Bülent Arınç'tan Önemli Açıklamalar
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, tatilini geçirdiği Balıkesir'in Edremit ilçesine bağlı Güre beldesinde gündeme dair önemli açıklamalar yaptı.
TBMM'nin yorucu çalışmalarından uzaklaşarak ailesi ile birlikte Güre'deki Körfez tatil Beldesi'nde bulunan devre mülkünde istirahata çekilen Bülent Arınç, basın mensuplarıyla bir araya gelerek ülke gündemini değerlendirdi. Kopya iddialarıyla kısmi iptale uğrayan KPSS sınavlarını, BDP'nin okul boykotunu, 12 Eylül referandumunu ve başkanlık sistemine geçilip geçilmeyeceği tartışmalarını değerlendiren Arınç, CHP ile ilgili sorulan soruları da yanıtladı.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "2010 Eğitim ve Öğretim Yılı 20 Eylül tarihinde başlayacak bildiğiniz gibi. Milyonlarca çocuğumuz yeni öğretim yılında inşallah başarılı olsunlar. Onları, annelerini, babalarını kutluyoruz. Çünkü eğitim ve öğretim en tabii haklardan bir tanesidir. Türkiye nüfusu genç bir nüfus. 72 Milyon nüfusumuzun yarısı 30 yaşından küçük. 30 yaşından küçük olanların yarısı da 18 milyon civarında öğrenim yaşında. Yani ana okulundan başlayarak, üniversite çağına kadar
18 milyonu biraz geçkin öğrencimiz var. Gencimiz var. Türkiye nüfusunun büyük bir kısmının genç olması ve öğrenci olması aslında bizim için çok büyük bir zenginlik. Bekleriz ve ümit ederiz ki gençlerimiz en iyi nitelikli eğitimi alsınlar. Ülkelerine ve insanlığa çok yararlı birer insan olarak yetişsinler" dedi.
"ANA DİLDE EĞİTİM, HAYATIN OLAĞAN AKIŞINA DA UYGUNDUR"
Çocuklar üzerinden siyaset yapılmaması gerektiğini söyleyen ve ana dilde eğitim yapılmasının doğru olduğunu ifade eden Arınç, "Tabii ki eğitim-öğretim yılı çok büyük bir coşkuyla başlarken, BDP'nin çocukları okullara göndermemek gibi bir boykot kararı alması ve bunu ilan etmesi bu sevince gölge düşürmüştür. Eğitim ve öğretim en temel haklardandır. Bunun boykotu olmaz. Buna karşı çıkılmaz. Bununla ilgili hiçbir şekilde siyasi bir çaba gösterilmez. Türkiye'nin anayasasında resmi dilin Türkçe olduğu eğitim
birliğinin sağlanması bakımından da, eğitim dilinin de Türkçe olması gerektiği hepimizin malumlarıdır ve bu doğrudur. Çünkü hayatın olağan akışına da uygundur. Başka dillerde sürekli eğitim yapılması ve bunun ana dil gibi kabul edilmesi doğru değildir. Ancak şüphesiz her insanın ana dilini konuşma, bu dili öğrenme, bu dil ile ilgili bilgilerini geliştirme hakkı da temel haklardandır. Bu sebeple Türkiye'de radyo ve televizyonlar sürekli ana dilde yani günlük konuşma dilinde yayın yapmakta. Bu dili öğrenmek
isteyenler içinde artık sadece kurslar açılmak ile kalmıyor. Üniversitelerde de yeni bölümler hizmete girmiş bulunmaktadır. Yaşları henüz 7 yaşında olan çocuklarımızın eğitim hakkını o veya bu maksat ile engellemenin fevkalade yanlış olduğunu ve yasalarımıza göre de suç teşkil ettiğini biliyorum. Elbette amacı ne olursa olsun. Bunu izah edebilecek bir sebebi, makul bir sebebi bulmak ta mümkün değildir. Benim BDP Genel Başkanı Sayın Demirtaş'tan ve milletvekili arkadaşlarımdan ricam şudur; çocuklarımız
üzerinden siyaset yapmayalım. Çocuklarımız üzerinden bir kısıtlamayı bir boykotu kesinlikle söz konusu etmeyelim. Özellikle eğitim ve öğretim ile ilgili bir konuda böyle bir boykotu, böyle bir yasağı Türkiye'nin gündemine taşımayalım. Siyasetçiler ülke yöneticileri ile ilgili mutlaka konuşmalar yapar, görüşlerini açıklarlar, gerekirse mesela geçtiğimiz referandumda olduğu gibi bir boykotu anlamlı hale getirebilirler. Ama çocuklarımızın eğitim ve öğretimleri ile ilgili ve onları daha küçük yaşlarında iken
kafalarını her zaman meşgul edebilecek bir anlamsız yasak ile doldurmayalım. Ben bundan vazgeçeceklerine şahsen ümit ediyorum. Çocuklarımızın korunmaya ihtiyacı vardır. Çocuklarımızın güzel duygulara ve inşallah ülke için çok güzel fikirlere ihtiyacı vardır. Onlara hayatlarının baharında ve eğitime ilk adım attıklarında böylesine anlamsız ve çirkin bir boykot ile lekelemiş olmayalım" diye konuştu.
