'Kanser Yüzde 60 Oranında Önlenebilir'
Dünyada ölüm nedenlerinin ikinci sırasında yer alan kanser hastalığıyla ilgili konuşan Prof. Dr. Berrin Pehlivan, kanserin spor yaparak ve beslenmeye dikkat ederek yüzde 60 oranında önlenebileceğini söyledi.
Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, 2018 yılında 9.6 milyon kişi kanserden hayatını kaybetti. Küresel anlamda 6 ölümden 1 tanesi kanser kaynaklı olurken, uzmanlar doğru tedavi yöntemiyle ve sağlıklı yaşam stiliyle kanserin yenilebileceğinin altını çiziyor. Kanser hastalıklarının yüzde 10’unun kalıtsal olduğunu ve yüzde 60 oranında önlenebileceğini ifade eden Bahçeşehir Üniversitesi (BAU) Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Bölümü Prof. Dr. Berrin Pehlivan, kanserle ilgili dikkat edilmesi gerekenleri listeledi.
“Spor yaparak ve doğru beslenerek kanserden korunabiliriz”
Kanser oluşumunun karmaşık bir mekanizma ve önlenebilir olduğunu belirten Prof. Dr. Berrin Pehlivan şunları söyledi; “Spor yaparak ve beslenmemize dikkat ederek kanseri yüzde 60 oranında önleyebiliriz. Kanseri günümüzde kalp, şeker hastalığı gibi kronik hastalıklar katogorisine almamız gerekiyor. Bu nokta çok önemli. Çünkü, bizler bazen vücudumuzdaki değişiklikleri fark ediyoruz ancak kanser tanısı almaktan korktuğumuz için doktora başvurmuyoruz. Oysa erken dönemde başvurup tedavi edilse işler çok değişecek. Hem tedavi edilme, hastalıklardan kurtulma oranı artacak hem de belki çok daha küçük tedavilere maruz kalacaklar ve hayat kaliteleri belki de hiç etkilenmeyecek. Ancak kanser olmamak, kansere karşı gerekli tedbirleri almak tedavi edilmekten daha kolay. Uygun beslenme ve spor büyük oranda koruyuculuk sağlıyor”
“Aynı ürünü farklı markalarla tükettin”
Kanserden korunma ve sağlıklı beslenme konusunda birçok doğru olmayan içerikler bulunduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Berrin Pehlivan, aynı ürünü farklı markalardan tüketilmesini gerektiğini söyleyerek, “Herkes yanlış ve sağlıksız beslendiğine inandırıldı. Satılan diyet programları, dayatılan sağlık programları, satılan otlar, özel bileşikler gibi alanlarında ciddi bir endüstri oluşturuldu. Her şeyin azı karar çoğu zarar. Vücudun kendi savunma mekanizmaları var. Belli oranlarda kimyasallar alındığında vücut bunları zaten uzaklaştırıyor. Fazla tüketildiğinde ise tabi ki vücut bunları atmakta çaresiz kalıyor ve hastalıklar oluşabiliyor. Ne yediğimizden belki de daha önemli olan ne kadar tükettiğimiz. Önemli olan yediklerimizin çeşitliliğini artırmak ve belki de aynı ürünü farklı markalardan tüketmek. Çünkü herhangi bir markada olan kimyasal veya ürünün yetişmesinde kullanılan pestisit (zararlı organizmaları engellemek için kullanılan karışım) bir başka markanın ürününde olmayabilir. Orda da başka bir kimyasal karşımıza çıkabilir. Ama az tüketildiğinde bizim için sorun olmayacaktır” dedi.
“Kanserin kontrol altına alınması kaçınılmaz”
Berrin Pehlivan, 50 yıl öncesine oranla insan ömrünün iki katı uzadığını ve yaş aldıkça kanserin ortaya çıkma olasılığının arttığını söyledi.
