Devlet Bahçeli'den zehir zemberek açıklamalar

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli parti grubunda açıklamalarda bulundu.

Giderek siyasi meşruiyetini kaybeden, çok ağır bir yönetim zaafı içine düşen ve tehlikeli yollara sapan Başbakan Erdoğan ve hükümeti, gerginlikten beslenen, korku salmayı, baskı ve tehdidi mubah gören bir çatışma stratejisi benimsemiştir.

Türkiye giderek ağırlaşan bu ortamda; bölücü ve etnik tahriklerin tırmandığı, iç huzur, kardeşlik ve dayanışma ruhunun yara aldığı, tuzaklarla dolu sancılı bir döneme doğru ilerlemektedir. Bildiğiniz gibi geçtiğimiz hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda yapılan toplantılar kaygı verici gelişmelere sahne olmuştur.

Görüşmeler esnasındaki konuşmalar 86 yıllık Cumhuriyetimizin içinde bulunduğu tehlikeyi ve yaşamakta olduğu ağır bunalımı bütün yönleriyle ortaya koymuştur. Başbakan Erdoğan’ın ısrar ve inatla sürdürdüğü bölünme modelleri arayışları Türkiye’yi çok ciddi risk ve tehlikelerle dolu puslu ve karanlık bir dönemin içine itmiştir.

Hükümet zihniyetinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtuluş ve kuruluş sürecine ve değerlerine karşı fikirleri bilinen bir gerçektir. Ancak bu toplantılarda bunun aslında Cumhuriyetimizle tam bir hesaplaşma olduğu ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet döneminde farklı nedenlerle ortaya çıkan ayaklanmaların hükümet tarafından kutsandığı ve alkışlandığı, bunu haklı veya haksız yöntemlerle bastırmaya çalışan devlet gücünün ise aşağılandığı vahim bir manzara Türkiye’nin gözü önünde cereyan etmiştir.

"ERDOĞAN SUÇÜSTÜ YAKALANDI"

İddia edildiği gibi PKK açılımının barış ve huzurla, demokrasi ve hürriyetle, sulh ve sükunla, kalkınma ve refahla, kaynaşma ve kardeşlikle hiçbir şekilde alakası olmadığı anlaşılmıştır. İsyanların meşru ve hak, bastırmanın ise zulüm addedildiği bu alçaklık tablosu hükümetin 25 yıldır milletimize kan kusturan PKK’ya bakışını da ortaya koymuş, yıllardır üzerine neden gidemediğini de hepimize göstermiştir.

Etnik bölücülük konusundaki siyasi sicili ve eğilimleri çok iyi bilinen Başbakan ve hükümeti Türkiye’yi ayrıştırma ve bölme projelerini İmralı, Kandil ve Barzani’nin desteğiyle hayata geçirmek için çıktığı yolculukta suçüstü yakalanmış, gerçek niyetler bir bir kendi ağızlarından açığa çıkmaya başlamıştır. Başbakan’ın siyasi proje olarak sahip çıktığı bu sürecin etnik bölücülerin taleplerini taksitler halinde karşılama amacına yönelik olduğu gün gibi ortadadır.

Etnik bölücülüğe hukuki zemin kazanmasını amaçlayan İmralı ve hükümet işbirliğinin yol haritasına göre girişilecek yıkımın aşamaları son toplantı ile belirginleşmiştir. Adına utanmadan demokratikleşme denilen bu yol haritasıyla, PKK'nın bütün talepleri siyasallaşacak, İmralı Canisi ile Başbakanın rol paylaşımında çıktıkları yolda sözde "demokratik cumhuriyet"e ulaşılacaktır. AKP hükümeti ve Başbakan TBMM Genel Kurulu açıklamalarının tamamında; terör sorununu, etnik bir kimlik sorunu olarak ısrarla tanımlamış ve böylece ayrılıkçı terörün siyasi hedeflerini haklı ve meşru gösteren bir sorumsuzluk sergilemiştir.

"KİMLİKSİZ VE KİŞİLİKSİZ AKP"

AKP'nin siyasi çözüm adı altında hayata geçirmeyi amaçladığı bu süreç, Türkiye'de etnik temelde ayrı bir millet ve milli azınlık olduğunun kabulünü ve devletin niteliği ve yapısının bu ayrışmaya hukuki ve siyasi temel kazandıracak şekilde yeniden düzenlenmesini öngören bir çözülme sürecidir.

