Cumhurbaşkanı Erdoğan Endonezya'da
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye'de yaşanan ve Türkiye'yi doğrudan tehdit eden olaylar üzerinden, ülkemize yöneltilen, kimi zaman iftira seviyesine varan haksız ithamlardan fevkalade rahatsız olduklarını belirterek, "Biz, en başından beri, Suriye başta olmak üzere tüm Ortadoğu'da huzurdan, barıştan, refahtan başka bir şey istemedik" dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Endonezya'daki resmi temaslarına Milli Güvenlik Enstitüsü'nü ziyaret ederek başladı. Erdoğan, burada, Enstitü öğrencilerine Türk Dış Politikası konulu bir konferans verdi.
Ziyaretinde gösterilen samimi misafirperverlik için Endonezyalı mevkidaşına ve tüm Endonezya halkına şükranları sunan Erdoğan, konferans için de Endonezya Milli Güvenlik Enstitüsü yönetimine teşekkür etti.
Türkiye ile Endonezya arasındaki uzun mesafenin, halkların kardeşliği ve 16'ncı yüzyıldan bu yana devam eden iyi ilişkilerin önünde asla engel teşkil etmediğini vurgulayan Erdoğan, "Bugün ülkelerimiz, hem ikili düzeyde, hem de çok taraflı platformlarda yakın ve uyumlu bir birliktelik sergiliyor. Asya-Pasifik Bölgesi'nin öncü ülkesi Endonezya ile Avrasya Bölgesi'nin kilit ülkesi Türkiye arasında kurulacak güçlü siyasi, sosyal, ekonomik ilişkiler, her iki ülke halkıyla birlikte tüm dünyanın da yararına olacaktır. Biz Türkiye olarak bu konuda çok istekli ve samimiyiz. Endonezyalı dostlarımızın da aynı duygular içinde olduğunu görmekten memnuniyet duyuyoruz" dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerek Türkiye'nin bölgesinde gerekse dünyada, tarihi gelişmelerin yaşandığı kritik bir dönemden geçildiğini, Türkiye'nin güney sınırlarında, Suriye ve Irak'ta fitili ateşlenen çatışmaların, giderek genişleyerek tüm dünyayı etkisi altına almaya başladığını, Filistin'de, Libya'da, Mısır'da, Yemen'de kardeş halkların çektiği acılarla, bir huzur denizi olması gereken Akdeniz'in, dünyanın en sorunlu bölgesine dönüştüğünü vurguladı.
Türkiye'nin kuzeyinde, Ukrayna'da yaşanan gelişmeler ve buradaki Kırım Tatarlarının yaşadığı zorlukların Türkiye'yi doğrudan ilgilendirdiğini, Batı'da Yunanistan'ın, tarihinin en vahim ekonomik krizini yaşadığını belirten Erdoğan, Batı ülkelerinde 2008 yılından beri etkisini sürdüren ekonomik krizin, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi ortak değerler konusunda ciddi sınamaları beraberinde getirdiğini, yaşanan ekonomik krizin pek çok Avrupa ülkesinde sosyal dokuda ciddi tahrifata yol açtığını söyledi.
-"Yaşanan sorunların mezhepçi ve ayrıştırıcı kışkırtmalarla diri tutulduğu açıkça ortadadır"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin etrafındaki tabloya rağmen bölgesel ve küresel düzeyde barışın, huzurun, işbirliğinin güçlenmesi için gayret gösterdiğini, mücadele ettiğini dile getirerek, "Ülkemizin ekonomik, sosyal, siyasi ve fiziki güvenliğini hedef alan tüm tahriklere karşı kararlı ve dirayetli bir duruş sergiliyoruz. Bölgemizde yaşanan sorunların mezhepçi ve ayrıştırıcı kışkırtmalarla diri tutulduğu, gerektiğinde tırmandırıldığı da açıkça ortadadır. Bu kışkırtmalar bazen, Suriye örneğinde olduğu gibi, halkının meşru taleplerine kulak vermeyen rejimlerden kaynaklanabiliyor. Bazı durumlarda ise yaşanan iç karışıklardan yararlanarak kendilerine nüfuz alanı oluşturmaya çalışan diğer devletlerin izledikleri politikalar, sorunları derinleştirebiliyor. Mezhepçi ve ayrıştırıcı politikaların uygulanma şekli, yöntemi ne olursa olsun, maalesef sonu hep daha fazla kanla, daha fazla gözyaşıyla, daha fazla acıyla bitiyor" değerlendirmesinde bulundu.
Erdoğan, Irak'ta 25 yıldır yaşanan ve 1 milyonu aşkın insanın ölümüyle sonuçlanan hadiselerin hala sürdüğünü, Suriye'de, beşinci yılına giren krizde 300 bini aşkın insanın hayatını kaybettiğini, yarısı Türkiye'de olmak üzere 4 milyon insanın ülkesini terk ettiğini, 7 milyon insanın da Suriye içinde yer değiştirdiğini, bu durumun Türkiye'ye maliyetinin 6 milyar doları aştığını anlattı.
"Bir başka ifadeyle Suriye nüfusunun yarısı bu süreçte evinden, toprağından, yurdundan oldu" diyen Erdoğan, bugün Suriye'deki durum sebebiyle hem Türkiye'nin hem de uluslararası toplumun güvenliğinin ciddi tehdit altında olduğuna işaret etti.
Erdoğan, şöyle devam etti:
"Maalesef Suriye'de rejim, kendi halkına karşı yürüttüğü mücadelede kimyasal silahlar, balistik füzeler ve terör örgütleri olmak üzere her türlü kirli yola başvurdu. Şu anda içindeyiz, tüm bu terör örgütleriyle ülkemiz karşı karşıya. DAEŞ terör örgütü işte böyle bir anlayışın, projenin ürünüdür. Bu örgütün yaptıklarının bizim dinimizde, ahlakımızda, vicdanımızda, kültürümüzde asla yeri yoktur. Bizim dinimiz Arapça 'sin' kelimesinden türemiştir. Sin, barış anlamına gelmektedir. Barışla anlam bulan, tanımlanan dinimiz böyle bir anlayışı, insanları acımasızca katleden anlayışa cevaz verebilir mi? Hayır. Bu örgüt eliyle dünya kamuoyuna servis edilen kaos ve terör görüntüleri, dünyadaki İslam ve Müslüman algısına çok büyük zarar veriyor. Bu sorunun çözümü için, hep birlikte ve kararlı bir duruş ortaya koymamız gerekiyor.
Türkiye, bu konuda üzerine düşen görevleri, içinde bulunduğu tüm zorluklara rağmen yapıyor, yapmaya devam edecek. Ama bazı karanlık odaklar var, bu karanlık odaklar ne yazık ki Türkiye'yi böyle bir terör örgütüne destek vermekle kara propaganda yaparak zan altına sokmaya çalışıyor. Asla ve kata Türkiye böyle bir senaryonun içinde yer almamıştır, asla almaz. Biz, burada Batı ülkelerinden ve dünyadan duyarlı tavır bekledik. Ne Batı ülkeleri ne de dünya bu konuda gösterdiğimiz hassasiyeti göstermemiştir."
