Yapay Gerginlikler Çıkarılmak İsteniyor

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 28 Şubat sürecinde yaşanan gerginliklerle ilgili ‘‘Bu gerginlik, realitede, gerçekte hissedilen, duyulan, bir gerginlik değildi. Çok yapaydı bunlar. Şimdi ona benzer gerginliklerin Türkiye‘de ya

Arınç, KanalTürk televizyonunda yayınlanan ‘‘Merkez Siyaset‘‘ programında, gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. Arınç, bir soru üzerine vefat eden eski Başbakanlardan Necmettin Erbakan‘la tanışmasını anlattı.

1966‘da Ankara‘ya geldiğini ve Hukuk Fakültesine kaydolduğunu, 1967‘den itibaren de Necmettin Erbakan‘ın ismini duyduğunu söyledi. Necmettin Erbakan‘ın gençlerle olan bazı konferanslarına katıldığını belirten Arınç, Erbakan‘ın Odalar Birliği görevinden ise haksız bir şekilde alındığını bildirdi. Arınç, kendisinin de bu dönemde Odalar Birliği‘nde bir kaç gün nöbet tuttuklarını kaydetti. Odalar Birliği mücadelesi‘nin Erbakan‘ı daha da ön plana getirdiğini söyledi.

Erbakan‘ın 1969‘da Konya‘dan bağımsız milletvekili adaylığını koyduğunu anımsatan Arınç, ‘‘1969‘da adaylığını koyunca yine Ankara‘daki öğrenciler arasında ‘gidelim Erbakan Hocamıza seçim yardımı yapalım, propagandasında bulunalım‘ diye örgütlendik. Benim grubumunda 5 üniversite öğrencisi vardı. Biz 300 kişiydik, hepimiz Konya‘nın kasabalarında, köylerinde Erbakan Hocamızı tanıtan, onun mutlaka Parlamentoya girmesi yönünde çalışma yaptık. Benim ilk stajım Sayın Erbakan‘ın 1969‘daki seçiminde yaptığım çalışmadır...‘‘ diye konuştu. 

Arınç, Erbakan‘ın vefatı ile 28 Şubat tarihinin aşağı yukarı, aynı tarihlere rastladığının hatırlattı. ‘‘Erbakan ve 28 Şubat denilince akla hep, Erbakan 28 Şubat‘a direnebilir miydi, sizce direnmeli miydi, direnebilir miydi, eğer ‘direnemezdi‘ diyorsanız, bunun sebepleri nedir?‘‘ şeklindeki bir soruyu yanıtlayan Arınç, şunları söyledi:

‘‘28 Şubat‘ın üzerinden neredeyse 14-15 sene geçti. Ben de milletvekili seçimlerinde 1995‘de Parlamentoya girmiştim ama Hocamızla birlikte geçmiş siyasi partilerin hepsinde bulundum. Milli Nizam‘da gençlik kolları başkanıydım. Milli Selamet Partisi‘nde il başkanıydım. 80‘den sonra 86‘ya kadar yasaklıydım. 87‘den itibaren bütün seçimlere milletvekili adayı olarak katıldım. 1995‘de milletvekili seçildim, Genel İdare Kurulu‘nda bulundum. Fazilet Partisi‘nin kapanmasıyla da AK Parti‘ye geçiş oldu. Bizim bütün siyasi hayatımız boyunca Erbakan için iki cümle çok önemli bir şekilde düşünülür ve kullanılırdı. Birisi ‘Mücahit Erbakan‘, Yani Erbakan‘ın mücahit sıfatı, hem çok söylenir hem de çok yakışırdı. O da zaten hayatının gayesi olarak bu işi yaptığını söylerdi. Cihadın, bugün ne şekilde olması gerektiğini izah ederdi. Siyaseti benimsemişti, demokrasiyi istiyordu. 

İyi, güzel ve doğru için mücadele etmeyi, ülkenin kalkınması, milletin çok daha gelişmiş refah düzeyine ulaşması için sanayiye önem verilmesi, ağır sanayi kalkınmasının mutlaka Türkiye‘de başarılması gerektiğini, Türkiye‘nin geçmişte büyük bir devlet olduğunu, yeniden büyük bir devlet olabileceğini söylerdi. Detaylarına girmiyorum. Bir diğeri de ‘Erbakan Başbakan‘ diye; biz ta 80‘li yıllarda 70‘li yıllarda, çok propaganda yapıyorduk, slogan söylüyorduk. Erbakan‘ın bir gün Başbakan olacağını, ülkeyi yöneteceğini ve o güne kadar gelmiş geçmiş bütün hükümetlerden, başbakanlardan daha başarılı olacağını ifade ediyorduk. Nitekim kısa süren başbakanlığında da bunu ispatladı. Daha evvel, 70-90 arasında Başbakan Yardımcısı olarak, bildiğim kadarıyla 3-4 koalisyonda bulundu.‘‘