Başta kimliksiz ve kişiliksiz siyasetin temsilcisi olan AKP zihniyeti olmak üzere, yıllardır Türk milletinin kaderi üzerinde kumar oynayanların maksadının Türkiye’yi ve aziz millet varlığını ayrışma, ayrıştırma ve çatışma ortamına yönlendirmek olduğu bütün gerçeği ile ortaya çıkmıştır. Küresel gelişmelerin dayattığı, teslimiyetçi hükümetin mahkûm hale geldiği bu yıkım projesi; yıllardır dağdaki ve şehirdeki bölücülerin de hedefi olan; Türkiye Cumhuriyetini milli devlet niteliğini kaybetmiş, Başkent Ankara merkezli üniter yapısı sulandırılmış, bin yıllık değerlerinin içi boşaltılarak milli birliği parçalanmış, farklılıklar körüklenerek çok milletli ve çok parçalı “etnik kimlikler cumhuriyeti” olarak yeniden biçimlendirilmesidir.

"YÜCE MECLİS LEKENELENDİ"


“Türk milleti” tanımını kapsayıcı ve yeterli bulmayıp, başka kimlik arayışlarının artış göstermesi “Türk Milleti”ni alt kimliklere doğru döndürecek, Cumhuriyetimizin üzerinde yükseldiği milli devleti ve üniter yapıyı korumak ve yönetmek imkânsız hale gelecektir.

Milleti oluşturan ana gövdeden kimliklerin kaşınarak parçaların kopartılması, oluşmuş bir milleti sosyolojik anlamda geriye götürecek, boy ve kabilelere dönüştürerek iptidai, geri ve ırkçı bir akıbeti doğuracaktır. Ve ne hazindir ki inanç istismarı ile iktidara gelenler şimdi kimlik istismarı ile kafalarındaki kabile kültürünü topluma dayatmaya çalışmaktadırlar.

Buna katlanmak, rıza göstermek ve masum görmek mümkün değildir. AKP’nin kafasındaki ilkel siyasi zihniyetin, modern millet anlayışının önüne getirmesini, Türk milletinin parçalı bir yapıya yöneltmesini Milliyetçi Hareket’ Partisi’nin kabul etmesi mümkün değildir.

PKK açılımı konusunda 13 Kasım 2009 günü Meclis’te yapılan görüşmelerde yıkım projesinin taşeronu olan Başbakan, muhalefete yönelttiği hayasız suçlamalarla Yüce Meclis’i lekelemiştir.

Bu son konuşmalarla birlikte, sürece tek başına direnen Milliyetçi Hareket ve mensuplarının duruşunu kırmaya yönelik karalama stratejisi de netleşmeye başlamıştır.

"TÜRKEŞ İHANETE GÖZ YUMMADI"

Bunlardan birincisi, AKP zihniyetinin içine düştüğü teslimiyete gerekçe oluşturmak için kurucu Genel başkanımız Türkeş bey’in anılarına gönderme yaparak partililerimizin aklını karıştırma çabalarıdır. Bu konuda bizim parti tarihimizde ve Başbuğumuz Türkeş Beyin aziz hatıralarında, bugünkü iktidarın içine düştüğü çaresizliğin dayanağı olabilecek hiçbir belge, bilgi ve diyaloga ulaşmaları mümkün değildir. Çünkü merhum Türkeş Bey, hayatının hiçbir safhasında ihanete göz yummamış, alçaklığa pirim vermemiş, seksen yıllık uzun ömrü şerefli ve haysiyetli bir mücadelenin izlerini taşımıştır. Bu sözlerin sahibi olan zihniyete, ihanetlerine aradıkları bahaneleri; Vashington, Brüksel, Erivan ve Erbil’de oturdukları masaların altında aramalarını tavsiye ederiz.