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Soğuk Savaş'ın sona ermesinin etkisiyle dünyada jeopolitik dengelerin büyük dönüşüme uğradığı bir dönemde, 2003 yılı başında Türkiye'de başbakanlık görevini devraldığını anımsatarak, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Bu dönemde, Türkiye'nin köklü tarihi ve insani ilişkilerinin bulunduğu Balkanlarda yaşayan Müslümanların 1990'larda uğradığı zulmün yaraları yeni yeni sarılıyordu. Kafkasya'da çeşitli toplumlar arasında yaşanan gerilimin Müslümanlar aleyhine ortaya çıkardığı sonuçların etkileri halen sürüyordu. Dünyada ise 11 Eylül terör saldırılarının sebep olduğu olumsuz konjonktürün ağırlığı hala güçlü şekilde hissediliyordu. Biz bu süreçte, yaşanan acılardan gerekli derslerin çıkartılması, eski husumetlerin yerini işbirliği, barış ve huzura bırakması yönünde bir duruş sergiledik.
Aynı şekilde, ülke içinde de demokratik ve ekonomik reformlarla, milletimizin geleceğine umutla bakmasını sağlayacak bir güven ortamı tesis ettik. Ekonomide gerçekleştirdiğimiz reformlar ve uyguladığımız mali disiplin politikaları sayesinde, 2008 küresel krizinden en az düzeyde etkilendik. O zaman bir ifadem vardı, 'bu ekonomik kriz Türkiye'yi teğet geçecek' demiştim, nitekim de öyle oldu. Ekonomimiz 2003-2014 döneminde ortalama yüzde 5 büyüdü. Aynı dönemde, Türkiye'deki doğrudan uluslararası sermaye yatırımı tutarı 150 milyar doları aştı."
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin, demokrasi ve insan hakları konusunda, Avrupa Birliği standartlarını yakalan bir ülke olduğuna vurgu yaparak, şu ifadeleri kullandı:
"Bugün etrafımızı saran onca tehdit ve kaos karşısında sağlam bir duruş sergileyebilmemiz, işte bu cesur adımlar sayesinde oldu. 300 bini Irak'tan olmak üzere bir milyon 700 bini Suriye'den olmak üzere 2 milyon mülteciyi ülkesinde barındıran bir ülke var fakat Avrupa'nın tamamına bakınız, onlar 200 bin kişiyi bile ülkelerinde misafir edemiyor. Hatta Ege'den Avrupa ülkelerine gitmek isteyenlere karşı da denizde boğulmaları için imkan hazırlıyorlar. Biz ise sahil güvenlik ekiplerimizle onları kurtarıp, önce misafir ediyoruz, ondan sonra ülkelerine gönderiyoruz. Niye? Bu bizim hem insani görevimizdir hem vicdani hem de İslami görevimizdir."
Erdoğan, Asya-Pasifik'ten Afrika'ya ve Latin Amerika'ya kadar dünyanın dört bir yanında, ekonomik faaliyetlerle, insani yardımlarla, uluslararası kuruluşlara olan katkılarla, aktif bir dış politika izlediklerini vurguladı.
Bölge ülkeleri arasındaki ihtilafların çözümü için çok sayıda üçlü diyalog mekanizmaları oluşturduklarını, birçok ülkeyle Yüksek Düzeyli Stratejik Konseyleri hayata geçirdiklerini, EFTA ülkelerinin yanı sıra 22 ülke ile serbest ticaret anlaşması, 80 ülke ile çifte vergilendirmenin önlenmesi anlaşması, 93 ülke ile yatırımların karşılıklı teşviki ve korunması anlaşması imzaladıklarını anlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletlerde, Medeniyetler İttifakı ve Barış İçin Arabuluculuk gibi ses getiren girişimlerde bulunduklarını, dünyadaki pek çok bölgesel örgütle somut işbirliği kanalları oluşturduklarını söyledi.
-"Dünya 5'ten büyüktür"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Dünya 5'ten büyüktür" diyerek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde reform yapılması gerektiğini uluslararası platformlarda dile getirdiğini belirterek, "Zira BM Güvenlik Konseyi'nin 5 üyesi tüm dünyada belirleyici konumda, yani o 5 ülkeden bir tanesi ne diyorsa o oluyor. Eğer bir konuda 'hayır' diyorlarsa o iş olmaz. Peki dünyadaki 200'e yakın ülke bunlara mahkum mu? Şu anda mahkum. Çin'den geliyorum, Çin Devlet Başkanı ile de bu konuları konuştuk. BM Güvenlik Konseyinde bir reformun olması gerektiğini, Sayın Şi baktım o da kabul ediyor. Bunu diğer ülkelerinde kabul etmesi gerekir. Biz, Birinci Dünya Savaşı şartlarını artık düşünemeyiz, o günün şartları farklıydı. Bugün güncellemek suretiyle tüm düydaya BM üyesi ülkelerin orada adil bir şekilde temsil edilmesi gerekir" dedi.
Türkiye'nin şu an yürüttüğü G-20 Dönem Başkanlığında, dünya genelinde kalkınma, yatırımlar ve entegrasyon konularındaki öncelikleri hayata geçirmenin çabası içinde olduklarını, inovasyonu en geniş anlamda değerlendirmenin gayretinde olacaklarını, 2016 yılında da bir ilki teşkil ederek "Dünya İnsani Zirvesine" Türkiye'nin ev sahipliği yapacağını dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin resmi kalkınma yardımlarını, 2014 yılı sonu itibariyle 4,5 milyar dolar seviyesine çıkartarak, bu alanda dünyada ABD ve İngiltere'den sonra üçüncü ülke haline geldiğini, Türkiye'nin gayrı safi milli hasılasına oranla dünyada en fazla uluslararası insani yardım yapan ülke durumunda bulunduğunu kaydetti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kalkınma yardımlarına önem vermelerinin gerisinde, "refahın tüm insanlara yayılmasını esas alan, paylaşmanın bereketine inanan, veren el alan elden üstündür anlayışını benimseyen medeniyet perspektifleri" bulunduğunu ifade ederek, bölgesel ve küresel çapta yürütülen işbirliği, barış ve kalkınma çabalarını artırarak devam ettirme kararlılığında olduklarını söyledi.
