Kırca'nın Oğlundan Başkan Kocadon'a Ziyaret
IHAAW121734-YRL/09-10-2015
- KIRCA’NIN OĞLUNDAN BAŞKAN KOCADON’A ZİYARET
(FOTOĞRAFLI)
MEHMET BARLAS
MUĞLA - Levent Kırca’nın oğlu Oğulcan Kırca, Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon’u makamında ziyaret etti.
Bu yıl beşincisi düzenlenen “Bodrum Türk Filmleri Haftası” kapsamında Bodrum Belediyesi, Bodrum Sinema ve Kültür Derneği ile Magazin Gazetecileri Derneği, ünlü sanatçı Levent Kırca’ya “Yaşam Boyu Onur Ödülü” verdi. İstanbul’da devam eden tedavisi nedeniyle törene katılamayan sanatçının ödülünü, oğlu Oğulcan Kırca aldı.
Oğulcan Kırca, Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon’u da makamında ziyaret ederek babasından selam getirdi. Ayrıca ünlü sanatçı Levent Kırca’nın kaleme aldığı mektubu da okuyan Oğulcan Kırca, mektubu Mehmet Kocadon’a teslim etti.
Kocadon, Kırca’nın çocukluk yıllarından bugüne kendisinde çok büyük anıları olan büyük bir sanatçı olduğuna vurgu yaparak, “Öncelikle ben bu Türk Filmleri Haftası’nı gerçekleştiren tüm ekibe çok teşekkür ediyorum. Tabi bugün onur ödülü verdiğimiz Levent ustada da çocukluğumuzdan bugüne kadar bizde birçok anısı olan sanatçımız, Türkiye’nin değerli bir sanatçısı. Ona bu ödülü vermekten de Bodrum olarak, Bodrum halkı olarak, Bodrum halkının temsilcisi olarak, son derece mutlu ve gururluyum. Tabi bu arada ustanın bize yazmış olduğu mektup var. Bu mektubu okuyunca gerçekten birazda kendime yazılmış gibi hissettim, aynı duyguları yaşar gibi oldum. Onun için kendisine de çok teşekkür ediyorum bu güzel mektubu Bodrum’a yazdığı için.” dedi.
Ziyaret sonunda Levent Kırca’ya verilen “Yaşam Boyu Onur Ödülü” ile birlikte fotoğraf da çekilen Kocadon, ziyaretleri dolayısıyla Oğulcan Kırca’ya teşekkür etti.
Levent Kırca’nın göndermiş olduğu mektup şöyle: “1974’de TRT ile girdim hayatınıza. O günden bu yana baya bir zamanınızı aldım. 41 yıl… Teşekkür ederim size, anılarınızda bana yer açtığınız için. Hayatımda sayısız ödül aldım. Renk renk, biçim biçim. Altından olup da bir şey ifade etmeyeni de var, tenekeden olup da paha biçilmezi de. Aldığım ilk bir kaç ödülü çalışma masamın üstüne koydum. Çalışacak yer kalmayınca camlı bir dolaba koydum. Dolap isyan edince odamı onlara tahsis ettim. Evi istila ettiklerinde ise sokakta kaldım. Arada bir onları ziyaret ettiğimde hiç dertleri olmadığını gördüm. Üzerlerindeki toza rağmen şikâyet edeni yoktu. Hepsi yerini biliyordu. Birbirlerine saygılılardı. Hiç kavga etmediler. Birbirlerini yemediler. Bir arada mutlu mesut geçindiler. Altından da olsalar, tenekeden de olsalar, hepsi birer ödüldü. Hepsi eşitti. İki kardeş bir çorap yüzünden kavga edebilirler. Ama komşunun çocuğu sorun çıkardığında iki kardeş birlik olur. Ev sahibi ile kiracı arasında problem olduğunda, bina yıkılacaksa birlik olurlar. O öbürünün tepesinden halı sarkıttığında kavga eden komşular, mahalle maçlarında birlik olur. Hacısı, ateisti takımı gol attığında sarılır, ağlarlar. Düşman ülke sana savaş açtığında ülke birlik olur. Toprağım dediğin adamın her işine koşarsın. Memlekette yüzünü bile görmek