'Toplumsal Ve Siyasal Hayatta Kadın' Konferansı
KADEM Başkan Yardımcısı Sümeyye Erdoğan Bayraktar: 'Erkek ve çocuklu kadın çalışanlara aynı iş yükü verilip 'çocuklu kadın aynı performansı sergileyemedi' diye ona az maaş vermek veya atıl bırakıp yükseltmemek eşitlik ilkesine çok uygunken, adalet anlamında ciddi bir sorundur. Çünkü o kadının çocuk yetiştirmesi, keyfi bir durum değildir, tüm toplumun ihtiyacıdır, toplumsal bir zorunluluktur' 'Yetiştirilen çocuk sadece kendi annesine değil, tüm topluma fayda sağlayacaktır. Geleceğimizi oluşturacaktır. Bu yüzden o kadın iş hayatında pozitif ayrımcılığı hak eder. Bu adaletin gereğidir'
KADEM Başkan Yardımcısı Sümeyye Erdoğan Bayraktar, "Erkek ve çocuklu kadın çalışanlara aynı iş yükü verilip 'çocuklu kadın aynı performansı sergileyemedi' diye ona az maaş vermek, veya atıl bırakıp yükseltmemek eşitlik ilkesine çok uygunken, adalet anlamında ciddi bir sorundur. Çünkü o kadının çocuk yetiştirmesi, keyfi bir durum değildir, tüm toplumun ihtiyacıdır, toplumsal bir zorunluluktur. Yetiştirilen çocuk sadece kendi annesine değil, tüm topluma fayda sağlayacaktır. Geleceğimizi oluşturacaktır. Bu yüzden o kadın iş hayatında pozitif ayrımcılığı hak eder. Bu adaletin gereğidir." dedi.
Vuslat Platformu tarafından Sheraton Grand Ataşehir'de düzenlenen "Toplumsal ve Siyasal Hayatta Kadın" konulu konferansa katılan Sümeyye Erdoğan Bayraktar, neslin devamı ve toplumdaki sosyal güvenlik dengesi gibi temel nedenlerle, doğurganlık oranlarının çok önemli olduğunu belirterek, çocuk doğuran kadınların esnek çalışma saatleri gibi, kreş gibi hizmetlere erişiminin doğal hayatın bir parçası olması gerektiğini söyledi. Bayraktar, şunları kaydetti:
"Bu hizmetlere, dolayısıyla kadın çalışana, özellikle de anne olan kadınlara, yük gibi bakılamaz. Erkek ve çocuklu kadın çalışanlara aynı iş yükü verilip 'çocuklu kadın aynı performansı sergileyemedi' diye ona az maaş vermek, veya atıl bırakıp yükseltmemek eşitlik ilkesine çok uygunken, adalet anlamında ciddi bir sorundur. Çünkü o kadının çocuk yetiştirmesi, keyfi bir durum değildir, tüm toplumun ihtiyacıdır, toplumsal bir zorunluluktur. Yetiştirilen çocuk sadece kendi annesine değil, tüm topluma fayda sağlayacaktır. Geleceğimizi oluşturacaktır. Bu yüzden o kadın iş hayatında pozitif ayrımcılığı hak eder. Bu adaletin gereğidir."
"Geleceğimizi belirleyen böylesine temel bir meseleyi, yani çocuk yetiştirmeyi, sadece annelere, sadece kadınlara tevdi edip, o kadınları da evde desteksiz bırakmak adaletsizliktir." diyen Sümeyye Erdoğan Bayraktar, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Tabii ki dinen aileyi geçindirme sorumluluğu erkeğe verilmişken çocuk yetiştirmek de öncelikli olarak annelerin sorumluluğu olmalıdır ve kadınların bu sorumluluktan kaçması fıtratla savaş vermektir. Kapitalist popüler kültürün empozesi altında olan modern kadın bu konuda gerçekten biraz rahatlamalı diye düşünüyorum. Çocuk sahibi olmayı yük gibi gören anlayış fıtratla ve doğa ile savaşmaktır. Çocuk yetiştirmenin zor yönlerini değil güzelliklerini görmeli ve konuşmalıyız."