-‘‘REFAH PARTİSİ HÜKÜMET KURMAYI BEKLERKEN...‘‘-

Refah Partisi ile ANAP‘ın hükümet kurması beklenirken ve neredeyse bakanların ilan edileceği dönemde, önce ANAP ile DYP‘ye hükümet kurdurulduğunu,daha sonra 3-4 aylık hükümet giderek yerine, Tansu Çiller‘le Doğru Yol Partisi‘nin hükümeti kurulduğunu kaydeden Arınç, şöyle devam etti:

‘‘Sorunuzun cevabı şu olabilir aslında çok geniş anlatmamız gerekir. Bir defa Sayın Erbakan da mutlaka Başbakan olmalıydı. Bununla hem çeşitli yaftalar takılan siyasetçi değil, aslında ülkeyi iyi yöneten bu kabiliyete sahip, icraatçı, inkılapçı, ne derseniz deyin. Erabakan Hocanın Başbakanlığının geçmişten ve gelecekten bu yana çok farklı olduğunu hepimiz söyleyebiliriz. O da bunu bir fırsat olarak mutlaka Türkiye lehine kullanmak istiyordu. 

Bir, ikincisi ‘buna kesinlikle Başbakanlık verilmez‘, ‘bu parti tek başına iktidar olsa bile uzaklaştırılır, partisi kapatılır, şu yapılır, bu yapılır‘ şeklindeki algılara da ciddi bir karşılık vermek istiyordu. Belki yanlış da kabul edilebilir ama meşruiyetini Başbakan ve hükümet olarak tescillemek istiyordu. Aslına bakarsanız, meşru bir siyasi partiydi, legal bir siyasal kuruluştu ve onun seçimle gelmiş bir Başbakanıydı. Ama Türkiye‘de belli çevreler siz ne yaparsanız yapın, belli yaftalamalarla suçlamayı alışkanlık edindikleri için ‘ne yaparsa yapsın, bu adama Başbakanlık verilmez‘ düşüncesini ciddi bir şekilde yaymışlardı.‘‘

-‘‘BİRİLERİ DÜĞMEYE BASTI Kİ...‘‘-

Necmettin Erbakan‘ın Başbakan olmak istediğinin altını çizen Arınç, şöyle devam etti:

‘‘Buna ANAP ile mutabık olamadı, Doğru Yol Partisi ile kurdu. O döneme ait cesaretli miydi, değil miydi sorusuna verilecek yanıt, belki yanındaki ortakla bağlantılı olarak izah edilebilir. Mesela Susurluk olayında, ben kendi düşüncelerimi de o zaman rahatlıkla açıklamış bir insan olarak söylüyorum. Bu Susurluk olayının içinde bırakın kendisini, annesi, babası, dedesi, amcası bile olan bir tek Refah Partili yoktu ama hükümet ortağı olan Doğru Yol Partisi‘nin içinde bu olayla doğrudan ya da dolaylı pek çok kişi vardı. Şimdi ya cesaretle ‘bu araştırılmalıdır, sonuna kadar gidilmelidir, bu çirkin bağlantıların, ilişkileri ortaya dökülmelidir‘ diyerek Hükümetin yıkılması pahasına bu işin üzerine gidecektiniz ki daha 6 ay olmamıştı, nerede 6 ay 3 ay bile olmamıştı. Hükümet haziranda kuruldu, Susurluk kamyonu kasım ayında tosladı. 

Şimdi böyle bir olayda Doğru Yol Partisi‘nin Sedat Bucak ve diğerleriyle bağlantılarıyla bir olayın içerisinde yer alması, hükümeti yıpratabilirdi, nitekim yıprattı da. O zaman konuşulan sözler veya davranışlarla bu olayın sıradan bir olay olduğu, kendi içerisinde araştırabileceği, bunu bir Hükümet sorunu yapmaya gerek olmadığı düşüncesi hakim oldu. Hükümet yeni kurulmuştu, devam etmesi lazımdı ki geçmiş iddiaları gerçekleştirilebilsin. Haziran ayında kurulan Hükümet 97‘nin ocak ayındaki bütün verilerde başarılı olarak görüldü... Bu veriler ortaya çıktı birileri düğmeye bastı ki bu Hükümet uzun ömürlü olmasın.‘‘

