Bahçeli: Kriz Çözülmezse Millet İradesinin Değersizleşmesi Kaçınılmaz Olacaktır

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, yemin ve boykot krizinin sorumlusu olarak CHP, BDP ve AK Parti‘yi gösterdi. Bahçeli, "Açıkça ifade etmeliyim ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde cereyan eden yemin ve boykot krizinin çözülememesi halinde, millet iradesinin sorgulanması ve değersizleşmesi kaçınılmaz olacaktır." dedi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, yemin ve boykot krizinin sorumlusu olarak CHP, BDP ve AK Parti‘yi gösterdi. Bahçeli, "Açıkça ifade etmeliyim ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde cereyan eden yemin ve boykot krizinin çözülememesi halinde, millet iradesinin sorgulanması ve değersizleşmesi kaçınılmaz olacaktır." dedi.

CHP olmak üzere, milletvekili yemini etmeyenlerin TBMM’nin saygınlığına fazlasıyla gölge düşürdüklerini söyleyen Bahçeli, "Üstelik CHP Genel Başkanı’nın, Meclis’i protesto ederken; ‘arkadaşlarımızı satmayız’ sözleriyle bizi itham etmesi içine düştüğü ölçüsüzlüğün ve kafa karışıklığının bariz deşifresi olmuştur. Bize derme çatma siyasi delikanlılık gösterileri yapan Sayın Kılıçdaroğlu, önce aynaya bakmalı ve kimin arkadaşlarını satma ile ilgili engin tecrübeye sahip olduğunu orada görmelidir." diye konuştu.

Bahçeli, yeni dönemin ilk parti grubu toplantısında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kriz üssü haline gelmesinin önümüzdeki sürecin çok şeylere gebe olduğunu kanıtladığını savundu. Bahçeli, "İşte böylesi bir ortamda, yenilenen Meclis çatısı altında yemin ve boykot krizi ortaya çıkmış ve demokrasi tarihimize kara bir leke olarak geçmiştir. TBMM’nde yaklaşık yüzde 50’lik bir oy oranıyla temsil imkânına kavuşan AK Parti hükümeti ise gelişmeleri kayıtsızlık ve vurdumduymazlık içinde izlemektedir. Açıkça ifade etmeliyim ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde cereyan eden yemin ve boykot krizinin çözülememesi halinde, millet iradesinin sorgulanması ve değersizleşmesi kaçınılmaz olacaktır. Yemin ve boykot krizinin görünürde üç sorumlusu olduğu ortadadır. Bunlardan birincisi; bölücülüğün siyasetteki uzantısı olan ve Kandil çetesini arkasına alarak barış ve özgürlük mücadelesi verdiğini iddia eden BDP’dir. İkincisi tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmamasını gerekçe gösteren ana muhalefet partisi CHP’dir. Üçüncüsü ise göz göre krizin geldiğini fark edemeyen ya da fark etse de sesini çıkarmayan ve bundan nemalanmanın arayışında olan AK Parti hükümetidir." diye konuştu.

"SİYASİ BİR SUİKASTIN MUHATABI OLDUK"

Bahçeli, 12 Haziran seçimlerini yalnızca sonuçları üzerinden değerlendirmenin çok doyurucu ve sağlıklı bir bakış olmayacağını söyledi. "Her şeyden önce sebeplerin netice üzerindeki etkisini iyi tahlil etmek ve esasa nüfus edecek bir analiz mahareti sergilemek maksadımızın daha iyi anlaşılmasında belirleyici olacaktır." diyen MHP Genel Başkanı, neresinden bakılırsa bakılsın çok sancılı ve sarsıntılı bir seçim sürecinin geride kaldığını belirtti. Bahçeli, "Şüphesiz 12 Haziran seçimlerine gelesiye kadar bütün hesaplar ve hedefler MHP’siz Meclis yapısı üzerine bina edilmiştir. Partimizi baraj altında bırakmak amacıyla iftiralar atılmış, ithamlara ve iğrenç tuzaklara ahlaksızca tevessül edilmiştir. Kronik MHP düşmanlığı 12 Haziran öncesinde başını kaldırmış, AK Parti’nin fitne siyasetinin öncülüğünde dört bir koldan saldırıya geçmiştir. Nitekim AK Parti’nin karanlık mahzeninden, MHP’nin itibarsızlaştırılması, etkisizleştirilmesi ve hatta siyasi hayattan silinmesi için her türlü oyun sahnelenmek için devreye sokulmuştur." dedi.

