ANALIZ - AB-Ingiltere Iliskilerinde Kuzey Irlanda Gerilimi Artiyor

Ingiltere ile Avrupa Birligi arasinda Brexit anlasmasinin en kritik unsurlarindan Kuzey Irlanda Protokolü'nün uygulanmasi konusunda devam eden anlasmazliklar, G7 zirvesinde tanik olundugu gibi ciddi bir krize evrilme potansiyeli tasiyor AB yetkilileri bir yandan çözüm ihtimaliyle ilgili umutlu konusurken, diger taraftan Ingiltere’nin tavrini degistirmemesi halinde ayrilik sürecinde yapilan ticaret anlasmalarina yönelik tehditkâr ifadeler kullanmaktan geri durmuyor Ingiltere’nin konuyu bir egemenlik meselesi olarak lanse etmesi ve buna karsilik Fransa’nin protokolü müzakere dahi etmemek gerektigi yönündeki çikisi konuyu iyice karmasik hale getiriyor Eger AB ülkeleri bu krizi kendilerini terk eden Ingiltere’ye karsi “Avrupalilasma” fikrinin lehine sembolik bir zafer kapisi olarak görme egiliminde olurlarsa Kuzey Irlanda Protokolü uzun süre gündemde kalmaya devam edecektir.

ISTANBUL -M. ÇAGRI BILIR- Ocak ayindan bu yana Ingiltere ile Avrupa Birligi (AB) arasinda Kuzey Irlanda Protokolü üzerinden yasanan anlasmazliklar geçtigimiz hafta Ingiltere’de düzenlenen G7 zirvesinde tekrar gündeme geldi. Bilindigi üzere Brexit sürecinde en önemli anlasmazlik konularindan biri, Irlanda’da uzun süren çatisma ortaminin son bulmasini saglayan Belfast Anlasmasi’nin sartlarini muhafaza ederek Kuzey Irlanda ve Irlanda Cumhuriyeti arasinda serbest geçisi devam ettirmeyi mümkün kilacak bir formül bulma meselesiydi. AB üyesi bir ülke olan Irlanda Cumhuriyeti ile Ingiltere’nin AB’den ayrilmasi sebebiyle artik Birligin bir parçasi olamayacak Kuzey Irlanda arasinda devam edecek serbest geçis uygulamasi, ortak pazardan çikacak olan Ingiltere’nin ticari mallarinin herhangi bir gümrük uygulamasina maruz kalmadan Kuzey Irlanda üzerinden AB ticaret bölgesine girebilmesi anlamina geliyordu. Gümrüksüz geçisleri engellemek için taraflar arasinda imzalanan Kuzey Irlanda Protokolü, Ingiltere’den Kuzey Irlanda’ya gidecek, basta sosis ve süt ürünleri gibi dondurulmus gida ürünleri olmak üzere, birçok malin AB standartlarina uygun gümrük kontrollerinden geçmesini zorunlu kildi.

Bu yilin Ocak ayindan itibaren uygulanmaya baslamasi gereken protokol beraberinde ciddi tartismalari da getirdi. Özellikle Kuzey Irlanda’da birlik yanlilari olarak tanimlanan Protestan gençlerin Kuzey Irlanda ve Ingiltere arasinda bir gümrük uygulamasinin kopusa yol açabilecegi söylemleriyle sokak gösterilerine baslamasi ve gümrük uygulamalarinin getirecegi ek maliyetlere birçok sirketin tepki göstermesi, Boris Johnson hükümetinin protokolün uygulanmasini askiya almasina sebep oldu. Ingiltere bu durumu protokolü uygulamaya geçirmeden 6 aylik bir ek süre seklinde tanimlayarak kilifina uydurmus olsa da bu ay sonu itibariyla sona erecek süreç tartismalarin daha da alevlenmesine sebep oldu. Taraflar arasinda uzlasma için yapilan görüsmelerin G7 zirvesinin hemen öncesinde sonuçsuz kalmasi sebebiyle, son iki haftasina girilen ek sürenin sonunda ne olacagi konusu liderler düzeyinde G7 zirvesinde atismalara varacak bir kriz halini aldi. Örnegin, AB yetkilileri bir yandan çözüm ihtimaliyle ilgili umutlu konusurken, diger taraftan Ingiltere’nin tavrini degistirmemesi halinde ayrilik sürecinde yapilan ticaret anlasmalarina yönelik tehditkâr ifadeler kullanmaktan geri durmadilar. Fransa Cumhurbaskani Emmanuel Macron da protokolün uygulanmamasinin müzakere edilebilir bir konu olmadigi yönünde açiklamalar yapti. Öte yandan Ingiltere konuyu, egemenlik argümani üzerinden topluma anlatma yolunu seçti ve Kuzey Irlanda’nin Birlesik Krallik’in bir parçasi olmasi dolayisiyla buraya yönelik mallarin serbest geçisinin kisitlanmasini da bir egemenlik sorunu olarak ele almaya devam etti. Konuyla ilgili yapilan analizlerde, bu konuda yasanabilecek bir çözümsüzlük nedeniyle Belfast Anlasmasi’nin tehlikeye girebilecegi veya Johnson hükümetinin kendi imzaladigi anlasmaya uymadigi gerekçesiyle içeride ve disarida büyük bir baskiyla karsi karsiya kalacagi yorumlari yapiliyor.