istemediğin, başka şehirde canın, memleketlin olur. Toprak aynı toprak; biraz tozlu, biraz killi... Su aynı su; biraz berrak, biraz kireçli… İnsan olarak birbirimizi sahiplenmek, birleşebilmek için uzaylıların dünyayı istila etmesi mi gerekir? Güzellikler paylaştıkça değerlenir, kötülükler çoğaldıkça kanıksanır. Geçmişlerimiz ve benim jenerasyonumdaki insanlar için, eskiler her zaman daha güzel gelmiştir insana. Daha sağlıklı, daha diri, daha dertsiz gelmiştir. Daha adaletli, daha umutlu gelmiştir. Eski zamanlar; ‘Ah o eski zamanlardır’ Bu mektubumu sizlere ülkemizin değerli bir film festivali olan, 5. Bodrum Film Festivali vesilesiyle yazıyorum. O yüzden benim için yeri çok ayrı olan bir yönetmenden alıntı yapmakta sakınca görmüyorum. Woody Allen’ın Midnight in Paris filminde zaman atlamaları vardır. Film günümüzde başlar, basit ama fantastik bir yöntemle sürekli geçmişe gider. Filmde o geçmiş dönemler içerisinde Ernest Hemingway, Dali, Picasso, T.S. Elliot, Edgar Dega, Luis Bunuel gibi önemi tartışılmaz insanlara rastlarız. Hepsi, hangi dönemde yaşıyor olurlarsa olsun, kendi geçmişlerinin her zaman daha iyi olduğunu ve ona özlem duyduklarını belirtirler. Hepsinin ağzından ‘Ahh, o eski zamanlar’ cümlesini bir kez duyarız. Filmin ana önermesi ise sonunda en güzel ânın, içinde bulunduğun, yaşadığın an olduğunu belirtir. Yaşadığımız şuan; şuan elinizden yaşam boyu onur ödülünü alıyorum. Ödül vermek onure etmektir. Almaksa onure olmak. Düşünüp, cesaret edip, bir şeyi hayata geçirdiğinizde, birileri için değer görüyorsa, sizi ödüllendirirler. Bunun karşılığı maddi karşılığından büyüktür. O işiniz için ödül alırsınız. Yaşam boyu onur ödülü ise, yaşamda yaptıklarınızın, varlığınızın ya da amacınızın topyekün mükâfatlandırılması gibidir. Bu ödülün anlamı benim için çok büyük. Bu ödülü de eve götüreceğim. Ama diğer ödüllerin arasında başköşeye koymayacağım. Ödülsen ödüllüğünü bil. Diğerleri neredeyse oraya, yanlarına koyacağım. O da onlarla birlikte tozlanacak. Onlardan biri olacak. Yaşam boyu onur ödülü de olsan, Cumhuriyet altını da olsan, kimseye ayrı gayrı yapamam. Diğerleri tozlu raflarda dururken, sana saray şeklinde dolap yapmayacağım. Çünkü ödül de olsan, sana hak ettiğin anlamı veren içinde bulunduğu dolabın büyüklüğü ya da şekli değil, bizim sana verdiğimiz değerdir. İster misin şimdi böyle dedim diye, bu ödül beni mahkemeye versin? Güzel şeyler paylaşabildiysek sizinle, ne mutlu bana. Benim jenerasyonumda bir insan, çabalarının meyvesini görememe durumuna mı üzülmeli, yoksa daha kötülerini yaşamayacak olduğu için teselli mi bulmalı şuan bilemiyorum. Yine Woody Allen, ‘Bir yönetmenin en büyük hatası, bu kötü senaryoyu çekerek adam ederim demesidir’ der. Siz de yönetmensiniz. Ailenizi yöneten, işinizi yöneten… Etrafınızı yöneten. ’Şu an’, yöneten. Birlik verip bu senaryoyu değiştirin ki, filminiz de iyi olsun. Dik durun… Adil olun, sabırlı olun, enerjinizin sirayet etmesine müsaade edin. Daha iyi bir dünyada görüşmek ümidiyle… Atatürk’le kalın, Cumhuriyet’le kalın, hoşçakalın”
(MB-İK-Y)
09.10.2015 12:22:58 TSI
NNNN