'Rahmi Koç, Ergenekon'dan kaçıp gitti'
Akademik Çalışma Grubu bu hafta, bir zamanlar MHP adaylığıyla gündeme gelen Ümit Özdağ'ı konuk etti. Özdağ, Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları için ilginç iddialarda bulundu.
Türk Ocakları Akademik Çalışma Grubu bu hafta 21. YY. Enstitüsü Başkanı Prof. Dr.Ümit Özdağ’ı ve Prof. Dr.Özcan Yeniçeri’yi ağırladı. Özdağ ve Yeniçeri “Son Gelişmeler Işığında 2010 Türkiye’sine Bakış” konusu üzerine konuştu.
Ümit Özdağ konuşmasına “Türkiye nereye gidiyor?” sorusu ile başladı. Bunu soğukkanlı bir siyaset bilimi analizi çerçevesinde açıklamak istediğini belirterek “yeni bir Türkiye” kurulmak istendiğini ifade etti. Bu kavramın kendisine ait olmadığını; bir Amerikan kavramı, operasyonel istihbarat kavramı ama aynı zamanda Türkiye’de birçok ideolog sözcüsü olan bir kavram olduğunu belirtti.
NAPOLYON’UN TORUNU DA SEÇİMLE GELMİŞTİ, AMA…
Demokratik düzenden gelip bu tür süreçler yaşayan ülkelere dünya üzerinde örneklerin olduğunu vurgulayan Sayın Özdağ, 19. yy’da Fransa’da Napolyon’un torununun önce demokratik seçimle iktidara geldiğini sonra referandum ve seçim mekanizmalarını kullanarak muhalefete polis baskı ve yaygın tutuklamalar yaptığını ve daha sonra da kendisini imparator ilan ettiğini söyledi. Benzer şekilde Adolf Hitler’in partisinin iktidara gelişini ve bir tek parti diktatöryası kurmasının bir 20. yy örneği olduğunu belirtti.
Türkiye’de ise sürecin bir imparatorluk veya bir tek parti değil, siyaset biliminde hakim parti veya ondan daha farklı olan hegemonik parti modeli çerçevesinde işlediğini söyledi. Ardından sözleriyle hakim parti ve hegemonik parti arasındaki en büyük farkın demokrasi olduğunu ifade etti. Hakim parti modelinde bir parti iktidara gelip yıllarca kalmasına ve muhalefetin teorik olarak seçilme şansı olmasına rağmen pratikte bunun mümkün olmadığını söyleyen Sayın Özdağ, hegemonik parti modelinde ise muhalefetin ne teorik ne de pratik olarak seçilme şansı olmadığını belirtti.
Buradan hareketle Türkiye’de görünürde hakim parti modeline gidildiğini ancak iktidardaki partinin yaptığı toplumsal, siyasal örgütlenmeye bakılacak olursa bu örgütlenmenin hakim değil hegemonik tek parti modeli örgütlenmesi olduğunu söyledi.
Özdağ bu örgütlenmelerin “kendi bürokrasisi, kendi sermayesi, kendi basını, kendi sivil toplum örgütleri” ile yapıldığını ve daha da ileri bir aşamada bu örgütlenme için var olanların tasfiye edilmesinin zorunlu olduğunu ifade etti. Türkiye’nin şu an ikinci bir Kızılay’a, Deniz Feneri Derneği’ne, sahip olmasını bu örgütlenmeye somut bir örnek olarak verdi. Bir süre sonra eğer bu hakim ve hegemonik parti modeli arasındaki süreç devam ederse Kızılay’ın kontrol altına alınacağını da ekledi.
ERGENEKONCULAR BİZDEN İNTİKAM ALIRLAR
AKP’li bir milletvekilinin “Gelecek 10 sene iktidarda kalmalıyız. Yoksa Ergenekoncular bizden çok kötü intikam alırlar.” sözlerini hatırlatan Ümit Özdağ, Ergenekoncuların şu an yakalandıklarına ve Silivri’de olduklarına göre milletvekilinin Ergenekoncu kelimesinden kastının AKP karşıtı herkes olduğunu ifade etti.
