Cumhurbaşkanı Erdoğan Açıklaması 'Çatışma Çıkartmak Karşımızdakinin Tercihidir'
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “AB, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin şımarıklıklarının esiri olarak etkisiz, ufuksuz, sığ bir yapı haline dönüşmüştür. Özellikle Almanya’nın yoğun çabaları ile gelinen bu noktada meseleyi görüşmeler vasıtasıyla çözmek de, gerilimi yeniden tırmandırmak da, hatta iş o raddeye gelirse, çatışma çıkarmak da karşımızdakilerin tercihidir” dedi.
TBMM’nin 27. Dönem 4 Yasama Yılı’nın açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin dış politikası, ekonomik gelişmeler ve korona virüs salgınına karşı verilen mücadele ile ilgili milletvekillerine bilgi verdi. İran-Irak savaşından Kuveyt’in işgaline, Yemen’deki çatışmalardan Katar’a yönelik tehditlere kadar pek çok sorunla boğuşan Körfez bölgesinin halen kaynamaya devam ettiğini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki gün hayatını kaybeden Kuveyt Emiri El Sabah’a rahmet diledi. Merhum El Sabah’ın aksine kimi bölge ülkelerinin yöneticilerinin kendilerini inkar edercesine yürüttükleri politikaların krizi daha da derinleştirdiğini söyleyen Erdoğan, “Bu ülkelerin bir kısmı gerçekleri dile getirdiğimiz, mazlumun ve hakkaniyetin yanında yer aldığımız için bizi hedef alıyor. Unutulmamalıdır ki, söz konusu ülkeler dün yoktu, yarın da muhtemelen olmayacaktır. Ama biz Allah’ın izni ile bu coğrafyada ilelebet bayrağımızı dalgalandırmayı sürdüreceğiz. Irak’ta Körfez Savaşı’ndan beri süren istikrarsızlıklar en çok ülkemize zarar vermiştir. Bölücü terör örgütü yıllarca Irak’ın sınırımıza yakın bölgelerini üs olarak kullanıp ülkemizde kanlı eylemler yapmıştır. Son dönemde terör tehdidini kaynağında kurutma stratejimiz çerçevesinde Irak sınırındaki örgüt yuvalarını birer birer ortadan kaldırıyoruz. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin de rahatsız olduğu bu fitne çukurlarını tamamen bitirene kadar operasyonlarımız sürecektir. Bağdat yönetiminin Türkmen kardeşlerimizin de haklarını gözetecek şekilde bir an önce ülkende siyasi birliğini ve toprak bütünlüğünü sağlaması en büyük temennimizdir” diye konuştu.
“Son teröristi de imha edene kadar harekatlarımızı sürdüreceğiz”
Bölgede 10. yılına ulaşan Suriye krizinin coğrafyanın en trajik, en kanlı, en acı meselesi olduğunu ve bu meselenin her boyutunun Türkiye’yi çok yakından ilgilendirdiğinin altını çizen Erdoğan, “Öncelikle bu ülke ile 911 kilometrelik bir sınıra sahibiz. Sınırın her iki yanında yaşayan halklar binlerce yıllık bir ortak geçişi paylaşıyor. Bu köklü geçmişin beraberinde getirdiği çok geniş ve derin insani, kültürel, sosyal ve hatta ekonomik ilişkiler var. Türkiye’nin 40 yıllık terörle mücadelesinde de Suriye her zaman kritik bir konumda yer almıştır. Üstelik ülkenin istikrarsızlaştığı son 10 yılda burada en etkili terör örgütleri DEAŞ ve PKK-YPG olmuş ve bunu hala dirayetle sürdürmeye gayret ediyorlar. Suriye’deki zulüm ve savaştan kaçan 4 milyona yakın insanı şehirlerimizde biz misafir ediyoruz. Aynı şekilde Suriye içindeki 4 milyon mazlumun ihtiyaçlarını yine biz karşılıyoruz. Dünyada Suriye meselesine her boyutuyla müdahil olma hakkını sahip bir ülke varsa o da Türkiye’dir. Her kim ‘Türkiye’nin Suriye’de ne işi var’ diyorsa ya bölgeyi ve tarihini bilmiyordur ya da kafasında başka hesaplar yapıyordur. Türkiye Suriye’de ülkenin siyasi birliği ve toprak bütünlüğü temelinde bir çözüm bulunana kadar sınırlarını güvenlik altına almak için her yolu ve yöntemi kullanmayı sürdürecektir. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı harekatlarımızı bu amaçla gerçekleştirdik. İdlib’te de bu amaçla bulunuyoruz. Sınırlarımızı terör örgütlerine ve onları maşa olarak kullananlara teslim etmedik, etmeyeceğiz. Güvenli hale getirdiğimiz bölgeler dışında kalıp da halen ülkemize ve kardeşlerimize yönelik saldırıların kaynağı durumundaki her yerde son teröristi de imha edene kadar harekatlarımızı sürdüreceğiz. Lafa gelince hümanizmi, insan haklarını, ötekine saygıyı dillerinden düşürmeyenlerin sırtlarını döndükleri, ülkelerine sokmamak için her yolu denedikleri mazlumlara sahip çıkmayı biz sürdüreceğiz. AP’de Avrupa’daki 100 binin üzerindeki kayıp mülteci çocuk konusunu gündeme getiren yine ülkemizden bir milletvekilimiz olmuştur. Suriyeli sığınmacıların iaşe ve barınması için ülkemize, burası çok önemli, 3 milyar euro, artı 3 milyar euro sözü veren ve sonra kırk dereden su getirerek bunun çoğunun üzerine yatan yine AB olmuştur. Bir de doğru konuşmuyorlar, dürüst değiller. Biz onlara her şeyi rakamları ile söylüyoruz. İspat mı istiyorsunuz? Buyurun gelin yaptığımız yatırımları yerinde görün. Ama işlerine gelmiyor. Kendi güvenlik ve refah kaygılarıyla insanlığın asgari şartlarını dahi bir kenara bırakanlardan ülkemizin gösterdiği erdemli tavrı anlamalarını beklemiyoruz. Bu güne kadar 411 bin Suriyelinin gönüllü ve güvenli bir şekilde evlerine dönmesi ülkemizin doğru olanı yaptığını gösteriyor. Suriye’deki krize siyasi çözüm bulunması için uluslararası platformlarda yürütülen çabaların da en etkin destekçisi Türkiye’dir. İnşallah o gün gelene kadar hem sınırlarımızı korumayı hem mazlumları korumayı sürdüreceğiz” şeklinde konuştu.
