Sivil Toplum Plartformu Toplantıları
Sivil Dayanışma Platformu tarafından Akçakoca SKY TOWER Otel’de düzenlenen seminere katılan 25 milletvekili ve 10 akademisyen, Türkiye’nin gündemindeki konuları değerlendiriyor.
Düzenlenen oturumun ikinci gününde, hükümet sistemleri, başkanlık sistemi ve parlementer sistem ele alınıyor.
Sivil Dayanışima Plartformu Başkanı Ayhan Ogan, Sivil Dayanışma Platformu'nun Türkiye genelinde 500 kuruluşun bir araya gelerek kurduğu çatı kuruluşu olduğunu belirterek ’’Siyasi müzakereler yaptığımız ortamlar oluşturuyoruz. İstanbul’dan bizim bünyemizde bulunan Önder İmam Hatip Mezunları, Siyasal Vakfı ve İHH’nın temsilcileri var. Bölgedeki STK’ların temsilcileri ve bu temsile son zamanlarda milletvekilleri, siyasiler ve bürokratlar katılmaya başladı.
Değerli milletvekilimiz Osman Çakır bize ev sahipliği yapıyor. 3 oturum yapacağız. İki günlük program yapıyoruz. Bu konulardan biri iç politika ile ilgili Türkiye’nin demokratikleşme süreci, ikinci konumuz dış politika ile ilgili çevremizde önemli değişimler yaşanıyor. Üçüncü oturum ise hükümet sistemleri ile alakalı geçen günlerde daha çok tartışılan başkanlık sistemi parlamenter sistem tartışmaları. Bu çerçevede 3 oturum yapacağız’’ dedi.
Anayasa değişikliği ile ilgili Ogan, şunları söyledi: ’’Anayasa ile ilgili Türkiye’de iyi bir süreç başlamıştı. Meclis doğru bir yöntemle bu işe girdi. Bir uzlaşma komisyonu kuruldu. Tolumda büyük beklenti var. Her gün birilerinin çıkıp yeni anayasa talep ediyorum demesine gerek yok. İnsanlar daha fazla adalet istiyor, ana dilini konuşmak istiyorlar. Daha adil dönüşüm istiyorlar. Bunların toplamına baktığınızda bir anayasal sisteme ihtiyaç olduğu ortaya koyuyor. Meclis uzlaşma komisyonu halktan talep topladı. Biz anayasayı halka dayanarak yapacağız. Bunu başbakan ve siyasi temsilciler söylediler. Cemil Bey ifade etti.
Buna uygun 13 maddelik uzlaşma kurulu yol haritası belirledi. Halka dayalı bir Anayasa yapmak için halktan talep toplayacağız. Siyasal sistemden halk ne bekliyor. Nasıl olmasını istiyor. Bu çerçevede toplantı talepler Nisan sonunda belirlenen yol haritasına göre bu gelen taleplerin değerlendirilmesi ve birer veri haline getirilmesini istiyor. Bu elde edilen verilerle bunun kamuoyuna açılması ve tartışma başlaması tartışmaların neticesinde Anayasanın yazım işine geçilmesi." Bunların ilk aşamada yapıldığını belirten Ogan, şöyle konuştu: "Talepler toplandı ama Mayıs ayı itibarı ile uzlaşma komisyonu anayasa yazmaya başladı.