"GÜNDEMİMİZDE BAŞKANLIK SİSTEMİNİ TARTIŞMAK YOK"
Referandum ile ilgili değerlendirmeler yapan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Anayasa değişiklikleri biliyorsunuz 26 madde idi ve referandumda çok şiddetli bir kampanya cereyan etti. Hayır diyenler büyük bir kısmı ile Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Bahçeli ve diğerleri bu konuda anayasa değişikliği içeren maddeleri tartışmadılar. Daha çok hayır denmesi konusunda baskı ve şiddet uyguladılar. Ama buna rağmen halkımız büyük bir çoğunlukla 7 milyona yakın bir oy farkıyla evet konusunda birleşti ve 16 puanlık
bir fark ile evet oyları daha yüksek çıktı. Ben şunu rahatlıkla söyleyebilirim; Türk halkı sandığa gittiğinde her zaman en doğru, en isabetli en makul kararları vermiştir. Dolayısıyla halkın sandığa gitmesinden korkanlar bunu dikkate almak zorundadırlar. Hem yapılan seçimlerde, hem de referandumlarda halkımız sağ duyusu ile hareket ediyor ve bu konuda doğru kararları veriyor. Sandıkla ve seçimle iktidara gelinebileceğini tüm siyasetçiler ve genel başkanlar artık idrak etmelidir. Bilmelidirler ki halkla
dayanışma içinde olmadan, halkı anlamadan, halkın ortak değerlerine sahip çıkmadan, değişimci bir ruh ile siyaset yapmadan iktidar gelmek mümkün değil. Dolayısıyla büyük bir çoğunluk ile kabul edilen anayasa değişikliklerinin Türk halkının bir zaferi olduğunu düşünüyorum. Halkımızı, milletimizi kutluyorum. Sayın Başbakanımız da ifade ettiler. Ancak yanlış anlaşıldı. Anayasa değişiklikleri konusunda çalışmalarımız bundan sonra da devam edecektir. Ama anayasa değişiklikleri dendiği zaman bunu başkanlık
sistemine endekslemek doğru değildir. Başkanlık sistemine geçmek ayrı bir konudur ve bu günün konusu da değildir. Fikir olarak düşünce olarak Türkiye'nin doğrudan başkanlık sistemine veya Fransa örneğinde görüldüğü gibi yarı başkanlık sistemi yönetiminde daha güçlü olacağını söyleyenlere kulak vermek doğru olur. Ancak bunu tartışmak ne kadar ifade özgürlüğü içinde ise, buna karşı çıkmak ve buna bir tabu olarak göstermekte o kadar ifade özgürlüğünü tanımamaktır. Ama gündemimizde başkanlık sistemi ve yarı
başkanlık sistemini tartışmak yok. Gündemimizde artık darbe anayasalarını tümünden değiştirecek, daha sivil, daha çağdaş, daha demokratik bir anayasaya ulaşmak var. Bir kez daha söylüyoruz. Önümüzdeki 2011 seçimlerine kadar, sadece AK Parti değil, bütün siyasi partiler kendileri açısından nasıl bir anayasa arzu ediyorlarsa bunun çalışmasını yapmalıdırlar. Sivil toplum kuruluşları, meslek kuruluşları, bu konuya ilgi duyan tüm kişi ve kurumlar yeni anayasa konusunda çalışmalı ve çalışmalarını ortaya