“Çatışma çıkarmak da karşımızdakilerin tercihidir”
Doğu Akdeniz’deki gelişmelerin Türkiye’nin son birkaç asırda denizlerde verdiği en önemli mücadele olduğunu söyleyen Erdoğan, bu yıl 482. yıl dönümüne ulaşılan Preveze Deniz Zaferi ile Akdeniz’de kurulan hakimiyet sayesinde bölgeye asırlarca barışın hakim olduğunu, yeniden diriliş destanının yazıldığı Çanakkale Harbi’nde karada olduğu gibi denizde de büyük zaferler kazanıldığını, Barbaros Hayrettin Paşa’nın ve diğer kahramanların bıraktığı barış mirasına sahip çıkmanın Türkiye’nin her evladının boynunu borcu olduğunu ifade etti.
Erdoğan, “Türkiye olarak Akdeniz’de çatışma, gerilim, haksızlık, hukuksuzluk peşinde asla değiliz. Tek talebimiz, ülkemizin haklarına, hukukuna, çıkarlarına saygı gösterilmesidir. Akdeniz’deki siyasi ve ekonomik potansiyelin paylaşımı ile ilgili anlaşmazlıkların hakkaniyet temelinde çözülmesi öncelikli tercihimizdir. Ancak, Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin 2003 yılından beri ortaya koydukları tavır maalesef bu ülkenin çok uzağındadır. AB ise Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin şımarıklıklarının esiri olarak etkisiz, ufuksuz, sığ bir yapı haline dönüşmüştür. Bölgemizde ortaya çıkmış olup da AB’nin inisiyatifi ve ağırlığı ile çözüme kavuşmuş tek bir sorun yoktur. Tam tersine, Birliğin müdahil olduğu her kriz yeni boyutlar kazanarak büyümüştür. Bu tablo karşısında Türkiye’nin önünde kendi imkanları ve politikalarını kararlılıkla hayata geçirme dışında bir seçenek kalmamıştır. Libya ile yaptığımız anlaşma ülkemizi Akdeniz’den tamamen tasfiye girişimlerine verdiğimiz cevaplardan sadece bir tanesidir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını korumak için başlattığımız çalışmaları bu anlaşmayla çok daha geniş bir alana yayma imkanı bulduk. Yıllardır bölgede ülkemizi yok sayarak, bizi sahillerimize hapsedecek haritalar ve taleplerle karşımıza çıkanlar, attığımız adımların ardından önce tehdit ve şantaj dilini denediler. Türkiye’nin siyasi ve diplomatik gücü yanında, kahraman ordumuzun deniz, hava ve kara unsurları ve istihbaratıyla desteklediği kararlı duru karşısında ise diyalog yöntemini kabul etmek mecburiyetinde kaldılar. Özellikle Almanya’nın yoğun çabaları ile gelinen bu noktada meseleyi görüşmeler vasıtasıyla çözmek de, gerilimi yeniden tırmandırmak da, hatta iş o raddeye gelirse çatışma çıkarmak da karşımızdakilerin tercihidir. Biz diyalog kanallarını açık tutan kararlı duruşumuzu sonuna kadar koruyacağız. Çatışmaların arttığı bir dünyada barış için Türkiye kadar mücadele eden, fedakarlık yapan acaba kaç ülke vardır? Dünyanın en büyük ekonomisi olmadığımız halde insani yardımlarda ilk sırada yer almamız bunun ispatı değil midir, sınırlarımızdaki güvenlik risklerine ve ekonomik yüküne rağmen dünyanın en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke olmamız ispatı değil midir? BM’den İİT’ye kadar her platformda gücümüzü ve inisiyatiflerimizi hep arabuluculuktan yana kullanmamız bunun ispatı değil midir? Bu gerçekler ışığında AB ve komşularımız başta olmak üzere tüm ülkelerin Türkiye’nin verdiği güvenlik ve barış mücadelesini desteklemeye, en azından bu mücadeleye saygı duymaya davet ediyoruz” ifadelerini kullandı.