Kendi yol haritasından şaşmış oldu. Bunun yanlış olduğunu söyledik. Halka dayalı anayasa yapılmasını biz teklif etmiştik. Düzce’de de geçen yıl toplantı yaptık. Biz halkı gezdik veri topladık. 6 bin 500 kişiden görüş aldık. Türkiye’nin değişik bölgelerinde 34 ilde toplantı yaptık. Meclis'te bu yöntemi uyguladı. Nisan ayı sonuna adar 15 ilde toplantı yaptılar. STK’lara halka bir takım şeyler sorup cevap aldılar. Ama sorulanlar dikkate alınmıyor. Bunların akıbetini öğrenmek için uzlaşma komisyonuna verdiğimiz dilekçeler karşılıksız kaldı. Bu yaklaşım yani halka rağmen halka dayanan bir Anayasa yapacağım diye dört partinin temsilcisinin pazarlık yapması uygun bir süreç değildir. Buradan sağlıklı bir süreç çıkacağına emin değilim.’’ Uzman konuşmacı Doç.Dr. Osman Can, 2010-2011 döneminin Türkiye açısından Anayasa çalışması yapanlar açısından önemli bir dönem olduğunu anlatarak sözlerini şöyle sürdürdü: "O dönem biz, Türkiye’nin yeni anayasal dinamiklerinin harekete geçmesini istedik. Kamuoyunun dilinden etkilediğimizi düşünüyorum. Bunun üzerine bir anayasa çalışması başladı gidiyor. Bir gerçek var. Herkesin daha farklı istekleri olacak. Bunun tehlikelerini işaret etmiştik. Dönüşüme çok hızlı bir şekilde başlamazsanız aynı değişmeyi çıkarları açısından problem gören çok farklı kesitlerdir. 100 yıllık siyasal yapının meydana getirdiği zehirlenmelerle rövanş olabileceğini kendi diline siyasileri mahkum etmek kaydı ile başlamıştır." Bir an evvel bu sürecin başlatılması gerektiğini anlatan Can, sözlerine şöyle devam etti: "Bu yüzden toplumu bu sürecin parçası haline getirdik. Toplumun parçası haline getirmenin amacı Ankara’da ya da siyasetin merkezlerinde demokratikleşmeyi operasyonlar yolu ile engellemeye çalışanlar çıkabilir ama halkı bunun karşısına çıkardığınızda çok fazla başarıya ulaşamaz. Bu mantık doğru bir mantıktı. Ne oldu? Bana göre çok temel hatalar yapıldı. Bir hata anayasa yapım sürecinin başlatılması ile birlikte toplumsal talepler toplantı tasnif edilmeden bir analiz ya da değerlendirme yapılmadan oturup siyasi partilerin temsilcileri kendi siyasi parti hamlesi kurtarmaya çalıştı. Türkiye’de anayasayı mümkün kılacak dinamikleri ittiler kendi parti pazarlıklarına buluştular. Böyle olunca 1982 Anayasasının suyunda gitmeye başladılar. Onun metnini esas almaya başladılar. Türkiye’yi anti demokratik yapı olarak bu günlere kadar getiren karanlık yapının izinden gitmeye başladılar farkında olmadan. Ardından partilerin kırmızı çizgileri devreye girdi. Siyasi partilerin 100 yıllık siyasi ortamda edindikleri söylemler davranışlar, oyunlar devreye girmeye başladı.
Derken anayasa konusunda atmosfer önemli ölçüde gerilemeye başladı.
