Dışişleri Bakanlığından BM'nin Kıbrıs Raporuna İlişkin Açıklama
Dışişleri Bakanlığından Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Kıbrıs raporuna ilişkin yapılan açıklamada, “Kıbrıs Türk tarafının bu son süreç de dahil olmak üzere yarım yüzyıldır süren çözüm çabalarında daima iyi niyet, kararlılık ve yapıcılık sergilemiş olmasına rağmen adeta, 2004 yılında olduğu gibi cezalandırılmaya devam edilmesi kabul edilemez niteliktedir” denildi.
Dışişleri Bakanlığı, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Kıbrıs’taki İyi Niyet Misyonu’na ilişkin olarak Mayıs 2015-Ağustos 2017 dönemini kapsayan 28 Eylül tarihli raporunun dün yayınlanan nihai metnine ilişkin açıklama yaptı. Bakanlıktan konuya ilişkin yapılan açıklama şöyle:
“Kıbrıs Konferansı’nın geçtiğimiz Temmuz ayında sonuçsuz kalmasıyla sona eren kapsamlı müzakere sürecine dair gerçekleri açık bir şekilde yansıtmadığı görülen rapor, bu haliyle beklentilerimizi karşılamaktan uzak kalmakla birlikte yaşanan tüm gelişmelere tanık olan Genel Sekreter’in raporunda yer verdiği bazı tespitler uluslararası kamuoyu tarafından dikkate alınmalıdır. Bu çerçevede Genel Sekreter’in sürecin son aşamasında yaşananlara atıfta bulunarak, ‘Müzakerelerin sonuçlandırılması için siyasi irade, cesaret ile kararlılık, karşılıklı güven ve ilgili tüm tarafların önceden değerlendirilmiş riskleri almaya hazır olmaları gerektiğine kanaat getirdiğini’ vurgulaması not edilmektedir. Genel Sekreter’in bu ifadelerle Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafını kastetmediği açıktır. Zira, Kıbrıs Rum tarafı Kıbrıs Konferansı’na giden süreç boyunca ve Konferans’ın Crans- Montana oturumu dahil tüm aşamalarında Güvenlik ve Garantiler başlığına ilişkin ‘sıfır asker, sıfır garanti’ şeklinde özetlenebilecek gerçekçi olmayan yaklaşımından asla vazgeçmemiştir. Ada’da kurulmasına çalışılan yeni ortaklık devletinin işleyişine dair bazı temel noktalarda dahi herhangi bir yapıcılık sergilememiştir. Bu nedenle raporda yer alan ’anlaşmaya çok yaklaşıldığına’ dair ifadeleri de anlamak güçtür. Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı, Kıbrıs meselesinin Ada’daki her iki halkın asli kurucu iradelerini, siyasi eşitliklerini ve Ada’nın ortak sahibi olmalarını temel alan, müzakere edilmiş, adil, kalıcı ve kapsamlı bir çözüme kavuşturulması için siyasi irade göstererek cesaretle ve kararlılıkla çaba sarf etmiştir. Buna sürece dahil olan ya da yakından izleyen tarafların da şahit olduklarını düşünüyoruz. Rum tarafı ise müzakerelerde göstermesi gereken siyasi iradeyi sergilememiş, Kıbrıs Konferansı’nda da bu tutumunu sürdürmüştür. Rum tarafının son olarak Crans-Montana’daki uzlaşmaz tutumuna tüm taraflar şahitlik etmiştir. Kıbrıs Rum tarafı ayrıca süreç içinde ilkesel olarak üzerinde anlaşılmış uzlaşıları dahi son aşamayı teşkil eden Kıbrıs Konferansı boyunca yeniden tartışmaya açmış, müzakere süreci devam ederken iç siyasi saiklerle ‘enosis’ gibi Kıbrıs sorununun nedenini oluşturan bir konuda parlamento kararı çıkararak müzakere masasındaki güven duygusunu aşındıran taraf olmuştur. Ada’da güven artırıcı önlemler kapsamında iki lider arasında üzerinde anlaşılan adımların atılmasında ayak direten yine Rum tarafı olmuştur. Rum tarafı esasen Kıbrıs Konferansı’ndan önceki dönemde de süreci defaatle akamete uğratmış; bu yetmiyormuş gibi ayrıca Kıbrıs Konferansı’nın Crans-Montana oturumunda hassas müzakerelerin sürdürüldüğü bir ortamda müzakere usulleriyle ve iyi niyetle bağdaşmayan bir şekilde gizli belgeleri birden fazla defa basına sızdırmıştır.”