- Ingiltere ile AB arasinda güven tesis edilemedi

AB-Ingiltere iliskileri baglaminda, birden fazla öznesi olan bir siyasi entite (AB) ile egemen bir devletin (Ingiltere) nasil orantisiz iliski biçimi gelistirdigini görmek mümkün. Disaridan bakildiginda dengelerin birçok devletin üye oldugu AB lehine olacagi düsünülebilir. Ancak 1970’lerden bu yana Ingiltere genelde istediklerini elde etmistir veya uzlasilamayan hususlarda bile olaylar kendi aleyhine dönmemistir. Bu durumu AB’nin, özellikle güvenlik ve dis politikayla ilgili karar süreçlerinin devletlerarasi oybirligi prensibine göre olmasiyla açiklamak mümkün. Fakat Fransa ve Almanya gibi diger iki büyük üye açisindan bakildiginda benzer bir iliski biçimiyle karsilasmak pek mümkün degil. Dolayisiyla burada AB-Ingiltere iliskilerini farkli kilan bazi faktörlerin oldugu anlasiliyor.

Ingiltere karsimiza egemen bir devlet olarak çikarken, AB dedigimizde tanimlamasi kolay olmayan, benzeri görülmemis bir siyasi entiteden bahsediyoruz. Öyle ki AB’nin nasil bir aktör oldugu, hatta aktör olup olmadigi, 70’lerden bu yana sürekli tartisilan bir konu. Kimilerine göre sivil, kimilerine göre etik, kimilerine göre ise liberal esaslar üzerinde sekillenmis bir yapi olarak tanimlansa da aslinda bütün bu yaklasimlarin ortak yani; AB’nin güç kullanmaktan uzak, sadece hukuku ve ekonomik isbirligini temel alan ve ancak ikincil düzeyde önemli uluslararasi meselelerde oyun degistirici bir aktör olabilecegidir. Buna gerekçe olarak her üye devletin farkli çikarlarinin olmasi, kati bürokratik süreçler veya farkli kültürel kodlar gibi faktörler gösteriliyor. Fakat sebeplerden bagimsiz olarak AB’nin üye ülkelerin ekonomik ve askeri gücünü federal bir devlet gibi tek bir merkezde konsolide edemeyecegi veya etmeye yeltense bile bu kadar devletin bir konuda uzlasip harekete geçmesini saglayacak mekanizmalarin çatisan onca fikir ve uygulanmasi gereken hantal prosedürler sebebiyle etkili olamayacagi birçoklari tarafindan dile getiriliyor.

Ingiltere açisindan ise AB kuruldugu günden bu yana hep bir tartisma konusu oldu. AB üyeliginin ekonomik getirileri yadsinmasa da Ingiltere’nin imparatorluk günlerinde oldugu gibi uluslararasi alanda daha güçlü bir pozisyonu olmasi gerektigini ve bu yüzden egemenlik hakkini AB gibi ulus-üstü bir kuruma kismen dahi olsa devretmemesi gerektigini savunan kitleler hep oldu. Bu nedenle Ingiltere’de hükümetler degisse bile AB’ye yönelik süpheci tavir hiç degismedi ve hatta hükümetler genelde “Avrupalilasma” gibi Brüksel’de siklikla dile getirilen kavramlara tamamen zit, pragmatist bir tavir benimsediler. Örnegin, AB’nin önemli karar süreçlerinin hükümetler arasi bir mekanizma ile yürütülmesi gerektigine olan vurgulari, ortak pazara dahil olurken ortak para birimini kullanmama karari ve ortak güvenlik ve savunma konusunda atilimlara bir yandan öncülük ederken diger taraftan bunun asla NATO’dan bagimsiz bir askeri ortakliga dönüsmemesi yönündeki baskilari Ingiltere’nin, üye ülkelerin büyük çogunlugunun muhalefetine ragmen, kendi lehine sonuçlandirabildigi meselelere verilebilecek örnekler.

- Ingiltere Brexit’e ragmen imtiyazli konumda

Buradan da anlasildigi gibi, AB ülkeleri siyasi baskilarla Ingiltere’yi muhtelif konularda geri adim attirmanin bir yolunu bu zamana kadar bulamadilar. Elbette Maastricht veya Lizbon gibi AB’nin çok mühim anlasmalari Ingiltere’nin istemedigi birçok farkli hususta maddeler barindiriyor. Fakat bunlarin hiçbiri Birligin yönünü tayin edecek ya da degistirecek mahiyette degil. Öte yandan isaret edilen karar mekanizmalari hususu veya AB güvenliginin NATO ile iliskisi gibi konular, Birlik açisindan hayati meseleler. Son olarak Brexit’in ardindan yasananlar dahi bu imtiyazli iliskinin bir yansimasi olarak degerlendirilebilir. Nitekim Fransa’nin aldigi sert pozisyona ragmen AB, Ingiltere’yi pazarlik süreci boyunca herhangi bir sekilde cezalandirma yoluna gidemedi. Hatta Kuzey Irlanda Protokolü meselesi bile bu imtiyazli iliskinin bir sonucu olarak görülebilir. Zira Ingiltere’nin daha önce kabul ettigi bir hususu tek tarafli olarak degistirmeye çalismasi AB cihetinden hâlâ somut bir hamleyle karsilasmadi.