AKP’nin 2002 ‘de iktidara geldiğini şu an 2010 yılında olduğumuzu ve milletvekilinin de sözlerinden hareketle 10 yıl daha iktidar olacakları hesap edilirse 18 yıl geçeceğini söyleyen ve 2020’de de yorulup gitmeyeceklerini ekleyen Özdağ, böylelikle tam bir hegemonik parti modelinin örgütlendiğini belirtti.
AKP MÜLKİYET HAKKINI İHLAL EDİYOR
Geçen süreçte sistemli olarak basının el değiştirdiğinin görüldüğünü ifade etti. Günümüzde AKP’ye destek veren basının tiraj üzerinden değerlendirildiğinde %60’a çıktığını belirttikten sonra bu basının aslında AKP’ye destek veren değil, AKP’nin basını olduğunu söyledi. Bu sözlerine dayanak olarak şu anki yapılanmanın diğer partilerin iktidar olduğu dönemlerde onları destekleyen basından çok daha farklı bir yapılanma olmasını gösterdi.
Özdağ, benzer şekilde sermayenin de yeniden örgütlendiğini, AKP’nin mülkiyet hakkını ihlal edici bir program uyguladığını belirtti. Bu duruma iki somut örnek olarak Cem Uzan’ın tasfiye edilme sürecini ve Aydın Doğan’ı verdi. Aynı şekilde sosyal yardımında Deniz Feneri Derneği örneğinde olduğu gibi yeniden örgütlendiğini söyledi.
Günümüzde daha önceki iktidarların aksine, önce partisi sonra devlet için çalışan AKP’li bürokrat tipinin oluştuğunu ifade etti.
Ümit Özdağ, tüm bunların hegemonik partinin alt yapısını oluşturduğunu belirtti.
BALYOZ DARBE PLANI
Ergenekon’un tükenmesi ve daha fazla ileriye gidilememesi nedeniyle şimdi de karşımıza bir “Balyoz Darbe Planı”nın çıktığını ve bunların tümünün bir psikolojik operasyon olduğunu ifade ettikten sonra Ergenekon psikolojik operasyonuyla toplumun çok büyük bir kısmının psikolojik baskı altına girdiğini belirtti. Rahmi Koç’un 1.5 sene yelkenli ile bir geziye çıkmasının yani tutuklanma korkusuyla kaçmasının, son dönemlerde TÜSİAD’ın bayan başkanlar seçmesinin bu psikolojik baskının sonucu olduğunu söyledi.
Üstelik her şeyin ‘normalleşiyoruz ve demokratikleşiyoruz’ adı altında yapıldığını bir korku rejiminin ortaya çıktığını ifade ettikten sonra kendi görüşüne göre iki planın var olduğunu belirten Özdağ, ilk olarak, askerlerin kendi içlerinde bir senaryo yazdığını ve bunun içinde aşırıya kaçan yerler olsa da bir darbe olmaması, darbe teşebbüsü olmaması nedeniyle suç olmayacağını söyledi. İkinci olarak cami bombalama ve uçak düşürme planlarının da dışarıdan sonradan politik propaganda için monte edilen parçalar olduğunu belirtti.
2010 Türkiyesi’nin ağır psikolojik operasyonlar altında yeniden şekillendirilmeye çalışılan bir ülke olduğunu ve Türkiye’nin buna demokrasi ve hukuk çerçevesinde, seçimlerle karşılık vermesi gerektiğini söyleyen Özdağ, Türkiye’nin parti kapatmaya ihtiyacı olmadığını, ordunun hükümete müdahale etmesine gerek olmadığını, bu ülkenin sivil yurttaşlarının kendi geleceklerini belirleme konusunda yeterli olgunluğa sahip olduklarını belirtti.
AKP KAPATMA DAVASINI ARZULUYOR
AKP’nin kapatma davasını arzuladığını söyledikten sonra AKP’yi destekleyen bazı mihrakların TSK’nın etkisiz bir çıkış yapmasını arzuladıklarını ve böylelikle AKP’nin mağdur gösterilmesini istediklerini belirtti. AKP’nin mağdur siyasetine ihtiyacı olduğunu vurguladı.
