Kıbrıs sorunu da bir oyundur
KKTC'nin Arca Haber Ajansı'nın yazarlarından Hasan Hastürer Kıbrı sorununun bir oyun olduğunu ileri sürdü.
Bilgisayardaki pek çok oyunun özünde, dünya sorunları ve savaş oyunları yok mudur?
Bu tür oyunlara baktıkça dünyada fiilen var olan pek çok sorunun da aslında gerçek yaşamın “oyunu” olduğu yargısına çok yakın oluyorum.
Her oyunun bir sonu vardır. Oyunun sonu ya zamanla ya da oyunun sonuçlanması için gerekli üstünlükle belirlenir. Bir başka yaklaşımla ya kazanan belli olacak ya da kaybeden.
Örneğin voleybol oyununda oyunun süresi yoktur. Tarafların kazandıkları sayılar oyunun kaderini belirler. Bugüne kadar bilebildiğim kadarıyla hiçbir voleybol karşılaşması saatlerce, günlerce asla sürmemiştir.
Zaman kısıtlaması olmayan oyunların bile makul sayılacak bir zaman diliminde sonuçlanması hedeflenir. Aksi halde oyunun sonuçlanması için ek kurallar geliştirilir
Dün merak edip beş yıl önce ne yazdığımı araştırdım.
Beş yıl önce bu gün yani 7 Nisan 2005’te KIBRIS’taki köşemde “Kıbrıs sorunu bir oyundur” başlıklı yazımı okurlarla buluşturmuştum.
Önce o yazımı hızla okuyalım:
* * *
“ Risk diye bir oyun var. Oyunun zemini dünya haritası. Birden fazla kişi ile oynanıyor.
Her oyuncu oyunun başında aldığı kartlara göre askerlerini yerleştiriyor. Bu arada verilen görev kartında da hangi kıtayı alacağı, ya da bir grubun askeri yok etmesi gibi görevleri yazılı. Atılan zarlardaki sayısal büyüklüğe göre komşu ülkelerden başlayarak hedefine doğru ilerliyor her oyuncu...
Oyunun ruhuna katılmıyorum. Yayılmacı anlayıştan esinlenen ve yayılmacı duyguları tatmin eden bir oyun. Hemen hemen tüm oyunlarda hangi yaş grubuna hitap ettiği yazılıdır. Bu oyun ise sekiz yaşından seksen sekiz yaşına kadar mantığı yerinde hemen hemen herkesin oynayabileceği bir oyun.
Bilgisayardaki pek çok oyunun özünde, dünya sorunları ve savaş oyunları yok mudur?
Bu tür oyunlara baktıkça dünyada fiilen var olan pek çok sorunun da aslında gerçek yaşamın “oyunu” olduğu yargısına çok yakın oluyorum.
Her oyunun bir sonu vardır. Oyunun sonu ya zamanla ya da oyunun sonuçlanması için gerekli üstünlükle belirlenir. Bir başka yaklaşımla ya kazanan belli olacak ya da kaybeden.
Örneğin voleybol oyununda oyunun süresi yoktur. Tarafların kazandıkları sayılar oyunun kaderini belirler. Bugüne kadar bilebildiğim kadarıyla hiçbir voleybol karşılaşması saatlerce, günlerce asla sürmemiştir.
Zaman kısıtlaması olmayan oyunların bile makul sayılacak bir zaman diliminde sonuçlanması hedeflenir. Aksi halde oyunun sonuçlanması için ek kurallar geliştirilir.
* * *
Kıbrıs sorunu da bir oyun mudur?
Yukarıdaki mantıktan hareket edersek tabii ki bir oyundur.
Kıbrıs sorunu çözümsüzlükte dünyanın en eski uluslararası sorunlarından biri oldu. Biz istesek de istemesek de Kıbrıs sorunu uluslararası bir kimlik kazandı.
Uluslararası kimlik kazanması nedeniyle oyuna şu veya bu kimlikle dahil olan ülke, yani “oyuncu” sayısı her geçen yıllar artmıştır.
1960’ta Kıbrıs sorunu Kıbrıs Cumhuriyeti kimliğiyle çözüme ulaşırken İngiltere, Türkiye ve Yunanistan garantör ülke olarak Kıbrıs’ta pozisyon elde etmişti.