Anayasa sizi temel dinamik olarak kabul etmeyip pazarlıkları öne alırsanız geriye düşersiniz. Toplumda farklı bir beklenti uyandırıldı. Farklı beklenti partilere seçimlerde anayasa direktifi verdi. Bu beklentilerin karşılanması ne anlama geliyordu. Kürt meselesinin tamamen çözülmesi anlamına geliyordu. Alevilerin taleplerinin karşılanması anlamına geliyordu. Toplumsal anlamda yeniden bazı şeylerin yapılandırılması anlamına geliyordu. Bunların hiç birisini karşılayamazsanız elinizdeki mevcut düzeni koruyamazsınız’’ Şu an Türkiye'nin 5-6 sene öncesinden derin bir parçalanma ve toplumsal ayrışma sürecine girdiğini anlatan Osman Can, şöyle konuştu: "Bütün siyasiler, AK Partisi, CHP’si, MHP’si, BDP’si herkes düşünmelidir. Yeni anayasa konusunu ben Türkiye’nin demokratikleşmesini Türkiye’nin kendi bölgesinde bir barış kümesi barış adası olmasını arzulamayanlar Türkiye’nin istikrarını arzulamayanlar yeni anayasayı engellemeye çalışacaklardır. Bu engellemeye çalışmanın önünde dikkatli olması gereken konular vardı. Tuzaklara düşmemek lazım. Bu tuzakların tamamına düşülmüş vaziyette. Gönül ister ki mücadelemiz onun içindir ki farkına varsınlar. Neyi yanılış yaparak o noktaya geldiklerini görüp onları terk ederek doğru bir ray üzerinden Türkiye’nin demokratikleşme sürecini nihayete erdirsinler. Başkanlık sistemi anayasa tartışmalarında çok merkezli bir tartışma değil. Siz anayasal düzeni toplumsal talepleri çoğulcu anlayışı tamamlamak. Yapılandırmadığınız zaman bunun şeklini başkanlık sisteminde diyebilirsiniz. Çünkü bu bir üst yapı kurgulamasıdır. Ya da parlamenter sitem olsun diyebilirsiniz. Devam etsin demiyorum mevcut sistemde Türkiye’de parlamenter sistem yoktur. Türkiye kendi kendine yol alır. Başkanlık siteminin avantajı ve dez avantajları parlamenter sistemin avantajları dez avantajları vardır. Başkanlık sisteminin avantajı günümüzün ve çevrenin çok hızlı bir şekilde yarattığı sorunlara karşı çok hızlı cevap verebilme yeteneği başkanlık sisteminde daha çok vardır. İrade oluşumu çok hızlandırdı. Parlamenter sitemde ise parlamento müzakeresi gerekir. İçinde bulunduğunuz ve dünyanın geldiği nokta siyasi sorumluluk üstlerinin halka varmak sureti ile dağılmasını gerekli kılıyor. Etkinlik bağlamında başkanlık sisteminin avantajı vardır. Tabii ki yerel yönetimlerin özelleştirilmesi federalizm meselesini bu bağlamda düşünürseniz toplumsal katılıma katkısı olabilir. Ama bunları parlamenter sistemde de yapabilirsiniz.’’ Star Gazatesi yazarı konuşmacı Berat Özipek ise yaptığı konuşmada, Türkiye’nin şu an yeni anayasa yapması süreci içinde umutluyken, bugün geldiğimiz aşamada bir hayal kırıklığı bir umutsuzluk söz konusu olduğunu söyledi.
Son saldırılarla birlikte Kürt meselesinde asayişçi politikalara dönüş sinyali olduğunu anlatan Özipek, sözlerine şöyle devam etti: "Bu konuda tabii ki özellikle BDP’nin kullandığı dil ya da son dönemde sergilediği siyasette sürecin önünü açmaya değil daha çok tıkmaya yönelik bir nitelik taşıyor. Ama kim ne yaparsa yapsın bizim Türkiye toplumu olarak onun içindeki adalet özgürlük barış gibi değerleri belirleyen bireyler olarak bu sürece müdahil olmamız lazım. Bu anlamda hangi hükümet olursa olsun hangi iktidar olursa olsun onun tek başına bu süreci götürmesine göz yumamayız. Ya da sadece onun bir şeyler yapmasını bekleyemeyiz. Bu anlamda zaten mutlak güven duyulacak bir hükümette iktidarda devlette yoktur." Kürt meselesinde atılması gereken adımların belli olduğunu belirtenÖzipek, şunları söyledi: "Evet hangi hukuk devleti olursa olsun hangi insan haklarına dayalı demokratik devlet olursa olsun kendisi ile savaşanlarla silahla mukabele etmek mücadele etmek zorundadır. Ama hukuk devleti ile çeteyi birbirinden ayıran farkta odur ki hukuk devleti bunu hukuk sınırları içinde kalarak evrensel normlar içinde gerçekleştirecektir. Bir taraftan demokratikleşme ile ilgili adımlar atmak durumundadır. Biz zor olan bir şeyi başarmak durumundayız. Halen geciktirilen profesyonel orduya geçiş, 3 aylık gençlerin asker diye dağlarda yıllarca tecrübe sahibi olan PKK'lılarla karşı karşıya getirilmesi kötülüğüne son vermek, bir taraftan etkin güvenlik önlemlerini devreye sokmak ama sivil ve siyasal haklar adına iade edilmesi gereken hakları iade etmek. Bu ikisini aynı anda yapmak zorundayız. Ne müzakerecilik ne de güvenlikçilik şeklinde bir ikileme teslim olmalıyız. Bu ikisi de bir arada olabilir. Bir tanesi tercih etmek zorunda değiliz. Elbette bu ikisini bir anda uygulamak kolay değil. Bir taraftan silah sesleri gelirken öbür taraftan demokratikleşme adımları atmak kolay değil. Bu meselenin halledilmesi açısından başka seçeneğimiz yok. Bu konuda siyasi iktidarın çok da zorlamasını gerektiren bir durum yok." Kürt meselesinde asıl atılması gereken en önemli adımlardan ikisinin atıldığını anlatan Özipek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Meselenin bel kemiğimizi oluşturur.