-‘‘BUGÜN PEK ÇOK GERÇEK ORTADA‘‘-

‘‘Siz 28 Şubata yürüyen süreçte, hükümetin 7-8 aylık döneminde Erbakan‘ı sorumlu görüyor musunuz?‘‘ şeklindeki bir soru üzerine de Arınç, ‘‘Bu gerginlik, realitede gerçekte hissedilen duyulan, görülen bir gerginlik değildi. Çok yapaydı bunlar. Şimdi ona benzer gerginliklerin bugün de dün de, 3 ay evvel de 5 sene evvel de Türkiye‘de yaşatılmak veya ortaya çıkarılmak istendiğini hepimiz biliyoruz. Bugün ortaya çıkan bazı planlarda ve belgelerde bu yapay gürültülerin hangi kanallardan ortaya sürüldüğünün, gazetelerdeki başlıkların kimin talimatıyla atıldığını hep beraber okuyoruz. Bugün pek çok gerçek ortada. 1 Ocak 1997‘nin son 6 aylık verileri Türkiye‘nin belki de son 50 yılda ulaşamadığı verilerdi ama bugün Kalkancılar‘ın, onların bunların kimler tarafından ortaya sürülüverdiğini, Aczimendilerin kimler tarafından değnekleriyle ortaya salıverildiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Bunlar o hükümetin başarısız olması ve işbaşından gitmesi için hazırlanmış planlar ve tuzaklardı. Eminim şimdi onları ortaya koyanlar, belki bir yerlerde kendilerini saklamaya çalışıyorlar‘‘ karşılığını verdi.

-‘‘SİYASİ HAYATI SEKTEYE UĞRATABİLECEĞİNİ ÖNGÖRMÜŞ OLMALI‘‘-

Bülent Arınç, ‘‘Erbakan 28 Şubat kararlarını imzalayabilir miydi? Kimleri yanına alabilirdi, böyle bir imkan var mıydı?‘‘ şeklindeki soru üzerine şunları söyledi:

‘‘Birincisi Susurluğu belki spesifik bir örnek olarak söyledim ama burada da düşünün ki Cumhurbaşkanı ve MGK‘nın askeri kanadı, belli bir hazırlık içerisinde o da ‘Türkiye‘de bir şeyler oluyor, Hükümet marifetiyle oluyor, Sincan‘daki olaylar ve diğerleri, artık bu Hükümetin gitmesi lazım‘. Darbe yapmayalım ama darbesiz bir şekilde gitmesi lazım, bunun aktörleri belli artık, hemen hemen. Yani ‘bin yıl yaşayacak‘ diyeninden tutun, ‘ben bu işi neredeyse nizamiyeden döndürdüm, bu bile büyük başarı‘ diyene kadar. 

Sayın Erbakan zannediyorum şunları düşündü; biz bunları Genel İdare Kurulu‘nda görüştük. Kendisiyle zaman zaman bütün arkadaşlarımız fikir alışverişinde bulundu. Çok iyi niyetliydi, şuna inanıyordu; -zannediyorum, bunu bize ifade etmedi ama ben öyle hissediyorum- Sayın Erbakan 27 Mayıs darbesini yaşamış bir insandı. Çok üzüldüğü o üç kişinin vefatı üzerinde de hislerini yaşıyordu. 12 Mart muhtırası ile büyük bir darbe almıştı çünkü partisi kapatılmıştı. 12 Mart muhtırasından bir ay sonra İşçi Partisi, 1,5 ay sonra da Milli Nizam Partisi kapatıldı. Arkadan çok kötü bir sürece girildi, siyasi cinayetler, toplumsal olaylar ortaya çıktı. 80‘e kadar üç Hükümette Başbakan Yardımcılığı yaptı. 

80 darbesiyle bu sefer Uzunada da gözetim altına alındı. 84‘e kadar da Mamak‘ta sıkıyönetim askeri mahkemesinde yargılandı. Ben orada da avukatlık yaptım, yani bu haleti ruhiyeleri taşıyan bir insan Silahlı Kuvvetlerin komuta kademesinin tekrar bir darbe yapabileceğini, darbe yapmasa bile bir şekilde müdahalede bulunarak siyasi hayatı sekteye uğratabileceğini öngörmüş olmalı. Dolayısıyla Türkiye‘yi böyle bir maceralı sürece sokmaktansa işi biraz daha zamana yayarak, zaman içerisinde demokratik kanalları çok daha güçlü hale getirmeyi amaçlamış olabilir...‘‘

Kaynak: AA