Dünyada bile eşine ve benzerine az rastlanacak siyasi bir suikastın muhatabı olduklarını savunan Bahçeli, şöyle devam etti: "Yalnız kaldık, ama asla umutsuzluğa kapılmadık. Mağdur olduk, ama mağrurluluğumuzdan ödün vermedik. Kuşatıldık, ama teslim olmadık. 12 Haziranda yapılan 24. Dönem Milletvekilliği Genel Seçimi’nin sonuçlarını işte bu kapsamda ele almak ve bir fikir yürütmek sanıyorum daha doğru olacaktır. Bu itibarla partimizin; aldığı yaklaşık yüzde 13’lük oy oranı ve 52 milletvekili sayısıyla TBMM’nde temsil imkânına kavuşması çok önemli ve maruz kaldığımız tuzaklar dikkate alındığında çok değerlidir. Tek başına iktidar hedefiyle çıktığımız yolda, karşımıza tahammülü kolay olmayan zorluklar çıkarıldı. Olağanüstü şartlar içinde seçim çalışması yapmak durumunda kaldık. Elbette aldığımız neticeyi mutlak bir başarı olarak sunmak ve zafer diyerek sevinmek çok yerinde değildir. Ancak, geçirdiğimiz tehlikelerle dolu sürecin bağlamında, bugünkü durumumuz ümit vericidir ve Milliyetçi Hareket’in hangi zorlukları aşarak bu noktaya ulaştığının bariz ispatıdır. Kuşkusuz, verilen her oy bizim için değerlidir."

GELECEĞE YÖNELİK ÜMİTVAR OLMAK HAYALCİLİK

"Eğer herkesin üzerinde ittifak sağlayacağı ve mutabakat zemininde buluşacağı şartlar oluşmamışsa ya da olgunlaşmamışsa, bu yeni döneme çok büyük anlamlar yüklemek ve geleceğe yönelik ümitvar olmak hayalcilikle eşdeğer olacaktır." diyen Bahçeli, seçimlerin yapılmasına rağmen huzursuzluk bitmiyorsa, gerginlik azalmıyorsa ortada mutlaka kanayan bir yara olduğu ve bunun sebep olacağı ağır sonuçlara herkesin katlanmak zorunda kalacağını savundu.

Türkiye’nin ileri demokrasi yalanlarıyla sürüklendiği çıkmaz sokakta adeta can çekiştiğini iddia eden Bahçeli, AK Parti‘nin krizin ve kaosun sıklet merkezi haline geldiğini iddia etti. Toplumu kutuplaştırarak, devleti yozlaştırarak ve hukuku eğip bükerek zinde kalmaya çalışan AK Parti hükümetinin bu yeni yasama döneminde de benzer eğilimlerini sürdüreceğini gösterdiğini ileri süren Bahçeli, "Seçim sonuçları ne olursa olsun, Türkiye’nin sorunları önümüzdeki süreçte de artarak devam edecektir. 12 Haziran’dan bu tarafa ortaya çıkan gelişmeler iyi okunursa başkaca bir sonuca ulaşmanın kolay olmayacağı net olarak görülebilecektir." ifadelerini kullandı.