Birisi inkar diğeri de sistematik devlet terörüdür. İnkar bitmiştir. Bu ülkede kürt yok kürtler yaşamıyor hepiniz Türk’sünüz denilen o kötü ve eski yaklaşım sona erdirilmiştir. 90’ların devlet terörü de jitemli günlerde köy yakmalar faili meçhuller bugünkü psikolojik bariyeri oluşturan ortamdır oda sona ermiştir. Geriye kalan sadece ana dilde eğitim ya da yer isimlerinin iadesi ile adımların atılmasıdır. Bunlar zaten kürt meselesi olsun ya da olmasın bunlar atmamız gereken adımlardır. Türkiye’nin her tarafı için atmamız gereken adımlardır. Hiç bir belediyenin Akçakoca’nın sorunlarını Ankara’dan çözmek gibi bir mantığı dile getirmek doğru değildir. Bunların yapılması gereken işlerdir. AB sürecinde de yapılması gerekir. Dolayısı ile yapılması gereken atılması gereken adımlar özellikle sivil ve siyasal haklar adına ya da idari kademe merkezciliğin tesisi bakımından çok fazla değildir. Bunlar korkutucu adımlar değildir. Bunlar toplumun tepkisini çekecek adımlar değildir. Toplum dediğim zaman esas olarak kürt meselesinin çözümü ile ilgili kürtlerin dışında kalanları kast ediyorum. Hiç bir hak Türklerden alınıp kürtlere verilecek değildir. Burada bir problem çıkması söz konusu değildir. Bu rahatlama buradaki atmosferin ılımlı hale gelmesi çatışmaların durması hepimizin kazancınadır. Bu süreçte ortaya çıkan tabii ki farklı yaklaşımlar ya da bu süreci sabote etmeye yönelik adımlar olacaktır. Ama ben Türkü ile kürdü ile Lazı ile Ermenisi ile siyasi iktidarın Türkiye toplumuna güvenmesi gerekiyor. Toplumdan yana kaygı duymasını gerektirecek bir şey yok. Bu toplum çeşitliliği bizzat tecrübe etmiş bir toplumdur. Bu konuda da atılması gereken adımlar konusunda kaygılanmaya gerek yok’’ Siyasi iktidarla ilgili beklentisini ifade etmek istediğini anlatan Özipek, şöyle konuştu: "Bu sürecin idaresi yapılacak işler kadar kullanılacak dille de alakalıdır. Çok daha kapsayıcı ve kuşatıcı diye ihtiyacımız var. Başbakanın balkon konuşmasında yaptığı dile ihtiyacımız var. AK Parti hükümetinin o dile dönmesi gerekiyor. Ben aslında bütün bu kat ettiğimiz mesafenin ardından bunca yol almışken tünelin sonlarına gelmişken demokratikleşme sürecinin son hamlelerine gelmişken bütün bunları bir anda kaybetmenin çok büyük bir günah olduğunu çok büyük bir maliyeti olacağını düşünüyorum. Bu sürece karşı hepimizin ciddi anlamda uyarı görevini de hatırlatmak istiyorum. "
Kaynak: İHA
Sivil Dayanışima Plartformu Başkanı Ayhan Ogan, Sivil Dayanışma Platformu'nun Türkiye genelinde 500 kuruluşun bir araya gelerek kurduğu çatı kuruluşu olduğunu belirterek ’’Siyasi müzakereler yaptığımız ortamlar oluşturuyoruz. İstanbul’dan bizim bünyemizde bulunan Önder İmam Hatip Mezunları, Siyasal Vakfı ve İHH’nın temsilcileri var. Bölgedeki STK’ların temsilcileri ve bu temsile son zamanlarda milletvekilleri, siyasiler ve bürokratlar katılmaya başladı.