Pehlivan, “Etrafımızda tedavi edilerek yaşamaya devam eden kanser hastası sayısı da çok fazla artık. Bu da daha fazla kanser vak’ası olduğu algısı oluşturmakta. Kanser araştırmalarının hızla devam etmesine rağmen, yüzde 100 tedavi oranına ulaşılmaması ‘İnsanlık kanserden kurtulamayacak mı?’ sorusunu akılla getiriyor. Bu durum tıpkı bir savaş gibi, hedeflediğimiz cephelerde yendiğimiz kanserli virüsün, açmış olduğu onlarca ayrı cephe sayesinde vakit kazanmasına, direnç geliştirmesine ve ilerlemesine fırsat vermektedir. Klasik kemoterapi veya radyoterapi yöntemlerinin yan etkilerinin varlığı da, kanser hücrelerine karşı gereken ölümcül dozlara çıkılmasını engellemektedir. Şüphesiz ki ilaç sanayi ve radyoterapi teknolojilerindeki hızlı gelişmeler, birden çok kanser yolağını seçerek hedefleyen ve immüniteyi arttıran ilaçları sürece dahil ederek, yüksek dozların daha güvenli bir biçimde uygulanmasına olanak sağlayacaktır. Sonuçta şeker hastalığı örneğinde olduğu gibi, kanserin de kontrol altında tutulabilir, kronik bir hastalık seviyesine geriletilmesi kaçınılmaz olacaktır” ifade etti.
“Protonterapi tedavisi, hastanın hayat kalitesini arttırıyor”
Kanser hastalığının tedavi yöntemlerinden bahseden Prof. Dr. Berrin Pehlivan son olarak şunları söyledi; “Kanser tedavisinde kulanılan 3 ana yöntem cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi. Amerikan Kanser Enstitüsü rakamlarına göre, kanser hastalarının yüzde 46’sı cerrahi, yüzde 42’si radyoterapi, yüzde 12’si kemoterapi ile tadavi edilmektedir. Son yıllarda immünoterapi (bağışıklık sisteminin tedavisi) ve kanser aşıları ümit vadeden çalışmalarla karşımıza çıkıyor. Kanser aşıları ve immünoterapiler hastaların sadece yüzde 10-15’lik grubunda işe yarıyor ve tedaviye verilen cevap da genelde süreli; yani bir süre sonra hastalık tekrar nüks ediyor. Çalışmalar devam ediyor. Bir süre sonra daha iyi sonuçlar almak mümkün olacak belki. Radyoterapideki son gelişmelerden biri de protonterapi. Kritik organların etrafına yerleşmiş tümörlerde daha yüksek dozlara çıkarak hastalığın kontrol oranını artırılabilmektedir. Proton tedavisi sırasında daha az yan etki görülmesi sebebiyle tedaviye ara verilme ihtimalinin azalması ve radyoterapi ile eş zamanlı kemoterapi kullanımına olanak sağlaması da radyoterapinin etkinliğini artırmaktadır. Ancak yapılan incelemelerde, geleneksel radyoterapiye kıyasla proton tedavisinin, hastaların hayat kalitesindeki artış ve tedavi sonrası destek tedavisini ve izlem gereksinimini azaltması nedeniyle hastaların uygun seçilmesi halinde proton tedavi harcamalarının bütçeye getirdiği yükün gerçekte sanıldığı kadar fazla olmadığı bildirilmektedir.”
Kaynak: İHA
“Spor yaparak ve doğru beslenerek kanserden korunabiliriz”
Kanser oluşumunun karmaşık bir mekanizma ve önlenebilir olduğunu belirten Prof. Dr. Berrin Pehlivan şunları söyledi; “Spor yaparak ve beslenmemize dikkat ederek kanseri yüzde 60 oranında önleyebiliriz. Kanseri günümüzde kalp, şeker hastalığı gibi kronik hastalıklar katogorisine almamız gerekiyor. Bu nokta çok önemli. Çünkü, bizler bazen vücudumuzdaki değişiklikleri fark ediyoruz ancak kanser tanısı almaktan korktuğumuz için doktora başvurmuyoruz. Oysa erken dönemde başvurup tedavi edilse işler çok değişecek. Hem tedavi edilme, hastalıklardan kurtulma oranı artacak hem de belki çok daha küçük tedavilere maruz kalacaklar ve hayat kaliteleri belki de hiç etkilenmeyecek. Ancak kanser olmamak, kansere karşı gerekli tedbirleri almak tedavi edilmekten daha kolay. Uygun beslenme ve spor büyük oranda koruyuculuk sağlıyor”
“Aynı ürünü farklı markalarla tükettin”
Kanserden korunma ve sağlıklı beslenme konusunda birçok doğru olmayan içerikler bulunduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Berrin Pehlivan, aynı ürünü farklı markalardan tüketilmesini gerektiğini söyleyerek, “Herkes yanlış ve sağlıksız beslendiğine inandırıldı. Satılan diyet programları, dayatılan sağlık programları, satılan otlar, özel bileşikler gibi alanlarında ciddi bir endüstri oluşturuldu. Her şeyin azı karar çoğu zarar. Vücudun kendi savunma mekanizmaları var. Belli oranlarda kimyasallar alındığında vücut bunları zaten uzaklaştırıyor. Fazla tüketildiğinde ise tabi ki vücut bunları atmakta çaresiz kalıyor ve hastalıklar oluşabiliyor. Ne yediğimizden belki de daha önemli olan ne kadar tükettiğimiz. Önemli olan yediklerimizin çeşitliliğini artırmak ve belki de aynı ürünü farklı markalardan tüketmek. Çünkü herhangi bir markada olan kimyasal veya ürünün yetişmesinde kullanılan pestisit (zararlı organizmaları engellemek için kullanılan karışım) bir başka markanın ürününde olmayabilir. Orda da başka bir kimyasal karşımıza çıkabilir. Ama az tüketildiğinde bizim için sorun olmayacaktır” dedi.
