Tugay Uluçevik: KKTC'de 'Demokrasi Şöleni'
Cumhurbaşkanı Eroğlu kolay denilemeyecek bir dönemde yüce görevi devralmaktadır.
Davasına inananlara ve haklı olanlara mahsus bir güven duygusuyla Türkiye’nin desteğinde masa başında takınacağı yapıcı tutumlarla “zor dönemlerin” lideri olduğunu kanıtlayacağından emin bulunuyoruz.
KKTC’nin 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat 18 Nisan Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin süreç içinde seçimleri “demokrasinin şöleni” olarak nitelemiştir. Gerçekten de seçim süreci bir “şölen” havasında ve çağdaş demokrasi anlayışıyla ve olgunluğuyla cereyan edip tamamlanmıştır. Dünyanın gözü önünde yaşanan bu “şölen”, kendi siyasi iradesini ve tercihini köklü demokrasi kültürüyle serbestçe ortaya koyan halkıyla; uluslararası toplumun birçok üyesini gıpta ettirecek mükemmellikte işleyen demokrasisiyle; devletin anayasal organlarıyla; demokrasinin icaplarını yerine getiren ve hür seçim kampanyasının adabına uygun hareket eden siyasetçileriyle KKTC gerçeğini bir kere daha çarpıcı biçimde ortaya koymuştur.
Bu tablo, Türkiye’nin, iki halkın, iki demokrasinin ve iki devletin varlığından oluşan Kıbrıs adasındaki gerçeklere uygun çözüm söyleminin ve isteminin ne kadar haklı olduğunun da kanıtını oluşturmuştur.
Seçimi ilk turda Başbakan Dr. Derviş Eroğlu’nun kazanması, KKTC’yi, “Milli Kıbrıs Davası” bakımından Meclis çoğunluğuyla, hükümetiyle ve cumhurbaşkanıyla “milli” çizgide bütünleştirmiş; KKTC ile Türkiye’yi “Kıbrıs konusu ortak milli davamızdır” anlayışıyla kucaklaştırmıştır.
KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı Eroğlu, seçim kampanyası boyunca Kıbrıs sorununa müzakereler yoluyla adil ve kalıcı bir çözüm bulunması yolunda olumlu ve yapıcı beyanlarda bulunmuş ve seçildiği akşamdan itibaren de aynı nitelikteki mesajlarını somutlaştırarak sürdürmüştür.
Cumhurbaşkanı Eroğlu, halen başlamış bir müzakere sürecinin bulunduğunu; Hristofyas’la müzakereleri Sayın Talat’ın bıraktığı noktadan devam ettireceğini; Rum tarafının da istekli olması halinde en kısa sürede çözüme ulaşılması için çalışacağını; görüşmelerin, BM’nin ve Rumların da belirtegeldikleri gibi, bütün konularda anlaşma ortaya çıkmadan herhangi bir konuda anlaşmaya varılmış sayılamayacağı ilkesi gözetilerek sürdürüleceğini; BMGS’nin iyi niyet görevini desteklediğini; BM parametrelerine bağlı olduğunu; bu parametrelerin altının Kıbrıs Türk halkının ve Türkiye’nin çıkarları dikkate alınarak somut unsurlarla doldurulması gerektiğini; istişare yoluyla Türkiye ile tam bir uyum içinde ve Başbakan Sayın Erdoğan’ın belirtegeldiği “kazan kazan” zihniyetiyle hareket ederek çözüm için çalışacağını ifade etmiştir. Eroğlu “haklarımızı savunarak masada kalacağız” demiştir. “Ulusal Konsey” kurulması düşüncesini dile getirmiştir.
‘Milli davamız Kıbrıs’
Cumhurbaşkanı Gül, Cumhurbaşkanı Eroğlu’na gönderdiği yazılı kutlama mesajında, diğer hususlar meyanında, muhatabını “engin devlet tecrübesine sahip bir lider olarak” nitelemiş; “milli davamız Kıbrıs” anlayışına yer vermiş; Eroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı döneminde “KKTC’nin daha güçlü, müreffeh ve uluslararası camiayla bütünleşmiş bir noktaya ulaşması” yolundaki temennisini ve inancını dile getirmiş ve müzakerelerin adil ve kalıcı bir çözüm şekline ulaşmasının, Türkiye’nin ve KKTC’nin her zaman en samimi müşterek arzu ve hedefi olduğunu belirtmiştir.