“Yani Kudüs bizim şehrimizdir, bizden bir şehirdir”
Türkiye’nin ve Türk milletinin hassasiyetle takip ettiği bir diğer krizin İsrail’in Filistinlilere yaptığı zulüm ve Kudüs’ün mahremiyetini hiçe sayan fütursuz uygulamaları olduğunu ifade eden Erdoğan, “Kudüs meselesi bizim için sıradan bir jeopolitik bir sorun değil. Her şeyden önce Kudüs’ün kalbi olan eski şehrin şu andaki fiziki görünümü surlarıyla, çarşısıyla, pek çok binasıyla Kanuni Sultan Süleyman tarafından inşa ettirilmiştir. Ecdadımız asırlar boyunca bu şehri el üstünde tutup mamur ederek hürmetini göstermiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda gözyaşları içinde terk etmek zorunda kaldığımız bu şehirde hala Osmanlı’nın direniş izlerine rastlamak mümkündür. Yani Kudüs bizim şehrimizdir, bizden bir şehirdir. İlk kıblemiz Kudüs’deki El Aksa ve Kubbet-üs Sahra da inancımızın sembol mescitleridir. Ayrıca bu şehir Hristiyanlığın ve Museviliğin kutsal mekanlarına da ev sahipliği yapıyor. Kudüs’ün ve bölgenin binlerce yıllık sakinleri olan Filistin halkının topraklarının işgal edilmiş, hak ve hukuklarının çiğnenmiş olması da bu meseleyle yakından ilgilenmemizi gerektiriyor. Asırlarca birlikte yaşadığımız mazlum Filistin halkının her platformda haklarını dile getirmeyi ülkemiz ve milletimiz adına bir şeref kabul ediyoruz. Bu anlayışla hem küresel vicdanın kanayan yarası Filistin davasının hem de Kudüs davasının sonuna kadar takipçisi olacağız” açıklamasında bulundu.
“Önümüzdeki yıl için belirlediğimiz büyüme oranı ise yüzde 5,8’dir”
Türkiye’nin Gezi olayları ile başlayan yoğun saldırı sürecinde en çok hedef alınan unsurlarından birinin de ekonomi olduğunu belirten Erdoğan, “Son olarak 2018 Ağustos’unda kur üzerinden ekonomimize kurulan tuzağı bir kez daha bozarak 2019 yılında oldukça güçlü bir görünüme kavuşmuştuk. Nitekim geçtiğimiz yıl cari işlemler dengesi 8,8 milyar dolar fazla verdi, enflasyon yüzde 11,8’e geriledi. Bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 3’ün altına indi. Yine 2019 yılında 181 milyar doları bulan ihracatımız da dünyanın 50 ülkesi arasında ihracat büyümesi bakamından 6. sırada yer aldı. Böylece dünya ihracındaki payımızı da yüzde 1’e yaklaştırmış olduk. Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen yıllık büyüme oranını yüzde 1’e yakın bir seviyede tuttuğumuz 2019 yılının ardından 2020’ye büyük umutlarla başladık. Bu yılın ilk çeyreğinde elde ettiğimiz yüzde 4,4 oranındaki büyüme oranı, hedeflerimize doğru kararlılıkla ilerlediğimizin işaretiydi. Dünyanın tamamıyla birlikte ülkemizi de etkisi altına alan korona virüs salgınına işte böyle bir iklimde yakalandık. Salgın sürecinde elbette önceliğimiz milletimizin sağlığını korumaktı. Bunun yanında açıkladığımız destek paketleriyle ekonomimizin salgından en az hasarla çıkmasını temin etmeye çalıştık. Bu güne kadar açıkladığımız desteklerin ve paketlerin toplam ekonomik büyüklüğü 495 milyar lirayı, yani milli gelirimizin yaklaşık yüzde 10’unu bulmuştur. Sosyal koruma kalkanı çatısı altında milletimize ve ekonomimize 35 milyar lirayı aşan karşılıksız ödeme yaptık. Bu kapsamda kısa çalışma ödeneği yoluyla bugüne kadar 19 milyar liraya lakın kaynağı doğrudan çalışanlarımıza aktardık. İstihdamı korumak için devreye aldığımız nakdi ücret desteği için 4,5 milyar liraya lakın kaynak kullandık. İşsizlik ödeneğini de aktif şekilde değerlendirerek 3,6 milyar liralık bir desteği halkımızın istifadesine sunduk. Ertelediğimiz SGK ve Bağ-Kur ödemeleri 40 milyar lirayı bulurken, vergi ödemeleri de 30 milyar liraya yaklaştı. Vergi indirimleri, mücbir sebep uygulamaları, kredi garanti fonu limit artırımı gibi yöntemlerle ekonomimize destek olduk. Kamu bankalarını teşvik ederek 267 milyar liranın üzerinde bir finansmanın ekonomimize aktarılmasını sağladık. Bireysel ihtiyaç desteği, esnaf desteği, işe devam desteği, kurumsal ve bireysel kredi ertelemesi gibi yöntemlerle her kesimin finansman ihtiyacının giderilmesini temin ettik. Yılın ikinci çeyreğinde yaşanan yüzde 9,9’luk eksi büyüme elbette üzüntü vericidir. Ancak, genel tablo itibariyle bakıldığında Türkiye OECD ve AB ortalamalarının çok altında bir daralma ile bu süreci geride bırakmıştır. Üçüncü çeyrek ile ilgili tüm öncü göstergeler hamdolsun ekonominin hızlı toparlandığına ve kayıpların kısa sürede telafi edileceğine işaret ediyor. Açıklanan her endeks ve veri bu tabloyu destekliyor ve