Sözler ve eylemlerle ortaya koydukları barış ve işbirliği mesajlarının, bazı çevrelerce yeterince algılanamadığını görmekten de üzüntü duyduklarını belirten Erdoğan, "Bilhassa Suriye'de yaşanan ve bizi de doğrudan tehdit eden olaylar üzerinden Türkiye'ye yöneltilen, kimi zaman iftira seviyesine varan haksız ithamlardan, fevkalade rahatsızız. Biz, en başından beri, Suriye başta olmak üzere tüm Ortadoğu'da huzurdan, barıştan, refahtan başka bir şey istemedik. Diktatörlüklerin, halklarına zulmeden baskıcı rejimlerin yerini, toplumların kendi iradelerini yansıtan yönetimlerin alması arzumuzu bugün de dile getiriyoruz. Bu tavrın, tarihi, coğrafi ve insani bağlarımızın olduğu kardeş toplumlara karşı ahlaki ve vicdanı sorumluluğumuzun gereği olduğuna inanıyoruz. Üstelik bu yaklaşıma, sadece bizim değil, tüm dünyanın ihtiyacı vardır" dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ortadoğu'nun dünyanın en kadim medeniyetlerinin, üç semavi dinin doğduğu coğrafya olduğuna dikkati çekerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bugün Ortadoğu'da yaşanan sıkıntılar ve krizler, Asya-Pasifik, Uzak Doğu, Avrupa dahil dünyanın tüm bölgelerini etkileme potansiyeline sahiptir. Şu gerçeği artık hepimizin görmesi gerekiyor; uluslararası kuruluşlarda meseleye hala Soğuk Savaş mantığı ile yaklaşılması, sorunları daha da derinleştirmektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin bazı üyelerinin, krizlerin üzerine gidilmesini engellemesinin faturasını, bölge halklarıyla birlikte tüm dünya ödüyor. Bu çerçevede süratle yeni bir anlayış birliğinin ortaya konmasına ve işbirliği mekanizmalarının güçlü şekilde işletilmesine ihtiyaç var. Sebep ne olursa olsun, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'nın tarihi bir dönüşüm sürecinden geçtiği ortadadır. Her değişim gibi, bölgede yaşanan süreç de sosyal çalkantılarla ve güvenlik sorunlarıyla birlikte ilerlemektedir. Ancak, burada unutulmaması gereken husus, bölgedeki değişim sürecinin, bugüne kadar gelişmelerin dışında kalmış diğer ülkelere ve tüm dünyaya da çok ciddi etkilerinin olacağıdır. Biz, Türkiye olarak, gelişmeleri bu şekilde değerlendiriyor ve kendi konumumuzu buna göre belirliyoruz."
-"Bizim tek derdimiz var; İslam, İslam, İslam"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İslam dünyasının önemli bir dönüm noktasında bulunduğunu, bunların başında mezhepçilik sorunu olduğunu ifade ederek, "İslam adına veya Müslüman kisvesiyle nefret uyandıran suçlar işleyen teröristler, en çok bu sorundan (mezhepçilik sorunu) nemalanıyor. Halbuki bizim inancımız, haksız yere masum bir insanı öldürmeyi tüm insanlığı öldürmek olarak gören bir barış ve merhamet dinidir. Bu anlayışı yeniden ihya edip, mezhep taassuplarının üzerine çıkarmadıkça, yaşadığımız sorunların üstesinden gelebilmemiz zordur. Bizim Sünnilik noktasında, Şia noktasında veya farklı mezhepler noktasında böyle bir derdimiz yok. Bizim tek derdimiz var; İslam, İslam, İslam. İslam'a gölge düşürülmesini kabul etmem mümkün değil. Şu anda bütün bu yapılanlardan İslam yara almaktadır. Tüm Müslümanların bunu koruma noktasında görevi vardır" diye konuştu.
Terörün, kaynağına ve kimliğine bakmaksızın, hiçbir sebeple meşrulaştırmadan, kategorik olarak reddetme iradesini herkesin göstermek mecburiyetinde olduğunun altını çizen Erdoğan, şöyle devam etti:
"Bakıyorsunuz şu anda Müslüman olduğunu söyleyen, fakat farklı mezhepten olduğu için ülkemdeki terör mücadelesinde ateist olanları dahi savunanların olduğunu gördüğümüz bir dünya var. Böyle bir yaklaşım tarzını görüyoruz, ama lafa geldiğinde Müslümanız diyor ama öbür tarafta terörist, aynı zamanda ateist olan örgütleri bu mezhep farklılığından dolayı savunanları görüyoruz. Öyleyse bunlara karşı uyanık olmak zorundayız, duruşumuzu buna göre sergilemek durumundayız. Türkiye olarak yıllarca terörle mücadele eden, bu süreçte çok ağır kayıplar veren ülke olarak meseleye tüm boyutlarıyla vakıfız. Bugün de terörün her çeşidine karşı kararlı bir tavır ortaya koyuyoruz. Sadece son günlerde ülkemizde gerçekleştirilen operasyonların dahi, Türkiye'nin bu konudaki ilkeli duruşunu göstermeye yeterli olduğunu düşünüyorum. Suriye'de faaliyet gösteren yabancı savaşçılar konusunda Türkiye'ye yöneltilen suçlamalar tamamen haksızdır. Kendi vatandaşlarının terör örgütleriyle ilişkilerini takip eden, zamanında ve etkin müdahale gerçekleştirmeyen ülkelerin, tüm sorumluluğu Türkiye'nin üzerine yıkmaya çalıştıklarını görüyoruz" dedi.
Suriye ile 910 kilometrelik sınırı olan, bu sınır boyunca sığınan 2 milyon misafiri bulunan Türkiye'nin, teröristlerle de etkin bir mücadele yürüttüğünü vurgulayan Erdoğan, bugüne kadar 16 binden fazla kişiye Türkiye'ye giriş yasağı koyduklarını, bin 600'den fazla kişiyi sınır dışı ettiklerini ve bin 300'den fazla kişiyi de sınırlardan geri çevirdiklerini anlattı.
Erdoğan, Türkiye'nin yaptığı çalışmaların önemli bir kısmını kendi imkan ve kabiliyetiyle yaptığına işaret ederek, buna karşılık, birçok ülkenin, teröristler konusunda hala Türkiye ile yeterli bilgi paylaşımı yapmadığını belirtti.
-"Biz, terörle mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Biz, terörle ve teröristlerle mücadelemizi, tek başımıza da olsak, sonuna kadar sürdüreceğiz. Diğer yandan, uluslararası terörizmle mücadeleye özel bir önem veriyoruz. Kuruluşuna öncülük ettiğimiz, Endonezya'nın da dahil olduğu Terörizmle Mücadele Küresel Forumu'nu daha etkin olarak çalıştırmak istiyoruz. Bu konuda, Endonezyalı dostlarımızla daha yakın işbirliği içinde olmak arzusundayız" diye konuştu.
Ortadoğu'daki sorunların hepsinin birbiriyle ilişkili olduğunu ifade eden Erdoğan, batı dünyasının bölgeye ilişkin güvenlik endişelerinin anlaşılabileceğini ama sadece güvenlik merceğinden bakan bir yaklaşımın, bölgedeki diğer sıkıntılarla birlikte terör sorununun çözümü için yeterli olmayacağını kaydetti.
