Hayao Miyazaki'yi ele alındı
Kerem Akça, animasyonda kendine bir kimlik yaratan ve ustalaşan Hayao Miyazaki'yi ele aldı.
Mitoloji, felsefe, manga, edebiyat, tiyatro gibi alanlardan beslenip animasyonu 20 yaş üstüne uygun hale getirerek derinleştiren bir çizer, yaratıcı ya da yönetmen. Hayao Miyazaki, genelde insan karakterlerin üzerine kurulu Japon animesinin miladını atarken, bilimkurgu ve peri masalı filmi gibi alanlardaki dopdolu eserleriyle de dikkat çekmiştir. Hollywood’da kurmacada olan biteni ülkesinde animasyona transfer etmesi de gerçek anlamda bir ‘animasyon auteurü’ olduğunu ispatlar.
Japon sinema endüstrisine animasyonu sokan yönetmen Hayao Miyazaki, Oscar’lı bir sanatçı. 30 yıllık kariyeri boyunca 10 ‘Japon animesi’ örneği veren yönetmen, daha çok ülkemizde vizyona giren son iki filmi “Ruhların Kaçışı” (“Sen to Chihiro no kamikakushi”, 2001) ve “Yürüyen Şato” (“Hauru no ugoku shiro”, 2004) ile tanınıyor uluslararası alanda.
Animasyon algısını değiştirmiştir
Her ülkenin algıları farklı işler kuşkusuz. Japonya’nın da ABD’ye göre türlere ve popüler sinemaya bakışı bir hayli değişik eğilimlerle dolu. Zaten Hayao Miyazaki’nin piyasaya Japon animesini sokup, insan karakterlerin yaratıldığı olgunlara uygun çizgi film geleneğini başlatması da bu durumun en önemli kanıdı. Öyle ki animasyon, o zamana kadar 15 yaş altı kitlenin yani çocukların eğlencesi olarak bilinirken; Miyazaki, alanın içinde bir duruş sergilemiştir.
31 yıllık kariyerinde onu bir auteur ve öncü animasyoncu olarak anmak mümkündür. Öyle ki 2000’lerde Pixar-DreamWorks mücadelesinin yaş kitlesini yukarılara çeken animasyon geleneğinin bu konuda da ilk adımını atan ta kendisidir aslında. Felsefik etkiler taşıyan el çizimi animasyonunundaki çok boyutluluğu ve derinliği ile de dikkat çekmiştir. Japonya’da samuray filmi ve yakuza filmi ile birlikte hakim türü animasyon yapan kişi de Miyazaki’den başkası değildir. Zira Japon animesi başlı başına bir markaya dönüşmüştür şu sıralar.
Kendinden sonraki nesiller için de çalışan gerçek bir ‘anime kralı’
1943’te Japonya’da dünyaya gelen Hayao Miyazaki, Japon Film Endüstrisi’nin üretken yapısından haberdar yaşamış bir sanatçıdır. 1979 yılında, 36 yaşındayken ilk animesini çekmesi de, sinemaya belli bir tecrübeyle atıldığını kanıtlar. 1985’de Studio Ghibli adlı Japon animesi üreten bir şirket kurarak, anime dünyasında serbest bir alan açmış; alanda ilerlemek isteyen bağımsız ve genç yetenekleri desteklemiştir.
Buna, 2006 yılında ilk filmi “Yerdeniz Öyküleri”ni (“Godo Senki”) çeken oğlu Goro Miyazaki de dahildir. Hayao, yaklaşık 30 yıllık kariyerinde sadece 10 animasyon üreterek de işine bağlılığını gözler önüne sermiştir. Böylece ne kadar ağır işçi olduğunu da kanıtlamıştur.
Yönetmenin, 2001 yılında “Ruhların Kaçışı” ile kucakladığı ‘En İyi Animasyon’ Oscar’ı; animelerin, uluslararası alanda daha iyi tanınmasını sağlamıştır. 2008’de “Küçük Deniz Kızı Ponyo” (“Gake No Ue No Ponyo”, 2008) ile Berlin Film Festivali’nin ana yarışmasına girmesi de bu durumun bir sonucudur.
İki alanda filmler çekmiştir
Filmografisinde genelde peri masalı filminin içinde ve bilimkurgunun alt türlerinde dolaşmayı seçmiştir sinemacı. Bunların ilkine “Cagliostro Şatosu” (“Rupan Sansei: Kariosutoro No Shiro”, 1979), “Komşum Totoro” (“Tonari no Totoro”, 1988), “Küçük Cadı Kiki” (“Majo no takkyûbin”, 1989), “Prenses Mononoke” (“Mononoke-Hime”, 1997), “Ruhların Kaçışı”, “Yürüyen Şato” ve “Küçük Deniz Kızı Ponyo” gibi filmleri kapsayan kariyerinin daha geniş bir kısmı girer.