"BAŞBAKAN TARAFINI BELİRLEMELİDİR"

Başbakan Erdoğan‘ın ustalık döneminin eşiğinde, kararını vermesi ve tarafını belirlemesi gerektiğini savunan Bahçeli, "Yeni anayasa kapsamında kızışan ve gerginleşen ortamı sakinleştirmenin ve Türkiye’nin hak ve hukukuna sahip çıkmanın tarihi sorumluluğu en başta hükümet olmak üzere hepimizin omuzlarındadır. 2007 yılından beridir millet olarak maruz kaldığımız anayasa gerilimi bitirilmeli, Türk milletinin kardeşlik bağlarını tahkim edecek hukuki çerçeve bütünlük içinde mutlaka hayata geçirilmelidir. Geniş bir mutabakat ölçeğinde hazırlanmasının yerinde olacağı anayasaya hiç kimse şimdiden farklı anlamlar yüklememelidir. Ganimet kapma telaşı içerisinde, mayınla, mermiyle ve tahriklerle takviye edilmiş anayasal statü talepleri beyhude çırpınışlar olarak akamete uğramaya mahkûm olacaklardır. Parti olarak; Anayasa’nın birinci maddesinde anlamını bulan; ‘Türkiye Devleti Cumhuriyet’tir ifadesinden, İkinci maddesinde yer bulan; ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti‘ olduğuna yönelik ilkeden, Üçüncü maddesinde tanımlanan; ‘Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı İstiklal Marşı‘dır. Başkenti Ankara’dır. tarihi kararlılığından asla taviz vermeyeceğiz ve geri adım atmayacağız. Kim ne yaparsa yapsın, bu milli yeminlerin bizim tarafımızdan müzakere edilmesi dahi mümkün değildir. Herkes hesabını buna göre yapmalı ve ayağını denk almalıdır. Aksi takdirde Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletinin hak ve menfaatlerini korumak ve Türkiye Cumhuriyeti’ni yaşatmak için her fedakârlığı seve seve yapmaya hazırdır." değerlendirmesinde bulundu.

"SİYASALLAŞAN YARGININ HAZİN VE İBRETLİK BİR SONUCU"

Engin Alan’ın ve benzer durumdaki şahısların milletvekili olmalarında herhangi bir engel bulunmadığını savunan Bahçeli, şöyle devam etti: "Böylesine açık ve net hukuki durum varken, milletimizin seçip parlamentoya gönderdiği vekillerini serbest bırakmamak kasıtlı, yanlı ve başka hesapları gözeten yargının icraatından başka bir anlama gelmeyecektir. Bundan dolayı Türkiye, sonuçları kaygı verici olabilecek bir siyasi, demokrasi ve yargı krizinin içine düşmüştür. Başbakan Erdoğan’ın ‘ne yapalım seçmeseydiniz‘ sözleri ise talihsiz olduğu kadar densizliğin ulaştığı seviyeyi göstermesi bakımından manidar olmuştur. Başbakan Erdoğan’a söylemek isterim ki, bizim kimi aday gösterip göstermeyeceğimizi sana mı soracaktık? Senden icazet mi alacaktık? Sana mı danışacaktık? Bu kendini bilmez ve utanmaz zihniyet, geçmişte şahsını ilgilendiren kişiye özel anayasa değişikliğini pervasızca yapmıştı. Hukukun ilkelerini fütursuzca çiğnemiş ve CHP’de bu işe ortak olmuştu. Yaşanılan krizin kaynağı tabii olarak yargının verdiği kararlarda düğümlenmektedir. Başbakan Erdoğan’ın üstünlerin hukukuna son veriyoruz derken kendi üstünlüklerini sağlamlaştırdığı gün gibi ortaya çıkmıştır. AK Parti yargısı, izan ve insaf ölçülerinden tamamen uzaklaşarak, kanun maddelerini keyfi şekilde yorumlamaktadır."