Ingiltere’nin Soguk Savas’tan bu yana sahip oldugu imtiyazli pozisyonunu hiç kaybetmemesinin temel sebebi; AB’nin federal bir devlet gibi hareket edememesi ve dolayisiyla da bölge jeopolitiginden kaynaklanan krizlere ve tehditlere karsi Ingiltere’nin askeri varligina olan ihtiyacin her daim devam etmesinden kaynaklaniyor. Ingiltere’nin nükleer bir güç olarak Soguk Savas sirasinda ABD’nin sagladigi güvenlik semsiyesinin bir parçasi olmasi o günlerde AB için vazgeçilmez bir aktör olmasini sagliyordu. Bugün de artan Rus tehdidi gibi sorunlara karsi ABD’nin küresel krizlerde maliyeti ortaklarina devretme egilimi Ingiltere’nin varligini AB için yine vazgeçilemez bir hale getiriyor.

- ABD krize müdahil olabilir

Bu açidan bakildiginda Kuzey Irlanda Protokolü’nün geleceginin ne olacagi konusu da aslinda belirginlik kazaniyor. ABD’nin dahil olmadigi bir senaryoda Fransa’nin kati tutumuna ragmen AB’nin krizi tirmandirma yoluna gitmesi iki taraf için de makul bir yol degil. Hatta meselenin ilk gündeme geldigi dönemlerde ufak tavizlerle çözülmesi büyük ölçüde mümkün görünüyordu. Ne var ki Ingiltere’nin konuyu artik bir egemenlik meselesi olarak lanse etmesi ve buna karsilik Fransa’nin müzakere dahi etmemek gerektigi yönündeki çikisi konuyu iyice karmasik hale getiriyor. Bu iki ülke AB’nin uzun yillar boyunca nasil bir aktör olmasi gerektigi konusunda birbirine zit pozisyonlari temsil ediyordu. Fransa ABD’den bile bagimsiz ve uluslararasi alanda aktif bir AB için çalisirken, Ingiltere her zaman güçlü transatlantik iliskilerden yana tavir aldi ve AB’yi sadece bir ekonomik kazanç kapisi olarak gördü. AB ülkeleri sayet bu krizi kendilerini terk eden Ingiltere’ye karsi “Avrupalilasma” fikrinin lehine sembolik bir zafer kapisi olarak görme egiliminde olurlarsa, Kuzey Irlanda Protokolü daha uzun bir süre gündemde kalmaya devam edecektir.

Yine de Ingiltere’ye özellikle ticaret anlasmalari üzerinden sopa göstererek geri adim attirma seçenegi en düsük ihtimalli senaryo olarak görünüyor. Nitekim Almanya tarafinda Merkel’in konuya ilimli bir tavirla yaklasmasi, taraflarin anlasma sartlarinda bazi revizyonlar veya uygulanis açisindan bazi teknik düzenlemeler üzerinden müzakerelere tekrar baslayacaginin sinyallerini veriyor. Ancak terazinin bir kefesinde AB pazarinin standartlarinin korunmasi, digerinde de bir ülkenin kendi sinirlari içerisinde gümrük uygulamasi gerekliligi gibi iki hayati mesele söz konusu oldugu için bu meselede tansiyon dönem dönem düsse bile yeni krizlerin ortaya çikmasi da mümkün.

Son olarak, G7 zirvesinde Biden yönetiminin Belfast Anlasmasi’nin tehlikeye atilmamasi gerektigi yönündeki açiklamalarina nazaran, ABD arabuluculugunun devreye girmesiyle taraflarin krizi ivedilikle çözme egiliminde olacaklarini söylemek mümkün. Donald Trump’in aksine Joe Biden’in seçildigi günden bu yana AB ile olan iliskileri güçlü tutacagini sürekli tekrar ettigini düsünürsek, bu tarz bir krize müdahil olmak istemesi önümüzdeki süreçte karsilasilabilecek bir senaryo. Su ana kadar yalnizca söylem üreten Biden yönetiminin iki yakin müttefiki arasindaki teknik bir meseleden çikabilecek bir krizi çözmesi de olusturmaya çalistigi “Amerika geri döndü” algisini daha da pekistirmeye yarayabilir.

[Muhammed Çagri Bilir Ingiltere’de Leeds Üniversitesi’nin Siyaset Bilimi ve Uluslararasi Iliskiler doktora programinda, uluslararasi Iliskiler teorileri ve Avrupa Birligi güvenligi üzerine arastirmalar yapmaktadir]
Kaynak: AA