ANALİZ - Abe'nin İran Ziyareti Ve Körfez Krizinde Diplomatik Çözüm Arayışı
İran’da gerçekleşen devrimin ardından ilk defa başbakanlık düzeyinde gerçekleşen ziyaretle Japonya, şimdiden ABDİran arasında arabulucu ülke olarak anılmaya başladı İran üçüncü ülkelere arabulucu olma fırsatı verirken, aynı zamanda mevcut durumu arabuluculuk şeklinde nitelendirmeyerek, İran’da siyasi bir alerjiye dönüşen “müzakere” söylemini de reddediyor ABD için, askeri, siyasi ve ekonomik kuşatmada İran’a karşı psikolojik üstünlüğü sağlamak ve İran toplumunu dışarıdan manipülasyona açık hale getirmek ilk öncelikler arasında yer almakta Japonya Başbakanı Şinzo Abe’nin iki günlük Tahran temaslarına ilişkin İran siyasetindeki hâkim görüş, bu ziyaretin başarısız ve sonuçsuz kalacağı yönünde oldu Ancak İran’ın ABD karşısında diplomasi kanallarını açık tutması ve savaşı önleyecek her türlü teklife açık olduğunu belirtmesi, İran’ın uzun bir süre daha uluslararası diplomasinin merkezinde olacağını gösteriyor.
Şinzo Abe ilk kez başbakanlık unvanıyla İran’ı ziyaret eden Japon oldu. Elbette bu, Abe’nin ilk İran ziyareti değildi. Abe Japonya dışişleri bakanı olan babasıyla birlikte İran-Irak arasında arabulucu olmak için Tahran’a daha önce de gelmişti. Bu ziyaret Japonya’nın arabuluculuk hedefiyle İran’a gerçekleştirdiği ikinci ziyaret oldu. Abe ilk olarak İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yle görüşerek ABD ile İran arasındaki gerilimden duyduğu endişeleri dile getirdi. Ruhani ise ABD ile olası bir müzakerenin ancak uygulanan yaptırımların kalkmasıyla mümkün olabileceğini bir kez daha yineleme fırsatı buldu.
Şinzo Abe Ruhani’yle görüşmesinin ardından, İran devrim lideri Ali Hamaney ile bir araya geldi. ABD Başkanı Donald Trump’tan mesaj getirdiğini söyleyen Abe’ye dini liderin cevabı sade ve bir o kadar keskindi: Trump’ı mesaj alışverişine layık bir isim olarak görmediğini söyleyen Hamaney, ABD ile hiçbir şekilde müzakere olmayacağını sert bir şekilde dile getirdi. Devrim liderinden gelen bu açıklamadan sonra, Abe’nin Trump’tan getirdiğini söylediği mektubu sadece elinde tutmakla yetindiği gözlerden kaçmadı.
Japonya Başbakanı’nın İran ziyareti devam ederken, devrim liderinin açıklamalarını gölgede bırakacak haber ise Umman körfezinden geldi: Hamaney’in açıklamaları, Körfez’de, İran’ın Cask limanına 25 mil uzaklıkta, Japonya’ya ait olduğu iddia edilen iki petrol tankerine gerçekleştirilen saldırıyla bir kez daha ikinci planda kalmış oldu. Tıpkı 1987 yılında yine Basra körfezinde, ABD’nin İran’a ait bir ticari gemiyi hedef alması ve bu olayın, o sıralarda BM’de konuşma yapmakta olan devrim lideri Hamaney’in açıklamalarına gölge düşürmesi gibi. Henüz Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) ait petrol tankerlerine yönelik El Fuceyra limanındaki sabotajlar netlik kazanmamışken Körfez’de ikinci saldırı gerçekleşmiş oldu. Bu saldırıların Japonya Başbakanı’nın arabuluculuk maksadıyla İran’da bulunduğu bir zamanda gerçekleşmesi birçok soru işaretini de beraberinde getirdi.
Peki, İran açısından Japonya Başbakanı’nın ziyaretinin anlamı ne?
- İran’ın diplomasi kanalları ve Japonya’nın arabuluculuğu
ABD tarafından uygulanan ağır yaptırımlar ve siyasi kuşatma karşısında, İran’ın üçüncü ülkeler üzerinden diplomasi kanallarını kullandığını ve seçilen ülkelerle, başta ABD olmak üzere, birçok uluslararası aktöre mesaj verdiğini görüyoruz. İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif’in, aralarında Japonya’nın da olduğu son Asya temasları ve saldırmazlık paktı teklifini sunduğu Körfez ziyaretleri bu kapsamda değerlendirilebilir.