İkincisine ise “Rüzgarlı Vadi” (“Kaze No Tani No Naushika”, 1984) ve “Gökteki Kale” (“Tenkû No Shiro Rapyuta”, 1986) gibi iki devrimci ilk dönem filmi dahil olur. “Kızıl Domuz” (“Kurenai No Buta”, 1992) ise bir anti-kahramanın uçuş hikayesini savaş filmi üzerinden ele almasıyla Miyazaki filmografisinin en ayrıksı eseridir. Her iki kalıbın da dışında kalan bu yapıtı, masalsı bir savaş filmi olarak tanımlamak mümkün.
Kurosawa’dan sonra en evrensel Japon yönetmen
Bu filmler ışığında Miyazaki sinemasının genel çerçevesine baktığımızda, rahatlıkla batılı sanatçıların derin etkisini görebiliriz. Bu yönüyle fazlasıyla memleketlisi Akira Kurosawa’yı andırır yönetmen. Bu sebeple de ülkesi dışında geniş bir hayran kitlesine ulaşması tesadüf değildir. Öyle ki bu durum tamamen evrensel olanın peşine düşmesinde saklıdır Miyazaki’nin.
Yönetmen, filmlerinde felsefe, edebiyat, mitoloji, tiyatro ve daha nice önemli daldan beslenerek çok yönlü dramatik yapılar oluşturmuş; böylece animelerin günümüze değin devam eden dopdolu alt metinlerinin ilk adımını atmıştır. Filmlerinin dramatik yapıları öyle yoğundur ki, bir kere kaçırıldı mı aynı noktadan yakalanması dahi zordur.
Kapitalizm karşıtı kahramanlar ve temalar
Bunun yanında, kapitalizm ile dertleri olan Miyazaki, genelde doğanın içinde yaşayan ve teknolojik gelişmelere veya sisteme karşı gelen kahramanlar kullanır. Bu da onun bilimkurgu mizanseninde karşılık bulur aslında en bariz haliyle. Teknolojinin yok ettiği coğrafyaları, az gelişmiş teknolojik öğelerin merkezi olarak kullanır ve rüzgar ile çalışan icatlara yer vermeyi çok sever. Bunları yaparken, başrole bir kadın karakter yerleştirmeyi de ihmal etmez.
Miyazaki’nin filmlerinde, bilimkurgunun alt türlerindeki ve masal filmlerinin bildik formüllerindeki yolculuğun çıkış noktası, aslında kapitalizmin dünyamızı sömürmesidir. Bu ışıkta da gelişen dünyanın içinde doğayı korumayı amaç edinen ana karakterler yazmayı seçer. Zaten genelde bilgisayar animasyonuna (sanattaki teknolojik gelişme olarak) izin vermeyen yönetmen, el çizimlerini öne çıkararak animasyon sanatındaki teknolojik gelişmelere de karşı olduğunu ispatlar. İşte belki de bu sebepten halen ABD’nin yolunu tutmaması tesadüf değildir.
Kaynağında Oz Büyücüsü ve Alis Harikalar Diyarında var
Filmlerinde esas olarak, gizemli bir mekana ulaşmak öne çıkarılırken, bu durumun izi yol filmi konseptinin içinde ele alınır. Yani fantastiğin alt türü olan peri masalı filminin ana özelliklerini kullanmayı seçip, onları da somut göndermeler ve değişken dokunuşlarla zaman zaman özgün hale getirir.
Özellikle de ‘Oz Büyücüsü’ ve ‘Alis Harikalar Diyarında’ öykülerinden –ki bunların kahramanları da kadındır- etkilendiğini vurgulamak doğru olacaktır. Kadın karakteri gerçek değil de, mitolojik olarak kurgulayan yönetmen, karşımıza doğanın doğurduğu veya doğanın içerisinde değişim gösterip yeniden doğan karakterlerle dikilir. Böylece mitolojideki yeniden doğum, reenkarnasyon gibi kavramları ele aldığı da görülür.
Entelektüel bir sanat insanı
Kimi zaman samuray filmlerinden ve Japon kültüründen etkilendiğine de tanıklık ederiz Miyazaki’nin. Bu mantığın ışığında da filmlerine özel isim takmayı tercih eden yönetmen, entelektüel kimliğini somut bir şekilde göstermiş olur.