Kendisinin küçüklüğünden beri çocukları hep sevdiğine değinen Bayraktar, "Yeğenlerimden onların güzelliklerini yakinen yaşadım, fakat kendim çocuk sahibi olduktan sonra, yok dedim yaşamamışım ve yeterince anlatılmamış. Filmlerde, şarkılarda, sanatta, sokakta, toplumsal hayatta, annelik ve anne çocuk ilişkisi yeterince işlenmemiş, mutlulukla haykırılmamış. Hep ne kadar zor, nasıl da işi gücü hayatı sekteye uğratan bir “ayak bağı” olduğunu anlatmışlar." şeklinde konuştu.
Babalığın ve baba çocuk ilişkisinin güzelliğinden de bahseden Bayraktar, şöyle konuştu:
"Bu bir yük olarak bile sunulmuyor, çünkü zaten erkeğin alanına girmiyor çocuk. Erkekliğin nelerle tanımlandığını bir düşünün. Çocuk aklınıza bile gelmez muhtemelen. Ve ne yazık ki çocuğu erkeğin alanından özenle uzak tutan zihniyetteki bir kesim, aynı zamanda aileyi çok önemser, ailenin zayıflamasından dert yanar. Bu nasıl bir çelişki? Baba sadece ekonomi, iş, futbol, siyaset gibi 'makro' işlerle uğraşıp, evle ilişkisi sadece temel ihtiyaçlar düzeyinde olacak, ama aile de güçlü olacak. Ne yazık ki, kariyer uğruna evliliklerin ertelendiği, sözde modern üreme teknikleriyle tek anne olma yolunun açıldığı bir çağda yaşıyoruz. Böyle bir çağda aileyi güçlü tutmak için sadece çocuk sahibi olmaya ve eve para getirmeye yarayan bir baba modeli çok çok yetersiz."
Ailenin sadece anne ve çocuk olmadığına işaret eden Bayraktar, "Aile, anne ve baba ve Allah takdir ettiyse çocuktur. Aile ve evle ilgili konuları tali, önemsiz görmek, toplumun geleceğini ıskalamaktır." dedi.
Erkeklerin bu konuları dikkate alıp sahiplenmedi sürece ailenin kalkınamayacağını belirten Bayraktar, "Şöyle düşünelim: Dünyanın maddi kaynaklarının ezici çoğunluğu erkeklerin elinde. Keza yönetim, karar mercilerinin de ezici çoğunluğu erkeklerin elinde. Dolayısıyla dünya düzeni ve toplumsal düzen çoğunlukla erkeklerin kararlarıyla şekilleniyor. Gerek devletin, gerek ilgili kurumların gündemlerinde ve bütçelerinde, medyada, akademide, sanatta, ve popüler kültürde, ailenin ne kadar yer alacağının, aileye ne kadar yatırım yapılacağının kararları, en çok erkeklere bağlı. Sanırım burada makro ve mikro meseleler tanımlamalarımızı değiştirmemiz gerekiyor. Hiçbir ekonomik veya siyasi mesele toplumun yapıtaşını, dünyanın geleceğini belirleyen aile kurumundan daha 'makro', daha önemli olamaz." değerlendirmesini yaptı.
Bayraktar, şimdiye kadar sunumunda hep kadınla özdeşleşen aile alanının aslında erkeğin de alanı olduğunu ifade etmeye çalıştığını vurguladı.
Sümeyye Erdoğan Bayraktar, "Bir de bunun diğer tarafı var. Toplumsal ve kamusal alan. Aynı şey orası için de geçerli, ama tersten. Yani genelde erkekle özdeşleştirdiğimiz toplumsal alan, toplumun geçimi ve yönetimi, kadının da alanıdır. Bu doğal olarak böyledir. Batı feminizmi istediği için değil. Kuran'a bakın, kaynakların yönetimini, toplumun idaresini ilgilendiren emir ve yasakları içeren ayetler sadece erkeklere mi sesleniyor? Hayır. Cemiyet dediğimiz zaman sadece erkekleri mi kastediyoruz? Hayır. Ümmet dediğimiz zaman keza. Hal böyleyken toplumsal ve siyasal meselelerde sadece erkeklerin karar verici olması doğaya aykırı." ifadelerini kullandı.