ileriye taşıyor. Salgının dünya ekonomisinde yol açtığı dış talep daralmasına rağmen Eylül ihracatımız geçen yılın aynı ayına göre 4,8 artarak 16 milyar doları aşmıştır. Bunun Cumhuriyetin tarihindeki en büyük Eylül ayı ihracat rakamı olduğunu belirtmek istiyorum. Amacımız V tipi bir toparlanmayı sağlayıp bu yılı artı büyümede kapatmaktır. Önümüzdeki yıl için belirlediğimiz büyüme oranı ise yüzde 5,8’dir. Esasen biz daha büyük bir büyüme gerçekleşeceğine inanmamıza rağmen beklentiyi ihtiyatlı bir düzeyde tutmayı tercih ettik. Türk ekonomisi yaşadığı bunca saldırı ve şokun ardından kırılganlıklara karşı daha dayanıklı, krizlere karşı daha hazırlıklı bir yapıya kavuşmuştur. Gelişmiş ülkeler dahil pek çok devlet, salgın döneminde sağlık hizmetlerinde başlayan sarsıntının tüm ekonomilerine ve yeni yönetim sistemlerine sirayet etmesine engel olamamıştır. Türkiye ise tüm bu alanlarda gösterdiği olumlu yönde bir ayrışma ile bölgesinin ve dünyanın yükselen yıldızı konumuna gelmiştir. OECD, Türk ekonomisini dünyada salgından en az etkilenen üçüncü ekonomi olarak göstermiştir. Bütçe açığındaki kısmi artış gibi olumsuzluk konusunda dahi gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden daha iyi durumdayız. Dünya Bankasının iş yapma kolaylığı endeksinde 10 basamak birden yükselerek 33. sıraya çıkmamız yapısal reformlarımızın başarısını gösteriyor. Önümüzdeki 3 yıllık dönemi kapsayan yeni ekonomi programını yenilikçi, yüksek katma değerli, ihracat odaklı ve kapsayıcı bir kalkınma modeli üzerinde inşa ettik. İnşallah Türkiye’yi her alanda olduğu gibi ekonomide de 2023 hedeflerimize ulaştıracağız” dedi.
“Devlet ve millet el ele vererek inşallah bu musibetin de üstesinden geleceğiz”
Konuşmasının sonunda korona virüs salgınına değinen Cumhurbaşkanı Erdoğan, şu ifadeleri kullandı:
“Çin’de başlayan ve kısa sürede dünyaya yayılan Covid-19 hastalığının henüz kesin bir tedavisi bulunamamıştır. Aşı çalışmaları belirli bir seviyeye gelmiş olmakla birlikte insanlığın tamamını kuşatacak altyapının kurulması için vakte ihtiyaç olduğu açıktır. Türkiye diğer ülkelerdeki aşı çalışmalarını yakından takip etmenin yanında kendi aşısını üretme konusunda yoğun bir gayret içindedir. Dünyadaki diğer ülkelerin salgınla mücadele yöntemlerine baktığımızda Türkiye’nin bunların çoğunun önünde olduğunu görüyoruz. Bu olumlu tabloda son 18 yılda sağlık alanında gerçekleştirdiğimiz büyük dönüşümün ve inşa ettiğimiz altyapının büyük katkısı vardır. Sadece salgının ülkemize sıçradığı Mart alından bu yana hizmete açtığımız hastanelerin yatak kapasitesi 15 bini geçmiştir. İnşallah yarın Konya’da şehir hastanemizin resmi açılışını yaparak bu güzel tabloyu bir adım daha ileriye taşıyacağız. Sağlık çalışanlarımızın sayısı da 1 milyon 100 bin ile kamudaki en büyük istihdam oranına ulaşmıştır. Şayet Türkiye sağlık sistemini ve kapasitesini bu denli geliştirmemiş olsaydı Allah göstermesin bu salgının altında kalabilirdik. Bu vesile sağlık çalışanlarımıza bir kez daha şükranlarımı sunuyorum. Bu süreçte ebediyete irtihal eden sağlık çalışanlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Devlet ve millet el ele vererek inşallah bu musibetin de üstesinden geleceğiz. Salgınla mücadele ederken kendi vatandaşlarımıza sunduğumuz hizmetleri kesintisiz sürdürmenin yanında 153 farklı ülkenin ve 8 uluslararası kuruluşun destek çağrısına Türkiye olarak cevap verdik. Ayrıca dünyanın 141 farklı ülkesinde geçici süre ile bulunan 100 bini aşkın vatandaşımızı kurduğumuz hava, kara ve deniz köprüleri ile ülkemize getirdik. Bunun yanında 67 farklı ülkeden 5 bin 500 yabancının da ülkelerine dönebilmelerini sağladık. Gelişmiş ülkelerin dahi vatandaşlarını kendi hallerine terk ettiği salgın döneminde Türkiye içeride ve dışarıda gerçekten erdemli bir duruş ortaya koymuştur. Ne ülkemiz ne de dünya henüz salgının önüne tamamen geçebilmiş değildir. Ülkemizde vakitlice aldığımız tedbirler ve geliştirdiğimiz etkin tedavi protokolleri sayesinde süreç kontrol altın tutulabilmiştir. Salgının doğal yolla veya ilaç tedavisi ile tehdit olmaktan çıkacağı güne kadar bu mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdüreceğiz. Hala en büyük ve etkili salgınla mücadele tedbirimiz TAMAM diye ifade ettiğimiz temizlik, maske, mesafe unsurlarıdır. İnşallah bu virüsü hep birlikte yenecek hep birlikte sağlıklı, huzurlu, esenlik dolu bir geleceğe yürümeyi sürdüreceğiz.”