Öyle ki Cagliostro, Katolik Kilisesi’ne karşı gelen önemli bir tarihi kişilik; Nausicaa, mitolojik bir tanrıça; Laputa, Gulliver masalındaki hayali bir ada; Mononoke, Japon mitolojisinde bir yaratık; Howl, bir Allan Gindsberg şiirinin adı olarak onun eserlerine isimlerini somut yoldan verirler.
Amerikan popüler sinemasındaki eğilimlerle paralel seyretmiştir hep
Bilimkurgunun steampunk bilimkurgu, kıyamet sonrası bilimkurgu gibi alt türlerinde dolaşan yönetmen; aksiyon, macera gibi türleri de hiç çekinmeden kullanarak yüksek tempolu ‘tür kırması’ iskeletler inşa ederken Amerikan sinemasının tarihiyle de paralel seyretmekten gocunmaz. Örneğin “Yaratık”la (“Alien”, 1979) başlayan kadın kahramanlı tür filmi geleneği, birkaç yıl sonra Miyazaki’de görülmüştür.
Bu durum, Hollywood’un kurmacada açtığı çığrı Japonya’nın animasyonuna vakit kaybetmeden transfer etmesini sağlar. Bunun yanında anime geleneğine Japon çizgi romanı manganın felsefik havasını ve estetiğini kattığını da unutmamak gerekir.
Miyazaki’nin eserlerinin Ingmar Bergman, Andrei Tarkovsky, Luchino Visconti, Roberto Rossellini gibi dünya sinemasının ustalarında da görüldüğü gibi çok yoğun olması, animasyonun yaş ortalamasını 20 yaş üzerine çekmesine yol açar. Bu sayede “Akira” (1988) ile tanınan Katsuhiro Otomo ve “Matrix”in (1999) fikir babası “Ghost in the Shell” (“Kôkaku kidôtai”, 1995) ile bildiğimiz Mamoru Oshii gibi animasyonu bilimkurgunun bir alt türüymüş gibi kullanan yine öncü anime yönetmenlerinin doğuşuna yol açtığını söylemek de doğru olacaktır.
Hayao Miyazaki’nin en iyi 5 filmi:
1-Rüzgarlı Vadi (Kazu No Tani No Naushika) (1984)
2-Gökteki Kale (Tenku No Shiro Rapyuta) (1986)
3-Yürüyen Şato (Hauru no ugoku shiro) (2004)
4-Cagliostro Şatosu (Lupin the Third: The Castle of Cagliostro) (1979)
5-Prenses Mononoke (Mononoke-Him) (1997)
Japon sinema endüstrisine animasyonu sokan yönetmen Hayao Miyazaki, Oscar’lı bir sanatçı. 30 yıllık kariyeri boyunca 10 ‘Japon animesi’ örneği veren yönetmen, daha çok ülkemizde vizyona giren son iki filmi “Ruhların Kaçışı” (“Sen to Chihiro no kamikakushi”, 2001) ve “Yürüyen Şato” (“Hauru no ugoku shiro”, 2004) ile tanınıyor uluslararası alanda.
Animasyon algısını değiştirmiştir
Her ülkenin algıları farklı işler kuşkusuz. Japonya’nın da ABD’ye göre türlere ve popüler sinemaya bakışı bir hayli değişik eğilimlerle dolu. Zaten Hayao Miyazaki’nin piyasaya Japon animesini sokup, insan karakterlerin yaratıldığı olgunlara uygun çizgi film geleneğini başlatması da bu durumun en önemli kanıdı. Öyle ki animasyon, o zamana kadar 15 yaş altı kitlenin yani çocukların eğlencesi olarak bilinirken; Miyazaki, alanın içinde bir duruş sergilemiştir.
31 yıllık kariyerinde onu bir auteur ve öncü animasyoncu olarak anmak mümkündür. Öyle ki 2000’lerde Pixar-DreamWorks mücadelesinin yaş kitlesini yukarılara çeken animasyon geleneğinin bu konuda da ilk adımını atan ta kendisidir aslında. Felsefik etkiler taşıyan el çizimi animasyonunundaki çok boyutluluğu ve derinliği ile de dikkat çekmiştir. Japonya’da samuray filmi ve yakuza filmi ile birlikte hakim türü animasyon yapan kişi de Miyazaki’den başkası değildir. Zira Japon animesi başlı başına bir markaya dönüşmüştür şu sıralar.