İran kendi mevcut diplomasi kanallarını kullanmanın yanı sıra, ABD ile İran arasında arabulucu olmak isteyen ülkelere de bu fırsatı tanıyor. Elbette İran üçüncü ülkelere arabulucu olma fırsatı verirken, aynı zamanda mevcut durumu arabuluculuk şeklinde nitelendirmeyerek, İran’da siyasi bir alerjiye dönüşen “müzakere” söylemini de reddediyor. Japonya Başbakanı’nın İran ziyareti öncesinde, İran Dışişleri Sözcüsü Abbas Musevi her türlü diplomasi girişimine açık olduklarını belirtmiş, ancak Japonya Başbakanı Abe’nin Tahran temasının “arabuluculuk” şeklinde adlandırılmasına karşı olduklarının altını çizmişti. Yani İran, Japonya Başbakanı Şinzo Abe’nin Tahran temaslarını daha en başından, ABD-İran gerginliğini azaltacak bir arabuluculuk girişimi şeklinde görmediğini vurgulamış oldu.
ABD Başkanı Donald Trump 25 Mayıs’ta Japonya’ya bir ziyaret gerçekleştirmiş ve burada Abe ile bir araya gelmişti. Trump Japonya ziyaretinde Tokyo’nun Tahran’la iyi ilişkileri olduğunu belirterek, Abe’nin iki ülke arasındaki gerginliği azaltması için Ruhani’yle görüşmesini destekleyeceğini ifade etmişti. Trump’ın bu açıklamasıyla birlikte Japonya, hızlı bir şekilde ABD ile İran arasında Umman’ın üstlendiği arabuluculuk rolünü de sahiplenmiş oldu. Abe’nin yapacağı Tahran ziyaretine ilişkin İran’ın ilk yaklaşımı, Japonya’yla kurulacak diplomatik ilişkilerin kazanımı açısından, bir fırsat olarak değerlendirmek oldu. Ancak İran’ın hassas olduğu konu, bu ziyaretin ABD tarafından kendilerine dayatılan bir “arabuluculuk” şeklinde adlandırılmamasıydı.
İran’ın ABD’yle daha önce yaptığı ve nükleer anlaşmayla sonuçlanan müzakerelere baktığımızda, ilk defa arabuluculuk rolü taşıyarak yapılan bir ziyaretin, hem İran basınında hem de uluslararası basında bu denli yankı uyandırdığına şahit oluyoruz. Trump’ın Japonya Başbakanı’na yüklediği arabuluculuk rolü, Abe’nin Tahran ziyareti öncesinde İran’da tartışılmaya başlamıştı. Belki de Orta Doğu’nun arabulucu ülkesi unvanına sahip Umman’ın Tahran temasları İran halkının hiçbir zaman dikkatini çekmemişti. Ancak bu ziyaret tüm İranlıların sabırsızlıkla beklediği bir şey halini aldı. Japonya’nın ABD inisiyatifiyle arabuluculuk rolü üstlenmesi ve bu ziyaretin büyük bir gösteri halinde yapılması, Japonya’nın bu sorumluluğu niçin üstlendiğine ilişkin şüphelere de bir cevap olabilir.
ABD İran’a karşı askeri ve ekonomik tehditleriyle bu gerginlikteki psikolojik üstünlüğü elde etmeye çalışıyor. Elbette Japonya gibi bir ülke için ABD ile İran arasında böyle bir rol üstlenmek, uluslararası diplomaside yeniden söz sahibi olmak isteyen bir ülke için büyük bir fırsat olacaktır. Fakat ABD için, askeri, siyasi ve ekonomik kuşatmada İran’a karşı psikolojik üstünlüğü sağlamak ve İran toplumunu dışarıdan manipülasyona açık hale getirmek ilk öncelikler arasında yer almakta. Abe’nin Tahran ziyareti öncesinde bir “arabulucu” şeklinde adlandırılması ve bu ziyaretin İran içinde ve uluslararası basında bu denli ses getirmesi, bu minvalde değerlendirilebilir. ABD’nin yaptırımlardan sonra Basra körfezine Abraham Lincoln savaş gemisini göndereceğini duyurması ve İran’a yönelik tüm savaş tehditleri, Tahran yönetimi tarafından psikolojik savaş taktikleri şeklinde nitelendirildi. Abe’nin Tahran temasları devam ederken Umman körfezinde Norveç ve Japonya’ya ait iki petrol tankerine yapılan saldırının, İran’ın Hürmüz boğazına yönelik daha önceki tehditleri düşünüldüğünde, hesaplanmış bir hamle olduğu anlaşılıyor.