"Çok basit bir mantıktan bahsediyorum; Kadınların ihtiyaçlarını en iyi yine kadınlar bilir." diyen Bayraktar, şunları söyledi:
"Siyasette ve genel olarak karar mercilerinde daha çok kadın olmasını bu yüzden önemsiyoruz, laf olsun diye değil. Çünkü biz kadınlar, bunun olumsuz yansımalarını gündelik hayatlarımızda yaşıyoruz. Karar mekanizmalarında çok az kadın olduğu için, annelerin halinden anlayanlar azınlıkta olduğu için, annelik müessesesi toplumsal hayatın dışına itilip eve hapsediliyor. Mesela toplantı masalarında daha çok kadın olsa belki çocuğu olan, çocuğunu bırakacak kimsesi olmadığında onu da toplantıya sokmaktan ve onun ses çıkarmasından çekinmezdi. Camilerde kadınlar ufak havasız ve pis bölmelere hapsolmak yerine, daha rahat dolaşabilse, ağlayan veya etrafta koşuşturmak isteyen çocuğumuz bizi zorlamazdı. Tabii ki cemaat nizamını bozmadan."
Hep çocuk üzerinden gittiğini, bunun yanlış olduğunu da dile getiren Bayraktar, "Çünkü çocuğu olmayan kadınların da erkeklerden farklı ihtiyaçları var doğal olarak. Yani dikkate alınmak için sadece anne olmamız gerekmiyor. Örneğin, özellikle yerel yönetimlerde ve emniyette daha çok kadın olsa belki kadınların sokaktaki, ulaşımdaki güvenliğini daha iyi sağlayacak bir yapı oluşturulurdu.
Allah bizi eşrefi mahlukat olarak yarattı. Bir arada yaşamamış için Kur'an-ı Kerim'de de belli kurallar koydu." dedi.
Bayraktar, nerede kadınlara özel bir kısım varsa orasının tali olan olduğunu, ana alanın erkeklerin alanı olduğuna işaret ederek, şu açıklamalarda bulundu:
"Camiler, kadın plajları, vs buralarda erkek ve kadın alanı eşit paylaşmamıştır, kadın alanı daha dezavantajlı olmuştur. Dolayısıyla bizim meselemiz eğitim sistemimizle, iletişim kültür vs araçlarla bir arada yaşamanın adabını öğrenmek, öğretmek ve norm kılmak olmalı. Kadınla erkeği kamplara ayıran, hatta kadınları toplumsal hayattan uzaklaştıran bir bakış açısı, Allah’ın eşrefi mahlukat olarak yarattığı erkeği ve kadını yaradılışlarından uzakta daha sefil bir noktada görmekten kaynaklanır. Rabbim bizleri yaradılış gayemizi doğru anlayan, ona uygun yaşayıp rızaya layık olan kullardan eylesin."
Kadına şiddet konusuna da değinen Sümeyye Erdoğan Bayraktar, şunları aktardı:
"Bu sorunların, kadınlar özelinde ne kadar yaygın yaşandığını bilmedikleri için 'şiddet diye diye şiddeti normalleştiriyorsunuz' diyenlerle karşılaşıyoruz. Halbuki şiddet zaten çok büyük bir kesim için normalleşmiş. Bunu bu gerçekliğiyle görüp sorunu anlamadan, adını koymadan, konuşmadan, örtbas edersek, insanımız mağdur olmaya acı çekmeye devam eder. Genelde bir konuda toplumda belli bir farkındalık oluşmadan, belli bir savunuculuk, lobicilik ortaya konmadan, devlet kademelerinde o konu ele alınmaz. Dolayısıyla toplumsal mağduriyetleri önce en tabanda sahiplenmemiz çok mühim. Tabii bizim avantajımız, Türkiye tarihinin hemen her alanda en reformist iktidarının döneminde yaşıyoruz. Öyle ki birçok mağduriyete toplumdan ses gelmeden eğilip toplumun önünde giden bir irade var. Kadın konularında da bahsettiğim zihniyet devrimi ancak böyle reformist, statükoya yenilmeyip devrim niteliğinde düzenlemeleri gerçekleştirebilen bir irade ile mümkün olabilir."