Değerli milletvekilimiz Osman Çakır bize ev sahipliği yapıyor. 3 oturum yapacağız. İki günlük program yapıyoruz. Bu konulardan biri iç politika ile ilgili Türkiye’nin demokratikleşme süreci, ikinci konumuz dış politika ile ilgili çevremizde önemli değişimler yaşanıyor. Üçüncü oturum ise hükümet sistemleri ile alakalı geçen günlerde daha çok tartışılan başkanlık sistemi parlamenter sistem tartışmaları. Bu çerçevede 3 oturum yapacağız’’ dedi.
Anayasa değişikliği ile ilgili Ogan, şunları söyledi: ’’Anayasa ile ilgili Türkiye’de iyi bir süreç başlamıştı. Meclis doğru bir yöntemle bu işe girdi. Bir uzlaşma komisyonu kuruldu. Tolumda büyük beklenti var. Her gün birilerinin çıkıp yeni anayasa talep ediyorum demesine gerek yok. İnsanlar daha fazla adalet istiyor, ana dilini konuşmak istiyorlar. Daha adil dönüşüm istiyorlar. Bunların toplamına baktığınızda bir anayasal sisteme ihtiyaç olduğu ortaya koyuyor. Meclis uzlaşma komisyonu halktan talep topladı. Biz anayasayı halka dayanarak yapacağız. Bunu başbakan ve siyasi temsilciler söylediler. Cemil Bey ifade etti.
Buna uygun 13 maddelik uzlaşma kurulu yol haritası belirledi. Halka dayalı bir Anayasa yapmak için halktan talep toplayacağız. Siyasal sistemden halk ne bekliyor. Nasıl olmasını istiyor. Bu çerçevede toplantı talepler Nisan sonunda belirlenen yol haritasına göre bu gelen taleplerin değerlendirilmesi ve birer veri haline getirilmesini istiyor. Bu elde edilen verilerle bunun kamuoyuna açılması ve tartışma başlaması tartışmaların neticesinde Anayasanın yazım işine geçilmesi." Bunların ilk aşamada yapıldığını belirten Ogan, şöyle konuştu: "Talepler toplandı ama Mayıs ayı itibarı ile uzlaşma komisyonu anayasa yazmaya başladı.