İkinci istismar alanı, baştan beri ısrarla dile getirilen ve yıllardır PKK nakaratı olan barış çağrıları ile analar ağlamasın, ölümler son bulsun ve akan kan dursun istismarı üzerine şekillenen vicdan sömürüsüdür. Tamamen kavramların çarpıtılması üzerine kurgulanan bu hain propaganda yıllardan beri bebek, çocuk, kadın, genç, yaşlı demeden bir yanda kan döken PKK’nın, ardından gelen barış talebiyle eşanlamlıdır. Bu ağız, milletimize kan kusturan teröristlerin cinayetlerini maskelemek için kullandığı propaganda makyajıdır. Ne tesadüftür ki, Kandil kadrolarının sloganları Başbakan’ın ağzına sakız olmuştur. Doğrudur, şehit ve gazilerin anaları ağlamaktadır. Milletimizde onlarla birlikte ağlamaktadır. Bunu önlemenin yolu, anaları ağlatanların hakkında kesinkes gelmektir. Ancak o zaman anaların ağlamaları bir nebze olsun duracaktır.

Üçüncü istismar alanı, Başbakan’ın millet ve milliyetçilik konusundaki sığlığını bütün gerçeğiyle ortaya koyan, Orhun Anıtlarının yolunu yapma polemiği üzerine şekillenmiştir. Milli tarihimizin başlangıç noktası saydığımız bu coğrafyaya yapılacak her hizmeti iftiharla anarız. Ancak buraya yapılacak müteahitlik hizmeti insanı milliyetçi yapmayacağı gibi, dana önce de belirttiğim gibi mesela Akdamar kilisesini onarmakta aynı müteahidi Ermeni yapmayacaktır. Milliyetçilik bir gönül, yürek ve aidiyet şuurudur. Kimliğini otuz altı parçada bulamamışların sahip olacağı bir değer olmadığı gibi, algılayabileceği ve anlayabileceği bir anlayış da hiç değildir. Türk milletini dilimleyerek bütünleştirmeye çalışan bu özürlü bakışın milliyetçilikle ilgili değerlendirmesi olsa olsa, eksik ve yetersiz tarafını kapatma telaşı olacaktır. Ben milliyetçiyim demek için önce bir millete mensup olmak gerekmektedir. O halde, kimlik arayışı bitmeyen Başbakan Erdoğan’a hangi milletin milliyetçisi olduğunu sormak ve cevabını beklemek de en tabii hakkımız olacaktır.

NAMUS, EDEP VE AHLAKA SIĞMAYAN ÇİRKİNLİKLER

Dördüncü istismar kampanyası ise, partimizi ve partililerimizi kandan beslenen siyasi hareket olduğumuz iddiasından yola çıkarak, şehitler üzerinden geçindiğimizi söyleyen ve terör durursa tükeneceğimizi iddia eden temelsiz ve ahlaksızca yaklaşımlardır. Nitekim son gelişmelerde de görüldüğü gibi, Başbakan Erdoğan zihin kontrolünü tamamen kaybederek öfke nöbetine girmiş, partimizin duruşuyla ilgili ahlak, namus ve şehadetin mukaddesatıyla bağdaşmayan, edep ve adaba sığmayan çirkinlikler sergilemiştir. PKK açılımı ile İmralı’nın çizgisine gelen Başbakan’ın, utanç duymadan buna karşı çıkanları “şehitler üzerinden rant sağlamaya çalışmak ve şehit cenazelerinin gelmesini beklemekle” suçlaması içine düştüğü çaresizliğin ve sığınacağı son iftiranın zirvesi olmuştur. Ne üzücüdür ki, bugün Türkiye, şehit cenazelerinden tahrik olan bir Başbakan’ın ayıbını yaşamaktadır. Başbakan elinden gelse, şehit cenaze törenlerine müdahale edecek ve aziz naaşının ardında saf tutanları kamu gücüyle dağıtacaktır. Yapmak istediği budur. Buraya dikkatinizi çekmek isterim ki; Başbakan Erdoğan’ın niyeti yalnızca şehidi kucaklayan ve sahiplenen muhterem vatandaşlarımızı sorgulamak değil, aynı zamanda şehadete neden olan kutlu mücadeleyi aşağılamak ve küçümsemektir. Bu manzara; katile sayın, şehide kelle diyen çürümeye başlayan bir zihniyetin etrafa yaydığı mide bulandıran kokusudur.

Partimiz, yıllardan beri, terörle mücadelede yaşanılan şehadetlerin acısını aziz milletimizle sessiz ve vakur bir şekilde paylaşmış, kahramanlıklarını savunurken, üzüntülerini de yüreğine gömmüştür. Hiç kimse Milliyetçi Hareket Partisi’nin herhangi bir şehit cenazesini siyasi bir istismar konusu yaptığını, sadece şehitliği sahiplenmekten öte bir maksatla hareket ettiğini iddia edemez. İstisnai bir örnek bile gösteremez.