Bir zamanlar Sovyetler Birliği’nin Akdeniz’e inme hesaplarında Kıbrıs’a ilgisi hep dikkatle gözlenmişti. Makarios’un bağlantısızlar hareketindeki konumu ve Sovyetler’le yakınlığı Batı’yı ve özellikle ABD’yi kaygılandırmıştı. 15 Temmuz 1974’te faşist Yunan Cuntası tarafından Makarios’a yapılan darbenin nedenleri arasında Makarios’un bu yakın duruşlarının etkisi olduğu bilinir.
Çok zayıf bir olasılık olmasına karşılık Kıbrıs’ın ikinci bir Küba olmasından korkan ABD’li senaristler vardı.
* * *
Kıbrıs sorunu bugüne kadar zaman limiti olmayan bir oyun olarak kabul edildi ya da öyle oynandı.
Oyuncular da bunu sevdi. Bizim Rum Yönetimi dediğimiz Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliği ya da AB’nin genişleme sürecinde Kıbrıs’ın Yunan vetosuyla bağlantılı stratejik konumu, Kıbrıs sorununun çözümünde zaman sınırsızlığını ortadan kaldırdı. Ancak o noktada tarihi fırsatı Kopenhag’ da kaçırınca ortaya çıkan zaman limiti maalesef aşıldı.
Kıbrıs sorununa birinci derecede taraf Kıbrıs Türk ve Rum tarafları, ikinci derecede ise Türkiye ve Yunanistan’dır. 1963 Aralık ayını esas alırsak 42 yıldır soruna doğrudan taraf olanlar çare üretmeyi başarabildi mi?
Sonuç ortada. Çare üretilmediği için hem sınırsız zaman hakkı harcandı hem de yeni tarafların Kıbrıs sorununa taraf olmalarına davetiye çıkarılmıştır. “Bırakın biz görüşüp anlaşalım” desek “Kırk yıldır niye anlaşamadınız?” sorusuna muhatap oluruz.
Annan Planı’nın biraz da tepeden inmesinin nedeni bu değil midir? De Soto bir görüşmemizde , “Taraflar makul bir süre içinde anlaşmayı başaramazsa çözüm inisiyatifi üçüncü tarafa geçer” demişti.
Masanın bir tarafında Rauf Denktaş’ın oturduğu günlerde Kıbrıs sorununun çözümünün yanına bile yaklaşılamadı. Denktaş, Silihtar Burcu’nda beklerken İsviçre’de Talat ve ekibi en azından bir çözüm planının referanduma sunulmasını sağladı.
Türkler ‘EVET’ derken Rumların ‘HAYIR’ demesi çözümü yine erteledi. Oyun yine bitmedi.
Uzayıp giden çözümsüzlük çözümde bizlerin etki payını azaltıyor. Böyle olunca Kıbrıs oyununun çözümü bizim dışımızdaki merkezlere kayıyor. Bir gün yine bir plan önümüze konacak. Biz ödevimizi yapmadığımız sürece birileri çıkar kendi çıkarlarıyla uyumlu “ödevi” yerine getirir. Hem zaman hem de içerik onların istem ve çıkarlarına uygun olarak.”
* * *
Gelelim beş yıl sonra bugüne.
Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, “...Biz ödevimizi yapmadığımız sürece birileri çıkar kendi çıkarlarıyla uyumlu “ödevi” yerine getirir. Hem zaman hem de içerik onların istem ve çıkarlarına uygun olarak” riskini bildiği için seçime sayılı gönler kalana kadar müzakereye katkısını sürdürdü.
Bunu Ankara ve dünya anladı ama bizde bazıları anlamadı.
Dün sabah Ada TV’de Didem Tavukçu’nun konuğuydum.
Sözcükleri özenle seçerek Cumhurbaşkanlığı seçiminin özellikle iddialı iki ismi Mehmet Ali Talat ile Derviş Eroğlu’nun canlı yayında halkın karşısına çıkmasının demokrasi için neden gereklilik olduğunu anlatmaya çalıştım.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde ağırlıkla Kıbrıs konusu ve çözüm konuşuluyor.
Talat ciddi anlamda ayrıntıyı üniversitede konferans veriri gibi anlatırken Sayın Eroğlu ve etrafındakiler dün de işaret ettiğim gibi, “... UBP devlet kurmuş partidir... Sonuna kadar KKTC var olacaktır... Bayrağımıza kimse dil uzatamaz.... Garantilerden asla vazgeçmeyiz... Kimse bizi Ruma yapamaz... Kıbrıs Türkü asla Ruma köle olmayacak... Şehitlerimizin kemikleri asla sızlatılmayacak... Biz KKTC’nin ilanını ayakta alkışladık”’tan başka bir şey söylemiyor.