Açıklamada, Kıbrıs Türk tarafının bu son süreç de dahil olmak üzere yarım yüzyıldır süren çözüm çabalarında daima iyi niyet, kararlılık ve yapıcılık sergilemiş olmasına rağmen 2004 yılında olduğu gibi cezalandırılmaya devam edilmesinin kabul edilemez nitelikte olduğu belirtilerek, “Evvelki süreçlerin ardından Kıbrıs Türk tarafına verilen sözlerin tutulmadığının unutulması mümkün değildir. Kıbrıs’ta Rumlarla barış ve ortaklık içinde bir arada yaşayabilmek için her türlü gayreti göstermiş bulunan Kıbrıs Türk halkına uygulanan insanlık dışı izolasyona artık son verilmesinin, Kıbrıs Türklerinin uluslararası toplumla temaslarının önüne getirilen haksız engellerin artık kaldırılmasının zamanı gelmiştir. Çözüm yolunda gayret sarf eden tarafın cezalandırılması, çözümü engelleyenin ödüllendirilmesi söz konusu olmamalıdır. Genel Sekreter’in tüm taraflara Temmuz ayında yapmış olduğu ve raporunda da yinelediği çağrı doğrultusunda önümüzdeki döneme yönelik olarak atılabilecek adımlar konusunda Kıbrıs Türk tarafıyla değerlendirmelerimiz devam etmektedir. Kıbrıs Türklerinin maruz kaldığı kabul edilemez nitelikteki izolasyonun önümüzdeki dönemde sürüp sürmeyeceği, söz konusu değerlendirme sürecimizde hiç şüphesiz belirleyici olacaktır. Türkiye, Kıbrıs sorununa sürdürülebilir bir çözümü hem Doğu Akdeniz’de istikrarın güçlendirilebilmesi açısından hem de ilgili taraflara sağlayabileceği çok yönlü çıkarları göz önünde tutarak samimiyetle desteklemektedir. Böyle bir çözüm için yapıcı katkılar sağlamaya devam ederek, çabalarımızı kararlılık ve iyi niyetle sürdüreceğiz. İlgili tarafları bu doğrultuda gerçekçi ve yapıcı bir tavır sergilemek suretiyle, üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye davet ediyoruz. Öte yandan, çözüm süreci önümüzdeki dönemde hangi şekli alacak olursa olsun, katkılarına daima önem atfettiğimiz BM Genel Sekreteri’nin hizmetlerini sunmaya devam etmeye hazır bulunmasını olumlu karşılıyoruz” denildi.
Kaynak: İHA
“Kıbrıs Konferansı’nın geçtiğimiz Temmuz ayında sonuçsuz kalmasıyla sona eren kapsamlı müzakere sürecine dair gerçekleri açık bir şekilde yansıtmadığı görülen rapor, bu haliyle beklentilerimizi karşılamaktan uzak kalmakla birlikte yaşanan tüm gelişmelere tanık olan Genel Sekreter’in raporunda yer verdiği bazı tespitler uluslararası kamuoyu tarafından dikkate alınmalıdır. Bu çerçevede Genel Sekreter’in sürecin son aşamasında yaşananlara atıfta bulunarak, ‘Müzakerelerin sonuçlandırılması için siyasi irade, cesaret ile kararlılık, karşılıklı güven ve ilgili tüm tarafların önceden değerlendirilmiş riskleri almaya hazır olmaları gerektiğine kanaat getirdiğini’ vurgulaması not edilmektedir. Genel Sekreter’in bu ifadelerle Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafını kastetmediği açıktır. Zira, Kıbrıs Rum tarafı Kıbrıs Konferansı’na giden süreç boyunca ve Konferans’ın Crans- Montana oturumu dahil tüm aşamalarında Güvenlik ve Garantiler başlığına ilişkin ‘sıfır asker, sıfır garanti’ şeklinde özetlenebilecek gerçekçi olmayan yaklaşımından asla vazgeçmemiştir. Ada’da kurulmasına çalışılan yeni ortaklık devletinin işleyişine dair bazı temel noktalarda dahi herhangi bir yapıcılık sergilememiştir. Bu nedenle raporda yer alan ’anlaşmaya çok yaklaşıldığına’ dair ifadeleri de anlamak güçtür. Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı, Kıbrıs meselesinin Ada’daki her iki halkın asli kurucu iradelerini, siyasi eşitliklerini ve Ada’nın ortak sahibi olmalarını temel alan, müzakere edilmiş, adil, kalıcı ve kapsamlı bir çözüme kavuşturulması için siyasi irade göstererek cesaretle ve kararlılıkla çaba sarf etmiştir. Buna sürece dahil olan ya da yakından izleyen tarafların da şahit olduklarını düşünüyoruz. Rum tarafı ise müzakerelerde göstermesi gereken siyasi iradeyi sergilememiş, Kıbrıs Konferansı’nda da bu tutumunu sürdürmüştür. Rum tarafının son olarak Crans-Montana’daki uzlaşmaz tutumuna tüm taraflar şahitlik etmiştir. Kıbrıs Rum tarafı ayrıca süreç içinde ilkesel olarak üzerinde anlaşılmış uzlaşıları dahi son aşamayı teşkil eden Kıbrıs Konferansı boyunca yeniden tartışmaya açmış, müzakere süreci devam ederken iç siyasi saiklerle ‘enosis’ gibi Kıbrıs sorununun nedenini oluşturan bir konuda parlamento kararı çıkararak müzakere masasındaki güven duygusunu aşındıran taraf olmuştur. Ada’da güven artırıcı önlemler kapsamında iki lider arasında üzerinde anlaşılan adımların atılmasında ayak direten yine Rum tarafı olmuştur. Rum tarafı esasen Kıbrıs Konferansı’ndan önceki dönemde de süreci defaatle akamete uğratmış; bu yetmiyormuş gibi ayrıca Kıbrıs Konferansı’nın Crans-Montana oturumunda hassas müzakerelerin sürdürüldüğü bir ortamda müzakere usulleriyle ve iyi niyetle bağdaşmayan bir şekilde gizli belgeleri birden fazla defa basına sızdırmıştır.”
Açıklamada, Kıbrıs Türk tarafının bu son süreç de dahil olmak üzere yarım yüzyıldır süren çözüm çabalarında daima iyi niyet, kararlılık ve yapıcılık sergilemiş olmasına rağmen 2004 yılında olduğu gibi cezalandırılmaya devam edilmesinin kabul edilemez nitelikte olduğu belirtilerek, “Evvelki süreçlerin ardından Kıbrıs Türk tarafına verilen sözlerin tutulmadığının unutulması mümkün değildir. Kıbrıs’ta Rumlarla barış ve ortaklık içinde bir arada yaşayabilmek için her türlü gayreti göstermiş bulunan Kıbrıs Türk halkına uygulanan insanlık dışı izolasyona artık son verilmesinin, Kıbrıs Türklerinin uluslararası toplumla temaslarının önüne getirilen haksız engellerin artık kaldırılmasının zamanı gelmiştir. Çözüm yolunda gayret sarf eden tarafın cezalandırılması, çözümü engelleyenin ödüllendirilmesi söz konusu olmamalıdır. Genel Sekreter’in tüm taraflara Temmuz ayında yapmış olduğu ve raporunda da yinelediği çağrı doğrultusunda önümüzdeki döneme yönelik olarak atılabilecek adımlar konusunda Kıbrıs Türk tarafıyla değerlendirmelerimiz devam etmektedir. Kıbrıs Türklerinin maruz kaldığı kabul edilemez nitelikteki izolasyonun önümüzdeki dönemde sürüp sürmeyeceği, söz konusu değerlendirme sürecimizde hiç şüphesiz belirleyici olacaktır. Türkiye, Kıbrıs sorununa sürdürülebilir bir çözümü hem Doğu Akdeniz’de istikrarın güçlendirilebilmesi açısından hem de ilgili taraflara sağlayabileceği çok yönlü çıkarları göz önünde tutarak samimiyetle desteklemektedir. Böyle bir çözüm için yapıcı katkılar sağlamaya devam ederek, çabalarımızı kararlılık ve iyi niyetle sürdüreceğiz. İlgili tarafları bu doğrultuda gerçekçi ve yapıcı bir tavır sergilemek suretiyle, üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye davet ediyoruz. Öte yandan, çözüm süreci önümüzdeki dönemde hangi şekli alacak olursa olsun, katkılarına daima önem atfettiğimiz BM Genel Sekreteri’nin hizmetlerini sunmaya devam etmeye hazır bulunmasını olumlu karşılıyoruz” denildi.