Rum ve Yunan resmi çevreleri ve basın kaynakları Dr. Eroğlu’nun seçilmesini müzakere sürecine zarar verecek bir gelişme olarak değerlendirmişler ve güya bundan kaygı duydukları havasını yaratmaya çalışmışlardır. Rum basını, Hristofyas’ın uluslararası camianın belli başlı aktörlerine ve BMGS’ye mektup göndererek görüşmelerin üzerinde mutabık kalınmış temelde devam etmesi gerektiğine işaret ettiğini bildirmiştir.
‘Self-determination’
BM Sözcüsü, bir soru üzerine, iki tarafın üzerinde mutabık kaldığı ve BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarında tarif edilen temelde BM’nin himayesinde yürütülen müzakerelerin devam etmesinin beklendiğini; tarih tespit etmek için taraflarla temas edeceklerini ifade etmiştir.
ABD Dışişleri Bakanlığı ve AB Komisyonu da açıklamalarında, Eroğlu’nu kutlamışlar ve Ada’da 2008 sonbaharında başlamış olan müzakerelerin kaldığı noktadan ve Talat ile Hristofyas arasında mutabık kalınan temel üzerinden devam ettirilmesi dileğinde bulunmuşlardır.
KKTC’nin anlaşmaya dayanan bir çözüm şeklinin müzakereler yoluyla araştırılmasına karşı olmadığı öteden beri bilinmektedir. KKTC’nin kuruluşunun da Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın 1977 yılında Makarios’a mektup yazarak kendisini görüşmeye davet etmesi üzerine başlayan; 1980-1983 döneminde somut bir çerçevede devam eden ve oldukça zor siyasi kararların alınmasını gerektiren müzakere sürecinden geçilerek gerçekleştiğini hatırlatmak istiyoruz. Kıbrıs Türk tarafı müzakerelerde gündemin her konusunda, toprak dahil, somut öneriler yapmış; Rumlar bu önerilere cevap vermek şöyle dursun, masayı terk etmişlerdir. Bu da Kıbrıs Türk halkının “self-determination” hakkını kullanmasını kaçınılmaz kılmış ve bu tarihi adımın atılması için uygun bir zamanlama meydana getirmiştir. Türkiye de bu kaçınılmazlığı görerek KKTC’yi aynı gün tanımıştır.
Klerides’in çözüm kısa sürede gerçekleşemezse KKTC’nin uluslararası toplum tarafından “tanınmasının” gündeme geleceği yolunda son defa Rum liderliğine yaptığı uyarı anlamsız değildir.
Kıbrıs sorununa çözüm arandığı bir dönemde Rumların siyasi mütareke anlayışı ve uzlaşma ruhuyla hareket etmek yerine, AB Komisyonu’nun “Doğrudan Ticaret Tüzük Tasarısını” Avrupa Parlamentosu’na sevk etmesi karşısında gösterdiği telaş ve kaygı ve tüzüğün AP’den geçmesini önlemek için sarf ettiği gayretler; Papandreou’nun GKRY’yi son ziyareti sırasında Yunanistan’ın da bu önleme gayretlerine katılacağını beyan etmesi, Rum-Yunan ortaklığının iyi niyetten ve yapıcı zihniyetten ne kadar uzak bulunduklarını ortaya koymaktadır.
Sayın Eroğlu’nun “Ulusal Konsey” kurulması düşüncesinin gecikmeksizin kuvveden fiile çıkarılmasının milli davanın yürütülmesi bakımından yararlı olacağına inanıyoruz.
Cumhurbaşkanı Eroğlu kolay denilemeyecek bir dönemde yüce görevi devralmaktadır. Davasına inananlara ve haklı olanlara mahsus bir güven duygusuyla Türkiye’nin desteğinde masa başında takınacağı yapıcı tutumlarla “zor dönemlerin” lideri olduğunu kanıtlayacağından emin bulunuyoruz. Görev süresi içinde, Türkiye’nin ve KKTC’nin iç içe geçmiş ortak çıkarlarını koruyan ve hukuken ve fiilen teminat altına alan; bölgenin barış ve istikrarına katkı yapan barışçı sona ulaşılmasını temenni ediyoruz.