Erdoğan, sorunun çözümünün bölgenin tarihi, sosyal, siyasal, kültürel ve insani duyarlılıkları dikkate alarak yürütülecek kapsamlı bir dönüşümden geçtiğini söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye'de de başından beri bu düşünceyi savunduklarını, ülkenin sosyolojisine uygun kapsamlı bir siyasi çözüm olmadan, bölgedeki radikal grupların etkinliğinin kırılabilmesinin mümkün olmadığını dile getirdiklerini ifade etti.
Filistin meselesinin de İslam aleminin aradığı huzuru bulmasının önündeki bir diğer engel olduğunu belirten Erdoğan, şöyle konuştu:
"Filistinlilerin, on yıllardır, kendi öz yurtlarında vatansız, topraksız, devletsiz bırakılmaları asla kabul edilemez. Filistin meselesine adil ve kalıcı bir çözüm bulunmadan, İslam dünyası da, bölgedeki diğer unsurlar da huzura kavuşamaz. Bu adaletsizliğin giderilmesi için Türkiye, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da tüm imkanlarıyla Filistinli kardeşlerinin yanında olmaya devam edecektir. Bölgede kalıcı barışın tesisi, öncelikle Filistin halkına yönelik baskılara son verilmesinden ve 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasından geçiyor. Kudüs'ün ve Harem-i Şerif'in korunmasına büyük hassasiyet gösteren Türkiye, bu doğrultuda çaba göstermeyi sürdürecektir.
Bu bakımdan, kuruluş gerekçesi Haremi Şerif'in korunması olan İslam İşbirliği Teşkilatına büyük görev düşüyor. İslam İşbirliği Teşkilatı, bugün, tüm İslam dünyasını aynı çatı altında toplayan yegane forum durumundadır. İslam ülkelerinin karşılaştığı iç ve dış sorunlara karşı, bu kuruluş, sorumluluk üstlenmek mecburiyetindedir. 2016 yılında ülkemizde düzenlenecek 13'üncü İslam Zirvesi'nin, bu doğrultuda önemli adımların atılmasına vesile olmasını temenni ediyorum. Ev sahibi ülke olarak biz bu konuda elimizden gelen gayreti göstereceğiz."
-"Türkiye, Avrupa'yı, ortaklık projesi olarak görüyor"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yabancı düşmanlığı, ayrımcılık, ırkçılık ve İslamofobi gibi eğilimlere karşı da yakın işbirliği içinde olmak gerektiğine işaret ederek, "Birlikte yaşama zarar veren dışlayıcı söylemlerin, Avrupa'da siyasi merkezde kolaylıkla yer bulabiliyor olması özellikle kaygı vericidir. Avrupa'da Müslümanlara karşı yapılan ayrımcılık bizleri üzmektedir. Avrupa'da 5 milyona yakın vatandaşı bulunan Türkiye, bu tür olumsuzluklardan en çok etkilenen ülkelerin başında geliyor. 2011-2014 yılları arasında, Avrupa'da sadece Türk vatandaşlarına yönelik olarak kundaklama, fiziki saldırı, tehdit mektubu gibi 300'ün üzerinde eylem gerçekleşti. Avrupa'nın yaşadığı sorunların, içe kapanma refleksiyle çözülemeyeceği bilinmelidir. Türkiye, Avrupa'yı, küresel meseleler karşısında müşterek çıkarları paylaştığı bir ortaklık projesi olarak görüyor. Bu anlayışla, Avrupa ülkeleriyle ilişkilerimizi daha da ileriye götürmek arzusundayız. Avrupa Birliği ülkelerinden de aynı yaklaşımı görmek istiyoruz" değerlendirmesinde bulundu.
Erdoğan, Türkiye'nin, Afrika'dan Afganistan'a kadar her yerde mazlumun hamisi olma çabası içinde olduğunu belirterek, Afrika'da izlenilen insani diplomasi odaklı dış politikanın en güzel örneğinin Somali'de kendini gösterdiğini, Asya-Pasifik'te de Müslüman kardeşlerinin sorunlarının çözümüne yapıcı katkılar sağlamaya çalıştıklarını anlattı.
Türkiye'nin, Güney Filipinler'de devam eden barış süreci kapsamında oluşturulan Uluslararası Temas Grubunun üyesi olduğunu hatırlatarak, bu gruba hem Filipinler Hükümeti'nin, hem de Moro İslami Kurtuluş Cephesi'nin ortak davetiyle katıldıklarını belirten Erdoğan, barış sürecindeki normalizasyon çalışmaları kapsamında kurulan Bağımsız Silah Bıraktırma Organın Başkanlığı'nın da bir Türk büyükelçi tarafından yürütüldüğünü kaydetti.
İnsani yardımların yanı sıra, özellikle sağlık ve eğitim alanında sağladıkları kalkınma yardımlarıyla Güney Filipinler'deki sürece katkıda bulunduklarını dile getiren Erdoğan, sorumluluk alanı tüm Filipinler olan TİKA Program Koordinasyon Ofisi'nin, nisan ayı itibariyle Manila'da faaliyetlerine başladığını belirtti.
Myanmar'da Rohingya Müslümanlarının etkilendiği olaylara da duyarsız kalmadıklarını ifade eden Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Bu ülkeye yaptığımız insani yardımlar sürüyor. 2012 yılında eşim ile o zaman Dışişleri Bakanı olarak görev yapan şu anda Başbakanımız olan Ahmet Davutoğlu da bölgeye giderek incelemelerde bulundu. Sayın Davutoğlu, 2013 yılında İslam İşbirliği Teşkilatı Rohingya Temas Grubu ülkelerinin temsilcileriyle birlikte Myanmar'a bir ziyaret daha gerçekleştirdi. Önümüzdeki dönemde bu yardımlarımızı arttırarak sürdürmeyi planlıyoruz. Bu vesileyle, Endonezya Hükümetine ve Endonezya halkına, Rohingya Müslümanlarına kucak açtıkları için şahsım ve milletim adına şükranlarımı sunuyorum.
Farklı medeniyetler ve kültürler arasında kurulacak köprülerin bize çocuklarımızın emaneti olan bu dünyaya sunabileceğimiz en büyük hizmet olduğuna inanıyorum. Diğer pek çok kimliğinin yanı sıra bir Asya ülkesi olan Türkiye, Asya-Pasifik Bölgesi'ndeki ülkelerle ve halklarla özel bağlar kurmanın ve geliştirmenin çabası içindedir. Bölgeyle yüzlerce yıllık geçmişe sahip ilişkilerimize, yeni bir anlayışla canlılık kazandırmak dış politikamızın öncelikli hedeflerinden biridir. Bu fotoğraf içinde Endonezya, dünyadaki en büyük Müslüman nüfusa sahip olması dolayısıyla özel bir yere sahiptir. İslam aleminin önündeki sorunlara verilecek en güzel cevap, önce kendi içimizdeki kardeşlik duygularını güçlü şekilde tesis etmekten geçiyor. Kadim medeniyetimizi, dünyadaki 1,5 milyar nüfusa sahip Müslümanlar olarak yeniden yüceltmek bizim elimizdedir. Bunun için hep birlikte çalışmamız gerekiyor."