Kaynak: İHA
“Son teröristi de imha edene kadar harekatlarımızı sürdüreceğiz”
Bölgede 10. yılına ulaşan Suriye krizinin coğrafyanın en trajik, en kanlı, en acı meselesi olduğunu ve bu meselenin her boyutunun Türkiye’yi çok yakından ilgilendirdiğinin altını çizen Erdoğan, “Öncelikle bu ülke ile 911 kilometrelik bir sınıra sahibiz. Sınırın her iki yanında yaşayan halklar binlerce yıllık bir ortak geçişi paylaşıyor. Bu köklü geçmişin beraberinde getirdiği çok geniş ve derin insani, kültürel, sosyal ve hatta ekonomik ilişkiler var. Türkiye’nin 40 yıllık terörle mücadelesinde de Suriye her zaman kritik bir konumda yer almıştır. Üstelik ülkenin istikrarsızlaştığı son 10 yılda burada en etkili terör örgütleri DEAŞ ve PKK-YPG olmuş ve bunu hala dirayetle sürdürmeye gayret ediyorlar. Suriye’deki zulüm ve savaştan kaçan 4 milyona yakın insanı şehirlerimizde biz misafir ediyoruz. Aynı şekilde Suriye içindeki 4 milyon mazlumun ihtiyaçlarını yine biz karşılıyoruz. Dünyada Suriye meselesine her boyutuyla müdahil olma hakkını sahip bir ülke varsa o da Türkiye’dir. Her kim ‘Türkiye’nin Suriye’de ne işi var’ diyorsa ya bölgeyi ve tarihini bilmiyordur ya da kafasında başka hesaplar yapıyordur. Türkiye Suriye’de ülkenin siyasi birliği ve toprak bütünlüğü temelinde bir çözüm bulunana kadar sınırlarını güvenlik altına almak için her yolu ve yöntemi kullanmayı sürdürecektir. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı harekatlarımızı bu amaçla gerçekleştirdik. İdlib’te de bu amaçla bulunuyoruz. Sınırlarımızı terör örgütlerine ve onları maşa olarak kullananlara teslim etmedik, etmeyeceğiz. Güvenli hale getirdiğimiz bölgeler dışında kalıp da halen ülkemize ve kardeşlerimize yönelik saldırıların kaynağı durumundaki her yerde son teröristi de imha edene kadar harekatlarımızı sürdüreceğiz. Lafa gelince hümanizmi, insan haklarını, ötekine saygıyı dillerinden düşürmeyenlerin sırtlarını döndükleri, ülkelerine sokmamak için her yolu denedikleri mazlumlara sahip çıkmayı biz sürdüreceğiz. AP’de Avrupa’daki 100 binin üzerindeki kayıp mülteci çocuk konusunu gündeme getiren yine ülkemizden bir milletvekilimiz olmuştur. Suriyeli sığınmacıların iaşe ve barınması için ülkemize, burası çok önemli, 3 milyar euro, artı 3 milyar euro sözü veren ve sonra kırk dereden su getirerek bunun çoğunun üzerine yatan yine AB olmuştur. Bir de doğru konuşmuyorlar, dürüst değiller. Biz onlara her şeyi rakamları ile söylüyoruz. İspat mı istiyorsunuz? Buyurun gelin yaptığımız yatırımları yerinde görün. Ama işlerine gelmiyor. Kendi güvenlik ve refah kaygılarıyla insanlığın asgari şartlarını dahi bir kenara bırakanlardan ülkemizin gösterdiği erdemli tavrı anlamalarını beklemiyoruz. Bu güne kadar 411 bin Suriyelinin gönüllü ve güvenli bir şekilde evlerine dönmesi ülkemizin doğru olanı yaptığını gösteriyor. Suriye’deki krize siyasi çözüm bulunması için uluslararası platformlarda yürütülen çabaların da en etkin destekçisi Türkiye’dir. İnşallah o gün gelene kadar hem sınırlarımızı korumayı hem mazlumları korumayı sürdüreceğiz” şeklinde konuştu.