Körfez’deki bu saldırıyı kimin gerçekleştirdiği henüz netleşmiş değil. Ancak Körfez’de yaşanan bu son saldırı, ağır ABD yaptırımları altında Abe’nin Tahran ziyaretine odaklanmış İran toplumunun müzakere alerjisini artırmış durumda. Daha önce ABD ile yapılan ve nükleer anlaşmayla sonuçlanan müzakereler devletler düzeyinde başlamış ve sonuçlanmıştı. ABD’nin istediği yeni müzakere ise ancak İran toplumunun ikna edilmesiyle sağlanabilir. Sosyal psikolojide “adil dünya inancı” şeklinde kavramlaştırılmış tanıma göre, insanlar toplumda mağdur konumunda olan kişileri, kendi adil toplumsal düzenlerinin devamı için mahkum edebilirler. Yani insanlar, iyilerin ödüllendirildiği ve kötülerin cezalandırıldığı adil bir dünyada yaşamaktadır. Bu anlayış hak etsin veya etmesin, her koşulda yaşanan mağduriyetten dolayı kurbanı suçlayan bir eğilime sahiptir. İran toplumu kendi müesses nizamını suçlayarak ABD ile müzakereye zorlanmaktadır. Abe’nin Tahran temaslarının İran toplumuna karşı kullanılabilir olması ve Umman körfezinde yaşanan benzer saldırılarla eşzamanlı olarak savaş tehdidinin artması, İranlıları manipüle etmeye yönelik adımlardır. İran devleti bu nedenle tüm bu gelişmeleri yumuşak savaş taktikleri ve psikolojik savaş şeklinde nitelendiriyor.
İran bir yandan ABD yönetiminin kendisine yönelik uyguladığı baskı ve tehditlere karşı içeride topluma güçlü mesajlar verirken, diğer yandan özellikle Körfez ülkeleriyle ilişkisine ayrıcalık tanıyor. İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif’in son Körfez temaslarında ve Irak, Umman ve Kuveyt ziyaretlerinde Körfez ülkelerine saldırmazlık paktı teklifi sunması, tanıdığı bu ayrıcalığın bir göstergesi. Elbette bu teklif, Körfez’deki savaş riskinin boyutlarını da gösteriyor; fakat İran Körfez ülkeleriyle ilişkilerini geliştirerek ABD’nin kendisine karşı kullanacağı kozları eritmeye çalışıyor.
Zarif’in saldırmazlık paktı teklifinin ardından Suudi Arabistan üç önemli zirveye ev sahipliği yaptı. İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği zirvelerinde İran’ın BAE’ye ait petrol tankerlerine yönelik El Fuceyra limanında gerçekleşen saldırıdan sorumlu tutulacağı bekleniyordu. Fakat yayımlanan bildirilerde, İran’a yönelik ezber suçlamalar dışında, petrol tankerlerine yönelik saldırıların İran tarafından yapıldığına dair bir emare görülmedi. Petrol tankerlerine yönelik sabotajlardan açık bir şekilde İran’ın sorumlu tutulmaması, İran diplomasisinin bir başarısı olarak nitelendirildi. Buna karşın Umman körfezindeki iki petrol tankerine yönelik son saldırıda Suudi Arabistan’ın sert bir tepki verdiğini görüyoruz. Veliaht Muhammed bin Selman, bu saldırılarla Tahran yönetiminin Japonya Başbakanı’na saygısızlık yaptığını belirterek İran’ın durdurulması gerektiğini söyledi.
Peki, İran iç siyaseti ve farklı cenahlar Abe’nin Tahran temaslarını nasıl değerlendiriyor?
- İran iç siyasetinde Abe etkisi
İran iç siyaseti dışarıdan bakıldığında sadece reformistler ve muhafazakarlardan teşekkül ediyor gibi görünse de, kendi içinde bir hayli dinamik ve komplike bir anlayışa ve çeşitliliğe sahip. Ancak bu çeşitliliğe rağmen, Japonya’nın arabuluculuk rolüyle İran’ı ziyaret edişi müzakere kapsamında düşünüldüğü için, reformist-muhafazakar ayrımını ön plana çıkardı. Her iki cenahın da bu ziyarete ilişkin ortak vurgusu, ABD başkanından getirilen mesajdan ziyade, Japonya Başbakanı’nın Tahran’a gelişi oldu. Zira Tahran için önemli bir petrol alıcısı olan Japonya’nın İran’la kuracağı ilişki, ABD’yle olası bir müzakereden daha önemli görülüyor. İranlı reformistler Abe’nin Tahran temasıyla birlikte, ABD’den gelen mesajın da önemli olduğunu belirterek, Japonya’nın iyi bir arabulucu olacağını düşünüyor. Bu nedenle reformist cenah Abe’nin İran ziyaretini ABD ile İran arasında bir arabuluculuk faaliyeti şeklinde nitelendirmeyi tercih ediyor. Elbette bu ziyaret, reformistler açısından, ABD ile İran arasındaki olası bir müzakerenin sadece ilk basamakları şeklinde değerlendirilebilir.