Kendinden sonraki nesiller için de çalışan gerçek bir ‘anime kralı’
1943’te Japonya’da dünyaya gelen Hayao Miyazaki, Japon Film Endüstrisi’nin üretken yapısından haberdar yaşamış bir sanatçıdır. 1979 yılında, 36 yaşındayken ilk animesini çekmesi de, sinemaya belli bir tecrübeyle atıldığını kanıtlar. 1985’de Studio Ghibli adlı Japon animesi üreten bir şirket kurarak, anime dünyasında serbest bir alan açmış; alanda ilerlemek isteyen bağımsız ve genç yetenekleri desteklemiştir.
Buna, 2006 yılında ilk filmi “Yerdeniz Öyküleri”ni (“Godo Senki”) çeken oğlu Goro Miyazaki de dahildir. Hayao, yaklaşık 30 yıllık kariyerinde sadece 10 animasyon üreterek de işine bağlılığını gözler önüne sermiştir. Böylece ne kadar ağır işçi olduğunu da kanıtlamıştur.
Yönetmenin, 2001 yılında “Ruhların Kaçışı” ile kucakladığı ‘En İyi Animasyon’ Oscar’ı; animelerin, uluslararası alanda daha iyi tanınmasını sağlamıştır. 2008’de “Küçük Deniz Kızı Ponyo” (“Gake No Ue No Ponyo”, 2008) ile Berlin Film Festivali’nin ana yarışmasına girmesi de bu durumun bir sonucudur.
İki alanda filmler çekmiştir
Filmografisinde genelde peri masalı filminin içinde ve bilimkurgunun alt türlerinde dolaşmayı seçmiştir sinemacı. Bunların ilkine “Cagliostro Şatosu” (“Rupan Sansei: Kariosutoro No Shiro”, 1979), “Komşum Totoro” (“Tonari no Totoro”, 1988), “Küçük Cadı Kiki” (“Majo no takkyûbin”, 1989), “Prenses Mononoke” (“Mononoke-Hime”, 1997), “Ruhların Kaçışı”, “Yürüyen Şato” ve “Küçük Deniz Kızı Ponyo” gibi filmleri kapsayan kariyerinin daha geniş bir kısmı girer.
İkincisine ise “Rüzgarlı Vadi” (“Kaze No Tani No Naushika”, 1984) ve “Gökteki Kale” (“Tenkû No Shiro Rapyuta”, 1986) gibi iki devrimci ilk dönem filmi dahil olur. “Kızıl Domuz” (“Kurenai No Buta”, 1992) ise bir anti-kahramanın uçuş hikayesini savaş filmi üzerinden ele almasıyla Miyazaki filmografisinin en ayrıksı eseridir. Her iki kalıbın da dışında kalan bu yapıtı, masalsı bir savaş filmi olarak tanımlamak mümkün.
Kurosawa’dan sonra en evrensel Japon yönetmen
Bu filmler ışığında Miyazaki sinemasının genel çerçevesine baktığımızda, rahatlıkla batılı sanatçıların derin etkisini görebiliriz. Bu yönüyle fazlasıyla memleketlisi Akira Kurosawa’yı andırır yönetmen. Bu sebeple de ülkesi dışında geniş bir hayran kitlesine ulaşması tesadüf değildir. Öyle ki bu durum tamamen evrensel olanın peşine düşmesinde saklıdır Miyazaki’nin.
Yönetmen, filmlerinde felsefe, edebiyat, mitoloji, tiyatro ve daha nice önemli daldan beslenerek çok yönlü dramatik yapılar oluşturmuş; böylece animelerin günümüze değin devam eden dopdolu alt metinlerinin ilk adımını atmıştır. Filmlerinin dramatik yapıları öyle yoğundur ki, bir kere kaçırıldı mı aynı noktadan yakalanması dahi zordur.
Kapitalizm karşıtı kahramanlar ve temalar
Bunun yanında, kapitalizm ile dertleri olan Miyazaki, genelde doğanın içinde yaşayan ve teknolojik gelişmelere veya sisteme karşı gelen kahramanlar kullanır. Bu da onun bilimkurgu mizanseninde karşılık bulur aslında en bariz haliyle. Teknolojinin yok ettiği coğrafyaları, az gelişmiş teknolojik öğelerin merkezi olarak kullanır ve rüzgar ile çalışan icatlara yer vermeyi çok sever. Bunları yaparken, başrole bir kadın karakter yerleştirmeyi de ihmal etmez.