koymalıdırlar. Bizim bu konuda çalışmalarımız var ve güncelleyeceğiz. Cumhuriyet Halk Partisi'nin de, Milliyetçi Hareket Partisi'nin de, Saadet Partisi'nin de, tüm siyasi partilerinde artık Türkiye 21. yüzyılda, Avrupa Birliği yolunda nasıl daha çağdaş bir anayasa yapabilir. Bu konuyu gündemine alsın önümüzde 8 ay var. Çalışmalarını yapsın. Seçimlerden sonrada tüm bu çalışmaları bir araya getirelim. Meclis içinde Anayasa Uyum Komisyonu ile meclis dışında ayrı bir komite ile bu bütün çalışmaları bir araya
getirerek Türkiye'nin özlediği anayasayı birlikte yapalım. Bunu arzu ediyoruz. Ama Sayın Başbakanın, Sayın Burhan Kuzu'ya dönerek çalışmalara başla demesinden bunu başkanlık sistemi üzerine yoğunlaştırmak doğru değildir. Sayın Kuzu'nun da, hepimizin de yapacağı şey, yeni bir anayasa Türkiye'yi nasıl kucaklayacaktır. Halkın temel belgesi nasıl ortaya çıkacaktır. Bu konuda benim hazırlığım yok. Ben yeni çalışma yapacağım denmesin diye. Bu günden itibaren 2011 seçimlerine kadar 8 ayımız varken herkesin bütün
gücüyle, bilim adamlarıyla, siyasetçileriyle, toplumda bütün değer yargılarımız ortaya koyan bütün toplum kesimleriyle birlikte bir anayasa çalışmasını hazırlayalım ve seçimlerden sonra da bunu bir araya getirerek mükemmeli bulmaya çalışalım. Ortak akıl ile halkımızın ortak anayasam diyebileceği bir belgeyi 2011 seçimlerinden sonra ortaya çıkaralım diye bir çalışmanın içindeyiz" dedi.
"2011 SEÇİMLERİNDEN SONRAKİ MECLİS BAŞKANI UYUM KOMİSYONUNU KURAR"
TBMM'deki uyum komisyonu konusunu da açıklığa kavuşturan Bülent Arınç, "1994 yılından bu yana Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Meclis Başkanının veya Başkan Vekilinin başkanlıf0eğında parlamento da grubu bulunan partiler eşit üye ile temsil ediliyordu. Anayasa değişikliği yapan uyum komisyonlarında bu 2002'ye kadar böyle geldi. 2002'de ben meclis başkanı olduğumda Sayın İsmail Alptekin'in başkanlığında bir anayasa uyum komisyonu kuruldu. O zaman parlamentoda iki parti vardı. Adalet ve Kalkınma Partisi
iki üyeyi hemen bildirdi. Ama Cumhuriyet Halk Partisi iki üyeyi vermedi. Dolayısıyla uyum komisyonu çalışma yapamadı. Benden sonra Sayın Köksal Toptan geldi. O uyum komisyonu kurdu. Cumhuriyet Halk Partisi ona da üye vermedi. Sonra Mehmet Ali Şahin geldi. O uyum komisyonu kurdu ama Cumhuriyet Halk Partisi uyum komisyonuna üye vermedi. Siyasi partilerde üye vermeyince bu komisyon çalışma yapamıyor. Dolayısıyla 2011 seçimlerinden sonra kim meclis başkanı olacaksa o yine uyum komisyonunu kuracaktır.