ÖZCAN YENİÇERİ: BÖLGEMİZ YENİDEN DİZAYN EDİLİYOR
Yeniçeri sözlerine her yüzyılın başında dünyanın yeniden harmanlandığını hatırlamak gerektiği ile başladı. 1814’te Viyana Kongresi, 1918’de I. Dünya Savaşı ile dünyada yeni bir düzen kurulduğunu 2000’lerde de yeni bir düzenin alt yapılarının oluşturulduğunu, makro parametrelerin de bunu gösterdiğini ifade etti. Kendi coğrafyamızı bunu göz önüne alıp değerlendirmemiz gerektiğini belirtti.
70’li yıllarda farklı görüşlerdeki grupların birbirlerini ya aşırı küçük ya da aşırı büyük gördüğünü ifade eden Özcan Yeniçeri, bunun bir yanlış olduğunu rakibin bu kadar büyük ya da küçük görülmesinin insanları yanlış tedbirlere almaya itebileceğini söyledi. Güçlü gösterilen grupların bu düşünce sayesinde kendini güçlü hissettiklerini de sözlerine ekledi.
Cumhuriyet’in kurulduğunu dönemde örgütlenmiş bir sivil toplum örgütü, bürokrasi, işçi sınıfı, üretim ve ekonominin olmaması nedeniyle merkezi otoritenin şirketleri kendi kurup ekonomiyi kendisi oluşturmak suretiyle halkı zenginleştirme amacının olduğuna da değinen Yeniçeri, geçen süre içerisinde Türkiye’de bu sosyolojik ve ekonomik gelişimin kendini tamamlanamadığını ve böylelikle de halk ile devlet arasında inanılmaz bir kopukluk olduğunu belirtti.
AKP’nin Türkiye’de bu kadar oy almasının haksızlık olduğunu ancak halkla bütünleşme çerçevesinden bakılacak olursa bu kadar oy almasının az olduğunu söyledi. Tabanı olmayan bir partinin artık siyaset yapmayacağını, artık tavandan yönetimin mümkün olmadığını ifade etti.
Bölgemizin yeniden dizayn edildiğini ve bu dizaynın küresel güç olan ABD tarafından yapıldığını söyleyen Yeniçeri, bu projede kontrol edilebilir bir TSK istendiğini ifade etti. İran’daki operasyona iktidar ikna edilemezse iktidarın sonu olduğunu da belirtti. Bu konudaki gelişmelerin Türkiye’deki gelişmeleri şekillendireceğini de sözlerine ekledi.
Ümit Özdağ konuşmasına “Türkiye nereye gidiyor?” sorusu ile başladı. Bunu soğukkanlı bir siyaset bilimi analizi çerçevesinde açıklamak istediğini belirterek “yeni bir Türkiye” kurulmak istendiğini ifade etti. Bu kavramın kendisine ait olmadığını; bir Amerikan kavramı, operasyonel istihbarat kavramı ama aynı zamanda Türkiye’de birçok ideolog sözcüsü olan bir kavram olduğunu belirtti.
NAPOLYON’UN TORUNU DA SEÇİMLE GELMİŞTİ, AMA…
Demokratik düzenden gelip bu tür süreçler yaşayan ülkelere dünya üzerinde örneklerin olduğunu vurgulayan Sayın Özdağ, 19. yy’da Fransa’da Napolyon’un torununun önce demokratik seçimle iktidara geldiğini sonra referandum ve seçim mekanizmalarını kullanarak muhalefete polis baskı ve yaygın tutuklamalar yaptığını ve daha sonra da kendisini imparator ilan ettiğini söyledi. Benzer şekilde Adolf Hitler’in partisinin iktidara gelişini ve bir tek parti diktatöryası kurmasının bir 20. yy örneği olduğunu belirtti.
Türkiye’de ise sürecin bir imparatorluk veya bir tek parti değil, siyaset biliminde hakim parti veya ondan daha farklı olan hegemonik parti modeli çerçevesinde işlediğini söyledi. Ardından sözleriyle hakim parti ve hegemonik parti arasındaki en büyük farkın demokrasi olduğunu ifade etti. Hakim parti modelinde bir parti iktidara gelip yıllarca kalmasına ve muhalefetin teorik olarak seçilme şansı olmasına rağmen pratikte bunun mümkün olmadığını söyleyen Sayın Özdağ, hegemonik parti modelinde ise muhalefetin ne teorik ne de pratik olarak seçilme şansı olmadığını belirtti.