Karar alıcı konumunda olan İranlıların, Tahran ile Tokyo arasındaki ilişkilerin gelişmesini Abe’nin arabuluculuk rolüyle bağdaştırmaları, İran-Japonya ilişkilerini iki keskin seçeneğe mahkum edecektir. ABD ile İran arasında olası bir müzakere İran-Japonya ilişkilerini güçlendirirken, arabuluculuk rolünün başarısızlığı, ilişkilerin stabil kalmasına ya da kötüleşmesine neden olacaktır. İranlı reformistlerin ziyarete ilişkin arabuluculuk vurgusu bu anlamda önemli. Çünkü bu ziyaret ABD ile olası bir müzakerenin başlaması için uygun bir zemin oluşturabilir.
İran’da önemli bir diğer siyasi ayağı temsil eden muhafazakar cenahın ise Abe’nin İran ziyareti için “arabuluculuk” ifadesini kullanmaktan kaçındığını görüyoruz. Muhafazakarların bu ziyarete ilişkin vurgusu İran-Japonya ilişkilerinin geliştirilmesi bağlamındaydı. Bu minvalde, Japonya’nın ya da başka bir ülkenin arabuluculuğunu beyhude bir çaba olarak gören muhafazakar kesim, özellikle Japonya üzerinden bunun mümkün olmayacağını belirtiyor. Yani “Geçmişte İran’la Irak arasındaki arabuluculuğunda başarısız olan bir babanın evladı, şimdi nasıl başarılı olacak?” şeklindeki (İran’ın kısmen resmi görüşünü de yansıtan) bu söylem dâhilinde, ABD tarafından dayatılan müzakerenin kabul edilmeyeceği gibi, yine ABD tarafından dayatılan bir arabulucunun da kabul görmeyeceği ifade ediliyor.
Japonya’nın ABD’yle mevcut ilişkisi, İran açısından arabuluculuk rolü üstlenen Japonya’yı da etkisizleştiriyor. İran’ın önemli gazetelerinden (Devrim Muhafızları’na yakın) Keyhan’nın ziyarete ilişkin değerlendirmesinde, Abe’nin ABD ile İran arasındaki gerilimi azaltmaya yönelik çabalarının beyhude ve sonuçsuz olacağını vurguladı. Elbette Keyhan gazetesi, arabuluculuk rolü dışında Japonya’nın İran’la kuracağı siyasi ve ekonomik ilişkinin Tokyo için büyük bir fırsat olacağını belirtmeyi de ihmal etmedi.
Japonya Başbakanı Şinzo Abe’nin iki günlük Tahran temaslarına ilişkin İran siyasetindeki hâkim görüş, bu ziyaretin başarısız ve sonuçsuz kalacağı yönünde oldu. Ancak İran’ın ABD karşısında diplomasi kanallarını açık tutması ve savaşı önleyecek her türlü teklife açık olduğunu belirtmesi, İran’ın uzun bir süre daha uluslararası diplomasinin merkezinde olacağını gösteriyor. Bu anlamda, ilerleyen günlerde, ABD ile İran arasındaki gerilimi azaltmaya yönelik, farklı üçüncü ülkelerin Tahran ziyaretleri olacaktır. Elbette bu durum, İran’ın ağır yaptırımlar altında diplomasi kanallarını daha ne kadar açık tutacağıyla da doğrudan ilişkili.
ABD ile İran arasında askeri düzeyde gerginliği artıran bir diğer husus ise Basra körfezindeki petrol tankerlerine yönelik artmaya başlayan saldırılar. ABD’nin İran’a uyguladığı kontrollü gerilim her geçen gün bölgedeki savaş riskini artırıyor. Çünkü İran kontrollü gerilimle müzakere masasına çekilebilecek bir ülke değil. Bu durum ise iki ülke arasındaki gerilimin savaşa dönüşme riskini her geçen gün artırıyor. İran’ın Körfez ülkelerine sunduğu saldırmazlık paktı, bu kaygının ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor.
[İran Allameh Tabataba’i Üniversitesi’nde eğitimine devam eden Ali Asgar Çabuk aynı zamanda İran siyasetiyle ilgili yazılar kaleme alan bir gazetecidir]