Kendi yol haritasından şaşmış oldu. Bunun yanlış olduğunu söyledik. Halka dayalı anayasa yapılmasını biz teklif etmiştik. Düzce’de de geçen yıl toplantı yaptık. Biz halkı gezdik veri topladık. 6 bin 500 kişiden görüş aldık. Türkiye’nin değişik bölgelerinde 34 ilde toplantı yaptık. Meclis'te bu yöntemi uyguladı. Nisan ayı sonuna adar 15 ilde toplantı yaptılar. STK’lara halka bir takım şeyler sorup cevap aldılar. Ama sorulanlar dikkate alınmıyor. Bunların akıbetini öğrenmek için uzlaşma komisyonuna verdiğimiz dilekçeler karşılıksız kaldı. Bu yaklaşım yani halka rağmen halka dayanan bir Anayasa yapacağım diye dört partinin temsilcisinin pazarlık yapması uygun bir süreç değildir. Buradan sağlıklı bir süreç çıkacağına emin değilim.’’ Uzman konuşmacı Doç.Dr. Osman Can, 2010-2011 döneminin Türkiye açısından Anayasa çalışması yapanlar açısından önemli bir dönem olduğunu anlatarak sözlerini şöyle sürdürdü: "O dönem biz, Türkiye’nin yeni anayasal dinamiklerinin harekete geçmesini istedik. Kamuoyunun dilinden etkilediğimizi düşünüyorum. Bunun üzerine bir anayasa çalışması başladı gidiyor. Bir gerçek var. Herkesin daha farklı istekleri olacak. Bunun tehlikelerini işaret etmiştik. Dönüşüme çok hızlı bir şekilde başlamazsanız aynı değişmeyi çıkarları açısından problem gören çok farklı kesitlerdir. 100 yıllık siyasal yapının meydana getirdiği zehirlenmelerle rövanş olabileceğini kendi diline siyasileri mahkum etmek kaydı ile başlamıştır." Bir an evvel bu sürecin başlatılması gerektiğini anlatan Can, sözlerine şöyle devam etti: "Bu yüzden toplumu bu sürecin parçası haline getirdik. Toplumun parçası haline getirmenin amacı Ankara’da ya da siyasetin merkezlerinde demokratikleşmeyi operasyonlar yolu ile engellemeye çalışanlar çıkabilir ama halkı bunun karşısına çıkardığınızda çok fazla başarıya ulaşamaz. Bu mantık doğru bir mantıktı. Ne oldu? Bana göre çok temel hatalar yapıldı. Bir hata anayasa yapım sürecinin başlatılması ile birlikte toplumsal talepler toplantı tasnif edilmeden bir analiz ya da değerlendirme yapılmadan oturup siyasi partilerin temsilcileri kendi siyasi parti hamlesi kurtarmaya çalıştı. Türkiye’de anayasayı mümkün kılacak dinamikleri ittiler kendi parti pazarlıklarına buluştular. Böyle olunca 1982 Anayasasının suyunda gitmeye başladılar. Onun metnini esas almaya başladılar. Türkiye’yi anti demokratik yapı olarak bu günlere kadar getiren karanlık yapının izinden gitmeye başladılar farkında olmadan. Ardından partilerin kırmızı çizgileri devreye girdi. Siyasi partilerin 100 yıllık siyasi ortamda edindikleri söylemler davranışlar, oyunlar devreye girmeye başladı.
Derken anayasa konusunda atmosfer önemli ölçüde gerilemeye başladı.
Anayasa sizi temel dinamik olarak kabul etmeyip pazarlıkları öne alırsanız geriye düşersiniz. Toplumda farklı bir beklenti uyandırıldı. Farklı beklenti partilere seçimlerde anayasa direktifi verdi. Bu beklentilerin karşılanması ne anlama geliyordu. Kürt meselesinin tamamen çözülmesi anlamına geliyordu. Alevilerin taleplerinin karşılanması anlamına geliyordu. Toplumsal anlamda yeniden bazı şeylerin yapılandırılması anlamına geliyordu. Bunların hiç birisini karşılayamazsanız elinizdeki mevcut düzeni koruyamazsınız’’ Şu an Türkiye'nin 5-6 sene öncesinden derin bir parçalanma ve toplumsal ayrışma sürecine girdiğini anlatan Osman Can, şöyle konuştu: "Bütün siyasiler, AK Partisi, CHP’si, MHP’si, BDP’si herkes düşünmelidir. Yeni anayasa konusunu ben Türkiye’nin demokratikleşmesini Türkiye’nin kendi bölgesinde bir barış kümesi barış adası olmasını arzulamayanlar Türkiye’nin istikrarını arzulamayanlar yeni anayasayı engellemeye çalışacaklardır. Bu engellemeye çalışmanın önünde dikkatli olması gereken konular vardı. Tuzaklara düşmemek lazım. Bu tuzakların tamamına düşülmüş vaziyette. Gönül ister