Kaynak: AA
Ziyaretinde gösterilen samimi misafirperverlik için Endonezyalı mevkidaşına ve tüm Endonezya halkına şükranları sunan Erdoğan, konferans için de Endonezya Milli Güvenlik Enstitüsü yönetimine teşekkür etti.
Türkiye ile Endonezya arasındaki uzun mesafenin, halkların kardeşliği ve 16'ncı yüzyıldan bu yana devam eden iyi ilişkilerin önünde asla engel teşkil etmediğini vurgulayan Erdoğan, "Bugün ülkelerimiz, hem ikili düzeyde, hem de çok taraflı platformlarda yakın ve uyumlu bir birliktelik sergiliyor. Asya-Pasifik Bölgesi'nin öncü ülkesi Endonezya ile Avrasya Bölgesi'nin kilit ülkesi Türkiye arasında kurulacak güçlü siyasi, sosyal, ekonomik ilişkiler, her iki ülke halkıyla birlikte tüm dünyanın da yararına olacaktır. Biz Türkiye olarak bu konuda çok istekli ve samimiyiz. Endonezyalı dostlarımızın da aynı duygular içinde olduğunu görmekten memnuniyet duyuyoruz" dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerek Türkiye'nin bölgesinde gerekse dünyada, tarihi gelişmelerin yaşandığı kritik bir dönemden geçildiğini, Türkiye'nin güney sınırlarında, Suriye ve Irak'ta fitili ateşlenen çatışmaların, giderek genişleyerek tüm dünyayı etkisi altına almaya başladığını, Filistin'de, Libya'da, Mısır'da, Yemen'de kardeş halkların çektiği acılarla, bir huzur denizi olması gereken Akdeniz'in, dünyanın en sorunlu bölgesine dönüştüğünü vurguladı.
Türkiye'nin kuzeyinde, Ukrayna'da yaşanan gelişmeler ve buradaki Kırım Tatarlarının yaşadığı zorlukların Türkiye'yi doğrudan ilgilendirdiğini, Batı'da Yunanistan'ın, tarihinin en vahim ekonomik krizini yaşadığını belirten Erdoğan, Batı ülkelerinde 2008 yılından beri etkisini sürdüren ekonomik krizin, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi ortak değerler konusunda ciddi sınamaları beraberinde getirdiğini, yaşanan ekonomik krizin pek çok Avrupa ülkesinde sosyal dokuda ciddi tahrifata yol açtığını söyledi.
-"Yaşanan sorunların mezhepçi ve ayrıştırıcı kışkırtmalarla diri tutulduğu açıkça ortadadır"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin etrafındaki tabloya rağmen bölgesel ve küresel düzeyde barışın, huzurun, işbirliğinin güçlenmesi için gayret gösterdiğini, mücadele ettiğini dile getirerek, "Ülkemizin ekonomik, sosyal, siyasi ve fiziki güvenliğini hedef alan tüm tahriklere karşı kararlı ve dirayetli bir duruş sergiliyoruz. Bölgemizde yaşanan sorunların mezhepçi ve ayrıştırıcı kışkırtmalarla diri tutulduğu, gerektiğinde tırmandırıldığı da açıkça ortadadır. Bu kışkırtmalar bazen, Suriye örneğinde olduğu gibi, halkının meşru taleplerine kulak vermeyen rejimlerden kaynaklanabiliyor. Bazı durumlarda ise yaşanan iç karışıklardan yararlanarak kendilerine nüfuz alanı oluşturmaya çalışan diğer devletlerin izledikleri politikalar, sorunları derinleştirebiliyor. Mezhepçi ve ayrıştırıcı politikaların uygulanma şekli, yöntemi ne olursa olsun, maalesef sonu hep daha fazla kanla, daha fazla gözyaşıyla, daha fazla acıyla bitiyor" değerlendirmesinde bulundu.
Erdoğan, Irak'ta 25 yıldır yaşanan ve 1 milyonu aşkın insanın ölümüyle sonuçlanan hadiselerin hala sürdüğünü, Suriye'de, beşinci yılına giren krizde 300 bini aşkın insanın hayatını kaybettiğini, yarısı Türkiye'de olmak üzere 4 milyon insanın ülkesini terk ettiğini, 7 milyon insanın da Suriye içinde yer değiştirdiğini, bu durumun Türkiye'ye maliyetinin 6 milyar doları aştığını anlattı.
"Bir başka ifadeyle Suriye nüfusunun yarısı bu süreçte evinden, toprağından, yurdundan oldu" diyen Erdoğan, bugün Suriye'deki durum sebebiyle hem Türkiye'nin hem de uluslararası toplumun güvenliğinin ciddi tehdit altında olduğuna işaret etti.
Erdoğan, şöyle devam etti:
"Maalesef Suriye'de rejim, kendi halkına karşı yürüttüğü mücadelede kimyasal silahlar, balistik füzeler ve terör örgütleri olmak üzere her türlü kirli yola başvurdu. Şu anda içindeyiz, tüm bu terör örgütleriyle ülkemiz karşı karşıya. DAEŞ terör örgütü işte böyle bir anlayışın, projenin ürünüdür. Bu örgütün yaptıklarının bizim dinimizde, ahlakımızda, vicdanımızda, kültürümüzde asla yeri yoktur. Bizim dinimiz Arapça 'sin' kelimesinden türemiştir. Sin, barış anlamına gelmektedir. Barışla anlam bulan, tanımlanan dinimiz böyle bir anlayışı, insanları acımasızca katleden anlayışa cevaz verebilir mi? Hayır. Bu örgüt eliyle dünya kamuoyuna servis edilen kaos ve terör görüntüleri, dünyadaki İslam ve Müslüman algısına çok büyük zarar veriyor. Bu sorunun çözümü için, hep birlikte ve kararlı bir duruş ortaya koymamız gerekiyor.
Türkiye, bu konuda üzerine düşen görevleri, içinde bulunduğu tüm zorluklara rağmen yapıyor, yapmaya devam edecek. Ama bazı karanlık odaklar var, bu karanlık odaklar ne yazık ki Türkiye'yi böyle bir terör örgütüne destek vermekle kara propaganda yaparak zan altına sokmaya çalışıyor. Asla ve kata Türkiye böyle bir senaryonun içinde yer almamıştır, asla almaz. Biz, burada Batı ülkelerinden ve dünyadan duyarlı tavır bekledik. Ne Batı ülkeleri ne de dünya bu konuda gösterdiğimiz hassasiyeti göstermemiştir."
