Çandar: Arap Dünyasındaki Gelişmeler 'baharın' İç Açıcılığına Uymadı

Abant Platformu ve Zirve Üniversitesi’nin işbirliğinde düzenlenen konferansta `Arap Baharı: İsyan mı, devrim mi?` başlığı tartışıldı.

Oturumun başkanlığını yapan Radikal gazetesi yazarı Cengiz Çandar, Arap dünyasındaki gelişmelerin baharın iç açıcılığına uygun görüntü vermeyen şekillere ortaya çıktığını aktardı.

Abant Platformu Uluslararası Ortadoğu Konferansı`na; ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Belçika, Tunus, Mısır, Fas, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Rusya, Japonya ve Türkiye’den 100’ün üzerinde akademisyen, gazeteci ve uzman katılıyor. Abant Platformu ve Zirve Üniversitesi’nin işbirliği ile düzenlenen “Arap Baharı’ndan sonra Ortadoğu’nun Geleceği ve Türkiye” konulu konferansın ilk oturumu Çırağan Sarayı’nda gerçekleşti. İlk oturumun başlığı, “Arap Baharı: İsyan mı, devrim mi?” oldu.

Oturumun başkanlığını yapan Radikal gazetesi yazarı Cengiz Çandar, gelişmelerin baharın iç açıcılığına uygun görüntü vermeyen şekillere ortaya çıktığını aktardı. Önce Libya’da en son olarak da Suriye’de insan vicdanının el vermediği görüntülerle devam ettiğini ifade eden Çandar, “Amerikan medyası gene süratle çalıştığı için bu sefer Arap kışından bahsedilmeye başladı. Bahar birden bire yaz ve sonbahara geçmeden geriye dönerek kış halini aldı. Fakat olan biten mevsimsel bir şey değil. Abant platformunun 2 gün boyunca üzerinde eğileceği tartışmada ele alacağı konular, bu medyatik mevsimsel bakış açısından çok daha geniş ve derin bir konu. Mayıs ayında Beyrut’ta yapılan bir toplantıda Arap entelektüellerin sözleşmiş gibi ‘Arap geriliminden’ söz ettiğine dikkat ettim.” diye konuştu.
Arap baharının kanlı ve uzun bir süreç olacağını savunan Çandar, “Tüm bu sürecin içerisinde Türkiye çok ayrı çıktı. Türkiye’nin bölge ile yakın geçmişte sıfır sorun politikası diye genelleştirilen bir açılımla başlamıştı. Böyle bir politikadan söz etmek mümkün değil. Şu anda her tarafı sorun olan bir coğrafyadayız. Sıfır sorun demenin imkanı kalmadı. Sıfır sorun mevcut statükonun kabulü üzerinde mümkün olabilecek bir şeydi. Hiçbir ülkenin nasıl ve kim tarafından yönetildiğine bakılmaksızın o ülkelerle devletler arasında kurulacak ilişkiler ile bölge bir açılımı ifade ediyordu. O ülkedeki devletler ve rejimler yıkılırken, o politikayı sürdürürseniz statükoyu koruma mücadelesi yaparsınız. Türkiye çok uygun bir şekilde bölgedeki değişim dinamiği üzerinde hareket ederek önce Tunus ardından Mısır’da üstelik bir yerde de riskli bir şekilde Hüsnü Mübarek dururken onun yıkılması gerektiğini başbakan kendi ağzından ifade etti. Kendisini değişim dalgasının yanında mevzilendi” ifadesini kullandı.
Almanya Heidelberg Üniversitesi’nden Prof. Aurel Croissant, çoğu devrimin belirli bir şiddeti içerdiğini söyledi. Çoğu sosyal devrimin demokrasiye götürmediğini savunan Croissant, “Politik devrimler ise devleti değiştirirler anca sosyal yapıyı değiştirmezler. Politik devrimler şiddeti içerir. Şiddet yeterli şart değildir bu devrim için. Şiddet içermeyen politik devrimler olabilir. Mesela sivil itatsizlik tekniği ile şiddetli devrimler orta Avrupa’da görülmüştür. Demokratik devrimler diktatörlere değişmeye zorlamıştır. Demokrasiyi getirmişlerdir. Ancak bu devrimler demokratik devrimlerdir. Hangi yönde bu popüler protestolar gidecek. Bizi gerçekten demokratik devrimlere mi götürecek yoksa Arap devrimi bundan 10 yıl sonra baktığımızda politik bir değişimin yeni bir radikal tamamen anti demokratik politikanın kapısını mı açacak? Devrimin başarılı olması için çok sayıda faktörün bir araya gelmesi gerekir. Hükümetler etkisiz hale gelmesi gerekir. Mısır’da bu şekildeydi” şeklinde konuştu.
Dubai’deki Zeyd üniversitesinden Prof. İbrahim Beyyumi, Türkiye’nin modelliğiyle ilgili Türkiye’de net bir kanaat olmadığını ifade etti. Arap dünyasında köklü bir aydınlanmanın söz konusu olduğuna değinen Beyyumi, “Arap dünyasında diktatörlük vardı. Devrim mevcut olan sistemin temellerinin devrilmesidir” yorumunu yaptı.