ki mücadelemiz onun içindir ki farkına varsınlar. Neyi yanılış yaparak o noktaya geldiklerini görüp onları terk ederek doğru bir ray üzerinden Türkiye’nin demokratikleşme sürecini nihayete erdirsinler. Başkanlık sistemi anayasa tartışmalarında çok merkezli bir tartışma değil. Siz anayasal düzeni toplumsal talepleri çoğulcu anlayışı tamamlamak. Yapılandırmadığınız zaman bunun şeklini başkanlık sisteminde diyebilirsiniz. Çünkü bu bir üst yapı kurgulamasıdır. Ya da parlamenter sitem olsun diyebilirsiniz. Devam etsin demiyorum mevcut sistemde Türkiye’de parlamenter sistem yoktur. Türkiye kendi kendine yol alır. Başkanlık siteminin avantajı ve dez avantajları parlamenter sistemin avantajları dez avantajları vardır. Başkanlık sisteminin avantajı günümüzün ve çevrenin çok hızlı bir şekilde yarattığı sorunlara karşı çok hızlı cevap verebilme yeteneği başkanlık sisteminde daha çok vardır. İrade oluşumu çok hızlandırdı. Parlamenter sitemde ise parlamento müzakeresi gerekir. İçinde bulunduğunuz ve dünyanın geldiği nokta siyasi sorumluluk üstlerinin halka varmak sureti ile dağılmasını gerekli kılıyor. Etkinlik bağlamında başkanlık sisteminin avantajı vardır. Tabii ki yerel yönetimlerin özelleştirilmesi federalizm meselesini bu bağlamda düşünürseniz toplumsal katılıma katkısı olabilir. Ama bunları parlamenter sistemde de yapabilirsiniz.’’ Star Gazatesi yazarı konuşmacı Berat Özipek ise yaptığı konuşmada, Türkiye’nin şu an yeni anayasa yapması süreci içinde umutluyken, bugün geldiğimiz aşamada bir hayal kırıklığı bir umutsuzluk söz konusu olduğunu söyledi.
Son saldırılarla birlikte Kürt meselesinde asayişçi politikalara dönüş sinyali olduğunu anlatan Özipek, sözlerine şöyle devam etti: "Bu konuda tabii ki özellikle BDP’nin kullandığı dil ya da son dönemde sergilediği siyasette sürecin önünü açmaya değil daha çok tıkmaya yönelik bir nitelik taşıyor. Ama kim ne yaparsa yapsın bizim Türkiye toplumu olarak onun içindeki adalet özgürlük barış gibi değerleri belirleyen bireyler olarak bu sürece müdahil olmamız lazım. Bu anlamda hangi hükümet olursa olsun hangi iktidar olursa olsun onun tek başına bu süreci götürmesine göz yumamayız. Ya da sadece onun bir şeyler yapmasını bekleyemeyiz. Bu anlamda zaten mutlak güven duyulacak bir hükümette iktidarda devlette yoktur." Kürt meselesinde atılması gereken adımların belli olduğunu belirtenÖzipek, şunları söyledi: "Evet hangi hukuk devleti olursa olsun hangi insan haklarına dayalı demokratik devlet olursa olsun kendisi ile savaşanlarla silahla mukabele etmek mücadele etmek zorundadır. Ama hukuk devleti ile çeteyi birbirinden ayıran farkta odur ki hukuk devleti bunu hukuk sınırları içinde kalarak evrensel normlar içinde gerçekleştirecektir. Bir taraftan demokratikleşme ile ilgili adımlar atmak durumundadır. Biz zor olan bir şeyi başarmak durumundayız. Halen geciktirilen profesyonel orduya geçiş, 3 aylık gençlerin asker diye dağlarda yıllarca tecrübe sahibi olan PKK'lılarla karşı karşıya getirilmesi kötülüğüne son vermek, bir taraftan etkin güvenlik önlemlerini devreye sokmak ama sivil ve siyasal haklar adına iade edilmesi gereken hakları iade etmek. Bu ikisini aynı anda yapmak zorundayız. Ne müzakerecilik ne de güvenlikçilik şeklinde bir ikileme teslim olmalıyız. Bu ikisi de bir arada olabilir. Bir tanesi tercih etmek zorunda değiliz. Elbette bu ikisini bir anda uygulamak kolay değil. Bir taraftan silah sesleri gelirken öbür taraftan demokratikleşme adımları atmak kolay değil. Bu meselenin halledilmesi açısından başka seçeneğimiz yok. Bu konuda siyasi iktidarın çok da zorlamasını gerektiren bir durum yok." Kürt meselesinde asıl atılması gereken en önemli adımlardan ikisinin atıldığını anlatan Özipek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Meselenin bel kemiğimizi oluşturur.