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Soğuk Savaş'ın sona ermesinin etkisiyle dünyada jeopolitik dengelerin büyük dönüşüme uğradığı bir dönemde, 2003 yılı başında Türkiye'de başbakanlık görevini devraldığını anımsatarak, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Bu dönemde, Türkiye'nin köklü tarihi ve insani ilişkilerinin bulunduğu Balkanlarda yaşayan Müslümanların 1990'larda uğradığı zulmün yaraları yeni yeni sarılıyordu. Kafkasya'da çeşitli toplumlar arasında yaşanan gerilimin Müslümanlar aleyhine ortaya çıkardığı sonuçların etkileri halen sürüyordu. Dünyada ise 11 Eylül terör saldırılarının sebep olduğu olumsuz konjonktürün ağırlığı hala güçlü şekilde hissediliyordu. Biz bu süreçte, yaşanan acılardan gerekli derslerin çıkartılması, eski husumetlerin yerini işbirliği, barış ve huzura bırakması yönünde bir duruş sergiledik.
Aynı şekilde, ülke içinde de demokratik ve ekonomik reformlarla, milletimizin geleceğine umutla bakmasını sağlayacak bir güven ortamı tesis ettik. Ekonomide gerçekleştirdiğimiz reformlar ve uyguladığımız mali disiplin politikaları sayesinde, 2008 küresel krizinden en az düzeyde etkilendik. O zaman bir ifadem vardı, 'bu ekonomik kriz Türkiye'yi teğet geçecek' demiştim, nitekim de öyle oldu. Ekonomimiz 2003-2014 döneminde ortalama yüzde 5 büyüdü. Aynı dönemde, Türkiye'deki doğrudan uluslararası sermaye yatırımı tutarı 150 milyar doları aştı."
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin, demokrasi ve insan hakları konusunda, Avrupa Birliği standartlarını yakalan bir ülke olduğuna vurgu yaparak, şu ifadeleri kullandı:
"Bugün etrafımızı saran onca tehdit ve kaos karşısında sağlam bir duruş sergileyebilmemiz, işte bu cesur adımlar sayesinde oldu. 300 bini Irak'tan olmak üzere bir milyon 700 bini Suriye'den olmak üzere 2 milyon mülteciyi ülkesinde barındıran bir ülke var fakat Avrupa'nın tamamına bakınız, onlar 200 bin kişiyi bile ülkelerinde misafir edemiyor. Hatta Ege'den Avrupa ülkelerine gitmek isteyenlere karşı da denizde boğulmaları için imkan hazırlıyorlar. Biz ise sahil güvenlik ekiplerimizle onları kurtarıp, önce misafir ediyoruz, ondan sonra ülkelerine gönderiyoruz. Niye? Bu bizim hem insani görevimizdir hem vicdani hem de İslami görevimizdir."
Erdoğan, Asya-Pasifik'ten Afrika'ya ve Latin Amerika'ya kadar dünyanın dört bir yanında, ekonomik faaliyetlerle, insani yardımlarla, uluslararası kuruluşlara olan katkılarla, aktif bir dış politika izlediklerini vurguladı.
Bölge ülkeleri arasındaki ihtilafların çözümü için çok sayıda üçlü diyalog mekanizmaları oluşturduklarını, birçok ülkeyle Yüksek Düzeyli Stratejik Konseyleri hayata geçirdiklerini, EFTA ülkelerinin yanı sıra 22 ülke ile serbest ticaret anlaşması, 80 ülke ile çifte vergilendirmenin önlenmesi anlaşması, 93 ülke ile yatırımların karşılıklı teşviki ve korunması anlaşması imzaladıklarını anlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletlerde, Medeniyetler İttifakı ve Barış İçin Arabuluculuk gibi ses getiren girişimlerde bulunduklarını, dünyadaki pek çok bölgesel örgütle somut işbirliği kanalları oluşturduklarını söyledi.
-"Dünya 5'ten büyüktür"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Dünya 5'ten büyüktür" diyerek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde reform yapılması gerektiğini uluslararası platformlarda dile getirdiğini belirterek, "Zira BM Güvenlik Konseyi'nin 5 üyesi tüm dünyada belirleyici konumda, yani o 5 ülkeden bir tanesi ne diyorsa o oluyor. Eğer bir konuda 'hayır' diyorlarsa o iş olmaz. Peki dünyadaki 200'e yakın ülke bunlara mahkum mu? Şu anda mahkum. Çin'den geliyorum, Çin Devlet Başkanı ile de bu konuları konuştuk. BM Güvenlik Konseyinde bir reformun olması gerektiğini, Sayın Şi baktım o da kabul ediyor. Bunu diğer ülkelerinde kabul etmesi gerekir. Biz, Birinci Dünya Savaşı şartlarını artık düşünemeyiz, o günün şartları farklıydı. Bugün güncellemek suretiyle tüm düydaya BM üyesi ülkelerin orada adil bir şekilde temsil edilmesi gerekir" dedi.
Türkiye'nin şu an yürüttüğü G-20 Dönem Başkanlığında, dünya genelinde kalkınma, yatırımlar ve entegrasyon konularındaki öncelikleri hayata geçirmenin çabası içinde olduklarını, inovasyonu en geniş anlamda değerlendirmenin gayretinde olacaklarını, 2016 yılında da bir ilki teşkil ederek "Dünya İnsani Zirvesine" Türkiye'nin ev sahipliği yapacağını dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin resmi kalkınma yardımlarını, 2014 yılı sonu itibariyle 4,5 milyar dolar seviyesine çıkartarak, bu alanda dünyada ABD ve İngiltere'den sonra üçüncü ülke haline geldiğini, Türkiye'nin gayrı safi milli hasılasına oranla dünyada en fazla uluslararası insani yardım yapan ülke durumunda bulunduğunu kaydetti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kalkınma yardımlarına önem vermelerinin gerisinde, "refahın tüm insanlara yayılmasını esas alan, paylaşmanın bereketine inanan, veren el alan elden üstündür anlayışını benimseyen medeniyet perspektifleri" bulunduğunu ifade ederek, bölgesel ve küresel çapta yürütülen işbirliği, barış ve kalkınma çabalarını artırarak devam ettirme kararlılığında olduklarını söyledi.