Bayraktar, şimdiye kadar gerek sosyal destekler, gerek kadına şiddetle mücadele, gerekse ekonomik ve siyasal hayata katılım gibi kadını güçlendirecek birçok alanda önemli düzenlemelere şahit olduklarını belirtti. Bayraktar, "İnşallah önümüzdeki seçimde de güzel bir sonuç alarak bu reformların devamını sağlarız." dedi.
Konuşmanın ardından Sümeyye Erdoğan Bayraktar'a, Vuslat Platformu Başkanı Hamza Cebeci tarafından kitap hediye edildi.
Kaynak: AA
Vuslat Platformu tarafından Sheraton Grand Ataşehir'de düzenlenen "Toplumsal ve Siyasal Hayatta Kadın" konulu konferansa katılan Sümeyye Erdoğan Bayraktar, neslin devamı ve toplumdaki sosyal güvenlik dengesi gibi temel nedenlerle, doğurganlık oranlarının çok önemli olduğunu belirterek, çocuk doğuran kadınların esnek çalışma saatleri gibi, kreş gibi hizmetlere erişiminin doğal hayatın bir parçası olması gerektiğini söyledi. Bayraktar, şunları kaydetti:
"Bu hizmetlere, dolayısıyla kadın çalışana, özellikle de anne olan kadınlara, yük gibi bakılamaz. Erkek ve çocuklu kadın çalışanlara aynı iş yükü verilip 'çocuklu kadın aynı performansı sergileyemedi' diye ona az maaş vermek, veya atıl bırakıp yükseltmemek eşitlik ilkesine çok uygunken, adalet anlamında ciddi bir sorundur. Çünkü o kadının çocuk yetiştirmesi, keyfi bir durum değildir, tüm toplumun ihtiyacıdır, toplumsal bir zorunluluktur. Yetiştirilen çocuk sadece kendi annesine değil, tüm topluma fayda sağlayacaktır. Geleceğimizi oluşturacaktır. Bu yüzden o kadın iş hayatında pozitif ayrımcılığı hak eder. Bu adaletin gereğidir."
"Geleceğimizi belirleyen böylesine temel bir meseleyi, yani çocuk yetiştirmeyi, sadece annelere, sadece kadınlara tevdi edip, o kadınları da evde desteksiz bırakmak adaletsizliktir." diyen Sümeyye Erdoğan Bayraktar, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Tabii ki dinen aileyi geçindirme sorumluluğu erkeğe verilmişken çocuk yetiştirmek de öncelikli olarak annelerin sorumluluğu olmalıdır ve kadınların bu sorumluluktan kaçması fıtratla savaş vermektir. Kapitalist popüler kültürün empozesi altında olan modern kadın bu konuda gerçekten biraz rahatlamalı diye düşünüyorum. Çocuk sahibi olmayı yük gibi gören anlayış fıtratla ve doğa ile savaşmaktır. Çocuk yetiştirmenin zor yönlerini değil güzelliklerini görmeli ve konuşmalıyız."
Kendisinin küçüklüğünden beri çocukları hep sevdiğine değinen Bayraktar, "Yeğenlerimden onların güzelliklerini yakinen yaşadım, fakat kendim çocuk sahibi olduktan sonra, yok dedim yaşamamışım ve yeterince anlatılmamış. Filmlerde, şarkılarda, sanatta, sokakta, toplumsal hayatta, annelik ve anne çocuk ilişkisi yeterince işlenmemiş, mutlulukla haykırılmamış. Hep ne kadar zor, nasıl da işi gücü hayatı sekteye uğratan bir “ayak bağı” olduğunu anlatmışlar." şeklinde konuştu.