“Kanserin kontrol altına alınması kaçınılmaz”
Berrin Pehlivan, 50 yıl öncesine oranla insan ömrünün iki katı uzadığını ve yaş aldıkça kanserin ortaya çıkma olasılığının arttığını söyledi.
Pehlivan, “Etrafımızda tedavi edilerek yaşamaya devam eden kanser hastası sayısı da çok fazla artık. Bu da daha fazla kanser vak’ası olduğu algısı oluşturmakta. Kanser araştırmalarının hızla devam etmesine rağmen, yüzde 100 tedavi oranına ulaşılmaması ‘İnsanlık kanserden kurtulamayacak mı?’ sorusunu akılla getiriyor. Bu durum tıpkı bir savaş gibi, hedeflediğimiz cephelerde yendiğimiz kanserli virüsün, açmış olduğu onlarca ayrı cephe sayesinde vakit kazanmasına, direnç geliştirmesine ve ilerlemesine fırsat vermektedir. Klasik kemoterapi veya radyoterapi yöntemlerinin yan etkilerinin varlığı da, kanser hücrelerine karşı gereken ölümcül dozlara çıkılmasını engellemektedir. Şüphesiz ki ilaç sanayi ve radyoterapi teknolojilerindeki hızlı gelişmeler, birden çok kanser yolağını seçerek hedefleyen ve immüniteyi arttıran ilaçları sürece dahil ederek, yüksek dozların daha güvenli bir biçimde uygulanmasına olanak sağlayacaktır. Sonuçta şeker hastalığı örneğinde olduğu gibi, kanserin de kontrol altında tutulabilir, kronik bir hastalık seviyesine geriletilmesi kaçınılmaz olacaktır” ifade etti.
“Protonterapi tedavisi, hastanın hayat kalitesini arttırıyor”
Kanser hastalığının tedavi yöntemlerinden bahseden Prof. Dr. Berrin Pehlivan son olarak şunları söyledi; “Kanser tedavisinde kulanılan 3 ana yöntem cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi. Amerikan Kanser Enstitüsü rakamlarına göre, kanser hastalarının yüzde 46’sı cerrahi, yüzde 42’si radyoterapi, yüzde 12’si kemoterapi ile tadavi edilmektedir. Son yıllarda immünoterapi (bağışıklık sisteminin tedavisi) ve kanser aşıları ümit vadeden çalışmalarla karşımıza çıkıyor. Kanser aşıları ve immünoterapiler hastaların sadece yüzde 10-15’lik grubunda işe yarıyor ve tedaviye verilen cevap da genelde süreli; yani bir süre sonra hastalık tekrar nüks ediyor. Çalışmalar devam ediyor. Bir süre sonra daha iyi sonuçlar almak mümkün olacak belki. Radyoterapideki son gelişmelerden biri de protonterapi. Kritik organların etrafına yerleşmiş tümörlerde daha yüksek dozlara çıkarak hastalığın kontrol oranını artırılabilmektedir. Proton tedavisi sırasında daha az yan etki görülmesi sebebiyle tedaviye ara verilme ihtimalinin azalması ve radyoterapi ile eş zamanlı kemoterapi kullanımına olanak sağlaması da radyoterapinin etkinliğini artırmaktadır. Ancak yapılan incelemelerde, geleneksel radyoterapiye kıyasla proton tedavisinin, hastaların hayat kalitesindeki artış ve tedavi sonrası destek tedavisini ve izlem gereksinimini azaltması nedeniyle hastaların uygun seçilmesi halinde proton tedavi harcamalarının bütçeye getirdiği yükün gerçekte sanıldığı kadar fazla olmadığı bildirilmektedir.”