Sözler ve eylemlerle ortaya koydukları barış ve işbirliği mesajlarının, bazı çevrelerce yeterince algılanamadığını görmekten de üzüntü duyduklarını belirten Erdoğan, "Bilhassa Suriye'de yaşanan ve bizi de doğrudan tehdit eden olaylar üzerinden Türkiye'ye yöneltilen, kimi zaman iftira seviyesine varan haksız ithamlardan, fevkalade rahatsızız. Biz, en başından beri, Suriye başta olmak üzere tüm Ortadoğu'da huzurdan, barıştan, refahtan başka bir şey istemedik. Diktatörlüklerin, halklarına zulmeden baskıcı rejimlerin yerini, toplumların kendi iradelerini yansıtan yönetimlerin alması arzumuzu bugün de dile getiriyoruz. Bu tavrın, tarihi, coğrafi ve insani bağlarımızın olduğu kardeş toplumlara karşı ahlaki ve vicdanı sorumluluğumuzun gereği olduğuna inanıyoruz. Üstelik bu yaklaşıma, sadece bizim değil, tüm dünyanın ihtiyacı vardır" dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ortadoğu'nun dünyanın en kadim medeniyetlerinin, üç semavi dinin doğduğu coğrafya olduğuna dikkati çekerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bugün Ortadoğu'da yaşanan sıkıntılar ve krizler, Asya-Pasifik, Uzak Doğu, Avrupa dahil dünyanın tüm bölgelerini etkileme potansiyeline sahiptir. Şu gerçeği artık hepimizin görmesi gerekiyor; uluslararası kuruluşlarda meseleye hala Soğuk Savaş mantığı ile yaklaşılması, sorunları daha da derinleştirmektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin bazı üyelerinin, krizlerin üzerine gidilmesini engellemesinin faturasını, bölge halklarıyla birlikte tüm dünya ödüyor. Bu çerçevede süratle yeni bir anlayış birliğinin ortaya konmasına ve işbirliği mekanizmalarının güçlü şekilde işletilmesine ihtiyaç var. Sebep ne olursa olsun, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'nın tarihi bir dönüşüm sürecinden geçtiği ortadadır. Her değişim gibi, bölgede yaşanan süreç de sosyal çalkantılarla ve güvenlik sorunlarıyla birlikte ilerlemektedir. Ancak, burada unutulmaması gereken husus, bölgedeki değişim sürecinin, bugüne kadar gelişmelerin dışında kalmış diğer ülkelere ve tüm dünyaya da çok ciddi etkilerinin olacağıdır. Biz, Türkiye olarak, gelişmeleri bu şekilde değerlendiriyor ve kendi konumumuzu buna göre belirliyoruz."
-"Bizim tek derdimiz var; İslam, İslam, İslam"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İslam dünyasının önemli bir dönüm noktasında bulunduğunu, bunların başında mezhepçilik sorunu olduğunu ifade ederek, "İslam adına veya Müslüman kisvesiyle nefret uyandıran suçlar işleyen teröristler, en çok bu sorundan (mezhepçilik sorunu) nemalanıyor. Halbuki bizim inancımız, haksız yere masum bir insanı öldürmeyi tüm insanlığı öldürmek olarak gören bir barış ve merhamet dinidir. Bu anlayışı yeniden ihya edip, mezhep taassuplarının üzerine çıkarmadıkça, yaşadığımız sorunların üstesinden gelebilmemiz zordur. Bizim Sünnilik noktasında, Şia noktasında veya farklı mezhepler noktasında böyle bir derdimiz yok. Bizim tek derdimiz var; İslam, İslam, İslam. İslam'a gölge düşürülmesini kabul etmem mümkün değil. Şu anda bütün bu yapılanlardan İslam yara almaktadır. Tüm Müslümanların bunu koruma noktasında görevi vardır" diye konuştu.
Terörün, kaynağına ve kimliğine bakmaksızın, hiçbir sebeple meşrulaştırmadan, kategorik olarak reddetme iradesini herkesin göstermek mecburiyetinde olduğunun altını çizen Erdoğan, şöyle devam etti:
"Bakıyorsunuz şu anda Müslüman olduğunu söyleyen, fakat farklı mezhepten olduğu için ülkemdeki terör mücadelesinde ateist olanları dahi savunanların olduğunu gördüğümüz bir dünya var. Böyle bir yaklaşım tarzını görüyoruz, ama lafa geldiğinde Müslümanız diyor ama öbür tarafta terörist, aynı zamanda ateist olan örgütleri bu mezhep farklılığından dolayı savunanları görüyoruz. Öyleyse bunlara karşı uyanık olmak zorundayız, duruşumuzu buna göre sergilemek durumundayız. Türkiye olarak yıllarca terörle mücadele eden, bu süreçte çok ağır kayıplar veren ülke olarak meseleye tüm boyutlarıyla vakıfız. Bugün de terörün her çeşidine karşı kararlı bir tavır ortaya koyuyoruz. Sadece son günlerde ülkemizde gerçekleştirilen operasyonların dahi, Türkiye'nin bu konudaki ilkeli duruşunu göstermeye yeterli olduğunu düşünüyorum. Suriye'de faaliyet gösteren yabancı savaşçılar konusunda Türkiye'ye yöneltilen suçlamalar tamamen haksızdır. Kendi vatandaşlarının terör örgütleriyle ilişkilerini takip eden, zamanında ve etkin müdahale gerçekleştirmeyen ülkelerin, tüm sorumluluğu Türkiye'nin üzerine yıkmaya çalıştıklarını görüyoruz" dedi.
Suriye ile 910 kilometrelik sınırı olan, bu sınır boyunca sığınan 2 milyon misafiri bulunan Türkiye'nin, teröristlerle de etkin bir mücadele yürüttüğünü vurgulayan Erdoğan, bugüne kadar 16 binden fazla kişiye Türkiye'ye giriş yasağı koyduklarını, bin 600'den fazla kişiyi sınır dışı ettiklerini ve bin 300'den fazla kişiyi de sınırlardan geri çevirdiklerini anlattı.
Erdoğan, Türkiye'nin yaptığı çalışmaların önemli bir kısmını kendi imkan ve kabiliyetiyle yaptığına işaret ederek, buna karşılık, birçok ülkenin, teröristler konusunda hala Türkiye ile yeterli bilgi paylaşımı yapmadığını belirtti.
-"Biz, terörle mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Biz, terörle ve teröristlerle mücadelemizi, tek başımıza da olsak, sonuna kadar sürdüreceğiz. Diğer yandan, uluslararası terörizmle mücadeleye özel bir önem veriyoruz. Kuruluşuna öncülük ettiğimiz, Endonezya'nın da dahil olduğu Terörizmle Mücadele Küresel Forumu'nu daha etkin olarak çalıştırmak istiyoruz. Bu konuda, Endonezyalı dostlarımızla daha yakın işbirliği içinde olmak arzusundayız" diye konuştu.
Ortadoğu'daki sorunların hepsinin birbiriyle ilişkili olduğunu ifade eden Erdoğan, batı dünyasının bölgeye ilişkin güvenlik endişelerinin anlaşılabileceğini ama sadece güvenlik merceğinden bakan bir yaklaşımın, bölgedeki diğer sıkıntılarla birlikte terör sorununun çözümü için yeterli olmayacağını kaydetti.
Erdoğan, sorunun çözümünün bölgenin tarihi, sosyal, siyasal, kültürel ve insani duyarlılıkları dikkate alarak yürütülecek kapsamlı bir dönüşümden geçtiğini söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye'de de başından beri bu düşünceyi savunduklarını, ülkenin sosyolojisine uygun kapsamlı bir siyasi çözüm olmadan, bölgedeki radikal grupların etkinliğinin kırılabilmesinin mümkün olmadığını dile getirdiklerini ifade etti.
