Fahrettin Altun Açıklaması
İstanbul’un kendi dinamiğini oturtmuş ve modernle gelenekseli bütünleştirmiş dinamik bir metropol olduğunu söyleyen Fahrettin Altun, İstiklal Caddesi’nde Lübnanlı ünlü sanatçı Fairuz’un şarkılarını dinleyebilmenin önemli bir zenginlik olduğunu ifade etti.
İstanbul başta olmak üzere Türkiye’deki büyük şehirlerin 2000’lerin ortalarından itibaren dış dünyaya daha fazla açıldığını ifade eden SETA İstanbul Genel Koordinatörü Doç. Dr. Fahrettin Altun, bugün, İstanbul’un ‘Londralaşma’ konusunun tartışıldığını ve cafelerde birkaç dilin birden konuşulduğunu söyledi.
Farklı ülkelerden insanların Türkiye’de yaşamasının bir çeşitlilik ve zenginlik olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Fahrettin Altun, kent dili olarak Türkçe ve İngilizce’nin yanına Arapça’nın da dâhil edilmesiyle tarihsel ve kültürel yakınlığımızın olduğu bir coğrafyayla daha iyi temasa geçildiğini belirtti.
Nereden bakıldığına bağlı olarak İstanbul’un, Ortadoğu ya da Avrupa şehri olarak konumlandırılabileceğini belirten Altun, “Hollywood sinemasında İstanbul, Ortadoğu imgeleriyle gösterilirken Şam’dan bakıldığında bir Avrupa şehri olarak tasavvur edilir. Oysa İstanbul kendi dinamiğini oturtmuş, doğu ve batıdan iç içe geçişleri üretmiş, modernle gelenekseli bütünleştirmiş dinamik bir metropol. Bugün İstiklal Caddesi’nde Fairuz’un şarkılarını dinleyebiliyoruz. Bu önemli bir zenginliktir” ifadelerini kullandı.
Türkiye’deki sayıları 1 buçuk milyonu aşan Suriyelerin kentle bütünleşme sorunu yaşamalarının normal olduğunu ve politika yapıcıların göçmen sorununu yasal bir çerçeveye kavuşturması gerektiğini söyleyen Fahrettin Altun, “Suriyelilerin Türkiye’ye gelmesiyle beraber kentleşme bağlamında yeni ve ciddi bir sorunla karşı karşıya kaldık. Savaştan kaçan insanların yeni bir ülkeye giderek orada barınmaya çalışması son derece netameli bir süreç. Bir Türkiye vatandaşı, Doğu’dan büyük bir şehre geldiğinde tutunma ve kentle bütünleşme sorunu yaşıyorken Suriyelilerin sorun yaşamaları son derece normal. Aslında göçmenlik literatüründe Türkiye, Avrupa’nın ciddi uğraşlar sonucunda geldiği noktaya daha işin başındayken ulaştı. Ancak Türkiye’deki politika yapıcıların göçmen sorununu yasal bir çerçeveye kavuşturması gerekiyor” diye konuştu.
“ULUSLARARASI TOPLUM SURİYELİLERİ GÖRMEDİ”
Suriyeli göçmenlerin uluslararası toplum tarafından görmezden geldiğini söyleyen Fahrettin Altun, “Suriye’de yürütülen diktatörlük ve kıyım siyaseti sonrasında milyonlarca Suriyeli göç etmek zorunda kaldı. Bu durumun maliyetini bütün toplumların ve insanlığın üstlenmesi gerekirdi fakat uluslararası toplum Suriyeli göçmenleri görmezden geldi. Türkiye kapılarını kapatabilirdi ve bu toplulukları dikenli teller arkasında tutabilirdi ancak Türkiye devleti, toplumunun misafirperverliğine güvendi ve açık kapı politikası uyguladı. Bugün ise Suriyelilerle beraber yaşayabilmek için bir siyaset üretme arayışı var” ifadelerine yer verdi.
Suriyeli sığınmacılarla ilgili istismar mekanizmalarına rağmen düzenleyici kurulların devreye girmesi gerektiğini belirten Fahrettin Altun, “Suriyelilerin tamamını yoksul veya açlık sınırında zannediyoruz oysa içlerinde istihdam sağlayan iş adamlarının da bulunduğu çok geniş bir orta sınıf var. Suriyeli göçmenler sözkonusu olduğunda en son konuşmamız gerekenleri medyatik manipülasyonla en başta konuşuyoruz. Toplumsal alanda bu tür karşılaşmaların birtakım sorunları olabilir fakat bunu toplumun iç bütünlüğü içerisinde çözebilecek mekanizmaya sahibiz. ‘Suriyeli asgari ücreti’ gibi yaklaşımlarla sığınmacılar ucuz iş gücü olarak değerlendirilebiliyor ya da toplumun ‘ahlaki problem’ olarak gördüğü durumlar olabiliyor. Bu tür istismarlara karşı kamunun tedbirler alması gerekir” şeklinde konuştu.
Suriyeli göçmenlerin toplumda bozulma yarattığı algısının problemli, masa başında üretilen ve gerçeklikle ilgisi olmayan bir durum olduğunu ifade eden Fahrettin Altun, “Suriyelilere karşı ırkçılık reflekslerinin yükselme ihtimali olabilir. Fakat bu yaklaşımın marjinal kalacağını, buna karşın toplumun kucaklayıcı tavrının egemen olacağını düşünüyorum. Türkiye’nin toplumsal tarihinde, ırkçılık geleneği yok. Bu durumda İslami bakiyenin de önemli bir rolü var. Ancak bugün yeni bir durum sözkonusu ve karşımızda geçmiştekinden çok daha bireyci, modernleşen, modernleştikçe kendi dünyasına sıkışan insanlar var. Bu insanların, modernleşen ve giderek bireycileşen bir toplumun kent mekanında birden bire ‘yabancı’yı keşfettiğini görüyoruz. İşte bu keşif süreci, bir yüzleşmeyi de beraberinde getirecek ve bu yüzleşme süreci, Türkiye toplumunun ırkçılıkla imtihan olması anlamına gelecek” dedi.