Birisi inkar diğeri de sistematik devlet terörüdür. İnkar bitmiştir. Bu ülkede kürt yok kürtler yaşamıyor hepiniz Türk’sünüz denilen o kötü ve eski yaklaşım sona erdirilmiştir. 90’ların devlet terörü de jitemli günlerde köy yakmalar faili meçhuller bugünkü psikolojik bariyeri oluşturan ortamdır oda sona ermiştir. Geriye kalan sadece ana dilde eğitim ya da yer isimlerinin iadesi ile adımların atılmasıdır. Bunlar zaten kürt meselesi olsun ya da olmasın bunlar atmamız gereken adımlardır. Türkiye’nin her tarafı için atmamız gereken adımlardır. Hiç bir belediyenin Akçakoca’nın sorunlarını Ankara’dan çözmek gibi bir mantığı dile getirmek doğru değildir. Bunların yapılması gereken işlerdir. AB sürecinde de yapılması gerekir. Dolayısı ile yapılması gereken atılması gereken adımlar özellikle sivil ve siyasal haklar adına ya da idari kademe merkezciliğin tesisi bakımından çok fazla değildir. Bunlar korkutucu adımlar değildir. Bunlar toplumun tepkisini çekecek adımlar değildir. Toplum dediğim zaman esas olarak kürt meselesinin çözümü ile ilgili kürtlerin dışında kalanları kast ediyorum. Hiç bir hak Türklerden alınıp kürtlere verilecek değildir. Burada bir problem çıkması söz konusu değildir. Bu rahatlama buradaki atmosferin ılımlı hale gelmesi çatışmaların durması hepimizin kazancınadır. Bu süreçte ortaya çıkan tabii ki farklı yaklaşımlar ya da bu süreci sabote etmeye yönelik adımlar olacaktır. Ama ben Türkü ile kürdü ile Lazı ile Ermenisi ile siyasi iktidarın Türkiye toplumuna güvenmesi gerekiyor. Toplumdan yana kaygı duymasını gerektirecek bir şey yok. Bu toplum çeşitliliği bizzat tecrübe etmiş bir toplumdur. Bu konuda da atılması gereken adımlar konusunda kaygılanmaya gerek yok’’ Siyasi iktidarla ilgili beklentisini ifade etmek istediğini anlatan Özipek, şöyle konuştu: "Bu sürecin idaresi yapılacak işler kadar kullanılacak dille de alakalıdır. Çok daha kapsayıcı ve kuşatıcı diye ihtiyacımız var. Başbakanın balkon konuşmasında yaptığı dile ihtiyacımız var. AK Parti hükümetinin o dile dönmesi gerekiyor. Ben aslında bütün bu kat ettiğimiz mesafenin ardından bunca yol almışken tünelin sonlarına gelmişken demokratikleşme sürecinin son hamlelerine gelmişken bütün bunları bir anda kaybetmenin çok büyük bir günah olduğunu çok büyük bir maliyeti olacağını düşünüyorum. Bu sürece karşı hepimizin ciddi anlamda uyarı görevini de hatırlatmak istiyorum. "