Partilerden eşit sayıda üye isteyecektir. Umarım ki o zaman Cumhuriyet Halk Partisi de parlamento içinde olursa üye vermeyi ihmal etmesin. Çünkü bu tür çalışmalar uyum komisyonda yapılırsa ittifak edilen maddeler ile ittifak edilmeyen hususlar ön plana çıkar, bunların üzerinde uyum sağlananlar bir an önce kanunlaşmış olur. Yok eğer partiler üye vermemekte ısrar edecek olursa o zaman her partinin yaptığı çalışmayı arzu edilen ortak kurulda değerlendirerek bunu meclis gündemine getirmek mümkün olabilir. Öyle
yada böyle anayasa değişikliklerini ama ideal olan şudur ki yeni bir anayasayı hep birlikte ortak bir katkı ile yapmış olmaktır" dedi.
"KPSS SINAVLARININ İPTALİ BÜYÜK BİR FACİADIR"
Kısmi iptali uğrayan KPSS sınavları ile ilgili de konuşan Arınç, "Bu gün böyle bir karar alındı fevkalade üzgünüm. Çünkü yüzlerce insan, binlerce insan, aylarca hatta birkaç yıl boyunca çalışarak bu KPSS'ye hazırlanıyor. Adeta bu üniversiteye giriş sınavları gibi belki de biraz daha zorluklar içinde bir memuriyete girmek bir işe yerleşmek amacıyla bütün imkanlarını kullanıyor. Ümit içinde bu sınavlara giriyor. Sadece birkaç kişinin, sayısını bilmiyorum. Yaptığı hırsızlık veya haksızlık sebebiyle herkesin
sınavının iptal edilmiş olması büyük bir faciadır. Bundan dolayı üzüntü duyuyorum. Ama telafisi mümkün olmayan zararlar meydana geleceği düşüncesiyle bu sınav iptal edildi. Bir yargı süreci bundan sonra çalışır mı onu bilmiyorum. Ama gözü yaşlı pek çok insanın bu sınavların sonuçlarıyla iptal edilmesinden üzüntü duyduğunu biliyorum. Umarım onları da tatmin edecek bir çözüm bulunur. Ya imtihan suretiyle veya bir başka şekilde. Bu tabi ki YÖK'ün görevidir. ÖSYM Kurulu bu sınavlardan sorumlu. Milli Eğitim
Bakanlığımız müştereken bu konuda bir çare bulur diye ümit ediyorum. Sınavlara girmiş ve başarılı olmuş, ama şimdi sonuçları iptal edilmiş olan tüm adaylara geçmiş olsun diyorum. Gerçekten üzüntü verici bir olaydır. Ama ÖSYM'nin bundan sonra çok daha iyi bir yapıya kavuşturulması ve haksızlıklara yol açmayacak tedbirlerin alınması gerekiyor diye düşünüyorum" dedi.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "2010 Eğitim ve Öğretim Yılı 20 Eylül tarihinde başlayacak bildiğiniz gibi. Milyonlarca çocuğumuz yeni öğretim yılında inşallah başarılı olsunlar. Onları, annelerini, babalarını kutluyoruz. Çünkü eğitim ve öğretim en tabii haklardan bir tanesidir. Türkiye nüfusu genç bir nüfus. 72 Milyon nüfusumuzun yarısı 30 yaşından küçük. 30 yaşından küçük olanların yarısı da 18 milyon civarında öğrenim yaşında. Yani ana okulundan başlayarak, üniversite çağına kadar
18 milyonu biraz geçkin öğrencimiz var. Gencimiz var. Türkiye nüfusunun büyük bir kısmının genç olması ve öğrenci olması aslında bizim için çok büyük bir zenginlik. Bekleriz ve ümit ederiz ki gençlerimiz en iyi nitelikli eğitimi alsınlar. Ülkelerine ve insanlığa çok yararlı birer insan olarak yetişsinler" dedi.