Ama, şehadete duyarlı her vatandaşımız gibi, parti mensuplarımız da, elbette yöresindeki bu elemi ve onuru paylaşacak, milli ve dini vecibesini sonuna kadar yerine getirecektir. Buna hiçbir gücün mani olması ve engellemesi mümkün değildir. Böylesi bir alçaklığı, zalimler ancak Bosnalı mübarek şehitlere müstahak görmüşledir.

Buradan soruyorum: Özellikle son yıllarda, PKK’lı teröristlerin cenazelerinin belediye imkânlarıyla ve törenlerle kaldırıldığı biliniyorken, Başbakan Erdoğan’ın bu durumu hiç eleştirdiğine şahit oldunuz mu? Bunu işiteniniz ve göreniniz var mı? Türkiye, Başbakan Erdoğan’ın olmasını istediği ve beklediği şekilde şehidini vurulduğu yerde üniformasıyla bırakacak kadar aciz ve çaresiz değildir.

Türk milleti de, çok şükür ki can vermiş evladına sırtını dönecek kadar vefasız ve duyarsız değildir. Geçmişte de, aynı hastalıklı ruh halinin, şehit cenazelerine sahip çıkanları “terbiyesizler” olarak tanımladığı, eli kanlı bölücülere hoşgörü ve kucaklaşma hevesi gösterdiği hafızalardadır.

ERDOĞAN AHLAK BUNALIMINDA

Milletimiz elbette şehidin arkasından bütün görevlerini yerine getirecek, gözyaşını içine akıtacak, şerefini yaşatacak ve kararlılıkla şehitler ölmez vatan bölünmez diyerek haykıracaktır. Şehadete neden olan katillerin sorgulanması gerekirken, şehidi omuzlarında taşıyanların tartışılıyor olması Başbakan’ın girdiği ahlak bunalımının apaçık göstergesidir.

Bilinmelidir ki, milletimizin şehidine sahip çıkmasına ne Başbakan ne teslim olduğu okyanus ötesinin dayatmaları ve ne de İmralı’nın yıkım haritasının gücü asla yetmeyecektir. Anlaşıldığı kadarıyla, Başbakan Erdoğan, son açıklamalarında suçüstü yakalanmanın çaresizliği ve telaşıyla ahlaki ve vicdani bütün ölçülerini kaybetmiştir.

Seviye ve seviyesizlik ölçüleriyle tarif edilemeyecek böyle bir çukura düşülmesi, siyasi hayatımıza utanç duyulacak karanlık bir dip notu olarak geçmiştir. Vicdanını teslim etmemiş hiçbir milletvekili, Başbakan Erdoğan’ın başlattığı bölünme sürecine figüran olmayı içine sindirmeyecek ve bu suçun ortağı olmak istemeyecektir.

BOY AYNASINA BAKSIN

Bu yıkım projesini tanıtmak ve kendisini savunmak için geçtiğimiz hafta sonu yurt gezileri başlatan Başbakan’ın, parti ve partililerimize yönelik suçlamalarını Anadolu meydanlarında da sürdürmesi, irtifa kaybetmiş siyasetinden başka sermayesi kalmadığının açık bir göstergesidir. 7 yıldır ülke yönetiminde bulunan Başbakan Erdoğan’ın, her alanda olduğu gibi terörle mücadele alanındaki sicili de karanlık ve lekelidir.

Terörle mücadeleyi zaafa uğratan, büyük bir acz sergileyen Başbakan’ın bu konuda siyasi iradesi olmadığı, bu mücadelenin önüne set çektiği bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Başbakan Erdoğan’a tavsiyemiz bir boy aynasının karşısına geçmesi ve utanç verici görüntüsüne bakmasıdır.

ERDOĞAN'IN VASIFLARI

Bu aynada karşısına çıkacak görüntü;

- İmralı canisi ile kol kola giren,
- Kandil’den medet uman,
- Teröristleri kucaklamak için Habur’da bekleyen,
- PKK ile gizli ve aracılı pazarlıklar yapan,
- Barzani’nin önünde eğilen,
- Teröre teslim olan ve,
- Etnik bölücülüğün önünü açan bir Başbakan yansıması olacaktır.
Başbakan bu alanlarda rakipsizdir; bu vasıflara sahip olmada eşsizdir.

