Ahmet'i linç günlerinin tarihsel kodları
Ahmet Kaya linç edilirken bizler de doğru dürüst tepki gösteremedik aslında. Orhan Pamuk, 'Bir şeyler yapalım' dediğinde çok geç kalmıştık.
Ahmet Kaya’nın linç edildiği ve Abdullah Öcalan’ın yakalandığı dönemin gazetelerini (Abdullah Öcalan’ın yakalandığı, linç gecesinden 5 gün sonra 16 Şubat 1999’da açıklandı. Ahmet Kaya’nın
tutuklanması ise Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiği güne rastlıyor. Aynı gün Sabancı’nın katili Mustafa Duyar’ın da cezaevinde öldürüldüğünü hatırlatırım.) bugünkü gözümüzle incelediğimizde estirilen psikolojik terör rüzgârını çok net bir şekilde görebiliyoruz. O dönemdeki yazılarımı gözden geçirmek amacıyla Cumhuriyet gazetesinin arşivine girdim. Yazılarımın hangi sayfada yayımlandığını bulmakta zorluk çektim. Çünkü bir köşe yazısından çok, sıradan bir haber gibi gazetenin herhangi bir yerine rastgele konmuşlardı… Bunu araştırma sırasında fark ettim ve anımsadım.
Aydın Engin, o günlerde ikimizin birden yazılarının azaltılması ve geri sayfalara atılmasına tepki olarak yazarlığı bırakmıştı. Ben ise o dramatik günlerde “Yine de bir şeyler söylemek” gibi bir kaygıyla yazmayı sürdürmüştüm.
Elektronik bilgi çağında olduğumuz için 1999’da kimin ne dediğinin, ne yazdığının gizli kalması mümkün değil. Hürriyet’in o dönemdeki linç dalgasının merkezi bir parçası olduğunu, o dönemi hatırlamayanlar bile artık kolaylıkla fark edebiliyorlar.
Hiçbir şeyin tesadüf olmadığı, olayların akışından çok net bir şekilde belli oluyor. O dönemde bazı medya grupları ve köşe yazarları ülkeyi saran ‘linç müziği’nin orkestra şefliğini yaptılar. Bugün, gazetecilik mesleği açısından onların oynadıkları rolü tartışabiliyor ve irdeleyebiliyor olsak da o linç ortamının sıradan bir tepkinin/tepkiselliğin ötesine geçen tarihsel derinliğini ancak zamanla tam olarak kavrayabileceğiz.
Ahmet Kaya’nın şahsında hedef alınan
Ahmet Kaya’nın ölümünün 10. yıldönümündeki anma gecesinde Ümit Kıvanç’ın hazırladığı belgesel, yakın tarihimizin önemli bir panoramasını sundu ve Ahmet Kaya’nın Kürt sorununun barışçı çözümünden, başörtülü kız öğrencilerin eğitim özgürlüğüne kadar birçok temel konuda aldığı kararlı tutumla yüz binleri etkileyen bir sanatçıya dönüşme sürecini ortaya koydu.
Öcalan’ın yakalanmasıyla başlayan dönemde, Türkiye’ye egemen olan irade içinde “Bu işi Kürtleri susturarak hallederiz” anlayışı öne çıkmıştı. Öcalan’ın İmralı’ya konulmasıyla birlikte, milliyetçi histeri önü alınamaz bir dalga halinde Kürtlerin ve demokrasi isteyen kesimlerin üzerine çökerken Ahmet Kaya da çok hesaplı ve bilinçli bir şekilde linç edildi. Böyle dönemlerde basın önemli saldırı araçlarından birisi olarak rolünü oynar. Geçmişte de oynamıştı, o dönemde de oynadı.
10 yıl sonra Ahmet Kaya’ya yapılan haksızlığın, alçakça saldırının belgeleri bir kez daha gözlerimizin önünden geçti. Sosyal, toplumsal, ekonomik, siyasi krizlerle, linçlerle, bunalımlarla, kavgalarla geçen 1999, 2000, 2001 gibi yılları hatırladık. Anma gecesi boyunca gözlerimiz yaşarırken bu ülkenin ‘çizgidışı’ kişiliklerinin acı kaderine de yandık.
Ahmet Kaya’ya saldıranlar, ülkenin en büyük gazetelerinin baş köşelerinde onu ‘yaratık’ olarak tanımlamaktan çekinmeyenler bugün utanıyorlar. Devran, öyle ya da böyle, değişiyor, daha da değişecek… Ancak unutmayalım, hâlâ köşe başlarındaki etkili isimlere bakarsanız onları görürsünüz… Onlar, bir dönemin, bir acımasızlığın simgeleri olarak belli bir ‘utangaçlık’ içinde olsalar bile, güçlerini yitirmiş değiller.
Korku üretimi
Korku, bu ülkede belki de en istikrarlı şekilde üretilen üründür. ‘Korku üretimi’, son 15-20 yılımıza damgasını vuran (ve hâlâ sürmekte olan) psikolojik etkinliklerin herhalde en yoğunu ve en çok yönlüsüdür.
Onlar ‘öcü’ler ürettiler. Ahmet Kaya bu ‘öcü’lerden birisiydi. Hrant Dink de öyleydi. (Gerçek ‘öcü’ler ise işlerini görüyorlar.) Ahmet Kaya linç edilirken bizler de doğru dürüst tepki gösterememiştik aslında. Orhan Pamuk “Oral, bir şeyler yapalım Ahmet için” sözlerini söylediğinde çok geç kalmıştık. Kısa süre sonra Ahmet’i kaybettik.
Anma gecesinden gözlerimiz yaşlı çıkarken Ahmet’in ‘barış ve kardeşlik’ çağrıları kulağımızda çınlıyordu.