"ANA DİLDE EĞİTİM, HAYATIN OLAĞAN AKIŞINA DA UYGUNDUR"
Çocuklar üzerinden siyaset yapılmaması gerektiğini söyleyen ve ana dilde eğitim yapılmasının doğru olduğunu ifade eden Arınç, "Tabii ki eğitim-öğretim yılı çok büyük bir coşkuyla başlarken, BDP'nin çocukları okullara göndermemek gibi bir boykot kararı alması ve bunu ilan etmesi bu sevince gölge düşürmüştür. Eğitim ve öğretim en temel haklardandır. Bunun boykotu olmaz. Buna karşı çıkılmaz. Bununla ilgili hiçbir şekilde siyasi bir çaba gösterilmez. Türkiye'nin anayasasında resmi dilin Türkçe olduğu eğitim
birliğinin sağlanması bakımından da, eğitim dilinin de Türkçe olması gerektiği hepimizin malumlarıdır ve bu doğrudur. Çünkü hayatın olağan akışına da uygundur. Başka dillerde sürekli eğitim yapılması ve bunun ana dil gibi kabul edilmesi doğru değildir. Ancak şüphesiz her insanın ana dilini konuşma, bu dili öğrenme, bu dil ile ilgili bilgilerini geliştirme hakkı da temel haklardandır. Bu sebeple Türkiye'de radyo ve televizyonlar sürekli ana dilde yani günlük konuşma dilinde yayın yapmakta. Bu dili öğrenmek
isteyenler içinde artık sadece kurslar açılmak ile kalmıyor. Üniversitelerde de yeni bölümler hizmete girmiş bulunmaktadır. Yaşları henüz 7 yaşında olan çocuklarımızın eğitim hakkını o veya bu maksat ile engellemenin fevkalade yanlış olduğunu ve yasalarımıza göre de suç teşkil ettiğini biliyorum. Elbette amacı ne olursa olsun. Bunu izah edebilecek bir sebebi, makul bir sebebi bulmak ta mümkün değildir. Benim BDP Genel Başkanı Sayın Demirtaş'tan ve milletvekili arkadaşlarımdan ricam şudur; çocuklarımız
üzerinden siyaset yapmayalım. Çocuklarımız üzerinden bir kısıtlamayı bir boykotu kesinlikle söz konusu etmeyelim. Özellikle eğitim ve öğretim ile ilgili bir konuda böyle bir boykotu, böyle bir yasağı Türkiye'nin gündemine taşımayalım. Siyasetçiler ülke yöneticileri ile ilgili mutlaka konuşmalar yapar, görüşlerini açıklarlar, gerekirse mesela geçtiğimiz referandumda olduğu gibi bir boykotu anlamlı hale getirebilirler. Ama çocuklarımızın eğitim ve öğretimleri ile ilgili ve onları daha küçük yaşlarında iken
kafalarını her zaman meşgul edebilecek bir anlamsız yasak ile doldurmayalım. Ben bundan vazgeçeceklerine şahsen ümit ediyorum. Çocuklarımızın korunmaya ihtiyacı vardır. Çocuklarımızın güzel duygulara ve inşallah ülke için çok güzel fikirlere ihtiyacı vardır. Onlara hayatlarının baharında ve eğitime ilk adım attıklarında böylesine anlamsız ve çirkin bir boykot ile lekelemiş olmayalım" diye konuştu.
"GÜNDEMİMİZDE BAŞKANLIK SİSTEMİNİ TARTIŞMAK YOK"
Referandum ile ilgili değerlendirmeler yapan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Anayasa değişiklikleri biliyorsunuz 26 madde idi ve referandumda çok şiddetli bir kampanya cereyan etti. Hayır diyenler büyük bir kısmı ile Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Bahçeli ve diğerleri bu konuda anayasa değişikliği içeren maddeleri tartışmadılar. Daha çok hayır denmesi konusunda baskı ve şiddet uyguladılar. Ama buna rağmen halkımız büyük bir çoğunlukla 7 milyona yakın bir oy farkıyla evet konusunda birleşti ve 16 puanlık