Babalığın ve baba çocuk ilişkisinin güzelliğinden de bahseden Bayraktar, şöyle konuştu:
"Bu bir yük olarak bile sunulmuyor, çünkü zaten erkeğin alanına girmiyor çocuk. Erkekliğin nelerle tanımlandığını bir düşünün. Çocuk aklınıza bile gelmez muhtemelen. Ve ne yazık ki çocuğu erkeğin alanından özenle uzak tutan zihniyetteki bir kesim, aynı zamanda aileyi çok önemser, ailenin zayıflamasından dert yanar. Bu nasıl bir çelişki? Baba sadece ekonomi, iş, futbol, siyaset gibi 'makro' işlerle uğraşıp, evle ilişkisi sadece temel ihtiyaçlar düzeyinde olacak, ama aile de güçlü olacak. Ne yazık ki, kariyer uğruna evliliklerin ertelendiği, sözde modern üreme teknikleriyle tek anne olma yolunun açıldığı bir çağda yaşıyoruz. Böyle bir çağda aileyi güçlü tutmak için sadece çocuk sahibi olmaya ve eve para getirmeye yarayan bir baba modeli çok çok yetersiz."
Ailenin sadece anne ve çocuk olmadığına işaret eden Bayraktar, "Aile, anne ve baba ve Allah takdir ettiyse çocuktur. Aile ve evle ilgili konuları tali, önemsiz görmek, toplumun geleceğini ıskalamaktır." dedi.
Erkeklerin bu konuları dikkate alıp sahiplenmedi sürece ailenin kalkınamayacağını belirten Bayraktar, "Şöyle düşünelim: Dünyanın maddi kaynaklarının ezici çoğunluğu erkeklerin elinde. Keza yönetim, karar mercilerinin de ezici çoğunluğu erkeklerin elinde. Dolayısıyla dünya düzeni ve toplumsal düzen çoğunlukla erkeklerin kararlarıyla şekilleniyor. Gerek devletin, gerek ilgili kurumların gündemlerinde ve bütçelerinde, medyada, akademide, sanatta, ve popüler kültürde, ailenin ne kadar yer alacağının, aileye ne kadar yatırım yapılacağının kararları, en çok erkeklere bağlı. Sanırım burada makro ve mikro meseleler tanımlamalarımızı değiştirmemiz gerekiyor. Hiçbir ekonomik veya siyasi mesele toplumun yapıtaşını, dünyanın geleceğini belirleyen aile kurumundan daha 'makro', daha önemli olamaz." değerlendirmesini yaptı.
Bayraktar, şimdiye kadar sunumunda hep kadınla özdeşleşen aile alanının aslında erkeğin de alanı olduğunu ifade etmeye çalıştığını vurguladı.
Sümeyye Erdoğan Bayraktar, "Bir de bunun diğer tarafı var. Toplumsal ve kamusal alan. Aynı şey orası için de geçerli, ama tersten. Yani genelde erkekle özdeşleştirdiğimiz toplumsal alan, toplumun geçimi ve yönetimi, kadının da alanıdır. Bu doğal olarak böyledir. Batı feminizmi istediği için değil. Kuran'a bakın, kaynakların yönetimini, toplumun idaresini ilgilendiren emir ve yasakları içeren ayetler sadece erkeklere mi sesleniyor? Hayır. Cemiyet dediğimiz zaman sadece erkekleri mi kastediyoruz? Hayır. Ümmet dediğimiz zaman keza. Hal böyleyken toplumsal ve siyasal meselelerde sadece erkeklerin karar verici olması doğaya aykırı." ifadelerini kullandı.
"Çok basit bir mantıktan bahsediyorum; Kadınların ihtiyaçlarını en iyi yine kadınlar bilir." diyen Bayraktar, şunları söyledi:
"Siyasette ve genel olarak karar mercilerinde daha çok kadın olmasını bu yüzden önemsiyoruz, laf olsun diye değil. Çünkü biz kadınlar, bunun olumsuz yansımalarını gündelik hayatlarımızda yaşıyoruz. Karar mekanizmalarında çok az kadın olduğu için, annelerin halinden anlayanlar azınlıkta olduğu için, annelik müessesesi toplumsal hayatın dışına itilip eve hapsediliyor. Mesela toplantı masalarında daha çok kadın olsa belki çocuğu olan, çocuğunu bırakacak kimsesi olmadığında onu da toplantıya sokmaktan ve onun ses çıkarmasından çekinmezdi. Camilerde kadınlar ufak havasız ve pis bölmelere hapsolmak yerine, daha rahat dolaşabilse, ağlayan veya etrafta koşuşturmak isteyen çocuğumuz bizi zorlamazdı. Tabii ki cemaat nizamını bozmadan."