"ATATÜRK’ÜN KURDUĞU PARTİNİN BU İÇLER ACISI HALİ, KIRILMA VE SAPMADIR"

Ana muhalefet partisi tarafından yaşanılan yemin krizinin uluslararası alana taşınmasının da son derece acı verici ve talihsiz olduğunu savunan Bahçeli, şöyle devam etti: "Birleşmiş Milletlere, Avrupa Birliği’ne, AGİT’e, Avrupa Konseyi’ne, İslam Konseyi’ne, Avrupa Parlamentosuna, Uluslararası Af Örgütü’ne, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’ne yazılan mektupla neden yemin edilmediği izah edilmiştir. Bir yönüyle ülkemizi uluslararası sivil toplum kuruluşlarına ve organizasyonlarına şikayet eden bu mektup, yeni CHP’nin ruh halini ve meselelere hangi zaviyeden baktığını da göstermiştir. CHP’nin, şikâyet ettiği çevrelerin Türkiye’yle ilgili tutum ve düşünceleri sabittir ve hiç de değişmemiştir. Elbette Türk yargısının ve AK Parti iktidarının bir çok yanlış kararları ve uygulamaları vardır. Ama unutmayalım ki, ülke içi bir meselenin konuşulacağı ve tartışılacağı yer bellidir ve bunun da Cumhuriyet’i kurduğunu iddia eden parti tarafından anlaşılamaması büyük bir sorundur. Üstelik Türkiye’de, siyasi partiler açısından en üst şikâyet mercii ise Türk milletidir. İktidarı ve yargının uygulamalarını ancak ve ancak millete anlatarak bir sonuca varabilecektir. Yoksa en son olarak Atina’daki toplantılarından medet ummak, orada Türkiye’deki mevcut sorunları aktarmak büyük bir yanlış ve özgüven eksikliğiyle aynı anlama gelecektir. Başkent Ankara vizyonundan çıkarak, küresel çekim alanına kapılan CHP’nin, ülke içindeki siyasi ve hukuki meseleleri dünyaya afişe etmesi en az yemin krizi kadar ciddi ve önemli bir problemdir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu partinin bu içler acısı hali, geleneği ve siyasi geçmişi bakımından kırılma ve sapmadır. Bu nedenle CHP, partimize laf yetiştireceğine kendisine bakmalı ve bize akıl vermekten bir an önce vazgeçmelidir."

ÇANKAYA DAVETİ BAŞTAN SORUNLU

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül‘ün kendilerini Çankaya’ya davet etmesinin baştan sorunlu olduğunu iddia eden Bahçeli, "Cumhurbaşkanı Sayın Gül’ün davet ettiği diğer iki siyaset aktörü, Meclis’teki yemin ve boykot krizinin birinci dereceden sorumlularıdır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu çerçevede değerlendirilerek krizin parçasıymış gibi takdim edilmesi, Sayın Gül’ün Başbakan’la bir plan dahilinde hareket ettiğini göstermiştir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın bizimle görüşeceği ve sunacağı bir şeyi yoktur. Cumhurbaşkanı Sayın Gül, eğer gerçekten davetinde samimi olsaydı, TBMM’de grubu bulunan siyasi parti liderlerini birlikte ya da ayrı ayrı eşit süreyle kabul eder gündemdeki sorun alanlarıyla ilgili görüş alış verişinde bulunurdu. Diğer taraftan Meclis’te temsil edilen bağımsız milletvekillerini de ayrı bir gün ve saatte davet ederek onlarla görüşebilirdi. Hatta bu görüşmeye bağımsız milletvekillerinin oluşturduğu Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun değişik düşünce ve kanaat üyelerini de çağırabilirdi. Oysa ki, Sayın Gül’ün davetinde AK Parti yer almamış, Meclis’te temsil edilen diğer siyasi partiler bu davete muhatap kalmışlardır. Kaldı ki, eğer AK Parti yemin ettiği gerekçesiyle davet edilmediyse, partimiz de aynı durumdadır, o zaman bize yönelik bir çağrıya da gerek yoktur. Bu gelişmeler ışığında Milliyetçi Hareket’in nerede durduğu ve neyi savunduğu Sayın Gül tarafından fark edilememiştir. Ve kriz taraflarıyla aynı safa sokulmak istenmemizi büyük bir haksızlık olarak değerlendirdiğimizden, Sayın Abdullah Gül’ün görüşme talebi tarafımızca kabul görmemiş ve yapılan davete icabet edilmemiştir." şeklinde konuştu.

