'Okul Yaşının Öne Alınması Zorunluydu, Boş Tartışmalar Kafaları Karıştırdı'
Uzman Psikolog ve Sosyal Bilim Uzmanı Ahmet Kurt, eğitimde 4+4+4 sisteminde pedagojik ve sosyo-psikolojik kaygılar ağır basması gerekirken siyasi kaygıların ön plana çıkarıldığına dikkat çekti.
Kurt, "Okula başlama yaşının öne alınması 'gereklidir' ya da 'hoş olur değil, şarttır' diyorum.” dedi.
Uzman Psikolog ve Sosyal Bilim Uzmanı Ahmet Kurt, Cihan Haber Ajansı (Cihan)’a yeni eğitim sistemi ile ilgili değerlendirmede bulundu. Sistemde tartışmaların siyasi yöne çekilmesiyle hem devam etmesi gereken eksenden kaydığını hem de problem ana başlıklarının anlaşılması noktasında mevcut kafa karışıklıklarını daha da artırdığını belirtti.
Esas açısından bakıldığında eğitime başlama yaşının bir bebeğin anne rahmine düşmeden önce, anne ve babanın çocuk sahibi olmak istemesiyle başladığını vurgulayan Kurt, şunları söyledi: “Her iki ebeveynin de fiziksel, sosyal, psikolojik hatta ekonomik açıdan bu çocuğa hazır olmaları, anne-baba eğitimi olarak da isimlendirilen programlara gidip eğitim almaları; kontrol altında ve bilinçli bir hamilelik dönemi geçirmeleri, bebek dünyaya geldikten sonra da bebeğin fiziksel, zihinsel, duygusal, özbakım ve dil ve iletişim becerileri olarak sınıflandırabileceğimiz beş temel gelişim alanına duyarlı bir takip sistemi ile gelişimini takip etmeleri şarttır. Bu takibi ailelerin yapması çeşitli zorluklar içerdiğinden devlet desteği ile bu takibin yapılması, en azından desteklenmesi şarttır.”
"ÇOCUKLARA DİYARBAKIR KARPUZU MUAMELESİ YAPIYORUZ"
Türkiye’de bebek gelişimini aşı, baş çevresi, boy ve kilo kriterleri ile sınırlayıp, tamamen fiziki gelişime duyarlı bir hassasiyetle konuyu Diyarbakır karpuzuna yapılan muameleden çok da farklı bir değerlendirme zeminine oturtulamadığını vurgulayan Kurt, açıklamasını şöyle sürdürdü: “Aylar içerisinde yukarıda saydığım beş temel gelişim alanını da takip edebilmeli ve olası gelişim geriliklerine erken müdahale etmeli, kısaca gelişimi kontrol altında takip edebilmeliyiz. Tüm bu nedenler ve gerekliliklerle eğitim yaşının öne alınmasına yönelik yapılan resmi çalışmalar cesaretlendirilmeli ve desteklenmelidir. Bu konuda Avrupa, İskandinavya, Amerika, Okyanusya, Japonya ve eski Doğu Bloğu ülkeler incelendiğinde pek de iç açıcı bir karnemiz olduğunu söyleyemeyiz. Hükümetin ‘çalışan annelere kreş yardımı’ tasarısı da bu konuda esasa yönelik katkıları açısından atılacak son derece önemli bir adımdır. Hatta keşke ekonomik sınırlılıklar olmasa da, annesi çalışmayan ya da olmayan çocuklar da bir şekilde bu sisteme dahil edilebilse ve biz ülkemizin bütün çocuklarının gelişimlerini tesadüfe ve keyfiliğe değil de bilime ve bilimsel kontrole havale edebilsek.” Yeni eğitim sitemine usul açısından bakıldığında ortada esasın güçlü bir şekilde kurduğu baskıdan kaynaklanan önem ve aciliyete binaen atılan acele adımlar olduğunun görüldüğünü ifade eden Kurt, sözlerine şöyle devam etti: “Okul öncesi eğitim bütün anlamlarıyla bir özel eğitimdir. Bu nedenle 3 önemli faktörü göz önüne alarak bugünkü problemi sorgulayabiliriz. 