Buradan hareketle Türkiye’de görünürde hakim parti modeline gidildiğini ancak iktidardaki partinin yaptığı toplumsal, siyasal örgütlenmeye bakılacak olursa bu örgütlenmenin hakim değil hegemonik tek parti modeli örgütlenmesi olduğunu söyledi.
Özdağ bu örgütlenmelerin “kendi bürokrasisi, kendi sermayesi, kendi basını, kendi sivil toplum örgütleri” ile yapıldığını ve daha da ileri bir aşamada bu örgütlenme için var olanların tasfiye edilmesinin zorunlu olduğunu ifade etti. Türkiye’nin şu an ikinci bir Kızılay’a, Deniz Feneri Derneği’ne, sahip olmasını bu örgütlenmeye somut bir örnek olarak verdi. Bir süre sonra eğer bu hakim ve hegemonik parti modeli arasındaki süreç devam ederse Kızılay’ın kontrol altına alınacağını da ekledi.
ERGENEKONCULAR BİZDEN İNTİKAM ALIRLAR
AKP’li bir milletvekilinin “Gelecek 10 sene iktidarda kalmalıyız. Yoksa Ergenekoncular bizden çok kötü intikam alırlar.” sözlerini hatırlatan Ümit Özdağ, Ergenekoncuların şu an yakalandıklarına ve Silivri’de olduklarına göre milletvekilinin Ergenekoncu kelimesinden kastının AKP karşıtı herkes olduğunu ifade etti.
AKP’nin 2002 ‘de iktidara geldiğini şu an 2010 yılında olduğumuzu ve milletvekilinin de sözlerinden hareketle 10 yıl daha iktidar olacakları hesap edilirse 18 yıl geçeceğini söyleyen ve 2020’de de yorulup gitmeyeceklerini ekleyen Özdağ, böylelikle tam bir hegemonik parti modelinin örgütlendiğini belirtti.
AKP MÜLKİYET HAKKINI İHLAL EDİYOR
Geçen süreçte sistemli olarak basının el değiştirdiğinin görüldüğünü ifade etti. Günümüzde AKP’ye destek veren basının tiraj üzerinden değerlendirildiğinde %60’a çıktığını belirttikten sonra bu basının aslında AKP’ye destek veren değil, AKP’nin basını olduğunu söyledi. Bu sözlerine dayanak olarak şu anki yapılanmanın diğer partilerin iktidar olduğu dönemlerde onları destekleyen basından çok daha farklı bir yapılanma olmasını gösterdi.
Özdağ, benzer şekilde sermayenin de yeniden örgütlendiğini, AKP’nin mülkiyet hakkını ihlal edici bir program uyguladığını belirtti. Bu duruma iki somut örnek olarak Cem Uzan’ın tasfiye edilme sürecini ve Aydın Doğan’ı verdi. Aynı şekilde sosyal yardımında Deniz Feneri Derneği örneğinde olduğu gibi yeniden örgütlendiğini söyledi.
Günümüzde daha önceki iktidarların aksine, önce partisi sonra devlet için çalışan AKP’li bürokrat tipinin oluştuğunu ifade etti.
Ümit Özdağ, tüm bunların hegemonik partinin alt yapısını oluşturduğunu belirtti.
BALYOZ DARBE PLANI
Ergenekon’un tükenmesi ve daha fazla ileriye gidilememesi nedeniyle şimdi de karşımıza bir “Balyoz Darbe Planı”nın çıktığını ve bunların tümünün bir psikolojik operasyon olduğunu ifade ettikten sonra Ergenekon psikolojik operasyonuyla toplumun çok büyük bir kısmının psikolojik baskı altına girdiğini belirtti. Rahmi Koç’un 1.5 sene yelkenli ile bir geziye çıkmasının yani tutuklanma korkusuyla kaçmasının, son dönemlerde TÜSİAD’ın bayan başkanlar seçmesinin bu psikolojik baskının sonucu olduğunu söyledi.