ALÇAKCA SUÇLAMASI HADDİ DEĞİL

Bunun şahidi, bu alandaki şaibeli siyasi geçmişi ve çizgisidir. Başbakan’ın vasıfları, kalitesi ve seceresi çok iyi bilinmektedir. Böyle birinin bizi şehit cenazesi gelsin diye beklemekle, şehit cenazelerinde çığırtkanlık yapmakla alçakça suçlaması haddi değildir. Ya haddini bilecek ve bu hayasızlıklardan nedamet duyacaktır, ya da hak ettiği karşılığı misliyle görecektir. Kendisine sözümüz ve uyarımız budur.

Başbakan ve hükümeti Meclis görüşmelerinde PKK açılımı konusunda gerçek düşünce ve niyetlerini dürüst ve samimi olarak ortaya koymamış, ağır makyajlı ve şifreli sözlerle bunları saklama gayreti içine girmiştir. Bu açılımın ilk aşaması bir parça aralanmış, ancak can alıcı yönleri üzerindeki karartma ve ambargo sürdürülmüştür. Bu yıkım projesini PKK, İmralı, Barzani ve ABD ile birlikte yürüten Başbakan, Türk milletini karanlıkta bırakarak bunun özünü ve esasını açıklamaya yüzü ve cesareti olmadığını bir kere daha göstermiştir.

BÖLÜCÜLERİN AĞZIYLA KONUŞUYOR

Başbakan ve AKP sözcülerinin Meclis konuşmalarının özeti; yalan, riya, inkar ve iftira olmuştur. Televizyonların başında Meclis görüşmelerini izleyen Türk milleti;

İçi boşaltılmış ve anlamsız kılınmış sloganlarla gerçek niyetlerini saklamak için çırpınan, İftira ve suçlamalarla muhalefeti zan altında bırakarak kendisini ve yıkım projesini aklamaya çalışan, Devleti ve milleti töhmet altında bırakarak bölücülük tellallığı yapan acze düşmüş bir Başbakanla karşılaşmışlardır. Demokrasiyi bölücülük ilacı olarak piyasaya süren; İnsan haklarını etnik bölünme platformu olarak gören; Sloganlar arkasına saklanarak devletin kuruluş ilkelerini, paylaşılan ortak değerleri ve milli birliğin temellerini işporta malzemesi haline getiren Başbakan, Meclis kürsüsünde utanç verici bir tablo sergilemiştir. Başbakan Erdoğan, etnik kökeni ve ana dili nedeniyle insanların horlandığını, dışlandığını ve ayrımcılığa maruz kaldığını söyleyerek bölücülerin ağzıyla konuşmuş ve bu yalanlarla Türk milletine de topyekün hakaret etmiştir.

Bir saati aşan konuşması boyunca Türk milleti diyemeyen Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ı etnik farklılıklara dayanan bir ayrıştırma süreci başlatarak bölücülüğün önünü açmaya kararlı olduğunu ortaya koymuştur. PKK açılımıyla milli birliği katletmeye hazırlananların ve hain teröristlere kucak açanların Anadolu meydanlarında milli birlik ve kardeşlik yalanları söylemeleri, Başbakan ve arkadaşlarının trajedisinin sahnelendiği bir orta oyunudur.

Buna karşı çıkan Milliyetçi Hareketi, bölünme vehim ve korkuları üreterek toplumu germek ve tahrik etmekle suçlamaları da, bu orta oyunun bir parçası ve Başbakan’ın bölünme projesini şirin göstermek için başlattığı tanıtım ve reklam kampanyasının ucuz sloganlarıdır. Büyük Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözlerini bile Türkiye’nin bölünmesi için kullanmaya yeltenen Başbakan; PKK’ya teslim olmayı ve bölücü taleplerini hükümet eliyle hayata geçirmeyi yurtta sulh olarak gören, Ermenistan’a, Barzani’ye ve Rumlara teslim olmayı, ABD’nin dümen suyunda giderek Türkiye’nin milli çıkarlarını ateşe atmayı cihanda sulh olarak kabul eden çarpık, sakat ve çok tehlikeli bir anlayışın sahibidir.