1- Özel bir müfredat var mıdır? 2- Özel yetiştirilmiş personel var mıdır? 3- Özel düzenlenmiş mekanlar var mıdır? Dikkat edilirse tartışmalar ve eleştiriler de ağırlıklı olarak buralarda yoğunlaşmaktadır. Personel eğitimine yönelik olarak Milli Eğitim Bakanlığı 2011-12 eğitim-öğretim yılı sonunda öğretmenlerin aldığı 15 günlük uzaktan eğitim çalışmasını göz önüne vermektedir. Bu çalışma takdir edersiniz ki, biz bu konuda hiçbir şey yapmadık dedirtmekten öte gidecek bir çalışma değildir. İki haftada alınacak teorik eğitim yetersizdir, pratiği yoktur, katılımcıların istifadesini test etme imkanı yoktur. Okul düzenlemeleri en sorunlu alandır, özellikle sınıf düzenleri, kantin düzenleri, tuvalet-lavabo gibi hijyenik alan düzenlemeleri yapılamamıştır, yapılması da birçok yerleşke açısından mümkün değildir. İkili eğitime geçilecek okullarda sabahtan ortaöğretim grubunun kullandığı okul öğleden sonra 60 aydan itibaren çocukların kullanacağı alanlar olmakla sorun teşkil edecektir. Sınıf mevcutlarına geldiğimizde devletin aynı görevi üstlenen kurumları hem kendilerini hem birbirlerini tekzip etmektedirler."
"KAMU VİCDANINI TATMİN EDİCİ CEVAPLAR VERİLMELİ"
Yeni sistemle ilgili kamu vicdanını tatmin edici cevaplar verilmesini isteyen Kurt, kurumlar arası çelişkilerini ise şu örnekle değerlendirdi: “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı bir kreş ve gündüz bakımevinde sınıf mevcudu 20’yi geçemez ve her 20 çocuk için bir öğretmen ve bir bakım elemanı zorunluluğu vardır. Bu yıl da bu sayılar ilkokula başlamayan ama seneye başlayacak gruplar için böyledir. Oysa 2011-12 eğitim-öğretim döneminde 60-72 ay arası çocuklar (bu sene okula başlayacak olan grup) da aynı şartlarda bakım görüyordu. Şimdi geçen yılın bakım grubu bu yılın eğitim-öğretim grubu olarak okula başlayacak çocuklarımıza okullarda, her 20 çocuğa bir sınıf, bir öğretmen ve bir bakıcı anne sağlanmış mıdır? Sağlanmadan oluyorsa mevzuat neden böyle değildir veya değiştirilmemiştir? Özel sektör mükemmel yapmalı, devlet kendi koyduğu kurallarla kendini bağlamaz ya da uymaz mıdır? Önemli değil midir? Olasılık olarak da olsa 60 aylık bir çocukla 83 aylık bir çocuk aynı sınıfta nasıl olacaktır? Bu sorulara kamu vicdanını tatmin edecek cevaplar verilmedikçe tartışmalar dinmeyecektir. İşte paragrafın başında ortaya koyduğum acele atılmış adımlara birinci delilim budur."