Üstelik her şeyin ‘normalleşiyoruz ve demokratikleşiyoruz’ adı altında yapıldığını bir korku rejiminin ortaya çıktığını ifade ettikten sonra kendi görüşüne göre iki planın var olduğunu belirten Özdağ, ilk olarak, askerlerin kendi içlerinde bir senaryo yazdığını ve bunun içinde aşırıya kaçan yerler olsa da bir darbe olmaması, darbe teşebbüsü olmaması nedeniyle suç olmayacağını söyledi. İkinci olarak cami bombalama ve uçak düşürme planlarının da dışarıdan sonradan politik propaganda için monte edilen parçalar olduğunu belirtti.
2010 Türkiyesi’nin ağır psikolojik operasyonlar altında yeniden şekillendirilmeye çalışılan bir ülke olduğunu ve Türkiye’nin buna demokrasi ve hukuk çerçevesinde, seçimlerle karşılık vermesi gerektiğini söyleyen Özdağ, Türkiye’nin parti kapatmaya ihtiyacı olmadığını, ordunun hükümete müdahale etmesine gerek olmadığını, bu ülkenin sivil yurttaşlarının kendi geleceklerini belirleme konusunda yeterli olgunluğa sahip olduklarını belirtti.
AKP KAPATMA DAVASINI ARZULUYOR
AKP’nin kapatma davasını arzuladığını söyledikten sonra AKP’yi destekleyen bazı mihrakların TSK’nın etkisiz bir çıkış yapmasını arzuladıklarını ve böylelikle AKP’nin mağdur gösterilmesini istediklerini belirtti. AKP’nin mağdur siyasetine ihtiyacı olduğunu vurguladı.
ÖZCAN YENİÇERİ: BÖLGEMİZ YENİDEN DİZAYN EDİLİYOR
Yeniçeri sözlerine her yüzyılın başında dünyanın yeniden harmanlandığını hatırlamak gerektiği ile başladı. 1814’te Viyana Kongresi, 1918’de I. Dünya Savaşı ile dünyada yeni bir düzen kurulduğunu 2000’lerde de yeni bir düzenin alt yapılarının oluşturulduğunu, makro parametrelerin de bunu gösterdiğini ifade etti. Kendi coğrafyamızı bunu göz önüne alıp değerlendirmemiz gerektiğini belirtti.
70’li yıllarda farklı görüşlerdeki grupların birbirlerini ya aşırı küçük ya da aşırı büyük gördüğünü ifade eden Özcan Yeniçeri, bunun bir yanlış olduğunu rakibin bu kadar büyük ya da küçük görülmesinin insanları yanlış tedbirlere almaya itebileceğini söyledi. Güçlü gösterilen grupların bu düşünce sayesinde kendini güçlü hissettiklerini de sözlerine ekledi.
Cumhuriyet’in kurulduğunu dönemde örgütlenmiş bir sivil toplum örgütü, bürokrasi, işçi sınıfı, üretim ve ekonominin olmaması nedeniyle merkezi otoritenin şirketleri kendi kurup ekonomiyi kendisi oluşturmak suretiyle halkı zenginleştirme amacının olduğuna da değinen Yeniçeri, geçen süre içerisinde Türkiye’de bu sosyolojik ve ekonomik gelişimin kendini tamamlanamadığını ve böylelikle de halk ile devlet arasında inanılmaz bir kopukluk olduğunu belirtti.
AKP’nin Türkiye’de bu kadar oy almasının haksızlık olduğunu ancak halkla bütünleşme çerçevesinden bakılacak olursa bu kadar oy almasının az olduğunu söyledi. Tabanı olmayan bir partinin artık siyaset yapmayacağını, artık tavandan yönetimin mümkün olmadığını ifade etti.
Bölgemizin yeniden dizayn edildiğini ve bu dizaynın küresel güç olan ABD tarafından yapıldığını söyleyen Yeniçeri, bu projede kontrol edilebilir bir TSK istendiğini ifade etti. İran’daki operasyona iktidar ikna edilemezse iktidarın sonu olduğunu da belirtti. Bu konudaki gelişmelerin Türkiye’deki gelişmeleri şekillendireceğini de sözlerine ekledi.