Boykot ve yemin krizinin taraflarını aşağılayarak; ‘tükürdüklerini yalayacaklar‘ açıklamasının Başbakan’a kesinlikle yakışmadığını savunan Bahçeli, ortaya çıkan emarelerin Başbakan Erdoğan’ın krizi istismar edeceğini ve siyasi malzeme olarak kullanacağına delalet ettiğini ileri sürdü.

"HERKES SORUMLU VE DUYARLI HAREKET ETMELİ"

Bahçeli, partilerinin Türkiye‘yi kargaşanın eşiğine kadar getiren yemin ve boykot krizinin giderilmesi ve tutuklu bulunan milletvekillerinin durumunun aciliyeti açısından şu önerileri sunduğunu açıkladı:

- Türkiye Büyük Millet Meclisi, millet egemenliğinin somutlaştığı yerin adıdır ve sahip olduğu Gazilik unvanıyla hepimizin gurur kaynağıdır. Millet iradesinin heba edilmemesi ve milletimizin çekişmelerle oyalanmaması için yemin ve boykot krizinin tarafları bu eylemlerine bir an önce son vermeli ve Meclis’teki yerlerini almalıdırlar.

-Halen tutuklu bulunan milletvekilleri sadece kendi partilerinin değil, üyesi bulundukları Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de haysiyet konusudur. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan bütün siyasi partilerden seçilecek temsilciler bir araya gelmeli, ahlaki ve tutarlılık gereğince tutuklu bulunan milletvekillerinin haklarını savunacak bir Meclis bildirisi için temel zemin oluşturmalıdırlar. Millet iradesinin en büyük kefaret olacağı hatırlatılmalı ve bunda da tavizsiz olunmalıdır.

-Yürürlükteki yasal hükümler, tutuklu bulunan milletvekillerinin salıverilmesine engel değildir. Tutuklu milletvekillerinin önüne, Anayasanın 14. ve 83. maddelerini mani bir hal olarak çıkarmak zorlama ve yanlı bir tutum olacaktır. Kaldı ki, 2007 seçimlerinden sonra tutukluyken serbest kalan bir şahıs için uygulanan hukuki hükümler bugünde geçerlidir. O halde, yorum ve içtihat açısından yeni bir yola gerek yoktur. Yalnızca kanun ve anayasa hükümlerinin objektif kriterler çerçevesinde uygulanması ve iktidarın bu konuda ön ayak olması meseleyi kökünden çözecektir.

-Bunlara rağmen de bir çözüm ortaya çıkmıyorsa, Anayasanın 76. maddesine, tutukluyken seçilen milletvekillerinin durumlarını daha da netleştirecek ve serbest kalmalarını sağlayacak bir ifade ilave edilerek içinde bulunulan krizin ortadan kaldırılması mümkün olabilecektir.

-Bu önerilerine rağmen, tutuklu bulunan milletvekilleriyle ilgili bir adım atılmazsa, o zaman akıllarına bu kişilerin başka davalara denge unsuru olarak tutulduğu hususunun geleceğini dile getiren Bahçeli, sözlerini şöyle tamamladı: "İmralı, Silivri ve KCK arasında denge arayışları varsa ve mesela Sayın Engin Alan bölücülere karşı rehin olarak tutuluyorsa, er ya da geç bunun hesabını sormak bizim için namus borcu olacaktır. Bu borcu da Allah sağlık verdiği sürece mutlaka ödeyeceğimizden herkes emin olmalıdır. Geldiğimiz bugünkü aşamada; Türkiye’nin daha fazla hırpalanmaması ve milletimizin artan sorunlarının bir an önce çözülmesi amacıyla başta AKP olmak üzere, herkes sorumlu ve duyarlı hareket etmeli ve karşı karşıya olduğumuz bunalımı bertaraf etmek için güç birliği yapmalıdırlar."