Rus Kadınlar Erkeklerin Rüyası -2
Maria Sharapova Alışveriş Beyonce Ataköy Kıbrıs
Her şey Kıbrıs'ta başladı. Bir kafede oturmuş, çikolatalı frappemizi içerken, girip çıkan kadınlara bakmaya başladık. Çoklukla gençlerin 'takıldığı' bir mekandaydık; her ülkeden insana rastlamak mümkün Kıbrıs'ta. İlginç bir şekilde Rus kadınlar ağırlıkta, aynı duruma Miami'de de tanık olmuştum. Sanırım tatil yapmayı pek seviyorlar... Gittikleri yeri 'yıkıyorlar' yeni tabirle. Çoğunlukla sarışın, uzun, ince ve gösterişliler çünkü. O akşam da öyleydi, çarpıcı kıyafetleriyle kafeye geliyor, bakışlara aldırmadan süzülüyorlardı.
'Bakılmaktan hoşlanıyor olabilirler mi, onlara bakan erkeklerin yanlarındaki kadınlar neden böyle nefretle kısıyorlar gözlerini, ne zevk alıyorlar leopar desenden, neden modayı takip etmiyorlar ve demode giyiniyorlar?' diye düşündüm.
'Bu kadar frapan olmak nasıl bir şey acaba, güzellikleri ve kıyafet seçimlerindeki cesaretleriyle bildiğimiz Rus kadınlar acaba bakışlardan rahatsız olmuyorlar mı?' diye bir cümle çıktı ağzımdan. Hemen ardından da 'Acaba bir gün Rus kızları gibi iddialı ve frapan giyinsem, saç ve makyajımı onlar gibi yapsam nasıl olur?' dedim...
YAPTIM DA...
Rus kadınları güzel gerçekten de. Bizim nesil onları sanat ve sportif başarılarıyla tanıdı; atletizmde müthiştiler, buz pateninde rakipsizdiler, balede göz kamaştırıyorlardı. Sovyetler Birliği dağıldı, 2000'lerle beraber dünyaya açıldılar ama ne açılma! Artık var olmak için büyük başarılara ihtiyaçları yoktu, 1-0 önde başlıyorlardı hayata, doğuştan güzel olarak...
Birkaç yıl önce Ataköy Atrium'da bir kuaförde tanıştığım seksi dansçı Olga, 'Annelerimiz bize güzel olmayı öğretir. Siz kendi başınıza ayakta durabilme derdindesiniz, biz kendimizle uğraşırız' demişti. İlginç bir yaklaşımdı ama doğruydu, Türk kadınının 'Kimseye ihtiyacım yok, kendi başıma var olabilirim' gibi bir derdi var. Anneler çoklukla 'Kızım ben çektim sen çekme, iyi bir iş sahibi ol' diye yönlendiriyorlar kızlarını.
Olga'nın annesi henüz 5 yaşlarındayken balenin yeterli olmayacağını düşünerek oryantal dans öğrenmesini sağlamış. Erkeklere nasıl davranılacağı konusunda da sıkı bir eğitimle büyümüş Olga. Bizim itelediğimiz, beğenmediğimiz adamlar Olga'nın deyimiyle söylüyorum, 'Kaçırılmayacak fırsattılar'... Kıskanılan, beğenilen, yemek yapan, ev işlerinden gayet iyi anlayan, seksi ve işveli kadınlardılar; yetmez miydi?
Olga genelinden Rus kadınların güzelliğine dönüyor ve hemen itiraf ediyorum, frapan kadınların arkasından konuşuruz biz. İster Rus olsun ister İsveçli, ister Egeli olsun ister Karadenizli, konuşuruz. Çünkü güzel oldukları yetmiyormuş gibi bir de çekici, seksi, alımlı ve cesurlar. Cesaretleri kıyafetlerine yansıyor, asla giymem dediğim ne varsa, frapan kadınların büyük bir gururla üzerlerinde taşıdıklarına şahit oluyorum.
MACERA BAŞLIYOR...
Sarı saça ihtiyacım vardı, sarı ve uzun, hatta sarı, uzun ve dalgalı. İstediğim saç Platin Peruk'ta vardı. Gayet kibar olan satıcı indirim de yaparak verdi peruğu, pek anlam veremedi ne yapmaya çalıştığıma. Ardından da yeşil lenslerimi aldım, ne giyeceğimi düşünüyorum kara kara. Birkaç seçenek belirleyip, arkadaşlarıma danışmak üzere arabaya koyuyorum.