Bunlar bir seçim dönemi ve Kıbrıs konusunda bilgilenmek ve fikir sahibi olmak için yeter bulunuyorsa, başka bir şey söylemem.
Bu tür oyunlara baktıkça dünyada fiilen var olan pek çok sorunun da aslında gerçek yaşamın “oyunu” olduğu yargısına çok yakın oluyorum.
Her oyunun bir sonu vardır. Oyunun sonu ya zamanla ya da oyunun sonuçlanması için gerekli üstünlükle belirlenir. Bir başka yaklaşımla ya kazanan belli olacak ya da kaybeden.
Örneğin voleybol oyununda oyunun süresi yoktur. Tarafların kazandıkları sayılar oyunun kaderini belirler. Bugüne kadar bilebildiğim kadarıyla hiçbir voleybol karşılaşması saatlerce, günlerce asla sürmemiştir.
Zaman kısıtlaması olmayan oyunların bile makul sayılacak bir zaman diliminde sonuçlanması hedeflenir. Aksi halde oyunun sonuçlanması için ek kurallar geliştirilir
Dün merak edip beş yıl önce ne yazdığımı araştırdım.
Beş yıl önce bu gün yani 7 Nisan 2005’te KIBRIS’taki köşemde “Kıbrıs sorunu bir oyundur” başlıklı yazımı okurlarla buluşturmuştum.
Önce o yazımı hızla okuyalım:
* * *
“ Risk diye bir oyun var. Oyunun zemini dünya haritası. Birden fazla kişi ile oynanıyor.
Her oyuncu oyunun başında aldığı kartlara göre askerlerini yerleştiriyor. Bu arada verilen görev kartında da hangi kıtayı alacağı, ya da bir grubun askeri yok etmesi gibi görevleri yazılı. Atılan zarlardaki sayısal büyüklüğe göre komşu ülkelerden başlayarak hedefine doğru ilerliyor her oyuncu...
Oyunun ruhuna katılmıyorum. Yayılmacı anlayıştan esinlenen ve yayılmacı duyguları tatmin eden bir oyun. Hemen hemen tüm oyunlarda hangi yaş grubuna hitap ettiği yazılıdır. Bu oyun ise sekiz yaşından seksen sekiz yaşına kadar mantığı yerinde hemen hemen herkesin oynayabileceği bir oyun.
Bilgisayardaki pek çok oyunun özünde, dünya sorunları ve savaş oyunları yok mudur?
Bu tür oyunlara baktıkça dünyada fiilen var olan pek çok sorunun da aslında gerçek yaşamın “oyunu” olduğu yargısına çok yakın oluyorum.
Her oyunun bir sonu vardır. Oyunun sonu ya zamanla ya da oyunun sonuçlanması için gerekli üstünlükle belirlenir. Bir başka yaklaşımla ya kazanan belli olacak ya da kaybeden.
Örneğin voleybol oyununda oyunun süresi yoktur. Tarafların kazandıkları sayılar oyunun kaderini belirler. Bugüne kadar bilebildiğim kadarıyla hiçbir voleybol karşılaşması saatlerce, günlerce asla sürmemiştir.
Zaman kısıtlaması olmayan oyunların bile makul sayılacak bir zaman diliminde sonuçlanması hedeflenir. Aksi halde oyunun sonuçlanması için ek kurallar geliştirilir.
* * *
Kıbrıs sorunu da bir oyun mudur?
Yukarıdaki mantıktan hareket edersek tabii ki bir oyundur.
Kıbrıs sorunu çözümsüzlükte dünyanın en eski uluslararası sorunlarından biri oldu. Biz istesek de istemesek de Kıbrıs sorunu uluslararası bir kimlik kazandı.
Uluslararası kimlik kazanması nedeniyle oyuna şu veya bu kimlikle dahil olan ülke, yani “oyuncu” sayısı her geçen yıllar artmıştır.
1960’ta Kıbrıs sorunu Kıbrıs Cumhuriyeti kimliğiyle çözüme ulaşırken İngiltere, Türkiye ve Yunanistan garantör ülke olarak Kıbrıs’ta pozisyon elde etmişti.
Bir zamanlar Sovyetler Birliği’nin Akdeniz’e inme hesaplarında Kıbrıs’a ilgisi hep dikkatle gözlenmişti. Makarios’un bağlantısızlar hareketindeki konumu ve Sovyetler’le yakınlığı Batı’yı ve özellikle ABD’yi kaygılandırmıştı. 15 Temmuz 1974’te faşist Yunan Cuntası tarafından Makarios’a yapılan darbenin nedenleri arasında Makarios’un bu yakın duruşlarının etkisi olduğu bilinir.