Filistin meselesinin de İslam aleminin aradığı huzuru bulmasının önündeki bir diğer engel olduğunu belirten Erdoğan, şöyle konuştu:
"Filistinlilerin, on yıllardır, kendi öz yurtlarında vatansız, topraksız, devletsiz bırakılmaları asla kabul edilemez. Filistin meselesine adil ve kalıcı bir çözüm bulunmadan, İslam dünyası da, bölgedeki diğer unsurlar da huzura kavuşamaz. Bu adaletsizliğin giderilmesi için Türkiye, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da tüm imkanlarıyla Filistinli kardeşlerinin yanında olmaya devam edecektir. Bölgede kalıcı barışın tesisi, öncelikle Filistin halkına yönelik baskılara son verilmesinden ve 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasından geçiyor. Kudüs'ün ve Harem-i Şerif'in korunmasına büyük hassasiyet gösteren Türkiye, bu doğrultuda çaba göstermeyi sürdürecektir.
Bu bakımdan, kuruluş gerekçesi Haremi Şerif'in korunması olan İslam İşbirliği Teşkilatına büyük görev düşüyor. İslam İşbirliği Teşkilatı, bugün, tüm İslam dünyasını aynı çatı altında toplayan yegane forum durumundadır. İslam ülkelerinin karşılaştığı iç ve dış sorunlara karşı, bu kuruluş, sorumluluk üstlenmek mecburiyetindedir. 2016 yılında ülkemizde düzenlenecek 13'üncü İslam Zirvesi'nin, bu doğrultuda önemli adımların atılmasına vesile olmasını temenni ediyorum. Ev sahibi ülke olarak biz bu konuda elimizden gelen gayreti göstereceğiz."
-"Türkiye, Avrupa'yı, ortaklık projesi olarak görüyor"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yabancı düşmanlığı, ayrımcılık, ırkçılık ve İslamofobi gibi eğilimlere karşı da yakın işbirliği içinde olmak gerektiğine işaret ederek, "Birlikte yaşama zarar veren dışlayıcı söylemlerin, Avrupa'da siyasi merkezde kolaylıkla yer bulabiliyor olması özellikle kaygı vericidir. Avrupa'da Müslümanlara karşı yapılan ayrımcılık bizleri üzmektedir. Avrupa'da 5 milyona yakın vatandaşı bulunan Türkiye, bu tür olumsuzluklardan en çok etkilenen ülkelerin başında geliyor. 2011-2014 yılları arasında, Avrupa'da sadece Türk vatandaşlarına yönelik olarak kundaklama, fiziki saldırı, tehdit mektubu gibi 300'ün üzerinde eylem gerçekleşti. Avrupa'nın yaşadığı sorunların, içe kapanma refleksiyle çözülemeyeceği bilinmelidir. Türkiye, Avrupa'yı, küresel meseleler karşısında müşterek çıkarları paylaştığı bir ortaklık projesi olarak görüyor. Bu anlayışla, Avrupa ülkeleriyle ilişkilerimizi daha da ileriye götürmek arzusundayız. Avrupa Birliği ülkelerinden de aynı yaklaşımı görmek istiyoruz" değerlendirmesinde bulundu.
Erdoğan, Türkiye'nin, Afrika'dan Afganistan'a kadar her yerde mazlumun hamisi olma çabası içinde olduğunu belirterek, Afrika'da izlenilen insani diplomasi odaklı dış politikanın en güzel örneğinin Somali'de kendini gösterdiğini, Asya-Pasifik'te de Müslüman kardeşlerinin sorunlarının çözümüne yapıcı katkılar sağlamaya çalıştıklarını anlattı.
Türkiye'nin, Güney Filipinler'de devam eden barış süreci kapsamında oluşturulan Uluslararası Temas Grubunun üyesi olduğunu hatırlatarak, bu gruba hem Filipinler Hükümeti'nin, hem de Moro İslami Kurtuluş Cephesi'nin ortak davetiyle katıldıklarını belirten Erdoğan, barış sürecindeki normalizasyon çalışmaları kapsamında kurulan Bağımsız Silah Bıraktırma Organın Başkanlığı'nın da bir Türk büyükelçi tarafından yürütüldüğünü kaydetti.
İnsani yardımların yanı sıra, özellikle sağlık ve eğitim alanında sağladıkları kalkınma yardımlarıyla Güney Filipinler'deki sürece katkıda bulunduklarını dile getiren Erdoğan, sorumluluk alanı tüm Filipinler olan TİKA Program Koordinasyon Ofisi'nin, nisan ayı itibariyle Manila'da faaliyetlerine başladığını belirtti.
Myanmar'da Rohingya Müslümanlarının etkilendiği olaylara da duyarsız kalmadıklarını ifade eden Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Bu ülkeye yaptığımız insani yardımlar sürüyor. 2012 yılında eşim ile o zaman Dışişleri Bakanı olarak görev yapan şu anda Başbakanımız olan Ahmet Davutoğlu da bölgeye giderek incelemelerde bulundu. Sayın Davutoğlu, 2013 yılında İslam İşbirliği Teşkilatı Rohingya Temas Grubu ülkelerinin temsilcileriyle birlikte Myanmar'a bir ziyaret daha gerçekleştirdi. Önümüzdeki dönemde bu yardımlarımızı arttırarak sürdürmeyi planlıyoruz. Bu vesileyle, Endonezya Hükümetine ve Endonezya halkına, Rohingya Müslümanlarına kucak açtıkları için şahsım ve milletim adına şükranlarımı sunuyorum.
Farklı medeniyetler ve kültürler arasında kurulacak köprülerin bize çocuklarımızın emaneti olan bu dünyaya sunabileceğimiz en büyük hizmet olduğuna inanıyorum. Diğer pek çok kimliğinin yanı sıra bir Asya ülkesi olan Türkiye, Asya-Pasifik Bölgesi'ndeki ülkelerle ve halklarla özel bağlar kurmanın ve geliştirmenin çabası içindedir. Bölgeyle yüzlerce yıllık geçmişe sahip ilişkilerimize, yeni bir anlayışla canlılık kazandırmak dış politikamızın öncelikli hedeflerinden biridir. Bu fotoğraf içinde Endonezya, dünyadaki en büyük Müslüman nüfusa sahip olması dolayısıyla özel bir yere sahiptir. İslam aleminin önündeki sorunlara verilecek en güzel cevap, önce kendi içimizdeki kardeşlik duygularını güçlü şekilde tesis etmekten geçiyor. Kadim medeniyetimizi, dünyadaki 1,5 milyar nüfusa sahip Müslümanlar olarak yeniden yüceltmek bizim elimizdedir. Bunun için hep birlikte çalışmamız gerekiyor."