Türk Ocakları Perşembe Sohbetleri

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Adnan Adıgüzel, Müslümanların, Endülüs’te bütün dünyaya öğrettikleri en önemli hususlardan birinin de çok farklı din ve milliyetlerden insanların aynı çatı altında yaşayabilecekleri bir ortamın hayal olmadığı gerçeği olduğunu ifade etti.

Türk Ocakları Perşembe Sohbetleri
Eskişehir Türk Ocakları tarafından düzenlenen ‘Perşembe Sohbeti’nin konuğu olan Doç. Dr. Adnan Adıgüzel, "İslam Tarihi ve Medeniyetin’de Endülüs" konusunu ele aldı. Adıgüzel, günümüzde İspanya ve Portekiz devletlerinin bulunduğu İber Yarımadasının Müslümanlar tarafından 8. yüzyıl başlarında fethedildiğini, Vandallar ülkesi anlamına gelen Vandalusya kelimesinin ise Araplar tarafından Endelüs şeklinde telaffuz edildiği belirtti.

Müslümanların bu bölgeyi çoğunluğu Berberi kökenli olan askerleriyle 711 yılında Tarık Bin Ziyad komutanlığında bir askeri birlikle fethe başladığını söyleyen Adıgüzel, “Lekke savaşı denilen bir savaş dışında genellikle anlaşma yoluyla fethetmişlerdir. Bir-kaç yıllık bir süre içinde kuzeydeki küçük bir alan hariç yarımada tamamen Müslümanların eline geçmiştir. Müslümanlar buradan İstanbul’a doğru uzanarak bölgeyi Avrupa üzerinden Şam’a bağlamayı tasarlamışlardır. Ancak bu dönemde Emevilerin iç karışıklıklarla boğuşması ve 732 yılındaki Paris yakınlarındaki Puvatya (Balatu’ş-şuhedâ) savaşında yaşanan mağlubiyet Müslümanların ilerleyişini durdurmuştur. Bu tarihten sonra yaklaşık sekiz asırlık bir dönemde Reconquista denilen yeniden fetih hareketiyle Müslümanlar Endülüs’ten tamamen çıkarılmıştır” dedi.

"ENDÜLÜS ALİMLERİNİN İSİMLERİNİN TOPLANDIĞI ESERLER CİLTLERE SIĞMAYACAK KADAR ÇOKTUR”

Müslümanların siyasi tarihi açısından Endülüs hakimiyetleri yedi dönem olarak ele alındığını belirten Doç. Dr. Adnan Adıgüzel, “Müslümanlar Endülüs’te hakim oldukları dönemde İslam medeniyetini en iyi şekilde temsil etmeye çalışmışlardır. Ortaya koydukları çeşitli kurumlarıyla, gelenekleriyle, ilim ve sanattaki başarılarıyla bölgeye yeni bir hayat vermişlerdir. Yine bu dönemde Müslümanlar Ortaçağ karanlığındaki Avrupa’yı kitap-bilim, ahlak, adalet, temizlik, hoşgörüyle aydınlatmışlardır. Tarım ve çeşitli sanatların gelişmesinde öncülük etmişlerdir. Bugün Müslümanların bıraktıkları mimari eserlerden çok azı ayaktadır. Bunlardan en bilinenleri; Kurtuba Ulu Camii, Sevilya’da Ulu caminin minaresi olan Melviye/la Giralda ve Altın Kule, Gırnata’da el-Hamra Sarayı ve Zaragusta’da Caferiye Sarayı gibi yapılardır. Ancak bu dönemde yetişmiş ve hâlâ isimleri bilinen dünya çapında çok sayıda alim bulunmaktadır. Endülüs’te bu alimlerin yetişmesini sağlayan her türlü destek ve ortam sağlamıştır. Endülüs alimlerinin isimlerinin toplandığı eserler ciltlere sığmayacak kadar çoktur” diye belirtti.

ÇOK FARKLI DİN VE MİLLİYETLERDEN İNSANLARIN AYNI ÇATI ALTINDA YAŞAMASI HAYAL DEĞİL

Müslümanların Endülüs’te bütün dünyaya öğrettikleri en önemli hususlardan birinin de çok farklı din ve milliyetlerden insanların aynı çatı altında yaşayabilecekleri bir ortamın hayal olmadığı gerçeği olduğunu ifade eden Adıgüzel, şunları söyledi;

“Ancak buradaki Müslümanlar sekiz asır kaldıkları topraklarda, yaklaşık yüz yılda, Haçlı seferlerinin bir parçası olarak bölgeden çıkarılmışlar ve son ferdine kadar ölüm, din değiştirme ya da çıkıp gitme gibi seçeneklerle karşı karşıya bırakılıp yok edilmişlerdir.”
Kaynak: İHA