“Çatışma çıkarmak da karşımızdakilerin tercihidir”
Doğu Akdeniz’deki gelişmelerin Türkiye’nin son birkaç asırda denizlerde verdiği en önemli mücadele olduğunu söyleyen Erdoğan, bu yıl 482. yıl dönümüne ulaşılan Preveze Deniz Zaferi ile Akdeniz’de kurulan hakimiyet sayesinde bölgeye asırlarca barışın hakim olduğunu, yeniden diriliş destanının yazıldığı Çanakkale Harbi’nde karada olduğu gibi denizde de büyük zaferler kazanıldığını, Barbaros Hayrettin Paşa’nın ve diğer kahramanların bıraktığı barış mirasına sahip çıkmanın Türkiye’nin her evladının boynunu borcu olduğunu ifade etti.
Erdoğan, “Türkiye olarak Akdeniz’de çatışma, gerilim, haksızlık, hukuksuzluk peşinde asla değiliz. Tek talebimiz, ülkemizin haklarına, hukukuna, çıkarlarına saygı gösterilmesidir. Akdeniz’deki siyasi ve ekonomik potansiyelin paylaşımı ile ilgili anlaşmazlıkların hakkaniyet temelinde çözülmesi öncelikli tercihimizdir. Ancak, Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin 2003 yılından beri ortaya koydukları tavır maalesef bu ülkenin çok uzağındadır. AB ise Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin şımarıklıklarının esiri olarak etkisiz, ufuksuz, sığ bir yapı haline dönüşmüştür. Bölgemizde ortaya çıkmış olup da AB’nin inisiyatifi ve ağırlığı ile çözüme kavuşmuş tek bir sorun yoktur. Tam tersine, Birliğin müdahil olduğu her kriz yeni boyutlar kazanarak büyümüştür. Bu tablo karşısında Türkiye’nin önünde kendi imkanları ve politikalarını kararlılıkla hayata geçirme dışında bir seçenek kalmamıştır. Libya ile yaptığımız anlaşma ülkemizi Akdeniz’den tamamen tasfiye girişimlerine verdiğimiz cevaplardan sadece bir tanesidir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını korumak için başlattığımız çalışmaları bu anlaşmayla çok daha geniş bir alana yayma imkanı bulduk. Yıllardır bölgede ülkemizi yok sayarak, bizi sahillerimize hapsedecek haritalar ve taleplerle karşımıza çıkanlar, attığımız adımların ardından önce tehdit ve şantaj dilini denediler. Türkiye’nin siyasi ve diplomatik gücü yanında, kahraman ordumuzun deniz, hava ve kara unsurları ve istihbaratıyla desteklediği kararlı duru karşısında ise diyalog yöntemini kabul etmek mecburiyetinde kaldılar. Özellikle Almanya’nın yoğun çabaları ile gelinen bu noktada meseleyi görüşmeler vasıtasıyla çözmek de, gerilimi yeniden tırmandırmak da, hatta iş o raddeye gelirse çatışma çıkarmak da karşımızdakilerin tercihidir. Biz diyalog kanallarını açık tutan kararlı duruşumuzu sonuna kadar koruyacağız. Çatışmaların arttığı bir dünyada barış için Türkiye kadar mücadele eden, fedakarlık yapan acaba kaç ülke vardır? Dünyanın en büyük ekonomisi olmadığımız halde insani yardımlarda ilk sırada yer almamız bunun ispatı değil midir, sınırlarımızdaki güvenlik risklerine ve ekonomik yüküne rağmen dünyanın en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke olmamız ispatı değil midir? BM’den İİT’ye kadar her platformda gücümüzü ve inisiyatiflerimizi hep arabuluculuktan yana kullanmamız bunun ispatı değil midir? Bu gerçekler ışığında AB ve komşularımız başta olmak üzere tüm ülkelerin Türkiye’nin verdiği güvenlik ve barış mücadelesini desteklemeye, en azından bu mücadeleye saygı duymaya davet ediyoruz” ifadelerini kullandı.
“Yani Kudüs bizim şehrimizdir, bizden bir şehirdir”
Türkiye’nin ve Türk milletinin hassasiyetle takip ettiği bir diğer krizin İsrail’in Filistinlilere yaptığı zulüm ve Kudüs’ün mahremiyetini hiçe sayan fütursuz uygulamaları olduğunu ifade eden Erdoğan, “Kudüs meselesi bizim için sıradan bir jeopolitik bir sorun değil. Her şeyden önce Kudüs’ün kalbi olan eski şehrin şu andaki fiziki görünümü surlarıyla, çarşısıyla, pek çok binasıyla Kanuni Sultan Süleyman tarafından inşa ettirilmiştir. Ecdadımız asırlar boyunca bu şehri el üstünde tutup mamur ederek hürmetini göstermiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda gözyaşları içinde terk etmek zorunda kaldığımız bu şehirde hala Osmanlı’nın direniş izlerine rastlamak mümkündür. Yani Kudüs bizim şehrimizdir, bizden bir şehirdir. İlk kıblemiz Kudüs’deki El Aksa ve Kubbet-üs Sahra da inancımızın sembol mescitleridir. Ayrıca bu şehir Hristiyanlığın ve Museviliğin kutsal mekanlarına da ev sahipliği yapıyor. Kudüs’ün ve bölgenin binlerce yıllık sakinleri olan Filistin halkının topraklarının işgal edilmiş, hak ve hukuklarının çiğnenmiş olması da bu meseleyle yakından ilgilenmemizi gerektiriyor. Asırlarca birlikte yaşadığımız mazlum Filistin halkının her platformda haklarını dile getirmeyi ülkemiz ve milletimiz adına bir şeref kabul ediyoruz. Bu anlayışla hem küresel vicdanın kanayan yarası Filistin davasının hem de Kudüs davasının sonuna kadar takipçisi olacağız” açıklamasında bulundu.