Hep çocuk üzerinden gittiğini, bunun yanlış olduğunu da dile getiren Bayraktar, "Çünkü çocuğu olmayan kadınların da erkeklerden farklı ihtiyaçları var doğal olarak. Yani dikkate alınmak için sadece anne olmamız gerekmiyor. Örneğin, özellikle yerel yönetimlerde ve emniyette daha çok kadın olsa belki kadınların sokaktaki, ulaşımdaki güvenliğini daha iyi sağlayacak bir yapı oluşturulurdu.
Allah bizi eşrefi mahlukat olarak yarattı. Bir arada yaşamamış için Kur'an-ı Kerim'de de belli kurallar koydu." dedi.
Bayraktar, nerede kadınlara özel bir kısım varsa orasının tali olan olduğunu, ana alanın erkeklerin alanı olduğuna işaret ederek, şu açıklamalarda bulundu:
"Camiler, kadın plajları, vs buralarda erkek ve kadın alanı eşit paylaşmamıştır, kadın alanı daha dezavantajlı olmuştur. Dolayısıyla bizim meselemiz eğitim sistemimizle, iletişim kültür vs araçlarla bir arada yaşamanın adabını öğrenmek, öğretmek ve norm kılmak olmalı. Kadınla erkeği kamplara ayıran, hatta kadınları toplumsal hayattan uzaklaştıran bir bakış açısı, Allah’ın eşrefi mahlukat olarak yarattığı erkeği ve kadını yaradılışlarından uzakta daha sefil bir noktada görmekten kaynaklanır. Rabbim bizleri yaradılış gayemizi doğru anlayan, ona uygun yaşayıp rızaya layık olan kullardan eylesin."
Kadına şiddet konusuna da değinen Sümeyye Erdoğan Bayraktar, şunları aktardı:
"Bu sorunların, kadınlar özelinde ne kadar yaygın yaşandığını bilmedikleri için 'şiddet diye diye şiddeti normalleştiriyorsunuz' diyenlerle karşılaşıyoruz. Halbuki şiddet zaten çok büyük bir kesim için normalleşmiş. Bunu bu gerçekliğiyle görüp sorunu anlamadan, adını koymadan, konuşmadan, örtbas edersek, insanımız mağdur olmaya acı çekmeye devam eder. Genelde bir konuda toplumda belli bir farkındalık oluşmadan, belli bir savunuculuk, lobicilik ortaya konmadan, devlet kademelerinde o konu ele alınmaz. Dolayısıyla toplumsal mağduriyetleri önce en tabanda sahiplenmemiz çok mühim. Tabii bizim avantajımız, Türkiye tarihinin hemen her alanda en reformist iktidarının döneminde yaşıyoruz. Öyle ki birçok mağduriyete toplumdan ses gelmeden eğilip toplumun önünde giden bir irade var. Kadın konularında da bahsettiğim zihniyet devrimi ancak böyle reformist, statükoya yenilmeyip devrim niteliğinde düzenlemeleri gerçekleştirebilen bir irade ile mümkün olabilir."
Bayraktar, şimdiye kadar gerek sosyal destekler, gerek kadına şiddetle mücadele, gerekse ekonomik ve siyasal hayata katılım gibi kadını güçlendirecek birçok alanda önemli düzenlemelere şahit olduklarını belirtti. Bayraktar, "İnşallah önümüzdeki seçimde de güzel bir sonuç alarak bu reformların devamını sağlarız." dedi.
Konuşmanın ardından Sümeyye Erdoğan Bayraktar'a, Vuslat Platformu Başkanı Hamza Cebeci tarafından kitap hediye edildi.