"SADECE TIBBİ DEĞERLENDİRME EKSİK KALIR"
Sivil toplum örgütlerinin beklenenin üzerinde gelen tepkilerden sonra resmi makamların okula gitmeme konusunda velilere yönelik yol gösterme girişimleri olduğunu anlatan Kurt, sadece tıbbi değerlendirmenin eksik kalacağının altını çizdi. Kurt, “60-66 ay arası kayıtların veli dilekçesi ile mümkün olabileceği ama 66-72 ay arasının da hastane raporu alarak çocuğunu okula göndermeyebileceği gibi yönlendirmeler yaşanan kafa karışıklığının ya da baskı altında alınan kararların önemli bir göstergesidir. Türk Tabipler Birliği’nin verilen görevin kendilerine ait olmadığı, hastane ya da hekimlerin böyle bir değerlendirme yapmaya gönülsüz olmaları, verilecek raporların çocukların geleceğinde ne şekilde karşılarına çıkacağı, rapor değerlendirmelerinin ne kadar objektif ve doğru olduğu gibi konular da üzerlerindeki belirsizliği korumaya devam etmektedirler. Her şeyden önce sadece tıbbi değerlendirmeler baz alınarak verilecek raporlar son derece eksik kalacaktır. Örneğin; medyaya da düşen bir değerlendirme kriterine göre, çocuğun 10 saniye tek ayak üzerinde durması beklenmektedir. Yani psikolojik, sosyal, özbakım, dil ve iletişim becerilerinin yer almadığı değerlendirmeler yanlış sonuçlar verir. Tüm bu değerlendirmeleri de bu kadar kısa sürede bu kadar çok çocuğa yapabilme imkan ve kabiliyetimiz olmadığından ülke olarak nurtopu gibi 4x4 bir paradoksumuz oldu.” ifadelerini kullandı.
“OKUL YAŞININ ÖNE ALINMASI GEREKLİ YA DA HOŞ DEĞİL ŞARTTIR”
Okula başlama yaşının öne alınmasının ‘gereklidir ya da hoş olur’ değil şart olduğunu vurgulayan Kurt, “Okul öncesi dönem eğitimine önem verilmeli, desteklenmeli, mümkünse bütün çocuklarımız bu eğitimi almalı. Erken çocukluk dönemi gelişim anomalilerine rastlanan çocuklar özel eğitim kurumlarına yönlendirilip destek eğitimine adapte edilmeli. Okul öncesi eğitim kurumlarına bir standart ve teşvik getirilip kalite yükseltilmeli ve ilköğretime okul öncesinden gelen çocuk hazır gelmeli, böylece devlet doğumdan üniversite seviyesine kadar her vatandaşının gelişimsel takibini yapabilmeli. Olası olumsuz durumlarda erken müdahale edebilmeli ve bu yolla ve bu işleri yürütmek için sarfettiği kaynakların ve desteklerin efektif kullanılmasına, israf edilmemesine özen göstermelidir.” önerilerinde bulundu .
Uzman Psikolog ve Sosyal Bilim Uzmanı Ahmet Kurt, Cihan Haber Ajansı (Cihan)’a yeni eğitim sistemi ile ilgili değerlendirmede bulundu. Sistemde tartışmaların siyasi yöne çekilmesiyle hem devam etmesi gereken eksenden kaydığını hem de problem ana başlıklarının anlaşılması noktasında mevcut kafa karışıklıklarını daha da artırdığını belirtti.
Esas açısından bakıldığında eğitime başlama yaşının bir bebeğin anne rahmine düşmeden önce, anne ve babanın çocuk sahibi olmak istemesiyle başladığını vurgulayan Kurt, şunları söyledi: “Her iki ebeveynin de fiziksel, sosyal, psikolojik hatta ekonomik açıdan bu çocuğa hazır olmaları, anne-baba eğitimi olarak da isimlendirilen programlara gidip eğitim almaları; kontrol altında ve bilinçli bir hamilelik dönemi geçirmeleri, bebek dünyaya geldikten sonra da bebeğin fiziksel, zihinsel, duygusal, özbakım ve dil ve iletişim becerileri olarak sınıflandırabileceğimiz beş temel gelişim alanına duyarlı bir takip sistemi ile gelişimini takip etmeleri şarttır. Bu takibi ailelerin yapması çeşitli zorluklar içerdiğinden devlet desteği ile bu takibin yapılması, en azından desteklenmesi şarttır.”