“Önümüzdeki yıl için belirlediğimiz büyüme oranı ise yüzde 5,8’dir”
Türkiye’nin Gezi olayları ile başlayan yoğun saldırı sürecinde en çok hedef alınan unsurlarından birinin de ekonomi olduğunu belirten Erdoğan, “Son olarak 2018 Ağustos’unda kur üzerinden ekonomimize kurulan tuzağı bir kez daha bozarak 2019 yılında oldukça güçlü bir görünüme kavuşmuştuk. Nitekim geçtiğimiz yıl cari işlemler dengesi 8,8 milyar dolar fazla verdi, enflasyon yüzde 11,8’e geriledi. Bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 3’ün altına indi. Yine 2019 yılında 181 milyar doları bulan ihracatımız da dünyanın 50 ülkesi arasında ihracat büyümesi bakamından 6. sırada yer aldı. Böylece dünya ihracındaki payımızı da yüzde 1’e yaklaştırmış olduk. Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen yıllık büyüme oranını yüzde 1’e yakın bir seviyede tuttuğumuz 2019 yılının ardından 2020’ye büyük umutlarla başladık. Bu yılın ilk çeyreğinde elde ettiğimiz yüzde 4,4 oranındaki büyüme oranı, hedeflerimize doğru kararlılıkla ilerlediğimizin işaretiydi. Dünyanın tamamıyla birlikte ülkemizi de etkisi altına alan korona virüs salgınına işte böyle bir iklimde yakalandık. Salgın sürecinde elbette önceliğimiz milletimizin sağlığını korumaktı. Bunun yanında açıkladığımız destek paketleriyle ekonomimizin salgından en az hasarla çıkmasını temin etmeye çalıştık. Bu güne kadar açıkladığımız desteklerin ve paketlerin toplam ekonomik büyüklüğü 495 milyar lirayı, yani milli gelirimizin yaklaşık yüzde 10’unu bulmuştur. Sosyal koruma kalkanı çatısı altında milletimize ve ekonomimize 35 milyar lirayı aşan karşılıksız ödeme yaptık. Bu kapsamda kısa çalışma ödeneği yoluyla bugüne kadar 19 milyar liraya lakın kaynağı doğrudan çalışanlarımıza aktardık. İstihdamı korumak için devreye aldığımız nakdi ücret desteği için 4,5 milyar liraya lakın kaynak kullandık. İşsizlik ödeneğini de aktif şekilde değerlendirerek 3,6 milyar liralık bir desteği halkımızın istifadesine sunduk. Ertelediğimiz SGK ve Bağ-Kur ödemeleri 40 milyar lirayı bulurken, vergi ödemeleri de 30 milyar liraya yaklaştı. Vergi indirimleri, mücbir sebep uygulamaları, kredi garanti fonu limit artırımı gibi yöntemlerle ekonomimize destek olduk. Kamu bankalarını teşvik ederek 267 milyar liranın üzerinde bir finansmanın ekonomimize aktarılmasını sağladık. Bireysel ihtiyaç desteği, esnaf desteği, işe devam desteği, kurumsal ve bireysel kredi ertelemesi gibi yöntemlerle her kesimin finansman ihtiyacının giderilmesini temin ettik. Yılın ikinci çeyreğinde yaşanan yüzde 9,9’luk eksi büyüme elbette üzüntü vericidir. Ancak, genel tablo itibariyle bakıldığında Türkiye OECD ve AB ortalamalarının çok altında bir daralma ile bu süreci geride bırakmıştır. Üçüncü çeyrek ile ilgili tüm öncü göstergeler hamdolsun ekonominin hızlı toparlandığına ve kayıpların kısa sürede telafi edileceğine işaret ediyor. Açıklanan her endeks ve veri bu tabloyu destekliyor ve ileriye taşıyor. Salgının dünya ekonomisinde yol açtığı dış talep daralmasına rağmen Eylül ihracatımız geçen yılın aynı ayına göre 4,8 artarak 16 milyar doları aşmıştır. Bunun Cumhuriyetin tarihindeki en büyük Eylül ayı ihracat rakamı olduğunu belirtmek istiyorum. Amacımız V tipi bir toparlanmayı sağlayıp bu yılı artı büyümede kapatmaktır. Önümüzdeki yıl için belirlediğimiz büyüme oranı ise yüzde 5,8’dir. Esasen biz daha büyük bir büyüme gerçekleşeceğine inanmamıza rağmen beklentiyi ihtiyatlı bir düzeyde tutmayı tercih ettik. Türk ekonomisi yaşadığı bunca saldırı ve şokun ardından kırılganlıklara karşı daha dayanıklı, krizlere karşı daha hazırlıklı bir yapıya kavuşmuştur. Gelişmiş ülkeler dahil pek çok devlet, salgın