PKK açılımının arkasındaki gerçek niyetleri saklayan hükümet, Meclis görüşmelerinde bu yıkım projesinin ilk aşamasında gündeme getirilecek bazı konular hakkında genel planda bilgi verilmesiyle yetinmiştir. Projenin özünü ve esasını oluşturan PKK’ya siyasi af; milli kimlik, Kürtçe eğitim ve kamu hizmeti ve yönetimi yetkileri konularında PKK’nın taleplerinin yerine getirileceği Anayasa değişikliği süreci sessizce geçiştirilmiş, sütre gerisinde saklanmıştır. Bölücü taleplerin kısa, orta ve uzun vadelere yayılarak taksit taksit karşılanacağı bir sürecin düğmesine basan Başbakan, bunları adım adım ilerletilecek hazmettirme sürecine bırakmıştır.

Habur ve Silopi’de yaşananlar, “teröristlere özel imtiyazlı muamele” yapılması, “terörü koruma içtihadı oluşturulması” ve “Kandil dokunulmazlığı” getirilerek örtülü af sürecinin başlatılmış olması konularına hiç değinilmemiştir.
Başbakan Erdoğan’ın “Türkiye için bir milat, kardeşliğimiz, birliğimiz ve bütünlüğümüz için bir dönüm noktası” olduğunu söylediği 13 Kasım Meclis görüşmelerinin bilançosu budur.

13 Kasım bir milat olarak görülecekse, bu tarih;

Türkiye’nin milli birliğinin temellerine tahrip kalıpları yerleştirmede,
Teröre teslim olarak bölücü taleplerin karşılanması sürecini başlatmada,
Türkiye partisi olduğunu iddia eden AKP’nin “bölme partisi” olduğunun tescilinde,
Teröristlerden “barış elçisi”, İmralı canisinden “barış mihmandarı” çıkarmakta bir milat, önemli bir dönüm noktası olmuştur.
Tarih 13 Kasım’ı böyle yazacak, Türk milleti bu ihanet projesinin taşeronlarını, figüranlarını ve alkışçılarını böyle hatırlayacaktır.

ERDOĞAN ŞİMDİDEN DÜŞÜNMELİ

Türk milliyetçiliğine ve MHP’ye karşı beslediği husumet çok iyi bilinen Başbakan’ın bu marazi duygularının PKK açılımından sonra gemlenemez boyutlar kazandığı görülmektedir. Türk milliyetçiliğini yasak alan haline getirmeye çalışan ve MHP’yi hedef alan her tezgâh ve tertibin içinde ve arkasında olan Başbakan, oyunu bozulunca “tehditlere pabuç bırakmayız” gibi boş sözlerle kahramanlık taslamaya başlamıştır. Milliyetçi Hareket, Türkiye’yi bölmek ve MHP’yi hedef almak isteyenlerle ilgili olarak söyleyeceğini söylemiştir, bugün de bunların arkasındadır. Bu konuda göstereceğimiz tepkinin Başbakan’ın onayına ve icazetine bağlı olmadığı çok iyi bilinmelidir. Halep ordaysa arşın buradadır. Başbakan Erdoğan arkamızdan kaç kişinin geleceğini merak etmeyi bırakıp, kader anı geldiğinde nereye kaçmaya çalışacağını, yanına kaç kişiyi alacağını ve geride ne bırakacağını şimdiden düşünmeye başlamalıdır.

BENDEN MEMNUN OLMASINA SAYGILIYIM

Buradan bir konuya daha temas etmek lüzumu hissediyorum. Başbakan Erdoğan, geçtiğimiz haftalarda şahsımla ilgili bir ifadesinde; ben Bahçeli’den memnunum, sözünü sarf etmiştir. Sonuçta fikirlerine katılmasam da, politikalarını beğenmesem de Sayın Erdoğan benim memleketimin bir evladıdır. Benden memnun olmasını saygıyla karşılarım. Ancak asıl sorun kendisinden memnun olanlarla ilgilidir ve kendisinin bunu nasıl karşılayacağı şahsına ait bir konudur. Benden memnun olduğunu söyleyen Başbakan Erdoğan’a söylemek isterim ki; Allah kimseyi Vasgington’un, Brüksel’in, Erivan’ın ve Erbil’in memnun olacağı adam yapmasın.