, hala kendi ideolojik konumuna göre ya da siyasi ikbali ve beklentilerine göre hadiseleri yorumlamak isteyenlerin sayısının az olmadığını söyledi. Danıştay'daki çok sayıda hâkimin, daha önce Danıştay Başkan Vekili Tansal Çölaşan'ın, kimi yöneticilerin hala hadiseyi anlamamakta ısrar etmelerini çözmenin gerçekten çok zor olduğunu vurgulayan Tayyar, TÜBİTAK raporundan sonra mutlaka bir geçmişi sorgulamak ve gerçeklerle yüz yüze gelmek gerektiğini belirtti.
Rahmetli Çetin Emeç'in eşinin yıllar sonra "Biz o dönemde eylemin gerisindeki sır perdesini aralamakta ve gerçeklerle yüzleşmekte çok uzak kaldık" diyerek itirafta bulunduğunu hatırlatan Tayyar, "Aynı şekilde Uğur Mumcu'nun çocukları 'babalarının İslamcılarla bir sorunu olmadığını ve bu eylemi onların gerçekleştirmesini ihtimal vermediklerini' söylediler. Yıllar sonra böyle itiraflar geldi. Yani yıllar sonraya bırakmadan, günümüz içerisinde henüz dava devam ederken bu meseleye sessiz kalmalarını yadırgıyorum. O saldırıda yaralanan ama şimdi Danıştay Başkanlığı koltuğunda oturan yargıcın hala sessiz kalmasını anlamak gerçekten mümkün değil. Aynı şekilde ölen hâkimin ailesinin bu davada yeterince ağırlık koymamasını anlamak mümkün değil. Dolayısıyla hala o eski alışkanlıkların, ideolojik taassubun, meslek taassubunun esaretinde kalmış gibi gözüküyorlar. Zaman içerisinde birçok daha önemli bilgiler ve bulgular ortaya çıktığında, belki kafalarına vuracaklar ama iş işten geçmiş olabilir." diye konuştu.
Toplumun çok iyi anladığını ve algıladığını düşündüğünü vurgulayan Tayyar, Ergenekon süreciyle birlikte daha sorgulayıcı bir düşüncenin toplumda hâkim olmaya başladığını ifade etti. Tayyar, Danıştay'daki yargıçların da bu yanlıştan dönüp daha güçlü bir şekilde ortaya tavır koymalarını umut ettiğini kaydetti.
YARGIDAKİ ZİHNİYET DEĞİŞMELİ
İddianamede Alparslan Aslan'ın daha önce geldiği ve tatbikat yaptığının yer aldığını dile getiren Tayyar, kayıtların silinmiş olmasının bir delil gizleme kaygısını ön plana çıkardığını vurguladı. "Eğer kayıtlar olsaydı Alparslan Aslan'ın arkasındaki güçlerin deşifre edilmesi daha kolay olabilirdi." diyen Tayyar, Ankara'da MOBESE sisteminin bulunmayışının eksiklik olduğunu ama belli merkezlerde ve birçok kamu kurumlarında kamera sistemi oluşturulduğunu ifade etti.
Bazı şeyler yapıldığını ama bunların yeterli olmadığını anlatan Tayyar, "Var olan bir güvenlik sistemi, eylemden birkaç gün önce karartılıyor, deliller siliniyor. Var olanı bile değerlendiremiyorsunuz. O nedenle bu ihmallerin üzerine gidilmiyor ve kararı veren hâkim 'böyle lüzumsuz işlerle uğraşamazdık' diyebiliyor. Burası maalesef Türkiye. Ankara'da da tabi çok ciddi bir güvenlik zafiyetinin olduğu doğru. Ama boşluğun doldurulması için kimi tedbirlerin de alındığı ifade ediliyor. Mesela bin civarında sivil polisin, Ulus, Sıhhiye, Kızılay gibi Ankara'nın yoğunluklu merkezlerinde görev yaptığını biliyoruz. Bir eksiklik var ama tümüyle de meydan boş bırakılmış değil. Onun ötesinde Danıştay'da var olan güvenlik sistemini bile zaafa uğratabilecek girişimler yaşanıyor. Davanın görüldüğü mahkeme olarak bu işin üzerine gitmiyorsunuz, gitmeyi de lüzumsuz işi olarak görüyorsunuz. Elbette bu güvenlik önlemleri önemli ama en az onun kadar önemli olan, daha da önemli olan yargıdaki zihniyetin mutlaka değişmesi gerekiyor." şeklinde konuştu.