Gazetemizin kuaförü Yasemin makyajımı yapıyor, 'Harika oldu, harika oldu' diyerek. Her zaman en sade ve kahverengi tonlarda makyaj yaptırdığım için kızıyordu bana nicedir. Yeşil lenslerimi takıp 'Hadi yeşil tonlarda far sürelim' deyince çok mutlu oldu. Gerçekten de sonuca bayıldık, şunu söylemem lazım, 'Çirkin kadın yoktur, az votka vardır' derler ya 'Çirkin kadın yoktur, üzerinde çalışılmamış kadın vardır!' Abartılı bir saç, alaturka bir makyaj ve leopar desenli bir tulumla, 'çakma' bir Rus olarak, İstanbul'a akmaya hazırım.
hrkdnbrgn1.jpgProfesör Kerem Doksat'a göre frapan olmak ve dikkat çekmeye çalışmak şöyle açıklanıyor: 'Kadın baştan çıkarmaya, erkek de çıkmaya kodlanmıştır. Tabii ki kültürden kültüre, örf ve adetlere göre değişir ama kentsoylu hayatta şık ve gösterişli olmak her iki cinsiyetle de ilgili bir olgu. Her iki cinsiyet de beğenilmeyi ve beğenmeyi istiyor. Saldırganlıkla cinsellik çok iç içe olduğu için, saldırganlığı çağrıştıran 'leopar desen' gibi öğelerle cinselliği çağrıştıran 'sarı saç ve dekolte, topuklu ayakkabı' iç içe. Kadın ayakkabısı ve ayak fetişizmi, boşuna en sık rastlananı değildir. 'İlk bakış izlenimi' kavramı önemli. İlk 15-30 saniyede karşınızdakinin dikkatini çekerseniz, o devam ediyor. Eh, bunu süslemek de işin en tab” yönü. Benzeri davranışlara hayvanlarda dahi rastlıyoruz: Kuşların tüylerini kabartmaları, aslanın yelesini sallaması gibi binlerce örnek var. Tabii ki insan türü bu işi en zekice ve bilinçlice gerçekleştiriyor.'
Kerem Bey'in söylediği gibi, aynen bir tavus kuşu misali yola çıkıyorum ben de. Şoförümüz Aslan Amca, bana ters ters bakıyor, belli belirsiz 'Daha neler göreceğim, ne lüzum vardı' diyerek başını sallıyor iki yana.
ÖNCE CİHANGİR...
Burada hiç sevilmedim, hiç de dost canlısı değiller. Meşhur kahvede yer yok zaten, hemen dibindeki kebapçının en öndeki masasına oturuyorum. Garson tane tane bir Türkçe ile 'Ne is-ter-sin?' diye soruyor. Sade bir kahve istiyorum, az sonra getiriyor ama dehşetle ve bir miktar hoşlanmayarak bakıyor, üstelik kahve çok kötü. Gelen geçenin gözü bende, kulaklarıma inanamıyorum. 'Şuna bak şuna' diye beni birbirine gösteren kızlar geçiyor yoldan. Arka masada oturan yabancı bir grup 'Kardashian mı, Beyonce mi?' diyor. Gün boyu duyduğum en güzel cümle de bununla sınırlı kalıyor zaten. Kahvede oturanlar arasında rasta saçlılar, uzun ve kıvırcık saçlı erkekler, kafasından ayağına kadar dövme içinde olanlar, tuhaf kıyafetliler var. Neden benden hoşlanmadıklarını anlamıyorum. Onlardan daha anormal değilim. İki kız yanımdan geçerken net bir şekilde duyabileceğim biçimde 'İğğğrenççç' diyorlar, birbirlerini dürterek.
Karşımdaki masada oturan kız, erkek arkadaşının bana baktığını görünce 'Nappıyon hacı' diye soruyor kibar bir şekilde! Bomba iki dakika içinde patlıyor, 'Bu Ruslar artık her yerde'... Yine bir kadın, orta yaşlı gibi; koluna girdiği adama söyleniyor, adam bana bakmıyor. Nasıl yani?
KIYAMET KALABALIĞI...