bir fark ile evet oyları daha yüksek çıktı. Ben şunu rahatlıkla söyleyebilirim; Türk halkı sandığa gittiğinde her zaman en doğru, en isabetli en makul kararları vermiştir. Dolayısıyla halkın sandığa gitmesinden korkanlar bunu dikkate almak zorundadırlar. Hem yapılan seçimlerde, hem de referandumlarda halkımız sağ duyusu ile hareket ediyor ve bu konuda doğru kararları veriyor. Sandıkla ve seçimle iktidara gelinebileceğini tüm siyasetçiler ve genel başkanlar artık idrak etmelidir. Bilmelidirler ki halkla
dayanışma içinde olmadan, halkı anlamadan, halkın ortak değerlerine sahip çıkmadan, değişimci bir ruh ile siyaset yapmadan iktidar gelmek mümkün değil. Dolayısıyla büyük bir çoğunluk ile kabul edilen anayasa değişikliklerinin Türk halkının bir zaferi olduğunu düşünüyorum. Halkımızı, milletimizi kutluyorum. Sayın Başbakanımız da ifade ettiler. Ancak yanlış anlaşıldı. Anayasa değişiklikleri konusunda çalışmalarımız bundan sonra da devam edecektir. Ama anayasa değişiklikleri dendiği zaman bunu başkanlık
sistemine endekslemek doğru değildir. Başkanlık sistemine geçmek ayrı bir konudur ve bu günün konusu da değildir. Fikir olarak düşünce olarak Türkiye'nin doğrudan başkanlık sistemine veya Fransa örneğinde görüldüğü gibi yarı başkanlık sistemi yönetiminde daha güçlü olacağını söyleyenlere kulak vermek doğru olur. Ancak bunu tartışmak ne kadar ifade özgürlüğü içinde ise, buna karşı çıkmak ve buna bir tabu olarak göstermekte o kadar ifade özgürlüğünü tanımamaktır. Ama gündemimizde başkanlık sistemi ve yarı
başkanlık sistemini tartışmak yok. Gündemimizde artık darbe anayasalarını tümünden değiştirecek, daha sivil, daha çağdaş, daha demokratik bir anayasaya ulaşmak var. Bir kez daha söylüyoruz. Önümüzdeki 2011 seçimlerine kadar, sadece AK Parti değil, bütün siyasi partiler kendileri açısından nasıl bir anayasa arzu ediyorlarsa bunun çalışmasını yapmalıdırlar. Sivil toplum kuruluşları, meslek kuruluşları, bu konuya ilgi duyan tüm kişi ve kurumlar yeni anayasa konusunda çalışmalı ve çalışmalarını ortaya
koymalıdırlar. Bizim bu konuda çalışmalarımız var ve güncelleyeceğiz. Cumhuriyet Halk Partisi'nin de, Milliyetçi Hareket Partisi'nin de, Saadet Partisi'nin de, tüm siyasi partilerinde artık Türkiye 21. yüzyılda, Avrupa Birliği yolunda nasıl daha çağdaş bir anayasa yapabilir. Bu konuyu gündemine alsın önümüzde 8 ay var. Çalışmalarını yapsın. Seçimlerden sonrada tüm bu çalışmaları bir araya getirelim. Meclis içinde Anayasa Uyum Komisyonu ile meclis dışında ayrı bir komite ile bu bütün çalışmaları bir araya
getirerek Türkiye'nin özlediği anayasayı birlikte yapalım. Bunu arzu ediyoruz. Ama Sayın Başbakanın, Sayın Burhan Kuzu'ya dönerek çalışmalara başla demesinden bunu başkanlık sistemi üzerine yoğunlaştırmak doğru değildir. Sayın Kuzu'nun da, hepimizin de yapacağı şey, yeni bir anayasa Türkiye'yi nasıl kucaklayacaktır. Halkın temel belgesi nasıl ortaya çıkacaktır. Bu konuda benim hazırlığım yok. Ben yeni çalışma yapacağım denmesin diye. Bu günden itibaren 2011 seçimlerine kadar 8 ayımız varken herkesin bütün
gücüyle, bilim adamlarıyla, siyasetçileriyle, toplumda bütün değer yargılarımız ortaya koyan bütün toplum kesimleriyle birlikte bir anayasa çalışmasını hazırlayalım ve seçimlerden sonra da bunu bir araya getirerek mükemmeli bulmaya çalışalım. Ortak akıl ile halkımızın ortak anayasam diyebileceği bir belgeyi 2011 seçimlerinden sonra ortaya çıkaralım diye bir çalışmanın içindeyiz" dedi.