"ÇOCUKLARA DİYARBAKIR KARPUZU MUAMELESİ YAPIYORUZ"
Türkiye’de bebek gelişimini aşı, baş çevresi, boy ve kilo kriterleri ile sınırlayıp, tamamen fiziki gelişime duyarlı bir hassasiyetle konuyu Diyarbakır karpuzuna yapılan muameleden çok da farklı bir değerlendirme zeminine oturtulamadığını vurgulayan Kurt, açıklamasını şöyle sürdürdü: “Aylar içerisinde yukarıda saydığım beş temel gelişim alanını da takip edebilmeli ve olası gelişim geriliklerine erken müdahale etmeli, kısaca gelişimi kontrol altında takip edebilmeliyiz. Tüm bu nedenler ve gerekliliklerle eğitim yaşının öne alınmasına yönelik yapılan resmi çalışmalar cesaretlendirilmeli ve desteklenmelidir. Bu konuda Avrupa, İskandinavya, Amerika, Okyanusya, Japonya ve eski Doğu Bloğu ülkeler incelendiğinde pek de iç açıcı bir karnemiz olduğunu söyleyemeyiz. Hükümetin ‘çalışan annelere kreş yardımı’ tasarısı da bu konuda esasa yönelik katkıları açısından atılacak son derece önemli bir adımdır. Hatta keşke ekonomik sınırlılıklar olmasa da, annesi çalışmayan ya da olmayan çocuklar da bir şekilde bu sisteme dahil edilebilse ve biz ülkemizin bütün çocuklarının gelişimlerini tesadüfe ve keyfiliğe değil de bilime ve bilimsel kontrole havale edebilsek.” Yeni eğitim sitemine usul açısından bakıldığında ortada esasın güçlü bir şekilde kurduğu baskıdan kaynaklanan önem ve aciliyete binaen atılan acele adımlar olduğunun görüldüğünü ifade eden Kurt, sözlerine şöyle devam etti: “Okul öncesi eğitim bütün anlamlarıyla bir özel eğitimdir. Bu nedenle 3 önemli faktörü göz önüne alarak bugünkü problemi sorgulayabiliriz. 1- Özel bir müfredat var mıdır? 2- Özel yetiştirilmiş personel var mıdır? 3- Özel düzenlenmiş mekanlar var mıdır? Dikkat edilirse tartışmalar ve eleştiriler de ağırlıklı olarak buralarda yoğunlaşmaktadır. Personel eğitimine yönelik olarak Milli Eğitim Bakanlığı 2011-12 eğitim-öğretim yılı sonunda öğretmenlerin aldığı 15 günlük uzaktan eğitim çalışmasını göz önüne vermektedir. Bu çalışma takdir edersiniz ki, biz bu konuda hiçbir şey yapmadık dedirtmekten öte gidecek bir çalışma değildir. İki haftada alınacak teorik eğitim yetersizdir, pratiği yoktur, katılımcıların istifadesini test etme imkanı yoktur. Okul düzenlemeleri en sorunlu alandır, özellikle sınıf düzenleri, kantin düzenleri, tuvalet-lavabo gibi hijyenik alan düzenlemeleri yapılamamıştır, yapılması da birçok yerleşke açısından mümkün değildir. İkili eğitime geçilecek okullarda sabahtan ortaöğretim grubunun kullandığı okul öğleden sonra 60 aydan itibaren çocukların kullanacağı alanlar olmakla sorun teşkil edecektir. Sınıf mevcutlarına geldiğimizde devletin aynı görevi üstlenen kurumları hem kendilerini hem birbirlerini tekzip etmektedirler."