Çok zayıf bir olasılık olmasına karşılık Kıbrıs’ın ikinci bir Küba olmasından korkan ABD’li senaristler vardı.
* * *
Kıbrıs sorunu bugüne kadar zaman limiti olmayan bir oyun olarak kabul edildi ya da öyle oynandı.
Oyuncular da bunu sevdi. Bizim Rum Yönetimi dediğimiz Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliği ya da AB’nin genişleme sürecinde Kıbrıs’ın Yunan vetosuyla bağlantılı stratejik konumu, Kıbrıs sorununun çözümünde zaman sınırsızlığını ortadan kaldırdı. Ancak o noktada tarihi fırsatı Kopenhag’ da kaçırınca ortaya çıkan zaman limiti maalesef aşıldı.
Kıbrıs sorununa birinci derecede taraf Kıbrıs Türk ve Rum tarafları, ikinci derecede ise Türkiye ve Yunanistan’dır. 1963 Aralık ayını esas alırsak 42 yıldır soruna doğrudan taraf olanlar çare üretmeyi başarabildi mi?
Sonuç ortada. Çare üretilmediği için hem sınırsız zaman hakkı harcandı hem de yeni tarafların Kıbrıs sorununa taraf olmalarına davetiye çıkarılmıştır. “Bırakın biz görüşüp anlaşalım” desek “Kırk yıldır niye anlaşamadınız?” sorusuna muhatap oluruz.
Annan Planı’nın biraz da tepeden inmesinin nedeni bu değil midir? De Soto bir görüşmemizde , “Taraflar makul bir süre içinde anlaşmayı başaramazsa çözüm inisiyatifi üçüncü tarafa geçer” demişti.
Masanın bir tarafında Rauf Denktaş’ın oturduğu günlerde Kıbrıs sorununun çözümünün yanına bile yaklaşılamadı. Denktaş, Silihtar Burcu’nda beklerken İsviçre’de Talat ve ekibi en azından bir çözüm planının referanduma sunulmasını sağladı.
Türkler ‘EVET’ derken Rumların ‘HAYIR’ demesi çözümü yine erteledi. Oyun yine bitmedi.
Uzayıp giden çözümsüzlük çözümde bizlerin etki payını azaltıyor. Böyle olunca Kıbrıs oyununun çözümü bizim dışımızdaki merkezlere kayıyor. Bir gün yine bir plan önümüze konacak. Biz ödevimizi yapmadığımız sürece birileri çıkar kendi çıkarlarıyla uyumlu “ödevi” yerine getirir. Hem zaman hem de içerik onların istem ve çıkarlarına uygun olarak.”
* * *
Gelelim beş yıl sonra bugüne.
Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, “...Biz ödevimizi yapmadığımız sürece birileri çıkar kendi çıkarlarıyla uyumlu “ödevi” yerine getirir. Hem zaman hem de içerik onların istem ve çıkarlarına uygun olarak” riskini bildiği için seçime sayılı gönler kalana kadar müzakereye katkısını sürdürdü.
Bunu Ankara ve dünya anladı ama bizde bazıları anlamadı.
Dün sabah Ada TV’de Didem Tavukçu’nun konuğuydum.
Sözcükleri özenle seçerek Cumhurbaşkanlığı seçiminin özellikle iddialı iki ismi Mehmet Ali Talat ile Derviş Eroğlu’nun canlı yayında halkın karşısına çıkmasının demokrasi için neden gereklilik olduğunu anlatmaya çalıştım.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde ağırlıkla Kıbrıs konusu ve çözüm konuşuluyor.
Talat ciddi anlamda ayrıntıyı üniversitede konferans veriri gibi anlatırken Sayın Eroğlu ve etrafındakiler dün de işaret ettiğim gibi, “... UBP devlet kurmuş partidir... Sonuna kadar KKTC var olacaktır... Bayrağımıza kimse dil uzatamaz.... Garantilerden asla vazgeçmeyiz... Kimse bizi Ruma yapamaz... Kıbrıs Türkü asla Ruma köle olmayacak... Şehitlerimizin kemikleri asla sızlatılmayacak... Biz KKTC’nin ilanını ayakta alkışladık”’tan başka bir şey söylemiyor.
Bunlar bir seçim dönemi ve Kıbrıs konusunda bilgilenmek ve fikir sahibi olmak için yeter bulunuyorsa, başka bir şey söylemem.