İstiklal Caddesi'nde yabancılık çekmeyeceğimi düşünüyorum. Orada da türlü insan var neticede. 'Biraz alışveriş yapayım' diyorum. Söylenenleri yazamayacağım, 'Cadde de pek hoş karşılamadı beni' diye düşünürken ve sağa sola bakarken, aslında bu denli ilgi odağı olmanın hiç de fena hissettirmediği kanaatine varıyorum. Bakmayan yok, tamam çoğu laf atıyor, laf sokuşturuyor ama bakıyorlar. Bakmadan geçen birkaç kişi var, onlar için endişeleniyorum hatta! İlginç nokta şu, İstiklal'de laf atan, çarpmaya çalışan, koluma değerek geçmek için iki tur atanlar oldukça genç; daha orta yaşlı ve kalburüstü görünen gruptaki erkekler doğrudan 'Nereye, kimsin sen? gelsene konuşalım!' diyerek şaşırtıyorlar beni. Herkes de Rusça biliyor memlekette seviniyorum, en azıdan selamlaşmayı ve hatır sormayı biliyorlar erkeklerimiz gurur duyuyorum.
Bir vitrine bakarken 'Kızzz gacııı' diye bağıran kalın sesli bir kadının sesiyle irkiliyorum. 'Kızz aynı tulumdan bende de var ama sende şahane durmuş, tabii maşallah .... Her şey yerli yerinde'... Teşekkür ediyorum iltifatları için, 'Burada mı çalışıyorsun?' diye soruyor, 'Hayır iş yerimiz Topkapı'da diyorum' şaşkınlıkla. 'Gezmeye mi geldin?' diyor, 'Yok, yok iş için' diye kekeliyorum ve korkudan saçmaladığımı fark ediyorum. Kadın gidiyor söylenerek 'Bir siz eksiktiniz, geldiniz tamam olduk.' Nasıl yani?
Arkamda bir hareketlilik var, bir kadın ve bir erkek fotoğraflarımı çekiyor. İyice mayışıyorum zevkten, o sırada çıkan ani rüzgarda peruğum kayıyor ve kaçıyorum arabaya doğru... Bu arada tele objektifle fotoğraflarımı büyük bir ustalıkla çeken Uygar Taylan'dan da bahsetmem gerekir, görünmemek için türlü şekillere girdi, benden çok risk aldı...
İSTİKAMET LALELİ...
Bakalım 'çakma Rus' olarak çıktığım maceram Laleli'de nasıl devam edecek? 'Kendimi rahat hissetmem için sarışın ve frapan kadınlara alışkın bir mahalleye gitmem gerekir' diyorum Uygar'a. Uygar, Laleli konusunda endişeli. 'Senden pek uzaklaşmayacağım bu defa' diyor.
Gerçekten de iyi hissediyorum. Topluklu ayakkabıyla 1,85 olan boyumla hiç de uzun değilim zira yanımdan babet giymiş aynı boyda sarışın kadınlar geçiyor. Vitrinler ilginç, sade bir kıyafete rastlamak mümkün değil, ayakkabılar da hep abartılı. 'Bujjalidalumski lşkjda lijaniusta pajausta' gibi bir cümleyle yanıma yaklaşan çocuk, sanırım dükkana davet ediyor beni. 'Rus değilim' diyorum, 'Russun Rus' diyor. Devam ediyor konuşmaya, gerçekten anlamadığımı görünce 'Nesin sen o zaman?' diyor. Ardından bir başka adam yine Rusça konuşarak karşıma geçiyor, gülmeye başlıyorum çünkü adam susmuyor. Gözlüklerimi çıkarıyorum, 'Ahhh' diyor iç çekerek, 'Valla çok güzelsin'... 'Rus değilim' diyorum ona da. 'Gitme' diyor, 'Kal, bir şeyler içelim, yiyelim, gitme yeter ki'...
Her kadının yaşaması gereken bir tecrübe bu inanın, terapi gibi. Gülüyorum yine, 'Yok sağ ol' diyorum 'Alışveriş yapacağım.' 'Ben alırım sana ne istersen'... Nasıl yani?