"2011 SEÇİMLERİNDEN SONRAKİ MECLİS BAŞKANI UYUM KOMİSYONUNU KURAR"
TBMM'deki uyum komisyonu konusunu da açıklığa kavuşturan Bülent Arınç, "1994 yılından bu yana Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Meclis Başkanının veya Başkan Vekilinin başkanlıf0eğında parlamento da grubu bulunan partiler eşit üye ile temsil ediliyordu. Anayasa değişikliği yapan uyum komisyonlarında bu 2002'ye kadar böyle geldi. 2002'de ben meclis başkanı olduğumda Sayın İsmail Alptekin'in başkanlığında bir anayasa uyum komisyonu kuruldu. O zaman parlamentoda iki parti vardı. Adalet ve Kalkınma Partisi
iki üyeyi hemen bildirdi. Ama Cumhuriyet Halk Partisi iki üyeyi vermedi. Dolayısıyla uyum komisyonu çalışma yapamadı. Benden sonra Sayın Köksal Toptan geldi. O uyum komisyonu kurdu. Cumhuriyet Halk Partisi ona da üye vermedi. Sonra Mehmet Ali Şahin geldi. O uyum komisyonu kurdu ama Cumhuriyet Halk Partisi uyum komisyonuna üye vermedi. Siyasi partilerde üye vermeyince bu komisyon çalışma yapamıyor. Dolayısıyla 2011 seçimlerinden sonra kim meclis başkanı olacaksa o yine uyum komisyonunu kuracaktır.
Partilerden eşit sayıda üye isteyecektir. Umarım ki o zaman Cumhuriyet Halk Partisi de parlamento içinde olursa üye vermeyi ihmal etmesin. Çünkü bu tür çalışmalar uyum komisyonda yapılırsa ittifak edilen maddeler ile ittifak edilmeyen hususlar ön plana çıkar, bunların üzerinde uyum sağlananlar bir an önce kanunlaşmış olur. Yok eğer partiler üye vermemekte ısrar edecek olursa o zaman her partinin yaptığı çalışmayı arzu edilen ortak kurulda değerlendirerek bunu meclis gündemine getirmek mümkün olabilir. Öyle
yada böyle anayasa değişikliklerini ama ideal olan şudur ki yeni bir anayasayı hep birlikte ortak bir katkı ile yapmış olmaktır" dedi.
"KPSS SINAVLARININ İPTALİ BÜYÜK BİR FACİADIR"
Kısmi iptali uğrayan KPSS sınavları ile ilgili de konuşan Arınç, "Bu gün böyle bir karar alındı fevkalade üzgünüm. Çünkü yüzlerce insan, binlerce insan, aylarca hatta birkaç yıl boyunca çalışarak bu KPSS'ye hazırlanıyor. Adeta bu üniversiteye giriş sınavları gibi belki de biraz daha zorluklar içinde bir memuriyete girmek bir işe yerleşmek amacıyla bütün imkanlarını kullanıyor. Ümit içinde bu sınavlara giriyor. Sadece birkaç kişinin, sayısını bilmiyorum. Yaptığı hırsızlık veya haksızlık sebebiyle herkesin
sınavının iptal edilmiş olması büyük bir faciadır. Bundan dolayı üzüntü duyuyorum. Ama telafisi mümkün olmayan zararlar meydana geleceği düşüncesiyle bu sınav iptal edildi. Bir yargı süreci bundan sonra çalışır mı onu bilmiyorum. Ama gözü yaşlı pek çok insanın bu sınavların sonuçlarıyla iptal edilmesinden üzüntü duyduğunu biliyorum. Umarım onları da tatmin edecek bir çözüm bulunur. Ya imtihan suretiyle veya bir başka şekilde. Bu tabi ki YÖK'ün görevidir. ÖSYM Kurulu bu sınavlardan sorumlu. Milli Eğitim
Bakanlığımız müştereken bu konuda bir çare bulur diye ümit ediyorum. Sınavlara girmiş ve başarılı olmuş, ama şimdi sonuçları iptal edilmiş olan tüm adaylara geçmiş olsun diyorum. Gerçekten üzüntü verici bir olaydır. Ama ÖSYM'nin bundan sonra çok daha iyi bir yapıya kavuşturulması ve haksızlıklara yol açmayacak tedbirlerin alınması gerekiyor diye düşünüyorum" dedi.