KKTC’nin 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat 18 Nisan Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin süreç içinde seçimleri “demokrasinin şöleni” olarak nitelemiştir. Gerçekten de seçim süreci bir “şölen” havasında ve çağdaş demokrasi anlayışıyla ve olgunluğuyla cereyan edip tamamlanmıştır. Dünyanın gözü önünde yaşanan bu “şölen”, kendi siyasi iradesini ve tercihini köklü demokrasi kültürüyle serbestçe ortaya koyan halkıyla; uluslararası toplumun birçok üyesini gıpta ettirecek mükemmellikte işleyen demokrasisiyle; devletin anayasal organlarıyla; demokrasinin icaplarını yerine getiren ve hür seçim kampanyasının adabına uygun hareket eden siyasetçileriyle KKTC gerçeğini bir kere daha çarpıcı biçimde ortaya koymuştur.
Bu tablo, Türkiye’nin, iki halkın, iki demokrasinin ve iki devletin varlığından oluşan Kıbrıs adasındaki gerçeklere uygun çözüm söyleminin ve isteminin ne kadar haklı olduğunun da kanıtını oluşturmuştur.
Seçimi ilk turda Başbakan Dr. Derviş Eroğlu’nun kazanması, KKTC’yi, “Milli Kıbrıs Davası” bakımından Meclis çoğunluğuyla, hükümetiyle ve cumhurbaşkanıyla “milli” çizgide bütünleştirmiş; KKTC ile Türkiye’yi “Kıbrıs konusu ortak milli davamızdır” anlayışıyla kucaklaştırmıştır.
KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı Eroğlu, seçim kampanyası boyunca Kıbrıs sorununa müzakereler yoluyla adil ve kalıcı bir çözüm bulunması yolunda olumlu ve yapıcı beyanlarda bulunmuş ve seçildiği akşamdan itibaren de aynı nitelikteki mesajlarını somutlaştırarak sürdürmüştür.
Cumhurbaşkanı Eroğlu, halen başlamış bir müzakere sürecinin bulunduğunu; Hristofyas’la müzakereleri Sayın Talat’ın bıraktığı noktadan devam ettireceğini; Rum tarafının da istekli olması halinde en kısa sürede çözüme ulaşılması için çalışacağını; görüşmelerin, BM’nin ve Rumların da belirtegeldikleri gibi, bütün konularda anlaşma ortaya çıkmadan herhangi bir konuda anlaşmaya varılmış sayılamayacağı ilkesi gözetilerek sürdürüleceğini; BMGS’nin iyi niyet görevini desteklediğini; BM parametrelerine bağlı olduğunu; bu parametrelerin altının Kıbrıs Türk halkının ve Türkiye’nin çıkarları dikkate alınarak somut unsurlarla doldurulması gerektiğini; istişare yoluyla Türkiye ile tam bir uyum içinde ve Başbakan Sayın Erdoğan’ın belirtegeldiği “kazan kazan” zihniyetiyle hareket ederek çözüm için çalışacağını ifade etmiştir. Eroğlu “haklarımızı savunarak masada kalacağız” demiştir. “Ulusal Konsey” kurulması düşüncesini dile getirmiştir.
‘Milli davamız Kıbrıs’
Cumhurbaşkanı Gül, Cumhurbaşkanı Eroğlu’na gönderdiği yazılı kutlama mesajında, diğer hususlar meyanında, muhatabını “engin devlet tecrübesine sahip bir lider olarak” nitelemiş; “milli davamız Kıbrıs” anlayışına yer vermiş; Eroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı döneminde “KKTC’nin daha güçlü, müreffeh ve uluslararası camiayla bütünleşmiş bir noktaya ulaşması” yolundaki temennisini ve inancını dile getirmiş ve müzakerelerin adil ve kalıcı bir çözüm şekline ulaşmasının, Türkiye’nin ve KKTC’nin her zaman en samimi müşterek arzu ve hedefi olduğunu belirtmiştir.