döneminde sağlık hizmetlerinde başlayan sarsıntının tüm ekonomilerine ve yeni yönetim sistemlerine sirayet etmesine engel olamamıştır. Türkiye ise tüm bu alanlarda gösterdiği olumlu yönde bir ayrışma ile bölgesinin ve dünyanın yükselen yıldızı konumuna gelmiştir. OECD, Türk ekonomisini dünyada salgından en az etkilenen üçüncü ekonomi olarak göstermiştir. Bütçe açığındaki kısmi artış gibi olumsuzluk konusunda dahi gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden daha iyi durumdayız. Dünya Bankasının iş yapma kolaylığı endeksinde 10 basamak birden yükselerek 33. sıraya çıkmamız yapısal reformlarımızın başarısını gösteriyor. Önümüzdeki 3 yıllık dönemi kapsayan yeni ekonomi programını yenilikçi, yüksek katma değerli, ihracat odaklı ve kapsayıcı bir kalkınma modeli üzerinde inşa ettik. İnşallah Türkiye’yi her alanda olduğu gibi ekonomide de 2023 hedeflerimize ulaştıracağız” dedi.
“Devlet ve millet el ele vererek inşallah bu musibetin de üstesinden geleceğiz”
Konuşmasının sonunda korona virüs salgınına değinen Cumhurbaşkanı Erdoğan, şu ifadeleri kullandı:
“Çin’de başlayan ve kısa sürede dünyaya yayılan Covid-19 hastalığının henüz kesin bir tedavisi bulunamamıştır. Aşı çalışmaları belirli bir seviyeye gelmiş olmakla birlikte insanlığın tamamını kuşatacak altyapının kurulması için vakte ihtiyaç olduğu açıktır. Türkiye diğer ülkelerdeki aşı çalışmalarını yakından takip etmenin yanında kendi aşısını üretme konusunda yoğun bir gayret içindedir. Dünyadaki diğer ülkelerin salgınla mücadele yöntemlerine baktığımızda Türkiye’nin bunların çoğunun önünde olduğunu görüyoruz. Bu olumlu tabloda son 18 yılda sağlık alanında gerçekleştirdiğimiz büyük dönüşümün ve inşa ettiğimiz altyapının büyük katkısı vardır. Sadece salgının ülkemize sıçradığı Mart alından bu yana hizmete açtığımız hastanelerin yatak kapasitesi 15 bini geçmiştir. İnşallah yarın Konya’da şehir hastanemizin resmi açılışını yaparak bu güzel tabloyu bir adım daha ileriye taşıyacağız. Sağlık çalışanlarımızın sayısı da 1 milyon 100 bin ile kamudaki en büyük istihdam oranına ulaşmıştır. Şayet Türkiye sağlık sistemini ve kapasitesini bu denli geliştirmemiş olsaydı Allah göstermesin bu salgının altında kalabilirdik. Bu vesile sağlık çalışanlarımıza bir kez daha şükranlarımı sunuyorum. Bu süreçte ebediyete irtihal eden sağlık çalışanlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Devlet ve millet el ele vererek inşallah bu musibetin de üstesinden geleceğiz. Salgınla mücadele ederken kendi vatandaşlarımıza sunduğumuz hizmetleri kesintisiz sürdürmenin yanında 153 farklı ülkenin ve 8 uluslararası kuruluşun destek çağrısına Türkiye olarak cevap verdik. Ayrıca dünyanın 141 farklı ülkesinde geçici süre ile bulunan 100 bini aşkın vatandaşımızı kurduğumuz hava, kara ve deniz köprüleri ile ülkemize getirdik. Bunun yanında 67 farklı ülkeden 5 bin 500 yabancının da ülkelerine dönebilmelerini sağladık. Gelişmiş ülkelerin dahi vatandaşlarını kendi hallerine terk ettiği salgın döneminde Türkiye içeride ve dışarıda gerçekten erdemli bir duruş ortaya koymuştur. Ne ülkemiz ne de dünya henüz salgının önüne tamamen geçebilmiş değildir. Ülkemizde vakitlice aldığımız tedbirler ve geliştirdiğimiz etkin tedavi protokolleri sayesinde süreç kontrol altın tutulabilmiştir. Salgının doğal yolla veya ilaç tedavisi ile tehdit olmaktan çıkacağı güne kadar bu mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdüreceğiz. Hala en büyük ve etkili salgınla mücadele tedbirimiz TAMAM diye ifade ettiğimiz temizlik, maske, mesafe unsurlarıdır. İnşallah bu virüsü hep birlikte yenecek hep birlikte sağlıklı, huzurlu, esenlik dolu bir geleceğe yürümeyi sürdüreceğiz.”