Bu sırada etrafımızda bir 'sürü' erkek var, benimle konuşan kişi 'ağır bir abi' olsa gerek, ürkerek dinliyorlar. 'İstemiyorum' deyip uzaklaşıyorum, sokak satıcılarının '10 liraya sattığı çakma çantalara ve 40 liraya satılan gece kıyafetlerine bakıyorum. 'Aplaaa apla dikkat, fotoğrafını çekiyorlar' diye bağırıyor bir çocuk. 'Evet yarım saattir peşinde' diyor bir başka adam. 'Farkındayım' diyorum 'Çekiyor, ne yapayım, herhalde beğendi beni'. 'Alalım onu o zaman' diyerek Uygar'a doğru hamle yaptıklarında anlıyorum ki, girişecekler fotoğrafçımıza. 'Hayırr, arkadaşım o benim'... Bir başka sokağa doğru ilerliyoruz, her yerde leopar desenli kıyafetler, çizmeler, paltolar var. Yine arkamda birileri var 'Rus mu bu?', 'Bilmem ama Ruslarda böyle vücut olmaz'... Nasıl yani?
SOSYETEYE KARIŞAYIM...
Sosyeteden, cemiyet hayatından tanıdıklarım var, aynen bu kadar abartılı giyiniyorlar, aynen bu kadar abartılı makyaj yaptırıyorlar. 'En iyisi Nişantaşı, bir şeyler yerim orada, dinlenirim, günün stresini atarım üzerimden'... Ama ne mümkün?
Her zaman gittiğim kafeye 'Yer yok' diyerek almıyorlar beni! Garson 'normal halimi' tanıyor halbuki... Bozuntuya vermiyorum, kapıdan ilk geri çevrilişim bu. Beni içeri almadıklarını fark edenler var, herkes bahçede çünkü ve abartmıyorum herkes de bana bakıyor çünkü.
Onlara inat, bahçenin tam önünde duruyor ve ne konuştuklarını duymaya çalışıyorum. Çok demode olduğumu söylüyor bir hanım, yine bir iki adam konuşuyor 'Tanıyorum bunu galiba'. Hadi canım, bir bu eksikti! Gizem Özdilli geçiyor yanımdan, tepeden tırnağa süzerek ve bir daha tırnaktan tepeye doğru bakarak geçiyor yanımdan, bir tek yüzüme bakmıyor. O sırada Ertekin'le (Dinçay, namı diğer Şapka) burun buruna geliyoruz, 'Nasılsınız Ertekin Bey?' diye soruyorum, kendimi unutmuş, şuursuz bir şekilde. Tanıyamıyor, anlam veremiyor haliyle, cebinden defterini çıkarıp 'Telefonunu versene' diyor. 'Ben, Elif' diyorum, 'Özel bir haber hazırlıyorum da'. 'Biliyorum' diyor, ne bildiğini pek anlamıyorum...
Natalia Vodianova, Maria Sharapova, Irına Shayk, Sofia Rudyeva; sizsiniz başıma gelenlerin sebebi!
Erkeklerde akıl bırakmadığınız gibi kadınlarınkini de aldınız! Boyunuzla, posunuzla, endamınızla boy ölçüşmek mümkün değil, lütfen seksi olmaktan vazgeçin. Eşofman, boy friend jean giyin, salaş tişörtler var öyle rahat ki bayılırsınız; koyu renk saç hepinize çok yakışır emin olun, biraz da kilo alın. Ne öyle bir deri bir kemiksiniz hepiniz. Olga söylemişti bir zamanlar 'Çocukken annem az yemek yedirirdi bana, midem genişlemesin, büyüdüğüm zaman da az yiyeyim diye'. Olga'nın annesi acımasız bir kadın çok belli, Osmanlı mutfağı emrinize amade, kendinizi tutmayın...
SON SÖZ...
Kadınlar bakılmak, ilgi çekmek, arzulanmak istiyorlar. Laleli'de bir adam 'Rus değilsen, Türksün sen o halde' demişti. 'Neden öyle söyledin?' diye sorunca 'Buraya gelir Türk kızları, Rus gibi giyinir dolanırlar. Seni de öyle sandım' demişti. Çok ilginç değil mi? Kendi mahallesinde istediği gibi giyinip dolanamayan kızlarımız için de Laleli bir cennet, burada 'Rus olarak' her zaman hoş karşılanıyorlar. Kadınları, karıları, sevgilileri Rus kadınları gibi frapan giyindiğinde de hoş karşılayacak adamlar olsun memlekette. Hanımında göğüs dekoltesi görmeye katlanamayan bir adamın bir karış eteğe Türküler yakması, hiçbirimizi mutlu etmiyor baksanıza...
Bir maceranın sonu...
Rus olunmaz, Rus doğulur...
3 Ekim 2012 Çarşamba günü yayınlandı