Rum ve Yunan resmi çevreleri ve basın kaynakları Dr. Eroğlu’nun seçilmesini müzakere sürecine zarar verecek bir gelişme olarak değerlendirmişler ve güya bundan kaygı duydukları havasını yaratmaya çalışmışlardır. Rum basını, Hristofyas’ın uluslararası camianın belli başlı aktörlerine ve BMGS’ye mektup göndererek görüşmelerin üzerinde mutabık kalınmış temelde devam etmesi gerektiğine işaret ettiğini bildirmiştir.
‘Self-determination’
BM Sözcüsü, bir soru üzerine, iki tarafın üzerinde mutabık kaldığı ve BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarında tarif edilen temelde BM’nin himayesinde yürütülen müzakerelerin devam etmesinin beklendiğini; tarih tespit etmek için taraflarla temas edeceklerini ifade etmiştir.
ABD Dışişleri Bakanlığı ve AB Komisyonu da açıklamalarında, Eroğlu’nu kutlamışlar ve Ada’da 2008 sonbaharında başlamış olan müzakerelerin kaldığı noktadan ve Talat ile Hristofyas arasında mutabık kalınan temel üzerinden devam ettirilmesi dileğinde bulunmuşlardır.
KKTC’nin anlaşmaya dayanan bir çözüm şeklinin müzakereler yoluyla araştırılmasına karşı olmadığı öteden beri bilinmektedir. KKTC’nin kuruluşunun da Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın 1977 yılında Makarios’a mektup yazarak kendisini görüşmeye davet etmesi üzerine başlayan; 1980-1983 döneminde somut bir çerçevede devam eden ve oldukça zor siyasi kararların alınmasını gerektiren müzakere sürecinden geçilerek gerçekleştiğini hatırlatmak istiyoruz. Kıbrıs Türk tarafı müzakerelerde gündemin her konusunda, toprak dahil, somut öneriler yapmış; Rumlar bu önerilere cevap vermek şöyle dursun, masayı terk etmişlerdir. Bu da Kıbrıs Türk halkının “self-determination” hakkını kullanmasını kaçınılmaz kılmış ve bu tarihi adımın atılması için uygun bir zamanlama meydana getirmiştir. Türkiye de bu kaçınılmazlığı görerek KKTC’yi aynı gün tanımıştır.
Klerides’in çözüm kısa sürede gerçekleşemezse KKTC’nin uluslararası toplum tarafından “tanınmasının” gündeme geleceği yolunda son defa Rum liderliğine yaptığı uyarı anlamsız değildir.
Kıbrıs sorununa çözüm arandığı bir dönemde Rumların siyasi mütareke anlayışı ve uzlaşma ruhuyla hareket etmek yerine, AB Komisyonu’nun “Doğrudan Ticaret Tüzük Tasarısını” Avrupa Parlamentosu’na sevk etmesi karşısında gösterdiği telaş ve kaygı ve tüzüğün AP’den geçmesini önlemek için sarf ettiği gayretler; Papandreou’nun GKRY’yi son ziyareti sırasında Yunanistan’ın da bu önleme gayretlerine katılacağını beyan etmesi, Rum-Yunan ortaklığının iyi niyetten ve yapıcı zihniyetten ne kadar uzak bulunduklarını ortaya koymaktadır.
Sayın Eroğlu’nun “Ulusal Konsey” kurulması düşüncesinin gecikmeksizin kuvveden fiile çıkarılmasının milli davanın yürütülmesi bakımından yararlı olacağına inanıyoruz.
Cumhurbaşkanı Eroğlu kolay denilemeyecek bir dönemde yüce görevi devralmaktadır. Davasına inananlara ve haklı olanlara mahsus bir güven duygusuyla Türkiye’nin desteğinde masa başında takınacağı yapıcı tutumlarla “zor dönemlerin” lideri olduğunu kanıtlayacağından emin bulunuyoruz. Görev süresi içinde, Türkiye’nin ve KKTC’nin iç içe geçmiş ortak çıkarlarını koruyan ve hukuken ve fiilen teminat altına alan; bölgenin barış ve istikrarına katkı yapan barışçı sona ulaşılmasını temenni ediyoruz.