Miyazaki’nin filmlerinde, bilimkurgunun alt türlerindeki ve masal filmlerinin bildik formüllerindeki yolculuğun çıkış noktası, aslında kapitalizmin dünyamızı sömürmesidir. Bu ışıkta da gelişen dünyanın içinde doğayı korumayı amaç edinen ana karakterler yazmayı seçer. Zaten genelde bilgisayar animasyonuna (sanattaki teknolojik gelişme olarak) izin vermeyen yönetmen, el çizimlerini öne çıkararak animasyon sanatındaki teknolojik gelişmelere de karşı olduğunu ispatlar. İşte belki de bu sebepten halen ABD’nin yolunu tutmaması tesadüf değildir.
Kaynağında Oz Büyücüsü ve Alis Harikalar Diyarında var
Filmlerinde esas olarak, gizemli bir mekana ulaşmak öne çıkarılırken, bu durumun izi yol filmi konseptinin içinde ele alınır. Yani fantastiğin alt türü olan peri masalı filminin ana özelliklerini kullanmayı seçip, onları da somut göndermeler ve değişken dokunuşlarla zaman zaman özgün hale getirir.
Özellikle de ‘Oz Büyücüsü’ ve ‘Alis Harikalar Diyarında’ öykülerinden –ki bunların kahramanları da kadındır- etkilendiğini vurgulamak doğru olacaktır. Kadın karakteri gerçek değil de, mitolojik olarak kurgulayan yönetmen, karşımıza doğanın doğurduğu veya doğanın içerisinde değişim gösterip yeniden doğan karakterlerle dikilir. Böylece mitolojideki yeniden doğum, reenkarnasyon gibi kavramları ele aldığı da görülür.
Entelektüel bir sanat insanı
Kimi zaman samuray filmlerinden ve Japon kültüründen etkilendiğine de tanıklık ederiz Miyazaki’nin. Bu mantığın ışığında da filmlerine özel isim takmayı tercih eden yönetmen, entelektüel kimliğini somut bir şekilde göstermiş olur.
Öyle ki Cagliostro, Katolik Kilisesi’ne karşı gelen önemli bir tarihi kişilik; Nausicaa, mitolojik bir tanrıça; Laputa, Gulliver masalındaki hayali bir ada; Mononoke, Japon mitolojisinde bir yaratık; Howl, bir Allan Gindsberg şiirinin adı olarak onun eserlerine isimlerini somut yoldan verirler.
Amerikan popüler sinemasındaki eğilimlerle paralel seyretmiştir hep
Bilimkurgunun steampunk bilimkurgu, kıyamet sonrası bilimkurgu gibi alt türlerinde dolaşan yönetmen; aksiyon, macera gibi türleri de hiç çekinmeden kullanarak yüksek tempolu ‘tür kırması’ iskeletler inşa ederken Amerikan sinemasının tarihiyle de paralel seyretmekten gocunmaz. Örneğin “Yaratık”la (“Alien”, 1979) başlayan kadın kahramanlı tür filmi geleneği, birkaç yıl sonra Miyazaki’de görülmüştür.
Bu durum, Hollywood’un kurmacada açtığı çığrı Japonya’nın animasyonuna vakit kaybetmeden transfer etmesini sağlar. Bunun yanında anime geleneğine Japon çizgi romanı manganın felsefik havasını ve estetiğini kattığını da unutmamak gerekir.
Miyazaki’nin eserlerinin Ingmar Bergman, Andrei Tarkovsky, Luchino Visconti, Roberto Rossellini gibi dünya sinemasının ustalarında da görüldüğü gibi çok yoğun olması, animasyonun yaş ortalamasını 20 yaş üzerine çekmesine yol açar. Bu sayede “Akira” (1988) ile tanınan Katsuhiro Otomo ve “Matrix”in (1999) fikir babası “Ghost in the Shell” (“Kôkaku kidôtai”, 1995) ile bildiğimiz Mamoru Oshii gibi animasyonu bilimkurgunun bir alt türüymüş gibi kullanan yine öncü anime yönetmenlerinin doğuşuna yol açtığını söylemek de doğru olacaktır.
Hayao Miyazaki’nin en iyi 5 filmi:
1-Rüzgarlı Vadi (Kazu No Tani No Naushika) (1984)
2-Gökteki Kale (Tenku No Shiro Rapyuta) (1986)
3-Yürüyen Şato (Hauru no ugoku shiro) (2004)
4-Cagliostro Şatosu (Lupin the Third: The Castle of Cagliostro) (1979)
5-Prenses Mononoke (Mononoke-Him) (1997)