"KAMU VİCDANINI TATMİN EDİCİ CEVAPLAR VERİLMELİ"
Yeni sistemle ilgili kamu vicdanını tatmin edici cevaplar verilmesini isteyen Kurt, kurumlar arası çelişkilerini ise şu örnekle değerlendirdi: “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı bir kreş ve gündüz bakımevinde sınıf mevcudu 20’yi geçemez ve her 20 çocuk için bir öğretmen ve bir bakım elemanı zorunluluğu vardır. Bu yıl da bu sayılar ilkokula başlamayan ama seneye başlayacak gruplar için böyledir. Oysa 2011-12 eğitim-öğretim döneminde 60-72 ay arası çocuklar (bu sene okula başlayacak olan grup) da aynı şartlarda bakım görüyordu. Şimdi geçen yılın bakım grubu bu yılın eğitim-öğretim grubu olarak okula başlayacak çocuklarımıza okullarda, her 20 çocuğa bir sınıf, bir öğretmen ve bir bakıcı anne sağlanmış mıdır? Sağlanmadan oluyorsa mevzuat neden böyle değildir veya değiştirilmemiştir? Özel sektör mükemmel yapmalı, devlet kendi koyduğu kurallarla kendini bağlamaz ya da uymaz mıdır? Önemli değil midir? Olasılık olarak da olsa 60 aylık bir çocukla 83 aylık bir çocuk aynı sınıfta nasıl olacaktır? Bu sorulara kamu vicdanını tatmin edecek cevaplar verilmedikçe tartışmalar dinmeyecektir. İşte paragrafın başında ortaya koyduğum acele atılmış adımlara birinci delilim budur."
"SADECE TIBBİ DEĞERLENDİRME EKSİK KALIR"
Sivil toplum örgütlerinin beklenenin üzerinde gelen tepkilerden sonra resmi makamların okula gitmeme konusunda velilere yönelik yol gösterme girişimleri olduğunu anlatan Kurt, sadece tıbbi değerlendirmenin eksik kalacağının altını çizdi. Kurt, “60-66 ay arası kayıtların veli dilekçesi ile mümkün olabileceği ama 66-72 ay arasının da hastane raporu alarak çocuğunu okula göndermeyebileceği gibi yönlendirmeler yaşanan kafa karışıklığının ya da baskı altında alınan kararların önemli bir göstergesidir. Türk Tabipler Birliği’nin verilen görevin kendilerine ait olmadığı, hastane ya da hekimlerin böyle bir değerlendirme yapmaya gönülsüz olmaları, verilecek raporların çocukların geleceğinde ne şekilde karşılarına çıkacağı, rapor değerlendirmelerinin ne kadar objektif ve doğru olduğu gibi konular da üzerlerindeki belirsizliği korumaya devam etmektedirler. Her şeyden önce sadece tıbbi değerlendirmeler baz alınarak verilecek raporlar son derece eksik kalacaktır. Örneğin; medyaya da düşen bir değerlendirme kriterine göre, çocuğun 10 saniye tek ayak üzerinde durması beklenmektedir. Yani psikolojik, sosyal, özbakım, dil ve iletişim becerilerinin yer almadığı değerlendirmeler yanlış sonuçlar verir. Tüm bu değerlendirmeleri de bu kadar kısa sürede bu kadar çok çocuğa yapabilme imkan ve kabiliyetimiz olmadığından ülke olarak nurtopu gibi 4x4 bir paradoksumuz oldu.” ifadelerini kullandı.
“OKUL YAŞININ ÖNE ALINMASI GEREKLİ YA DA HOŞ DEĞİL ŞARTTIR”
Okula başlama yaşının öne alınmasının ‘gereklidir ya da hoş olur’ değil şart olduğunu vurgulayan Kurt, “Okul öncesi dönem eğitimine önem verilmeli, desteklenmeli, mümkünse bütün çocuklarımız bu eğitimi almalı. Erken çocukluk dönemi gelişim anomalilerine rastlanan çocuklar özel eğitim kurumlarına yönlendirilip destek eğitimine adapte edilmeli. Okul öncesi eğitim kurumlarına bir standart ve teşvik getirilip kalite yükseltilmeli ve ilköğretime okul öncesinden gelen çocuk hazır gelmeli, böylece devlet doğumdan üniversite seviyesine kadar her vatandaşının gelişimsel takibini yapabilmeli. Olası olumsuz durumlarda erken müdahale edebilmeli ve bu yolla ve bu işleri yürütmek için sarfettiği kaynakların ve desteklerin efektif kullanılmasına, israf edilmemesine özen göstermelidir.” önerilerinde bulundu .